22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

3 AĞUSTOS 2007 CUMA tarihçe BRÜKSEL GÜNLÜĞÜ ELÇİN POYRAZLAR Princip suikasttan sonra yakalandı... Büyük savaşın küçük bahanesi Erdoğan AYDIN Tarih kitapları, I. Dünya Savaşı’nın Viyana tahtının veliahdı Arşidük Ferdinant’ın, Saraybosna’da öldürülmesi üzerine başladığını yazar. Gerçekten de suikastın yapıldığı 28 Haziran’la 1 Ağustos arasındaki o sıcak 1914 Temmuzunda dünya, topyekün bir felakete sürüklenecektir. Her iki dünya savaşında da militarist politikaların sözcülerinden olan W. Churchill’in, “Havada bir garip öfke vardı” diye nitelendirdiği 1914 yılı, artık dizginlenemez bir emperyalistler arası savaşın didişmeleriyle şekilleniyordu. Herkes ötekinin silahlanmasını bahane ederek silahlanıyor, ötekinin milliyetçiliğini bahane ederek kendi milliyetçiliğini tahkim ediyordu. Büyük yangın ve kırım günleri için adeta bir bahane, bir kıvılcım bekleniyordu; ki Ferdinant’ın 28 Haziran 1914’te Saraybosna’da öldürülmesi, işte bu cinnet atmosferinde beklenen kıvılcım olacaktı. C AKP’nin Merkezi 13 22 Temmuz se“AKP çimlerinden sonra genel merkezini Ankara’dan Brüksel’e taşıyacakmış. Hükümetin kurulmasında ise AB Komisyonu’nun katkısı istenecekmiş” gibi haberler çıksa basında şaşar mısınız? AB ve ABD’nin açık desteğini alan AKP’nin dış politikadaki “dostluklarına” diyecek yok. 22 Temmuz seçimlerinden çıkan sonuçlarından ardından Brüksel ve Washington’daki kutlamalar da Ankara’dakiler kadar “patlayıcı” olmuş mudur? Batı basını seçimleri öyle AKP yanlısı verdi ki “Ilımlı İslam’ın” tehlikelerine dikkat çeken alternatif görüşleri sunanlar diğerlerinin çığlıklarıyla boğuldu. Bunların en azılıları “Laikler tokat yedi” derken sözüm ona Türkiye’de laik demokrasiyi destekleyenler “Laik azınlığın haklarını korumaya” yönelik uyarılarda bulundular. AB pek sever azınlık haklarını korumayı. Hangi kesimlerin azınlık olduğunu da kendisi belirler. Bundan sonra “LaiklerMüslümanlar” ayrımına giren Batı kimin sayısı daha azsa onun haklarının korunmasını talep eder. Bölünmezlik onların yasalarında yazmaz. Ne kadar bölünürse toplum o kadar kolay yönetilir. AKP’nin AB manevralarıyla kırılganlığı artan Türkiye’nin dış politikası artık yabancı uzmanların deneyanıl yöntemi eşliğinde analiz konusu olur. Statükocu Laikler bir kampa Müslümandemokratlar diğer kampa ayrılır. Bunların birbirine çarpıştırılmasından Batı’nın İslam deneyi doğrulanır, yanlış çıkar ya da geliştirilir. Türkiye Batı’nın İslam üzerinde oynadığı bulunmaz bir laboratuar haline gelir. Kendi devletine ve kurumlarına yabancılaşan seçmen, Batı (ve bu YANGINA KÖRÜKLE GİTMEK Kıvılcıma yataklık yapan Bosna, 1908 yılında, AvusturyaMacaristan tarafından ilhak edilmişti. Ancak Sırp ve Hırvat nüfusa sahip olan bölgenin ilhakı, milliyetçiliğin yükseldiği bu koşullarda Avusturya’nın hem kendi içinde hem de Sırbistan’la arasında ciddi bir sorun alanına dönüşecekti. Üstelik uluslararası ittifaklar nedeniyle sorun, aynı zamanda Balkanların kimin denetiminde olacağı anlamında tüm Avrupa’nın en kritik sorunuydu. Bu gerçeklikte, o yılki büyük manevraların Bosna’da yapılması ve Arşidük’ün de, AvusturyaMacaristan Ordularının Genel Müfettişi olarak oraya gidişi, 1908 oldubittisini kabul etmeyen Sırp milliyetçiliğine ve özellikle Sırbistan ile Rusya’ya karşı bir kararlık gösterisiydi. Bu ziyaretin tarihi olarak saptanan 28 Haziran’ın da özel bir anlamı bulunmaktaydı. Çünkü bu tarih, Sırpların 1389 yılında Osmanlılara yenilip ilhak edilişi tarihi olması nedeniyle Sırp milliyetçi duygularının da en güçlü olduğu zamandı. Böylece Ferdinant’ın Saraybosna’ya bu gidişi, “Viyana’nın bütün Sırpları tek bir Sırp devletinde toplama peşindekilerin, hatta diğer ulusların isteklerine ödün vermeme niyetindeki” kararlılığını göstermeyi amaçlıyordu (Keith Robbins, I. Dünya Savaşı, s.15). Özetle 1908’deki ilhak kararlılıkla savunularak adeta yangına körükle gidiliyordu. İşte Avusturya’nın bu kararlılık gösterisi, Bosna’nın Sırbistan’a katılması amacıyla mücadele eden, üstelik imparatorluktan başka kaybedecek bir şeyi de olmayan Sırp milliyetçiliğini kışkırtacaktı. Genç Bosna (Mlada Bosnia) örgütünün üyesi Gavrilo Princip Avusturya’nın kararlılığını suikastla yanıtlayacaktı. Bu da bir savaşa göre silahlanmış, koşullanmış, bloklara bölünmüş Avrupa’nın topyekün savaşının bahanesi olacaktı. İLGİNÇ VERİLER Esasen bu suikast sürecinde bir dizi ilginç bilgiyle karşılaşıyoruz. Öncelikle Avusturya Kralı Franz Joseph’in, Ferdinant’tan pek hazzetmediği, hatta bu suikasta üzülmediği biliniyor (Haluk Ülman, I. Dünya Savaşına Giden Yol, s.294). Üstelik tüm uyarılara karşın Ferdinant’ın Saraybosna’ya gittiği ve ciddi bir şekilde korunmadığı da... Diğer yandan bu suikastın Sırbistan devletince düzenlendiği veya suç ortaklığı yaptığına dair en küçük bir kanıt yoktu. Aksine iki Balkan Savaşı’nın ardından yaşanan ekonomik ve askeri zafiyet nedeniyle Avusturya ile çıkacak bir krizden özellikle kaçınılıyordu. Üstelik bu durum Viyana Dışişleri bakanlığı Özel Temsilcisi Von Wiesner’in Saraybosna’da yaptığı soruşturmada da kanıtlanmıştı. Nitekim Wiesner, 13 Temmuz tarihli telgrafında, “Sırbistan hükümetinin suikastla veya hazırlığıyla ya da silah tedarikiyle ilgili olarak suikastçılarla suç ortaklığı yaptığını gösteren hiçbir delil yoktur. Aksine suç ortaklığı ihtimalini ortadan kaldıran deliller vardır” diyecekti. Aynı şekilde Almanya’nın eski Başbakanı Bülow da, “Gerçi korkunç cinayet, ülkenin her yanına dal budak salmış olan Sırp toplumunun işiydi, ama Sırbistan Hükümeti’nin kimseyi böyle bir cinayete teşvik etmediğinin ve böyle bir olayı arzulamadığının birçok delili ortadaydı” diye yazacaktı (I. Dünya Savaşı Ansiklopedisi, s.38). Buna rağmen AvusturyaMacaristan, suikastı duyar duymaz derhal enerjik bir şekilde Sırbistan’a karşı harekete geçecekti. Çünkü kendi içindeki Sırp milliyetçiliğinin gelişmesinden rahatsız olduğundan, bu suikastı bahane ederek onun moral kaynağı Sırbistan’a ders vermek ve mümkünse 1908 BosnaHersek ilhakındaki oldubittiyi bu kez Sırbistan özgülünde yinelemek istiyordu. Nitekim Saraybosna suikastından birkaç gün önce, Sırbistan’ı yalnızlaştırmak ve Rus etkinliğini önlemeyi amaçlayan bir “Balkan Birliği” projesini bizzat hazırladığı bilinmektedir (Pierre Renouvın, I. Dünya Savaşı, s.224). Konuya ilişkin bir diğer ilginç bilgi de, Avusturya Genelkurmay Başkanı General Conrad’ın, Ocak 1913 ile Haziran 1914 arası 17 ayda, Sırbistan’a saldırı talebini tam 25 kere dillendirdiği gerçeğidir. Yani Sırbistan’a saldırı sorunu, imparatorluğun iç yapısı ve yayılmacı politikası nedeniyle zaten sürekli gündemdedir ve tam da bu nedenle sürekli bahane aranmakta veya yaratılmaktaydı. Bu bağlamda Conrad, Saraybosna suikastı, “Fanatik bir katilin işlediği suç değil, Sırbistan’ın AvusturyaMacaristan’a savaş ilanını simgeliyor. Eğer bu fırsatı kaçırırsak, İmparatorluk Güney Slavlardan, Ruslardan, Romenlerden ve İtalyan’lardan gelecek yeni patlamalara sahne olacaktır” diyecektir. (Ansiklopedi, s.33) YANLIŞ HESAPLAR Özetle Sırbistan’a yönelen şimşeklerin asıl nedeni suikast değil, “Güney Slavlarının Sırbistan’a yönelik özlemlerinin neden olduğu iç politik sorunlardı. Bu bağlamda Avusturya, boyunduruk altındaki küçük ulusların ümit bağladığı milliyetçilik odaklarına karşı sert bir harekete girişme zorunluluğuna inanıyordu. Bu nedenle de Sırbistan’ı bir politik etken olarak ortadan kaldırmaya kararlıydı.” (P. Renouvın, age., s.226) Tabii o koşullarda Avusturya’nın kendi başına Sırbistan’a saldırması mümkün değildi. Avrupa başkentlerinin saldırıya göz yumması, en azından büyük müttefik Almanya’nın destek olması şarttı. İşte bu noktada diğer devletlerin itirazına karşı Almanya’nın, tam destek verdiğini, hatta müttefikini, savaşa teşvik ettiğini göreceğiz. Almanya, Rusya’nın savaşa hazır olmadığını, Fransa’nın ağır topçusu olmadığından savaştan kaçınacağını, İngiltere’nin ise boğazına kadar İrlanda sorununa gömüldüğünden ses çıkarmayacağını, dolayısıyla Sırbistan’ın ezilmesi için koşulların uygun olduğu düşünüyordu. Dahası, Osmanlı’daki elçisinin ifadesiyle, “Eğer AvusturyaMacaristan Balkanlarda düzeni sağlayamazsa, Üçlü Birleşme bütün değerini kaybeder” diye düşünüyordu (P. Renouvın, age., s.227) Oysa kendi militarizmine duyduğu aşırı güven veya Alman siyasetinin askeri gözlüklerle şekillenmesinin sonucu olan bu hesaplar yanlıştı. Başta Rusya olmak üzere diğer emperyalistler, bölgenin Almanya’dan yana saf değiştirmesine kesinlikle razı değillerdi. Balkanları doğrudan egemenlik alanı gören Rusya’nın Dışişleri Bakanı Sazanov, “Rusya Avusturya’nın Sırbistan’ı ezmesini ve Balkanlarda en büyük güç olmasını sindiremez” diyerek açık tavır koyacaktı. (P. Renouvın, age., s.229) Üstelik sanılanın aksine Rusya, 1905 Japon yenilgisinin yaralarını sarmış, yeni bir savaşı göze alabilecek durumdaydı. durumda Arap ülkelerinin de) kendi çıkarları için pompaladığı yabancı yatırımın getireceği ekonomik istikrar vaadiyle sandığa gider. Kendini bu ülkede yaşayanlardan “daha Müslüman” hisseden kesimler “türban özgürlüğünü” Avrupa’ya yaklaşan bir ülkede sağlayabileceğini düşünerek kendini bu sandıkta doğrular. Sonuçta AKP çok yüksek bir oranla tek başına iktidar olacak oyu alır. ABABD her ne kadar “Modern Türkiye’nin Ilımlı İslami Yüzü’nü” desteklese de bu dine ve kültüre bütünüyle yabancıdır. Deney masasındaki tehlikeli bir hayvandır ve ne zaman ısıracağı belli olmaz. Deneye dolaylı da olsa katılan Batı basınının iddiaları bazen önemli maddi hatalar içermekle birlikte İslamı, Türkiye’yi ve Türkiye’deki İslamı tanımadıklarının işaretlerini veriyor. Sadece dışardan bakarak teşhis koymak hem eksik hem de sakıncalıdır. Konunun içerden, oldukça derinden bir fotoğrafının çekilmesi, dış dinamiklerle karşılaştırılması, iyi yorumlanmasıdır gerekli olan. “Bizi bizden daha iyi tanıyanlar” ya da “Avrupa’nın gözüyle biz” kendini yeterince değerlendirememiş, hafif aşağılık, hafif üstünlük duygusuyla kafası karışmış, duruşundan emin olmayan toplumlara ait ifadeler olarak çıkar karşımıza. Kendimizi “dışarıda” tanıtmak derdinden önce kendimizi iyi tanımak derdine düşmektir tüm mesele. Kimse kafası açık, ayakları yere basan, kendinden emin birini denek masasına oturtamaz. Türkiye’nin o kötü kokulu denek masasından kalkma zamanı gelmiştir. elcpoy?yahoo.fr AVUSTURYA UZLAŞMIYOR Havanın böyle birdenbire elektriklenmesiyle birlikte herkes, hızla müttefiklerini yoklamaya, güçlerini gözden geçirmeye yönelmişti. Böylesi bir dizi görüşmeden ve özellikle Almanya’dan açık çek almasından sonra Viyana, 23 Temmuz’da, Sırbistan’a nota verecekti. Avusturya’ya karşı “zararlı propagandayı” durdurma, belli kişilerin tutuklanması, milliyetçi derneklerin kapatılması, Avusturya temsilcisinin soruşturmada yer almasını talep eden bu notanın süresi ise 48 saatti. Adeta ya boyun eğ ya da saldıracağım demeye getiriliyordu. “Ferdinant öleli yaklaşık bir ay olmuştu, üstelik Sırbistan notanın gereklerinin çoğunu yerine getirir gibiydi, ancak notaya tümüyle boyun eğilmesi, bölgedeki güç dengelerinin değişimi ve egemenliğin kaybı olacaktı. O nedenle yanıt “kabul ile reddin ustaca bir karışımı” olacaktı. (K. Robbins, age., s.23) İngiltere’nin bu süreçte tarafsız gibi duruşundan cesaretlenen Almanya, tereddüt içindeki Viyana’ya, yanıtı “kabul edilemez” ilan etmesini dayatıyordu. Dahası Rusya’nın müdahale etmeyeceği, etse de Fransa’nın onu desteklemeyeceğini öngörüyordu. Özetle bu uluslararası bilek güreşinden, müttefikinin Sırp sorununu gidermek ve Balkanlara hakimiyet kurmakla çıkılacağını düşünüyordu. Oysa koşullar 1908’den farklıydı. Rusya ve müttefikleri kısmi bir tavizle gerilimin atlatılmasına çalışıyordu. Sırbistan’a yüzeysel bir ceza verilmesini hazmetmeye hazırlardı; ama 1908 ilhakının Sırbistan’a da yayılması, dolayısıyla Balkanların dengelerini değiştirecek bir gelişmeye asla izin vermeyeceklerdi. Nitekim Rusya, “Sırbistan’a hak ettiği dersin verilmesiyle birlikte, egemenlik haklarını korunmasını sağlayan bir yol bulunmasını” önerecekti. (P. Renouvın, age., s.232) Ancak krizi çözmeye yönelik bu ve benzeri tüm uluslararası öneriler, Alman destekli Avusturya tarafından reddedilecekti. Kendi iç sorununu, Sırbistan’ı ezerek “çözmek” ve Balkanlara egemen olmak yöneliminden vazgeçmiyordu. NASA’nın başı ağrıyacak Uzaya yollanacak bilgisayara sabotaj düzenlenirken astronotların da sarhoş uçtukları ortaya çıktı. Dış Haberler Servisi ABD Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), uzay mekiği ile Uluslararası Uzay İstasyonu’na gönderilecek bir bilgisayara sabotaj düzenlendiğini açıklarken kurum bunun hemen ardından bir dergide yer alan astronotların sarhoş uçtukları yönündeki iddiayla sarsıldı. NASA’nın son dönemde adının karıştığı skandalların ardı arkası gelmiyor. Kurumdan yapılan açıklamada NASA’ya ihaleyle iş yapan bir firmanın kimliği açıklanmayan bir çalışanının 7 Ağustos’ta uçacak uzay mekiği Endeavour’a yerleştirilerek Uluslararası Uzay İstasyonu’na gönderilecek bir bilgisayarın kablolarını bilerek ve isteyerek kestiği belirtildi. NASA Uzay Operasyonları Müdürü Bill Gerstenmaier, sabotajla ilgili soruşturma açıldığını söyledi. Gerstenmaier, aynı çalışanın başka bir bilgisayara da zarar verdiğini ama ikinci bilgisayarın uzay mekiğine gönderilecek bilgisayarlar arasında olmadığını belirtti. Sabotajın hangi şirkette ve nerede yapıldığı açıklanmazken NASA’nın bilgisayarı tamir ederek, 7 Ağustos’ta uçacak Endeavour’a yetiştirmeye çalıştığı bildirildi. NASA yetkilileri, hasar gören bilgisayarın uzay mekiğinin fırlatılmasıyla bir ilgisi olmadığını, tamirat yetişmezse yolculuğun ertelenmeyeceğini savundu. Kurum, ilk kez bir uzay aracının sabotaja hedef olduğuna inanıyor. Uzay istasyonuna götürülmesi planlanan bilgisayarın uzay istasyonu dışındaki titreşimlerle ilgili bilgileri toplayıp irdelemesi öngörülüyor. NASA’yı sarsan skandallar zincirinin son halkası ise havacılık dergisi Aviation Week&Space’in astronotların uçuşa alkollü çıktığı iddiası oldu. Derginin NASA içinde yapılan çalışanların sağlığıyla ilgili bir soruşturma raporuna dayandırdığı haberinde, en az iki kez astronotlara sarhoş olmalarına rağmen uçma izni verildiği ve başka astronotlara da güvenlik riski oluşturacak kadar çok içkili oldukları uyarısı yapıldığı iddia edildi. Bu olayların hangi uçuşlarda meydana geldiğini belirtmeyen dergi, iç soruşturmada mürettebatın uçuştan 12 saat öncesinde alkol tüketmeme kuralına uymadığının ve yüksek miktarda alkol tükettiğinin belirtildiğini yazdı. SİYASET ARENASI HAREKETLENDİ Bir NASA yetkilisi, raporda böylesi ayrıntılar bulunduğunu doğrularken, bunların isim belirtilmeden yapılan görüşmeler olduğunu söylemekle yetindi. ABD’nin önde gelen kurumlarından NASA’yla ilgili iddialar Washington’da siyaset arenasını da hareketlendirdi. ABD Temsilciler Meclisi’nde Bilim ve Teknoloji Komitesi Başkanı Bart Gordon, “Eğer iddialar doğruysa NASA’nın açıklaması gereken çok şey var” diye konuştu. NASA bir süre önce, astronotlar arasındaki aşk üçgeninde bir kadın astronotun rakibesine saldırması ve tutuklanmasıyla sarsılmıştı. NASA, hakkında adam kaçırma ile hırsızlık ve saldırıdan dava açılan Lisa Nowak adlı astronotu görevden aldıktan sonra, astronotların davranışlarıyla ilgili bir iç soruşturma başlatmıştı. Nisan ayında NASA’nın anlaşmalı şirketlerinden birinde çalışan bir kişi kuruma bağlı binada iki kişiyi rehin almış, rehinelerden birini öldürdükten sonra intihar etmişti. NASA Başkanı Michael Griffin ise yaklaşık 2 ay önce yaptığı bir konuşmada, “küresel ısınmanın ciddi sorun olduğundan emin değilim’’ diyerek büyük tepki toplamıştı. Planlar baştan bozulurken onuçta Berlin’in itelemesiyle Avusturya, 28 Temmuz sabahı Belgrat’ı bombalamaya başlayacaktı. Bunun üzerine Rusya önce kısmi seferberlik ilan edecek, ama genelkurmayının, bunun yeterli bir savunma önlemi olmayacağı doğrultusundaki baskıları üzerine 31 Temmuz’da genel seferberliğe geçecekti. Bunun üzerine “Rus seferberliğinin bir savaş ilanı sayılacağını daha önce açıklamış bulunan Almanya, bunun durdurulmasını isteyecek ve olumlu cevap alamayınca, 1 Ağustos’ta Rusya’ya savaş açacaktı” (Oral Sander, Siyasal Tarih, s.259). Aynı gün Fransa genel seferberlik ilan ederek sürece durdurucu baskı uygulayacak, ama 2 gün sonra Almanya’nın doğrudan saldırısı ile karşılaşacaktı. Gerçekte hayata geçirilen şey, “1906’ya kadar Alman Genelkurmayının başında olan Schlieffen’in, yaratıcı, cüretkar, ancak muhtemelen çılgınca olan savaş planıydı.” Buna göre “Almanya’nın Rusya’ya karşı savaşa girmesi halinde Fransa’nın doğu müttefikini destekleyeceği varsayılıyordu. Almanya bir savaşı iki cephede kazanamazdı; bu nedenle, Rusya’nın güçlerini etkili bir şekilde savaşa S sürebilmesinden önce Fransa’nın yok edilmesi gerekiyordu” (K. Robbins, age., s.25). Bu nedenle Fransa’nın seferberlik ilanına cevap, 2 Ağustos’ta, Alman sınırında bekleyen Fransız ordusunu faka bastırmak için yukarıdan çevirme harekatına girişmek olacaktı. Bunun için Almanya, Flander düzlüklerinden geçmek üzere Belçika’dan “zararsız geçiş hakkı” isteyecek, Belçika bunu vermeyince de saldıracaktı. Ama birkez daha hesap hatası yapılmıştı; çünkü Belçika’ya saldırı üzerine bu kez İngiltere, 4 Ağustos’ta Almanya’ya savaş ilan edecekti. Böylece Alman Planı daha şimdiden bozulmaya başlamış, İttifak Bloğu, bu oldu bittiler içinde İtalya ve Romanya’yı kaybettiği gibi, kendisini Fransa, Rusya, Belçika, İngiltere ve Sırbistan ile savaş içinde bulmuştu. Herkes, özellikle Almanlar savaşın çok kısa zamanda ve kendi dertlerini çözecek bir zaferle biteceğini düşünüyordu; en azından ölüme sürdükleri kendi halklarına karşı öyle görünüyorlardı. Oysa bu kez dünya, 4 uzun yıl sürecek korkunç bir felakete giriyordu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle