Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
12 Türk bağımsızlığının hukuksal temeli: Lozan Yrd. Doç. Dr. Barış DOSTER Politikacıların ABD Başkanları ile aynı fotoğraf karesine girmekle övündükleri, seçimler öncesinde Avrupa Birliği ülkelerinin siyasetçilerinden destek almaya çalıştıkları, çokuluslu şirketlerin yöneticileri karşısında el pençe divan durdukları günümüzde, Lozan Barış Antlaşması’nı bir kez daha anmak gerekir. Lozan’daki Türk Heyeti’nin kararlılığı, günümüz için de büyük dersler vermektedir. Lozan Barış Antlaşması, bir ulus devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin eşitliği, egemenliği, bağımsızlığı ve bütünlüğünün uluslararası düzeyde hukuksal temelini oluşturur. Bilindiği üzere, Birinci Dünya Savaşı’nın mağluplarından Bulgaristan’la Neulliy, Avusturya’yla SaintGermain, Macaristan’la Trianon, Almanya’yla Versailles, Osmanlı İmparatorluğu’yla Sevr imzalanmıştır ve Türkler, İstiklal Savaşı’yla Sevres’i yırtıp, atmışlardır. O dönemde imzalanan antlaşmalar tarihe karışmasına, çizilen sınırlar değişmesine karşın, bir tek 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması geçerliliğini korumaktadır Numaracı cumhuriyetçilerin "Lozan yapay, Sevr gerçekçidir" şeklindeki yorumlarına, şeriatçıların "Lozan hezimettir" demelerine, bölücülerin "halklara özgürlük veren" Sevr’e sahip çıkmalarına aldırmamak gerekir. Sadece Lozan’ı ve Sevr’i yan yana koyup, karşılaştırmak bile gerçekleri gösterir. Çünkü tarihsel koşulları içinde Lozan, haklı bir kavganın ürünü olup akılcı, gerçekçi ve mantıklı bir antlaşmadır. Meşruiyetini ve gücünü Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan almaktadır. Tarihte ilk kez, emperyalizme karşı kazanılmış bir zaferi, hukuksal olarak emperyalistlere onaylatan bir belgedir, Türkiye Cumhuriyeti’nin tapu senedidir. Bu nedenle Atatürk Lozan için, "Bu antlaşma, Türk Milleti aleyhine, asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın çöküşünü ifade eden bir belgedir. Osmanlı tarihinde emsali görülmemiş bir siyasi zafer eseridir" der. KAPİTÜLASYONLAR Lozan’da İsmet Paşa başkanlığındaki Türk Heyeti’nin mutlak eşitlik, tam bağımsızlık ve ulusal egemenlikten ödün vermemesi, Milli Mücadele’nin anlamını ve amacını çok iyi bilmelerinden kaynaklanır. Emperyalizme karşı mücadeleyi bu kez de müzakere masasında yapacaklardır. Üyelerinin bir bölümü cepheden masaya gelmiş, asker diplomatlardır. Toz, barut, kan ve gözyaşı kokan üniformalarını henüz çıkarmışlardır. Mudanya Mütarekesi’nde başarılı bir diplomatlık örneği sergileyen İsmet Paşa Lozan’a gelirken, günümüzün moda deyimiyle Türkiye’nin iki kırmızı çizgisi vardır: Toprak bütünlüğü ve kapitülasyonların kaldırılması. Nitekim bu iki konu, müzakerelerin en sert tartışma konuları olacaktır. Hükümet, İsmet Paşa’ya Anadolu’nun bütünlüğünü asla tartışma konusu yapmaması yönünde tam yetki vermiş, hükümet üyelerinin tamamının imzasını taşıyan talimatın ilk maddesine şöyle yazmıştır: "Ermeni yurdu söz konusu olamaz. Olursa görüşmeler kesilir". Diğer bir talimat ise şudur: "Kapitülasyonlar kabul edilemez. Görüşmeleri kesmek gerekirse, gereken yapılır". TBMM böylece, devletin bağımsızlığı, vatanın bütünlüğü ve ulusun egemenliği konusunda, gerekirse yeni bir savaşı göze alacağını dünyaya ilan etmiştir. Türk toprakları üzerinde "Ermeni yurdu", "Keldani yurdu", "Asurî yurdu", "Kürt özerk bölgesi", "Bizans İmparatorluğu", "Pontus devleti", "İyonya devleti" gibi Sevr’den kalma istek ve emeller, daha başlangıçta kesin ve keskin bir dille reddedilmiştir. Türk Heyeti, konferansın başlangıcından itibaren sadece içerikte değil, biçimde de mutlak eşitlik konusunda diretmiş, mütekabiliyet (karşılıklılık) ilkesinden ödün vermemiştir. Görüşmelere, muhataplarının görmeye alıştığı ve görmeyi arzuladığı gibi yenilmiş, tarihten silinmiş bir imparatorluğun, kaderine razı, boynu bükük, ezik delegeleri olarak değil, aksine emperyalizme dersini cephelerde vermiş onurlu bir ulusun kararlı temsilcileri olarak başlamıştır. İngilizler Türk Heyeti’ni Birinci Dünya Savaşı’nın mağlubu olarak, Sevres’in biraz yumuşatılmış halini imzalayabilecek bir kurul olarak görmüşler, Türkler ise masaya Kurtuluş Savaşı’nın galibi eşit, güçlü, haklı ve muzaffer bir kurul olarak oturmuştur. Ankara’da Mustafa Kemal tarafından törenle uğurlanan, İstanbul’da görkemli bir törenle karşılanan İsmet Paşa, 13 Kasım’da başlaması gereken görüşmelerin, kendilerine bildirilmeden ertelenmesine sert tepki göstermiş, hem inatçı, hem de soğukkanlı bir müzakereci olacağının ilk işaretini vermiştir. Daha ilk gün toplantıda Türk Heyeti’ne ayrılan yeri beğenmemesi, İsviçre Devlet Başkanı Haab’ın konferansı açış konuşmasından sonra, taraflar adına yalnızca Lord Curzon’un konuşmasına itiraz ederek, konferansta iki taraf olduğuna dikkat çekmesi eşitGörüşmelerde İsmet İnönü’nün vazgeçmediği iki konu, bütünlük ve sizliği, eşitliğe dönüşkapitülasyonların kaldırılmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti, günümüzde bu iki türme savaşımının ilk konudaki kazanımlarını elden çıkarmaya ve Lozan öncesi koşullara adımlarıdır. Müttefikdönmeye zorlanıyor. Yeni azınlıklar yaratılmaya çalışılarak, yeni haritalar ler adına konuşan İngiliz delegesinden sonçizilerek Lozan günümüzde delinmeye çalışılıyor. ra, Türk tarafına söz hakkı verilmezse, bavulunu toplayacağını konferansının ikinci turu 23 Nisan öncüleri arasındaki ayrışma da daha net söyleyen İsmet Paşa, barışın önemine dik1923’te başlamıştır. Müzakereler yine çegörülmeye başlanmıştır. kat çekerken, oldubittilere, Türk Ulutin geçmiştir. İngiliz delegasyonunun baMüzakere konularının ağırlığı, yüzyıllık su’na yapılan haksızlıklara ve eşitliğe ayşına, İstanbul Yüksek Komiseri Sir Hohesapların tasfiyesi ve çetin pazarlıklar nekırı bir uzlaşmaya asla rıza göstermeyerace Rumbold, Fransız delegasyonunun deniyle 4 Şubat 1923’te konferansa ara ceklerini vurgulamıştır. Böylece İtilaf başına ise General Pelle atanmıştır. Soverilmiştir. Özellikle ekonomik konularDevletleri ilk günden itibaren, Türk Henuçta taraflar anlaşıp, iş imzaya kalınca, da uzlaşma sağlanamamış, ortak metin yeti’nin inatçı, inançlı ve iddialı tavırlarıyİsmet Paşa hükümetin olur vermesi için üzerinde anlaşılamamış, müttefiklerin la karşılaşmış, masanın karşı tarafında, Ankara’ya telgraf çekmiş, ancak yanıt alakendi aralarında hazırlayıp, bir ültimaOsmanlı’nın ricacı diplomatlarını değil, mamıştır. İkinci telgrafı da yanıtsız kalıntom şeklinde İsmet Paşa’ya verdikleri tasKuvayı Milliye’nin icracı kadrolarını bulca İsmet Paşa bu kez durumu Atatürk’e lak metni Türk Tarafı kabul etmemiştir. muştur. İsmet Paşa bu durumu şöyle anbildirmiştir. Mondros Mütarekesi’ne OsSonuçta hayli sinirlenen Lord Curzon, latır: "Ben baş murahhas olarak Mudanmanlı İmparatorluğu Delegesi olarak katehditkâr ifadeler kullanarak, Londra’ya ya Mütarekesi’nden buraya geldiğimi söytılan, mütareke görüşmelerinde İngilizledönmüş, İsmet Paşa da, "Ne oldu Palerdim. Lord Curzon ise bana Mondros re oldukça güvenen, onların Türklere zaşam?" diye soran bir gazeteciyi, "Ne olaMütarekesi’ni hatırlatmaya çalışırdı. Merar vereceğine inanmayan Başbakan Racak? Hiç! Esaret altına girmeyi kabul etsele aramızda hallolunmadan ihtilaflı kaluf Bey’in, Lozan Konferansı için görev medik, o kadar" şeklinde yanıtlamıştır. dı". beklemesi, ancak konferansa İsmet PaKonferansın sona ermediği, sadece ara veKonferansa, "Şark İşleri Konferansı" şa’nın baş delege olarak katılması, Rauf rildiği üzerinde uzlaşıldıktan sonra İsmet diyen ve yüzyılları bulan büyük bir hesaBey’de büyük bir kıskançlık yaratmış, Paşa da Lozan’dan ayrılmış, ayrılırken de bı kapatmak isteyen emperyalistlerin en davranışının olası sonuçlarını düşünmekşöyle konuşmuştur: "Sadece evet veya haağır topu, döneminin önemli devlet sizin, bu tür bir tutum almıştır. Lozan döyır demek kolaydır. Fakat birçok masum adamlarından olan İngiliz Baş Delegesi nüşünde İsmet Paşa’yı karşılamamak için insanın kanı, milletlerin mukadderatı ve Dışişleri Bakanı Lord Curzon’dur. seçim bölgesi olan Sivas’a gitmesi de bumevzu bahis olduğu bir zamanda, işi böyHindistan’da Kral naipliği yapmış, önde nun göstergesidir. Onca işinin arasında, le kolaya almak kabil midir? İnsanların gelen bir Doğu uzmanıdır. Deneyimi, bilkendisi dışındaki öncü kadro arasında yamukadderatı oyuncak mıdır? Ben bütün gisi ve zekâsının yanında bir diğer avanşanan kişisel sürtüşmelerle de uğraşmak konferans boyunca bu mesuliyetin yükü tajı ise İngilizlerin, Lozan’da Türk Dışişzorunda kalan Atatürk, bu durumu şöyaltında çalıştım. Şimdi hadiseler hakkınleri Bakanlığı’nın kullandığı şifreyi çözle anlatır: "Milli Mücadeleye birlikte başda hüküm vermeyi, milletlerin vicdanına müş olmasıdır. Bu yolla İsmet Paladığımız arkadaşlarımızdan bazıları, milbırakıyorum. Bütün fedakârşa’nın Ankara ile hali hayatın bugüne ulaşan gelişmelerini lıkları yaptım. Her berleşmesini izkavrayamadıklarından, bizi birer birer terk ettiler" Atatürk’ün gönderdiği kalemle İsmet Paşa tarafından 24 Temmuz 1923 Salı günü, saat 15.09’da imzalanan Lozan Barış Antlaşması, bir önsöz, beş bölüm ve 143 O gün, Patrikhane’yi "bir Türk kurumu" olarak niteleyen Venizelos’un torunmaddeden oluşur. Tamamlayıcı nitelikte larının bugünkü emelleri, bu kurumun yurt dışına çıkarılmasına Yunanistan’la bir17 protokol vardır. TBMM’nin 23 Ağuslikte karşı çıkan ABD’nin ülkemize yönelik politikaları, "Patrikhane sadece dini yetkilertos 1923 tarihli oturumunda 14’e karle donatılsın ve Türk Hukuku’na bağlı olsun" diyen Fransa’nın günümüzdeki Türkiye siyaseti, Lozan’ı daha da güncel kılmaktadır. Lozan’da ismen dahi geçmeyen, hiçbir siyasi ve idaşı 213 oyla kabul edilmiş, taraf devletri yetki ve imtiyazı olmayan, iç hukuka bağlı bir azınlık kilisesi olan Patrikhane, Lozan’da ismen lerin onama işlemleri sonrasında 6 dahi geçmezken, günümüzde onu ısrarla "ekümenik" yapanlara karşı, Lozan daha çok savunulAğustos 1924 tarihinde yürürlüğe girmalıdır. Patrikhane, ruhban okulu, azınlık hakları, zorla etnik ve dilsel azınlık yaratma çabaları, miştir. İsmet Paşa, antlaşma onanırKıbrıs, Ege, Güneydoğu gibi başlıklar üzerinden Türkiye’ye çullanılırken, Lozan’a daha sıkı saken TBMM’de "Harekâtı milliyenin rılmak gerekir. Süleymaniye’de kafamıza çuval geçiren emperyalizmin, kendi saldırganlığını inhiçbir safhasında hesapsız bir karar ve san hakları, hukuk devleti, özgürlükler, sivil toplum, demokrasi, piyasa ekonomisi gibi kavhesapsız bir cüret yoktur" derken, ramlarla örtmeye, saklamaya çalıştığını görmek lazımdır. Türkiye dâhil 22 devletin sınırlaLord Curzon da, Lozan’a ilişkin Lordrını değiştirmeyi öngören Büyük Ortadoğu Projesi’nin önümüze konduğu, Türkiye’yi lar Kamarası’nda yapılan eleştirileri şöybölen haritaların sık sık dünya basınında yer aldığı, AB’nin kriterlerinin Sevr’i çağle göğüslemiştir: "Bugünkü halin icaplarıştırdığı günümüzde, Lozan’ı daha iyi bilmek ve daha çok sahiplenmek karında bu muahede akdi kabil olan en iyi çınılmazdır. Lozan barışını, "Lozan" adlı iki ciltlik dev eseriyle kitapmuahededir" laştıran Prof. Dr. Cemil Bilsel’in, kitabının önsözündeki şu sözler hiç unutulmamalıdır: "Lozan, bir kelime ile İZİM ELLERİMİZ söylenmek istenirse, istiklaldir". BİLHASSA TEMİZDİR’ leyebilmektedir. şeyi kabul ettim. Konferansta Fransa’yı Fakat memleketimin iktiSevr ve Versay anlaşmalarının, Avrupa Barrere, İtalya’yı Garroni, Yunanistan’ı sadi esaretini reddederim" ülkelerinin banliyölerinde yapılırken, Loise Venizelos temsil etmiştir. Atatürk’ün diplomatik dehası bu süzan Konferansı’nın "tarafsız bir ülke" ol11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekereçte bir kez daha kendisini göstermiş ve duğu kabul edilen İsviçre’de yapılması si’nin imzalanmasından sonra, 28 Ekim Türkiye’nin tam bağımsızlık konusundaönemlidir. Ancak bu durum bile emper1922’de İtilaf Devletleri, hem Ankara ki kıskançlığına ilişkin mesaj İngiliz emyalizmin küstahlığını dizginlememiştir. hem de İstanbul hükümetlerine Lozan’a peryalizmi başta olmak üzere dünyaya İzLozan’da azınlıklar söz konusu olduğunkatılmaları için çağrı yapmıştır. Böylelikmir’den verilmiştir. Genç Cumhuriyetin da, ellerinin temiz olduğunu söyleyen İnle Türkleri müzakere masasında birbirleiktisadi yönelimini saptamak için, tarım, giliz baş delegesini, "Bizim ellerimiz bilrine düşürmenin ve güçsüzleştirmenin hesanayi, ticaret ve işçi sınıfı temsilcilerinin hassa temizdir" şeklinde yanıtlayan İsmet sabını yapanlara da TBMM 1 Kasım katılımıyla, 17 Şubat 1923’te toplanan İzPaşa’nın, hiçbir kayıt ve şart altında siya1922’de saltanatı kaldırarak yanıt vermişmir İktisat Kongresi’nde ittifakla kabul si, adli, mali, idari, askeri imtiyazların katir. Konferansa İngiltere, Fransa, İtalya ve edilen Misakı İktisadi, Sevr’in çöp sepebul edilmeyeceğini, kapitülasyonların Japonya, davet eden ülkeler olarak katıltine atılmış olduğunu bir kez daha Lord sürdürülmeyeceğini her fırsatta yinelemışlardır. Türkiye, Yunanistan, Romanya, Curzon’a göstermiştir. Lozan Barış Konmesi de muhataplarını çileden çıkarmışSırp Hırvat Sloven Devletinin dışında, feransı’nın çağrısı yapıldıktan kısa süre tır. Emperyalistler, Türklerin anayurtlaBoğazlarla ilgili görüşmelere, Karadesonra "Şeraitimiz çok açık ve sadedir. İsrında çağdaş bir devlet kurma çabalarıniz’de kıyıları olan SSCB ve Bulgaristan tiklalimizin bilâkaydüşart tasdikini talep na, eşitlik ve egemenlik iddialarına taçağrılmışlar, ABD ise gözlemci olarak kaediyoruz" (Tanin, 2 Kasım 1922) diyen hammül edememişler, Sevr’in rövanşını tılmıştır. 20 Kasım 1922’de Lozan’daki Mustafa Kemal, tam bağımsızlık ve ulualmalarını, İstiklal Savaşı’nı diplomatik Mont Benon Gazinosu’nda açılan, 21 Kasal egemenlikten en küçük bir ödün dahi bir zaferle taçlandırmalarını içlerine sinsım’da Chateau d’Ouchi Oteli’nde çalışverilmeyeceğinin sık sık altını çizmiş, bu dirememişlerdir. malara başlayan Lozan Barış Konferansı, amaçla yeni bir savaşı göze aldığını ortaTürkiye’de laik hukuka geçişin başlansadece uluslararası dengeler açısından deya koymuştur: "Hareketi askeriye, faaligıcı da Lozan’dır. Çağdaş devletin, çağğil, iç siyaset açısından da son derece yeti siyasiyenin ümitsiz olduğu noktada daş hukukla var olacağını bilen Atatürk, önemli ve belirleyici olmuştur. Lozan sübaşlar". Batı’yla savaşan, Batı’yı yenen ve mazlum reci, Türkiye’nin baş delegesi olan DışişAtatürk, emperyalizme en görkemli yamilletlerin antiemperyalist savaşlarına önleri Bakanı İsmet Paşa’nın gelecekte kenıtı Lozan’dan üç ay sonra, "vicdanımda derlik eden bir devrimci olarak, geri kalsinleşecek olan ikinci adamlığının güçlü milli bir sır gibi sakladım" dediği Cumhumamak, sömürge olmamak için çağdaşişaretlerini verirken, Milli Mücadele’nin riyet’le vermeye hazırlanırken, Lozan laşma hedefine yönelmiş, bu kapsamda Batı’nın hukuk sistemini benimsemiştir. Güneydoğu sınırımız arzuladığımız gibi çizilmese de, Misakı Milli kapsamındaki Musul ve Kerkük kurtarılamasa da, Yunanistan’a (Karaağaç hariç) okkalı bir savaş tazminatı ödetilemese de, Batı Trakya, Kıbrıs, Adalar ve 12 Ada konusunda istediğimiz olmasa da, tüm ısrarımıza karşın Patrikhane yurt dışına çıkarılmasa da, Lozan dönemin koşullarında büyük bir zaferdir. Diplomasi de, yapabileceklerinin sınırını iyi bilmek gerektiğini öğreten önemli bir derstir aynı zamanda. C strateji KAVŞAK ÖZGEN ACAR 3 AĞUSTOS 2007 CUMA Ortadoğu’da Kimin Eli Kimin Cebinde? Ayrıca, Suudilerin silahları yenilendiğinde İsrail’inkiler eski model mi kalacaktı! 3. Ortadoğu’ya burnunu sokmaması karşılığında Mısır’a da sus payı olarak 10 yılda 13 milyar dolarlık askeri yardım yapılacaktı. 63.4 milyar dolarlık “silahlandırma paketini” Türkiye’nin 18 Temmuz itibarıyla “rekor” dışsatımı olan 54 milyar dolarla kıyaslayabilirsiniz. Bush yönetimi, kralı yumuşatmak için “silahlandırma paketini” sonbaharda Kongre’nin onayına sunacak. Suudiler, 1980’lerdeki gibi bir düş kırıklığını yaşamamak için paketin Kongre’de onaylanmasını istiyorlar. Bush yönetimi ise kaygılı Kongre temsilcilerine, petrol ağası Suudilerin bu silahları başka ülkelerden de rahatlıkla alabileceklerini, fırsatın kaçırılmamasını, müttefikliğe gölge düşürülmemesini telkin ediyorlar. Suudilerin Irak’ta istikrar için daha verimli olmaya ikna edilebileceğini, istikrarsızlıktan Suudilerin de önemli zarar göreceklerine dikkati çekiyorlar. Bazı temsilcilerin, başta kral olmak üzere Suudilerin Irak’ta güvence vermelerini istedikleri bildiriliyor. Bazıları da bu silahlanmanın caydırıcılık yerine İran’ın nükleer silah yapımını hızlandıracağı kaygısını taşıyorlar. Paketin Suudi silahları bölümünün bazı Kongre üyeleri ile İsrail’i ve lobisini sinirlendirmesini önlemek için İsrail yardımı yüksek tutuluyor. İsrailliler, Suudi Arabistan’a satılacak silahların yakın üslerde konuşlandırılmamasını, uydu güdümlü füzelerin kendilerini kapsamamasını, menzillerinin kısa tutulmasını istiyorlar. Ayrıca, çılgın bir Suudi pilotun eyleminden ya da bu ülkenin gelecekte daha radikal bir yönetimin eline geçmesinden de kaygı duyuyorlar. ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın itibaren Körfez ülkeleri ile “silahlandırma paketini” konuşmaya başladığı bildiriliyor. Rice’ın Savunma Bakanı Robert M. Gates ile birlikte hafta içinde başta kral olmak üzere Suudi yönetimi ile dostluk çubuğunu tüttürmeye, silahları pazarlamaya, Irak’ta birlikte davranmaya, 100 dolar tavanını zorlayan petrol fiyatında düzenleme sağlamaya çalışmak için Riyad’a gideceği açıklandı. Irak odaklı olmak üzere Ortadoğu’daki (Türkiye dahil) Müslümanların kafesinde kimlerin kuşlarının öttüğü belli değil! Belli olan, Amerikan silah şirketlerinin ellerinin “satıştan” dolayı Suudiler ile İsrailMısır “bağışından” dolayı ABD vergi mükelleflerinin cebinde olduklarıdır. BÜTÜNLÜK VE ‘LOZAN, İSTİKLALDİR’ uudi Arabistan Kralı Abdullah çizmeyi aştı, “bir ülkenin Irak’ı hukuk dışı işgal ettiğini” söyledi. ABD’nin Ortadoğu’da bir numaralı dostu, Suudi Arabistan’da bir yetkili, hem de sıradan bir kişi değil, koskoca kral bunu nasıl söyler? VaşingtonRiyad arasında ilk ciddi kırılmayı, daha önce Bağdat’ta büyükelçi, şimdilerde BM’de ABD temsilcisi Zalmay Halilzad New York Times gazetesindeki bir yazısı ile sürdürdü. Halilzad, kral gibi ad vermeden, “Yalnız Suriye ve İran değil ABD’nin dostu Araplar da Irak’ta istikrarsızlığı körüklüyorlar” dedi. Makalenin adresi Suudiler idi. ABD istihbaratına göre Irak’taki yabancı canlı bombaların beşte ikisi Suudi kökenliydi. ABD elçisi, Suudilerin Irak’ta Sünnileri silahlandırmalarından, finanse etmelerinden duydukları kaygıyı Suudi Dışişleri’ne iletmişti. Suudiler, Irak’ta Şii ağırlıklı hükümetin Başbakanı Nuri Kemal ElMaliki aleyhinde kampanya başlatmışlardı. El Maliki aleyhinde dağıtılan belgelere göre Başbakan’a güvenilemezdi, İran ajanı idi. ABD’liler, sahte dedikleri bu belgeleri kamuoyu önünde tartışırken El Maliki’nin Irak’taki işgal komutanı General David Petraeus ile görüşmeleri de karşılıklı hakaretler içinde geçiyordu. Şii Başbakan, Sünnileri silahlandırmakla suçladığı Amerikalı generali geri çekmesini Başkan George W. Bush’tan istiyordu. K. Irak’a Türk müdahalesini görüşmeye ağustosun başında Ankara’ya gelecek olan El Maliki de “O halde ben de Şiileri silahlandırırım” diyordu. Ortadoğu’da Osmanlı’yı bölmek için “halklar mozaiğini birbirine karşı kışkırtıp yönetmenin” yaratıcısı İngiliz casusu T.E. Lawrence’in siyasası 21. yy. Ortadoğusu’nda da başarıyla uygulanıyordu. Peki “silahlar” nereden gelecekti? 28 Temmuz tarihli New York Times gazetesinin haberini özetleyelim: 1. ABD, çoğunluğu Suudi Arabistan olmak üzere, Bahreyn, Kuveyt, Umman, Katar’a on yılda toplam 20 milyon dolarlık silah satacak. Beklentinin iki katı olan bu alışveriş listesinde uydu güdümlü füzeler, son model savaş uçakları, savaş gemileri bulunacak. ABD, bunları Sünni Araplara, Şii İran tehdidine karşı satıyordu! Vaşington, Körfez savaşı için taşeronlarını şimdiden hazırlamış oluyordu. 2. ABD, İsrail’e on yıl içinde 30.4 milyar dolarlık askeri yardım yapacak. (Satış değil bağış!) Geçen 10 yıla kıyasla yüzde 43 oranında artış var. İsrail’in geçen yaz Lübnan’da Hizbullah’a karşı (başarısız) harekâtında silah gücü yıpranmıştı, yenilenmesi gerekiyordu. S oacar?superonline.com ‘B Almanya tepkili ABD yangına körükle gidiyor Dış Haberler Servisi ABD’nin Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerine gelecek 10 yılda 20 milyar dolarlık silah satmayı planlaması ve İsrail’e askeri yardım tutarını hatırı sayılır bir miktarda artırması, Washington’ın Ortadoğu yangınına benzinle gittiği yorumlarını beraberinde getirdi. ABD’nin İran’ın bölgede giderek artan etkinliğini frenlemek amacını taşıyan ve Ortadoğu’da silahlanma yarışı başlatır kaygısına neden olan plana, başta Tahran olmak üzere AB’nin lokomotifi Almanya’dan da tepki geldi. ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ve Savunma Bakanı Robert Gates Irak konusunda destek almak ve silah anlaşmalarını görüşmek üzere Mısır ve Suudi Arabistan’ı da kapsayan Ortadoğu gezisine çıkarken İran’dan Washington’ın planlarının “bölgede korku ve kaygı yaratmayı amaçladığı’’ yönünde açıklama geldi. İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Muhammed Ali Hüseyin, ABD’nin amacının bölge ülkelerine silah ihraç etme fırsatı yaratmak olduğunu, oysa Basra Körfezi’nin güvenlik, istikrar ve ekonomik kalkınmaya ihtiyacı olduğunu kaydetti. Almanya’da Başbakan Angela Merkel’in liderliğindeki Hıristiyan Demokrat Partisi’nin önde gelen isimleri, Washigton’ın Körfez’e büyük miktarda silah satmasının bölgedeki yangını daha da artırabileceğini belirtti. ARUT FIÇISINA PATLAYICI Alman Parlamentosu’nun Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Ruprecht Polenz, “Ortadoğu zaten barut fıçısı. Eğer buna biraz daha patlayıcı eklerseniz bu bölgeyi daha güvenli bir hale getirmez, sadece riski artırır” dedi. Sosyal Demokrat Parti’nin Genel Sekreteri Hubertus Heil, ABD Başkanı George Bush’u Ortadoğu’da yanlış bir politika izlemekle eleştirerek sadece silah satışını düşünmenin “dar görüşlülük ve sorumsuzluk” olduğunu söyledi. İngiliz Guardian gazetesinde yer alan haberde, Silah Kontrol Birliği adlı bir araştırma kuruluşunun Washington’ın politikasını “Yangına benzin dökmekten farksız” sözleriyle eleştirdiği belirtildi. Amerikan Kongresi’nde bazı senatörlerin de Suudilere silah satışına karşı çıktıkları belirtiliyor. ABD’nin BM Büyükelçisi Zalmay Halilzad da Riyad’ı Irak’ın istikrarına yönelik çabaları engellemekle suçladı. B