22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 AÇI C olaylar ve görüşler 31 AĞUSTOS 2007 CUMA MÜMTAZ SOYSAL Almanya’daki Göçmen İşçi Çocuklarının Okul ve Eğitim Çıkmazı ‘Hababam Okulları’ Almanya’da 2007/2008 ders yılı yakında başlıyor. Resmi sayılara göre bugün Almanya’da temel eğitim okullarına devam eden göçmen işçi çocuklarının sayısı bir milyonun üzerinde. Bunların yarıya yakın bir kısmını Türkiye’den gelen işçi ailelerinin çocukları oluşturuyor. Yarım yüzyıla yakın göç sürecini göz önünde tuttuğumuzda bugün üçüncü ve dördüncü kuşak işçi cocukları okula başlamış durumda. Peki bu yarım yüzyıla yakın göç süreci içinde ve Almanya gibi sanayileşmiş bir toplumda doğan, büyüyen ve okula devam eden yabancı işçi çocuklarının ve özellikle Türkiyeli işçi çocuklarının okul başarı durumları nedir? Bu kısa yazımızda bu sorunu incelemeye çalışacağız. Hemen başlangıçta şunu söyleyebiliriz: Yabancı ve özellikle Türk işçi çocuklarının okul başarı durumlarını çok düşük ve hatta bir skandal olarak değerlendirebiliriz. Bu konuyu, Türkiyeli işçilerin çok yoğun olduğu Berlin Eyaleti örneğinde açıklamak istiyorum. Gerçi Almanya’da devletin federe yapısı nedeniyle eğitim ve okul politikası eyaletlere bırakılmış olmasına rağmen, genelde eyalet okul sistemleri ufak tefek farklılıklarla hep aynı. Örneğin, ilkokul bazı eyaletlerde 4, bazı eyaletlerde ise 6 sene olmasına rağmen bütün eyaletlerde okul zorunluluğu 10 senedir. Berlin Eyaleti’nde 1998/99 ders yılı sonunda okulu bitiren öğrencilerin başarı durumlarına bakıyoruz. Yabancı öğrencilerin yüzde 32’si hiçbir diploma almadan 10 senelik temel eğitim okulunu terk ediyor. Almanlarda bu oran yüzde 11. Gene yabancı öğrencilerden ancak diğer yüzde 32’lik bir kesim en düşük dereceli okul olan ‘hauptschule’ dedğimiz okul diploması ile okulu terk ediyor. Bugünkü koşullarda bu diploma ile Almanya’da ne bir iş ve ne de bir meslek öğrenme yeri bulabilirsiniz. Yabancı öğrencilerin ancak yüzde 10 ve Türklerin yüzde 8’i liseyi bitirip yüksekokul ve üniversiteye gitmeye hak kazanabiliyor. Almanlarda bu oran yüzde 34. Bu sayılar şunu bize açıkça gösteriyor: Alman okul sistemi yabancı öğ PENCERE Yaşanan Olayın Tarihsel Anlamı... diyor... Yaşadığımız gerici siyasette olan bitenin anlamı, ancak olayları tarihsel ve toplumbilimsel çerçevesine oturtabildiğimiz oranda saydamlaşabilir. ? Batı’da laiklik ve demokrasi ‘Aydınlanma Tarihi’yle özdeştir; kimi ülke bu sürecin başını çekti... Avrupa kapsamında bu olaylar, Fransa’da daha sert, çelişkili, çatışmalı geçti; devrim ve karşıdevrim ikilemi, kimi zaman savaşlarla gündeme girdi... 1789 yılı ‘İnsan Hakları Bildirisi’nin yayımlandığı tarihtir.. O günden sonra bir yanda kral kilise, öte yanda cumhuriyet laiklik yandaşları yüz yıl süresince hesaplaştılar; cumhuriyet krallık imparatorluk gelgitleriyle çalkalandı Fransa... Ancak bu Aydınlanma (laiklik demokrasi) hesaplaşması yalnız iç politika boyutunda kalamazdı ve kalmadı; bütün Avrupa işin içine girdi; kilise gücüne dayanan ve dinciliği savunan krallıklar kimi zaman elbirliğiyle devrimi durdurmak amacıyla Fransa’yı kuşattılar... Napolyon olgusu bu çatışmanın ilginç türetiminde ortaya çıktı... Ancak 100 yıl sonra Avrupa’nın yüzü kendi içinde laikliğe ve demokrasiye doğru çevrilebildi... Ne var ki Batı, dünyaya hâlâ sömürgeci ve emperyalist yüzüyle bakıyordu... ? 1.5 milyar nüfuslu İslam dünyasında yer alan 52 devletten bir tek Türkiye’nin laik ve demokratik cumhuriyet olduğunu herkes biliyor... Türkiye bu aşamaya ‘Milli Kurtuluş Savaşı’ ve ‘Aydınlanma Devrimi’ ile adım atabildi... Ne var ki tıpkı Batı’daki gibi devrimle karşıdevrim çatışması noktalanmış ve durulmuş değil... Üstelik bu çatışma yalnız Türkiye’nin iç siyaseti de değil... Avrupa’daki gibi, ülkemizde Aydınlanma’nın (daha başka deyişle laiklik ve demokrasinin) itici gücünü oluşturacak bağımsız bir sanayi burjuvazisi de yok... Sivil asker bürokrasi, çatışmanın ister istemez içindedir. ? Başta ABD olmak üzere, dış güçler, Türkiye’de dinciliği “Ilımlı İslam Devleti Modeli” tanımıyla boşuna desteklemiyorlar; Kemalizme karşıt tutumlarının emperyalist içeriği açık seçik sergileniyor... Son 22 Temmuz seçiminde dış güçlerin desteklediği AKP’nin oy sandığında yükselişi şaşırtıcı mıydı? Amerika, Avrupa, Yunanistan, Rum ve Ermeni diyasporaları, PKK, Barzani, Talabani, dinci Arap ülkeleri ve sermayeleri 22 Temmuz seçimlerinde AKP’yi destekliyorlardı... Elbirliğiyle başarıya ulaştılar. ? Türkiye’de (tıpkı vaktiyle en çarpıcı örneği Fransa’da görüldüğü gibi) Devrim Karşıdevrim ikilemi dış güçlerin de katıldığı bir hesaplaşmayla yaşanıyor... Olayları anlayabilmek için kullanılacak tarihsel ve bilimsel anahtar budur!.. Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı, bu kapsamda, karşıdevrimin büyük başarısıdır... ? Peki, her şey sonuçlanmış mıdır?.. Batı’da “Laik azınlık yenildi” yorumları da yapılsa, Türkiye çağdaşlığını savunabilecek gizilgücünü tam ortaya koyamadı... Avrupa uygarlığı kendi dışında Aydınlanma’yı bir başka ülkeye yakıştıramıyor; Amerika ise emperyalist yaklaşımıyla Türkiye’ye Ilımlı İslam Devleti modelini biçmeye çalışıyor... Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı, Mütareke medyasında alkışlanıyor... ? Tarihsel ve bilimsel açıdan yaşadığımız olayın anlamı bu!.. Ne var ki tarihsel devinim durmaz... Ve durmayacak... Tarihsel ‘gelgit’lerin en olumsuz ‘gel’ini yaşıyoruz.. Ve ‘git’ini yaşamak zorundayız... Sezer’siz Türkiye ÜRKİYE, “Sezer’siz”liğe gözlerini açıyor. “Sezer’li”liğin son günüydü. Yani, Cumhuriyetin başında geçmiş tutumu tartışmasız, devrim ilkelerine yürekten bağlı bir kişinin bulunduğu bir gün. Sezer’in dış dünyayla az ilgilenmesini, ülkeyi çok dolaşıp halkla içli dışlı olmaya zaman ayırmayışını eleştirenler oldu ama, ne onlar kendisine olan saygılarını yitirdiler, ne de hukukçu titizliği dolayısıyla ona kızanlar. Dürüstlüğü, devletinin onurunu koruyuşu ve halkının malına sahip çıkışı açısından hiç şaibesi olmayan bir insanın Cumhuriyeti temsil etmesi, her inanç ve eğilimden vatandaşa gönül rahatlığı vermekteydi. “Gül’lülük”, böyle bir havada başlamıyor. Cumhuriyetin en temel niteliklerinden birini, laikliği tartışma konusu etmekle siyasal yaşamına başlamış bir politikacının, o yaklaşımını sürdürerek devletin zirvesine çıkabilmiş olması çok kişiye kolay tanımlanmaz bir ürperti vermekte. Sanki Cumhuriyetin yıkılmazlığına ve sarsılmazlığına hep birlikte güven duyularak yaşanmış bir dönemin ardından endişe verici bir döneme giriliyormuş gibi yaygın bir güvensizlik duygusu dolaşmaya başladı zihinlerde. Sayın Gül ne kadar çaba gösterirse göstersin, hangi sözleri verip hangi yeminleri ederse etsin, bir bakıma somut ve kişileşmiş bir timsali durumuna geldiği bu duyguyu değiştirmekte güçlük çekecek. Sezer’li dönemde devletin bağımsızlığı, dış saygınlığı, egemenliği gibi konularda cumhurbaşkanına yönelik en küçük kuşku ya da tereddüt gölgesi düşmezdi düşüncelere. Oysa, yeni dönemde Sayın Gül’ün en önemli talihsizliği, tam da bu kavramların sık sık gündeme geldiği, tartışıldığı, çoğu zaman onlar açısından kötü durumların yaşandığı bir alanın, dış politikanın sorumluluğunu çok uzun bir süre yüklenmiş olmasıdır. Bir bakıma, Sezer’in dış politika alanına ancak çok gerekli görülen ve tezkere olayında yaşandığı gibi olumlu sonuç vermiş durumlarda girmiş olması genelde bu alandaki olumsuzluklardan onu esirgediği halde, Gül’ün pek parlak olmayan sonuçlarla dolu bir dış arenada uzun süre kalmış olması, sanılanın aksine, kendi açısından belki de onun en büyük handikapını oluşturmakta. Kıbrıs, Avrupa Birliği, Irak gibi dış politika konularında başarısızlık, bir devlet başkanı açısından kolay unutturulamayacak bir sicil sayılır. Hele ülke çıkarları için hayırlı olmayan biçimde, yalnız yabancılarca beğenilmiş ve olumlu bulunmuş ise. Dış politikada olduğu gibi laiklik konusundaki geçmişi de Sayın Gül’ün büyük güçlüğünü oluşturuyor. O konuda kendi inancıyla çelişmeden ve laik ilkelerde asla ödün vermeyeceğini son bir kez daha belirtmiş olan Silahlı Kuvvetler’e ters düşmeden rahat bir rota tutturması çok zor olacak. Bu zorluğun günlük davranışlarına yansıması ve devletin başında çok kararlı konuşamayan, çekingenlikten çekingenliğe sürüklenen bir insan izlenimi vermesi belki de hem kendisini, hem de vatandaşlarını en çok üzecek bir zayıflık görüntüsü yaratabilir. Prof. Dr. Ali UÇAR rencilerde yüzde 64’lük bir oranla hiçbir işe yaramayan insan üretiyor. Peki yabancılardaki bu büyük başarısızlığın nedenleri nelerdir? Bu olay yeni bir olay değil. Başarısızlığın nedenlerini dil bilmemeye, aile eğitiminin yetersizliğine ve hatta Türk çocuklarının zekâ ölçeğinin düşük olmasına bağlayanlar olduğu gibi, yabancı çocukların başarısızlığını kültür çatışması ile açıklamaya çalışanlar da yok değildir. Bizce bu söz konusu başarısızlığın asıl nedeni, Alman okul sisteminin kendisinden kaynaklanıyor. Alman okul sistemi kaynaştırmalı (entegre edici) bir eğitim sistemi değil, küçük yaşta öğrencileri keskin bir biçimde eleyen (selektif) ve toplumdaki sınıfsal yapıya uygun olarak yönlendiren bir yapıya sahip. Buna göre öğrenciler genelde 4. sınıfın, bazı eyaletlerde 6. sınıfın sonunda elenir ve yönlendirilir. Böylece çocuğun geleceği küçük yaşta belirlenmiş olur. Durumu çok iyi olan öğrenciler doğrudan liseye gönderilir ve 7 sene liseyi okuduktan sonra oradan üniversite veya yüksekokula gitme yolu açılır. Durumu liseye gitmeye yeterli olmayan öğrenciler ise ‘realschule’ denilen bir ortaokula gönderilir. Buradan mezun olan öğrencilerin üniversiteye gitme olanakları yok. Durumu hiç iyi olmayan öğrenciler de hauptschule denilen bir ortaokula gönderilir. Bu tip okullarda öğrenciler okula gitme zorunluluğunu doldurduktan sonra okulu düşük değerli bir diploma ile veya bir terk belgesiyle bitirmiş olur. Bu çeşit ortaokul (hauptschule) en düşük okul çeşidi. Bu okul çeşidi yabancı ve Alman işçi çocuklarının yoğun olduğu okul oluyor. Bu düşük nitelikteki okulu bitiren öğrencilerin gelecekleri karanlık, ne bir meslek öğrenme yeri ne de bir iş bulma olanakları var. Olsa olsa belki bir yerde çok düşük ücretli niteliksiz bir iş bulabilir. Yoksa geleceğin niteliksiz yedek işçi ordusuna katılmak zorundalar. Onun için Türk işçileri bu okulun ismini değiştirmişler, hauptschule yerine ‘Hababam Schule’ (Haba Berlin Teknik Üniversitesi öğretim üyesi bam Okulu) diyorlar. Hiç işe yaramayan okul. Görüldüğü gibi okul sisteminin eleyici ve sınıfsal olma niteliği sadece yabancı işçi çocuklarının fırsat eşitliğini kısıtlamıyor. Bu eşitsizlikten Alman işçi çocukları da payını alıyor. Resmi istatistiklere göre yükseköğrenimde Alman işçi çocuklarının oran yüzde 10 ile yüzde 12 arasında değişiyor. Çocukların okul başarı durumlarını etkileyen okul sisteminden başka, göçmen işçi ailesinden ve çocuğun çevresinden kaynaklanan başka nedenler de var. Göçmen işçi ailesi çocuklarını okula hazırlayamıyor. Avrupa’nın göbeğinde büyüyen ve okula başlayan bu çocuklardan birçoğu henüz bir kalem, bir defter, bir kitap veya bir makas tutma becerisinden çok uzak. Anne ve babalar çocuklara hiçbir şey vermiyorlar. İşsizlik, fakirlik, geçim sıkıntısı eğitim sorunlarını gölgede bırakıyor. Türk işçilerinin yüzde 80’e yakın bir kısmı niteliksiz işçi statüsünde. Çoğu anne ve babanın okumuşluk düzeyi, Alman okul sistemi ve Alman toplumu hakkındaki bilgisi çok düşük. Oturdukları evler çok dar, çocuk sayısı fazla, evlerin içi çocukların ihtiyaçlarına göre düzenlenmemiştir. Yaptığımız bir araştırmaya göre okul çocuklarının üçte biri kardeşleriyle yatağını paylaşmak zorunda. Boş zaman değerlendirilmesi çok kısıtlı. Tek olanak, sabahtan akşama kadar televizyon seyretmek. Okul öncesi çocuklar üzerine yaptığımız diğer bir araştırmada, günde 9 saat televizyon seyreden çocuklar çıktı. Bu durum çocukların gelişmesini olumsuz yönde etkileyen bir yığın sorunu beraberinde getiriyor. Başarısızlığın bir başka arka nedeni de Almanca bilmeme sorunu. 3. ve 4. kuşaktan öğrenciler üzerine yaptığımız diğer bir araştırmada, öğrencilerin yüzde 60’tan fazlası Almanca bilmeden okula başlamaktadır. Zaten yeteri kadar okula hazırlanmamış, Almanca bilmeme sorunu da eklenince ve arkadan da okul sisteminin keskin eleyici çarkı işlemeye başlayınca, çocuklar daha gelişme devresindeyken, küçük yaşta elenip düşük dereceli okullara yönlendiriliyor. Hatta büyük bir kısmı elenip özürlüler okuluna gitmek zorunda bırakılıyor. Şu anda özürlülerin okulları ile hauptschule’ler, bizimkilerin ‘hababam okulları’ dedikleri okullar, yabancı işçi çocuklarının çok yoğun oldukları okullar durumundadırlar. Okul kendi içinde yabancı kökenli öğrencileri yetiştirmekte çok güçlük çekiyor. Göçmen işçi çocuklarının iki dilli, iki kültürlü bir ortamda yetişmeleri ve dolaysıyla beraberinde getirdikleri iki dilli ve iki kültürlü olma potansiyeli pedagojik olarak değerlendirilmiyor. Çünkü okul sistemi tek kültür ve tek dil esasına dayanıyor. Buna bağlı olarak, öğretmenler çok kültürlü toplumun ihtiyaçlarına göre yetiştirilmemiştir. Çok dilli, çok kültürlü ve hatta çok dinli bir toplumda öğretmenlerin, gerek metot, gerek içerik (yabancılar hakkındaki bilgisi), gerekse derslerde kullanılacak uygun araç ve gereçlerin kullanılması hususlarında yetiştirilmiş olmaları gerekiyor. Fakat öğretmen yetiştiren kurumların toplumsal gelişmelerin çok gerisinde kaldıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Öğrencilerin başarısızlığını etkileyen diğer bir faktör de, Alman okulu ile göçmen ailesi arasındaki kopukluk. Çok zaman okul aileyi tanımıyor, aile okulu ve öğretmeni tanımıyor. Halbuki iyi bir eğitimde, okul ile ailenin birlikte çalışmaları şarttır. Her iki kurum da çocuğu kendine doğru çekince ve bu bağlamda geleneksel eğitim kuralları ile modern eğitim kuralları çatışınca, bundan en büyük zararı çocukların göreceği bir gerçektir. Bu kısa yazımızda göçmen işçi çocuklarındaki başarısızlığın birkaç önemli nedenini açıklamaya çalıştık. Aslında göçmen işçi çocuklarının eğitim sorununun çözümü, daha doğrusu eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması, Alman okul sisteminde köklü reformların yapılmasını gerektiriyor. Bu da ancak ilerici bir politika ile mümkün olabilir. T Ü lkemizde yüzeysel ve yanlı politika medyada egemenleştiğinden bir kafa karmaşası sürüp gi ilan renkli CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle