05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

3 AĞUSTOS 2007 CUMA kitap A S I Z P E R T A V S I Z P E R V KULE CANBAZI SUNAY AKIN Maçka Bir Kitaba Benzer da beğeniyle izlendi. Festivalde, Erdal Eksert’in hazırladığı Bedri Rahmi Eyüboğlu belgeseli, Nihat Genç söyleşisi ve sırasıyla Grup Feluka, Fadıl Yoloğlu ve Deniz Seki konserleri gerçekleşti… Ertuğrul Genç, sanayi yoksunu Maçka’nın geleceğinin turizmde olacağını görecek kadar aydın ve bunu sözde bırakmayıp, hayata geçirmek için de çalışan dürüst ve başarılı bir insan. Onun sayesinde Maçka’nın adı hak ettiği gibi sanat ve kültür etkinlikleriyle anılır oldu. Pek çok turizm ve gezi dergisinde Maçka’yı tanıtan, doğal ve tarihi güzelliklerini duyuran yazılar çıktı, fotoğraflar yayımlandı... Bu konuda şunları söylüyor Sayın Genç: “Turizmde büyük atılım yapmak istiyorsanız, mutlaka tanıtımını yapmanız gerekiyor. İnsanların bilmediği bir yere gelmesi mümkün değildir. Yayla yollarını hazırlamamız, ulaşımı daha rahat bir konuma getirmemiz gerekiyor. Sumela dışındaki diğer manastırları hizmete açarak, turistlerin burada bir gün değil, bir hafta konaklamalarını sağlamalıyız. Çakırgöl kayak tesislerini hayata geçirdiğimizde ise, turizmi kış sezonuna da yaymış olacağız. Maçka, tarihi boyunca kültürlü insanların ön plana çıktığı bir yerdir. Birçok Maçkalı sanatçı ve bilim insanı alanlarında öncü olmuş, ilkleri gerçekleştirmiştir. Biz burada, iki dağın arasında yaşıyoruz. Biliyoruz ki, bu konumuyla Maçka, açık bir kitap gibidir. Herkesi bu doğa ve tarih harikası kitabın aydınlık sayfalarını okumaya davet ediyorum.” Piyano köprünün sesi, Mehmet Ağa’nın gülümseyişi Ertuğrul Genç’in sözlerinde yaşıyor… Şuna tanığım ki, hiç kimse Maçka’ya hizmet konusunda Ertuğrul Genç kadar istekli, çalışkan, başarılı ve azimli olamaz. O’nu her düşünceden insan seviyor ve sayıyor. Böyle olunca da kazanan Maçka oluyor. Bu gece rüyamda piyano köprüyü görmek istiyorum… Üstünde kuyruklu bir piyano ve kızım Ilgın tuşlarında parmaklarını gezdiriyor… Mavi renkli, burunlu bir köy otobüsü az ileride, fındık ve mısır tarlaları arasında yokuşu tırmanıyor… Sahi, siz hiç Maçka’da bir rüya görmediniz mi?.. C 15 Enis BATUR Ünlemler âleminden TÜH ilimizin iki büyük ansiklopedisinden biri esgeçmiş onu, ikincisi indirgeyerek ağırlamış: “Tüh” maddesinde, “onomatope” diye belirtilmiş: “Yazıklar olsun! anlamında kullanılır”. Tüh ya da tü, bu anlamıyla, biri(leri) ne yönelik, yüksek sesli bir yazıklama ünlemi. Beni burada oyalayan ötekisi: Belki fısıltı değil, alçak sesle, kişinin kendi kendisine “tüh” demesi farklı, ansiklopedimiz o kullanımı hiçe saymış: Bir pişmanlık serzenişi, o kısık seslenişte biçimlenen. “Tüh unuttum, unutmuşum”. Bir kelime sayamıyoruz ya, ortak oktav ses bir anlam barındırıyor gene de. Fiili yok, doğurmamışız: Birinin çıkıp tühlemek demesi, onu yazıya geçirmesi varolması için yeterli midir, yoksa, ille de, bir kaynaktan çıkıp dal budak ilerlemesi mi gerekecektir, kimbilir. ÇÜŞ Kratylos'a başvurmak tek çare. Hiçbir sözcüğün, sessözün, çünkü gerekçesini, nedenselliğini akıl yoluyla tutamazsınız. Kim, nasıl, ne zaman, hangi verilere dayanarak, atgillerden birini yolda durdurmak için, dizginlere eşlik etsin, “çüş” sesinde karar kılmıştır, burada, kimse bilemez bunu. Hayatımıza, o gün bugün, açıklamasını esirgeyerek girmeyi, katılmayı sürdürür. Âdemoğlunun eşine benzerine, belli durumlarda “çüş!” çekmesi başka. Anıştırma ilâhı devreye girmiştir. Çizmeyi aşana, densizliği insanlık kertesini aşana, ele eldiven, öyle ünlemek mubâhtır. Destursuz atanlar, desteksiz kıtır atanlar, haddini bilmeyerek ileri geri konuşanlar, ölçüsüz davranış tiryakileri için biçilmiş kaftandır. Üstelik, at durur da, böyleleri çüşlemeyle de durmak bilmez. Ondan ya: Azdır. OHA Az geldiğinde, yetmediğinde, yetmeyeceği baştan belli olduğunda, ona D başvurulur. Kendi payıma, “oha”yı “çüş”e her vakit yeğlerim, ikinci bir a daha ekleyerek sonuna. Neden mi? Birincisi, at ya da katır iyikötü söz dinlemeyi öğrenir, “çüş” dediğimiz an çoklukla o uyarıyla yetinir, gereğini yapmayı akıl eder. Gabî, bön, eçhel bir insan, lâf anlama yeteneği o denli gelişmemiş binek hayvanından, sözgelimi öküzden farksızdır, iyimserlik taslamaya gerek yok, dikin dikin “oha” ile söz yularına asılmak en iyisi. İkincisi, daha bir ağız doldurur “oha”, iki ünlü hece tek ünsüz heceden elbet yeğdir. HEY(T) Bütün Hey Joe'ları toplayan bir kayıt varsa erişmek isterim: Hendrix'i, Dylan'ı, The Birds'ü, başkalarını; gamlı bir türkü için çe şitlemeler. Bir tek kez izleyebildiğim Eh Joe!yu yeniden, birkaç kez daha izlemek de: Gamlının gamlısı bir içsöyleni, içinden sesleniş. Bizim dilimizde bambaşka şey “eh”. “Hey”e gelince, dilden dile değişebiliyor merdivendeki basamak sayısı. Küçük sesle daha seyrek, Türkçede, yüksek sesle sık. Tını yüklemeler ayrı: Çağrı da olabilir, tehdit de. Heya mola, lingua franca, teşvik de. Heeyt'i sözlüklerde bulamadım. Pekâlâ vardır oysa. Sımsıkı bir meydan okuma. (Meydan okumak ne alımlı, değil mi?). Külhan ağzı, kabadayı nidası, var mı yan bakan (yan bakmak ne alımlı, değil mi?). Heeeyt, üç e'yle bir başka oluyor, deneyin: Ne çalımlı, değil mi? arneyi aldığımız ilk gün, Mehmet Ağa’nın otobüsünün kokusu burnumda tüterdi… Köyümüze giden otobüs mavi renkteydi ve de burunluydu. Mehmet Ağa’yı gözümde dans ederken canlandıramıyorum ama, boynuna astığı mendiliyle köy yollarında kıvrılan o koca otobüse kavalye olarak çok yakışıyordu. Sülüklü Mezarlığı geride kalınca, Mehmet Ağa’nın otobüsü Maçka yoluna girdi demekti… Mezarlık, Trabzon’dan Maçka’ya giden araçlar için kentin son durağı gibiydi. O mezarlıktan her geçişimde, dudaklarımı otobüsün camına dayar ve kimsecikler görmeden hiç tanımadığım babaannem Sabire Akın’a öpücük gönderirdim… K ÜMELA KÜLTÜR SANAT FESTİVALİ S Köy yolunda tahtaların yan yana dizildiği bir köprü vardı… Mehmet Ağa, pek güvenemediği o köprüden geçerken yolcuları indirirdi… Çıkardığı sesten dolayı o köprüye biz “Piyano Köprü” derdik. Piyano köprü yıkıldı, Mehmet Ağa öldü çoktan… Köy otobüsleri Çömlekçi’den kalkmıyor artık… Trabzon Meydanı, paçalarındaki çamuru silmek için yanında elbise fırçası taşıyan insanlarla değil, linç girişimleriyle haber oluyor… Son yıllardaki en güzel olay, belediye başkanı Volkan Canalioğlu’nun başlattığı kültür ve sanat festivali… Ama, medya o günlerde üç maymunu oynuyor, Trabzon’da sanata gösterilen ilgiyi görmüyor, duymuyor, konuşmuyor. Maçka’da da, bu yıl, Sumela Kültür ve Sanat Festivali’nin 3.’sü düzenleniyor. Bedri Rahmi Eyüboğlu, Sabahattin Eyüboğlu, İsmet Zeki Eyüboğlu, Ömer Kayaoğlu, Ahmet Özer, Volkan Konak, Nihat Genç gibi nice sanatçı ve nice bilim insanı yetiştiren Maçka için bir kültür festivalinin 3.’sünü düzenleme onuru belediye başkanı Ertuğrul Genç’e ait… Bu yıl, Hüseyin Turan, Grup Sarmaşık ve Neşet Ertaş’ın verdiği konserler, 2.’si düzenlenen ulusal karikatür yarışması, yurtdışından ustaların katıldığı satranç gösterisi, festivalin öne çıkan etkinlikleri arasında yer aldı. Ömer Burhanoğlu’nun “Aynı/Ayrı” adlı fotoğraf sergisi İstanbul’dan sonra Maçka’da Samsun’dan Erzurum’a/ Orhan Çekiç/ Cumhuriyet Kitapları/ 306 s. “Atatürk Devrimi’ni içine sindiremeyenlerin ilk sığınakları, ‘Sultan Vahdettin’in Mustafa Kemal Paşa’yı Samsun’a bir kurtuluş savaşı yapsın diye gönderdiği’ yalanıdır. Oysa Sultan Vahdettin ve bin bir güçlükle kurdurduğu Ahmet İzzet Paşa Hükümeti Mondros Ateşkes Antlaşması’nı onayladıkları için, tüm ülke işgale uğramıştır. Bu onursuz politikanın mimarı olan Vahdettin, aynı zamanda bir ‘Kurtuluş Savaşı’ mimarı nasıl olabilir?” Kitap bu süreci, İngiliz ve Osmanlı devlet arşivlerinin ışığında aydınlatıyor. Beyler Bu Vatana Nasıl Kıydınız?/ Öner Yağcı/ Yirmidört Yayınevi/ 328 s. “Bugün toplumsal yaşam sürecimiz her alanda gelip bir duvara dayandı. “Kasası” IMF’ye yasası AB’ye ve ABD’ye bırakılmış bir ülke nasıl olduk! Üstelik bu görüntü 24 Temmuz 1923 Lozan öncesi fotoğrafın, tarihin çöplüğünden çıkarılmış, kirli şablonuna denk düşmüyor mu? Şimdi aynaya bakıp kendimizi sorgulama zamanıdır! Bugün Cumhuriyetin tüm kazanımları ile devletin toplumun varlık nedeni ve yaşatıcısı olan temel üretici kurumlarımız, Enerji, Ulaşım, Ulusal savunma, Milli Eğitim sistemi, Bankacılık ve Sigortacılık yabancıların eline yok pahasına nasıl geçti! Üretici güçlerimiz nasıl etkisizleştirilip üretim sürecinin dışına itildi! Ülkemizin her alanındaki varsıllığı olan değerlerimize nasıl kıyıldı?” Bu kitap Türkiye’nin kendi gerçeğinden nasıl koptuğunu, birey olma adına başka bir şey olmaya varan yabancılaşmayı fark etmeme körlüğüne nasıl düşüldüğünü anlatıyor. Atatürk ve Tıbbiyeliler/ Prof. Dr. Metin Özata/ Umay Yayınları/ 460 s. Mustafa Kemal’in genç subaylık döneminden ölümüne kadar arkadaşlık yaptığı, birlikte çalıştığı, görev verdiği veya çeşitli nedenlerle karşılaştığı Tıbbiyelilerle, vatanın kurtuluşu için çeşitli cephelerde görev yapan hekimler vardır. Bu Tibbiyeliler hem Atatürk’ün sağlık sorunlarını gidermeye çalışmış hem de ülkenin bağımsızlığı için mücadele etmişlerdir. Cumhuriyet döneminde ise Türk Devrimi’nin gerçekleştirilmesinde ve özellikle tarih ve dil çalışmaları alanında Atatürk’ün yanında görev yapmışlardır. Bu kitapta Metin Özata, Tıbbiyelileri ve Tıbbiyelilerin Atatürk ile ilişkisini ele alıyor. Bir Aşk Hikâyesi/ Stephen King/ Çeviren: Canan Kim/ Altın Kitaplar/ 574 s. Lisey ve kocası Scott, yirmi beş yıl süren evlilikleri boyunca birbirlerini derin bir aşkla sever. Aralarındaki bağ öylesine güçlü dür ki, birçok insan bunu tuhaf bulur. Çiftin, konuşmadan da birbirlerini anlayabilecekleri başka bir kanalları vardır; telepati... Karanlık ve korkunç bir geçmişi olmasına rağmen Scott, pek çok ödül kazanmış başarılı bir yazardır. Ama geçmişte yaşadığı olaylar, hayal ve gerçek arasında gidiş gelişleri bir ömür boyu yakasını bırakmaz. Ünlü yazar, bir gün çılgın bir hayranı tarafından vurulur. Karısının çabaları sayesinde hayata döner, ama kâbus dolu geçmişinden kaçamayan adamın hayatı bir süre sonra bu karanlıkta son bulur. Yazarın basılmamış romanlarından çıkar sağlamak isteyen kişiler karısının peşini bırakmazlar. Kocasıyla arasındaki bağı hâlâ koparmamış olan Lisey, onun, kâbuslarının arasında saklanan korkunç bir yerde durduğunu anlar ve ona ulaşır. Artık tek amacı peşindeki adamları, kocasının geçmişini, kendi geleceğini, kurtuluşunu ve nasıl huzura kavuşacaklarını sormaktır... Çatışan Değerlerimiz/ Prof. Dr. Özcan Köknel/ Altın Kitaplar/ 400 s. “Türkiye’nin ‘Avrupa Birliği’ne girebilmesi için ileri sürülen, ‘Kıbrıs Sorunu’, ‘Ermeni Soykırımı’, ‘301. maddenin kaldırılması’ gibi engellerin özünde yüzyıllar boyu sürüp gelen ‘Hıristiyan’ kavramının taşıdığı Müslüman karşıtı değerlerin etkisi vardır. Kavramların ‘değeri’ görecelidir. Kültürü oluşturan maddi, manevi öğelere göre değişir. Bu değişim; doğru, güzel, iyi, olumludan hatalı, çirkin, kötü, olumsuza kadar geniş bir yelpaze içinde ortaya çıkan davranış kalıplarına yansır. Bu kitapta iyikötü kavramının ilk örneği olan kötülüğün simgesi şeytanla şeytanın kötülüklerine karşı çıkan çoktanrılı dinlerin, semavi dinlerin, felsefenin, bilimin, ruhbilimin ve toplumsal ruhbilimin ‘değerler’ kavramına bakışını anlatmaya çalıştım” diyor Prof. Dr. Özcan Köknel. Avrupa’nın Birliği ve Osmanlı Devleti (14531683)/ Mustafa Soykut/ İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları/ 272 s. ODTÜ Tarih Bölümü öğretim üyesi Mustafa Soykut’un “Avrupa’nın Birliği ve Osmanlı Devleti” adlı yapıtı İstanbul’un fethedildiği 1453’ten başlayıp 1683’te başarısızlıkla sonuçlanan İkinci Viyana Kuşatması’na kadar geçen süreçte, İstanbul’da bulunmuş Venedik elçilik görevlileri veya Osmanlı topraklarına gelmiş Venedikli seyyahlar ve din adamları tarafından yazılmış, bugüne kadar Türk tarihçiler tarafından bazısı çok az tartışılmış, bazısından ise hiç söz edilmemiş belgelerden örnekler vererek, Avrupalının gözündeki Türk imajının nasıl oluştuğunu anlatıyor. Soykut, Türklerin, Türk gerçeğinin daha XIV. yüzyıldan itibaren Avrupa’nın bir parçası haline geldiğini ve hâlâ da öyle olduğunu öne sürerken, bu olgunun Avrupa Birliği kavramı ile eşanlamda ele alınmaması ve ayrı bir düzlemde tartışılması gerektiğini özellikle vurguluyor. Türkiye ve Hollanda arasında sanat köprüsü Kültür Servisi garajistanbul; Hollanda hükümeti, yerel yönetimler ve sanat kurumlarının girişimiyle başlayan kültürler arası diyalog amacı taşıyan “Kosmopolis” tasarısını İstanbul’a getiriyor. “Kosmopolistanbul” adı verilen etkinlikler kapsamında Hollandalı sanatçıların performansları garajistanbul’da sanatseverlerle buluşacak. Bunun yanında garajistanbul’da yer alan Türk sanatçıların ve grupların gösterileri de Hollanda’nın dört farklı şehrinde izleyicilerin karşısına çıkacak. Hollanda’nın dört büyük kenti Amsterdam, Rotterdam, Den Haag ve Utrecht’in kültürler arası diyalog projesi olarak, sanatçılarla tanışmak, kültürel diyaloglar kurmak, uluslararası işbirliklerinin arttırılması ve bunun sonucunda gelişmeler sağlamak amacıyla gerçekleştirilen “Kosmopolistanbul” etkinlikleri “Kosmopolis İkametgâh”, “Kosmopolis Özel” ve “Garaj Geceleri” olmak üzere dört bölümde yürütülecek. (www.kosmopolis.nl ) Spielberg’den tepki... WASHINGTON(AFP) Ünlü yönetmen Steven Spielberg, Darfur’daki çatışmalar nedeniyle 2008 Pekin Olimpiyatları’ndaki danışmanlık görevinden ayrılma olasılığı olduğunu söyledi. Yönetmen, yaptığı açıklamada, Çin hükümetinin Sudan hükümetine bu konuda gerekeni yapması için daha sert tavır alması gerektiğini belirtti. Spielberg, basına yapılan açıklamada, “birkaç hafta içinde bu konudaki kararının kesinleşeceğini, onlar için önemli olanın soykırımın sona ermesi olduğunu” belirtti. Basın danışmanının yaptığı açıklamada, “her olasılığın masaya yatırıldığı, yönetmenin olimpiyat oyunlarıyla bu konuda bir şeyler yapmak için gündem yaratmak istediği ve Çin hükümetinin de bu konuda bir şeyler yapmasını istediği’’ vurgulandı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle