05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

3 AĞUSTOS 2007 CUMA söyleşi Yılların politikacısı Kamran İnan’dan 22 Temmuz analizi C R T R E 11 Seçimin galibi karşıdevrim SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU Kamran İnan yılların politikacısı ve diplomatı. Türkiye’nin AB ve ABD’yle ilişkilerinin dosyalarına son derece hâkim. Onunla, son seçim sonuçlarını, AKP Hükümeti’nin Türkiye’yi özellikle dış dünyada düşürdüğü durumu konuşuyoruz. Çok dertli. Sürekli AKP Hükümeti’ne ve özellikle de dış politikada yüzüne gözüne bulaştırdığı noktalara dikkat çekiyor. Tam o noktada, “Bu seçimin sonuçları karşıdevrimin başarısı olmuştur” diyor. 22 Temmuz seçimlerinden AKP’nin bu sefer yüzde 46’nın üzerinde bir oyla çıkmasını nasıl karşıladınız? İNAN Bu seçimin sonuçları karşıdevrimin başarısı olmuştur. Cumhuriyet ve kazanımları bakımından, geçen dönemden daha ciddi bir tehlike ve tehdit oluşturmaktadır. Her bakımdan düşündürücü ve rahatsız edicidir. Cumhuriyet çocukları Atatürk’ün büyük eserine yeterince sahip çıkmamış, muhalefet zayıf kalmıştır. Türkiye’nin ufku kapanmış, karanlık bulutlar yoğunlaşmış, vatanın bütünlüğüne yönelik ihanet planları açığa çıkmıştır. Cumhuriyet ve vatanımıza sahip çıkmak vazifesiyle karşı karşıyayız. Hiçbir Türk bu vazifeden kaçamaz. YILLIK CUMHURİYET’İN EN BUNALIMLI DÖNEMİ’ AKP Hükümeti’nin dört buçuk yıllık icraatı sırasında devlet bürokrasisi, yargı, üniversiteler, tarım kesimi, orduyla kavgalı olmasını, dış politikayı da kendi malum danışmanları eliyle yürütmeye çalışmasını nasıl karşılıyorsunuz? Bugün 84 yıllık cumhuriyetimizin en ciddi bunalımlı dönemini yaşıyoruz. Bu bunalım devlet yönetimi bakımındandır. Bu bunalım birtakım dış güçlerin Türkiye’yle ilgili tehditleridir. Bu bunalım bu tehditler karşısında hükümetin yetersiz kalmasından, acz içinde olmasındandır. Bu bunalım devletin ahenk içinde yönetilmesinden ziyade devlet kuruluşlarının birbirleriyle adeta kavgalı hale getirilmesi ve koordinasyonu sağlamakla yükümlü hükümetin bu kavganın baş aktörü durumunda bulunmasındandır. Bugünkü tabloya bakarsanız 22 Temmuz seçimlerinden sonra çözüm gelmeyecek, çözümsüzlük daha da artacaktır. Türkiye’nin önünde aslında demokratik bir tek alternatif var. Bu seçimden sonra “siyasi liderlik” durumunda bulunan zevat gerçekten Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu şartların şuuru içindeyseler uzlaşarak seçilecek parlamentoyu kendi iradeleriyle bir kurucu meclise dönüştürür. Ve o kurucu meclis Türkiye’yi modern bir devlet haline getirmenin yollarını arar. Gerekiyorsa yeni bir anayasa da yapılır. Ama en önemlisi yeni bir seçim ve siyasi partiler kanunu çıkarmak. Modern bir devlet oluşması ve bürokrasinin devletin, milletin emrine sokulması, özellikle demokratik özgürlükler bakımından eksiklerimiz ne varsa bunları yeniden ele alarak yeni esaslar, yeni temeller oluşturulmalıdır. Hantal yerine, işleyebilir, verimli ve çağın koşullarına ayak uydurabilecek bir devlet ortaya konulmalıdır. Yani siz bütün bunlar yapıldıktan sonra ikinci bir seçimi mi öngörüyorsunuz? Evet. Bütün bunlar yapıldıktan sonra yeniden seçimlere giderek demokrasinin yerleşmesinin önünü açmak zorundayız. Ama burada da önünüzde büyük bir risk olacaktır. Bugün Türk seçmeninin yüzde 70’i ne yazık ki ilkokul mezunu ya da okulsuzdur. Siz bununla demokratik mekanizmayı, anayasal hakları işletemezsiniz. İşlemediği zaten açıkça ortada. Ayrıca mevcut sayın iktidar son beş yıl içinde toplumun dokusunu daha da değiştirdi. Dolayısıyla da bugün Türk politikasında hâkim kuvvet çözümler, siyasi ideolojiler değil, sadece dini yaklaşımdır. Bu şekilde dini siyasete alet ederek dine en büyük saygısızlık ve kötülük yapılmıyor mu? ‘ Bugünkü tabloya bakarsanız 22 Temmuz seçimlerinden sonra çözüm gelemeyecek, çözümsüzlük daha da artacaktır. ’ En büyük kötülük yapılıyor. Ama ne yazık ki hükümet devlet tecrübesinden, kültüründen, dilinden bihaber olduğu ve dünya dosyalarına hâkim olmadığı için dış güçlerce kullanılmakta, içerideyse tam bir sorumsuzluk ve pervasızlık içinde hareket etmektedir. Bugün ne yazık ki devlet zafiyete uğratılmıştır. Bu zafiyet ortaya çıktığı oranda bölücü hareketler, terör yükselişe geçmekte ve devlet sarsıntıya uğramaktadır. Aslında bu Batı dünyasının da istediği bir durumdur. Türkiye Batı dünyası için stratejik bir rakip durumuna gelmeye başladı. Yetmiş milyonun üstünde nüfusu var, enerji terminali konumunda ve stratejik önemi giderek artan bir ülke. Üstelik teknolojiyi kendine rağmen keşfetmeye başladı. Siz Türkiye’nin Batı dünyası için stratejik bir rakip haline geldiğini söylediniz. Buna katılmayan pek çok görüş var. Siz bu saptamayı nasıl yapıyorsunuz? İki bakımdan Batı’yı tehdit ediyor. Birincisi, Avrupa’nın burnunun dibinde acaba yeni bir Japonya mı? İkincisi de demografik bakımdan yaşlanan bir Avrupa karşısında genç ve dinamik bir Türk olan herkesin tarih ve hesap defterini açtığı bir dönemden geçiyoruz. Bu hükümetin, Türkiye’yi istemediğini açıkça beyan eden AB’ye olan neredeyse yaltaklanma siyasetini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bakın, 6 Ekim 2004 tarihli AB İlerleme Raporu var. Orada bütün emellerin tatbikli olarak sahnelenmesi var. Lozan’ın feshi, Türkiye’nin federal bir sisteme götürülmesinin çerçevesi; Dicle, Fırat ve barajlar dahil olmak üzere 69 yerde etnik lafının geçirilmesi var. O hızla Alevi kardeşlerimizin bile etnik bir grup haline getirilmek istendiği gayretini görüyoruz. Avrupa’nın niyeti bellidir. Bu değişmez. ABD’ye daha çok güvenebilirsiniz. Demin söylediğinize bir ekleme yapmak gerekirse, AB’deki söylem şimdi Lozan Antlaşması’nın çok geride kaldığı ve onun yerini Kopenhag Kriterlerinin aldığı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Lozan’ı zaten tartışmaya açmışlardı. Dini hesaplarını etniğe çevirme eğilimi güçlendi. Lozan’ın Patrikhane’yle ilgili hükümlerini fiilen ihlal ettiler. Şimdi de değiştirmek istiyorlar. kasında yer alan ABD ve Batı Dünyası. Kıbrıs, Ege, Pontus iddiaları… Üçüncüsü zayıf bir halka olarak PKK terörünün Türkiye’ye karşı tırmandırılması… Burada Avrupa ve Batı’ya kızmak lazım. Ama bir bakıma haklılar. Çünkü listesinde en tehlikeli olan Ortadoğu’daki terörist kuruluşlarıyla işbirliği yapar, onları davet eder, yakınlık gösterirseniz onlar da size karşı olan terörü destekler. Yani benim teröristim iyi, seninki kötü anlayışı mı? Sizinki terörist, bizimki değil sözünü biz Batı’ya hep söyledik. Şimdi de onlar bize söylüyor. Haksız da değiller. Türkiye artık Batı dünyasının dışına kaydı. Bütün imkânlarını, kozlarını kaybetti. Türkiye neredeyse AB’nin kölesi haline getirildi. Avrupa da doğrusu bunu iyi değerlendirdi. Yani, polisin yetkilerini azaltmak, yargıyı işleyemez hale getirmek, TSK’yi sindirmek ve adeta devlete sahip olmaktan uzaklaştırmak gibi bir politikayı gayet başarıyla uygulattı. Bu, hükümetin de işine geldi. Hükümet meşruiyetini içeride değil AB’de aramak peşine düştü. Bütün talepleri kabullendi. Dikkat ederseniz son tı’yla işbirliği sayesinde güçlenir de yarın yeniden Ortadoğu’da Osmanlı’nın tohumları mı atılır, endişesidir. İkincisi, hiçbir Müslüman ülkede bulunmayan demokrasi ve özgürlüklerin Türkiye’de gelişmesi ve yerleşmesinin kendileri için yaratacağı kötü örnek ve dolayısıyla da rejimlerinin tehlikeye girmesi olasılığı. Bu amaçla Türkiye’yi Batı’dan koparmak ve uzaklaştırmak istiyorlar. Türkiye’nin en güçleneceği bir dönemde 14 yılı Suriye kaynaklı, şimdi de Irak kaynaklı olmak üzere terörle mücadele etmek zorunda kalıyoruz. AKP Hükümeti’ni kendilerine yakın gördüklerinden ve kullanılması kolay olduğundan bunu yapıyorlar. Hükümet Batı rüzgârlarını kaybedince yelkenleri güney rüzgârlarına doğru açtı. Tarihi emelleri için de güney rüzgârlarını fırsat bildiler. Bugün yeşil sermaye Türkiye’ye yatırım ve mevcudiyet olarak giriyor. Bu yeşil sermaye de seçim sürecinde en çok kullanılan para. ARŞIDEVRİM DAHA İLERDE’ Peki, Türkiye’ye giren bu yeşil sermaye ülkenin verimliliği ve kalkınma ‘K P O ‘84 KAMRAN İNAN Bitlis, 1929 doğumlu. AÜ Hukuk Fakültesi ve Cenevre Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yükseköğrenimini yaptı. Dışişleri Bakanlığı’na girdi. Bir süre NATO Genel Sekreter Yardımcılığı yaptı. 1973’Te AP’den Bitlis Senatörü seçildi. 197379 arası, Cumhuriyet Senatosu Dışişleri Komisyonu Başkanlığı, TürkiyeAET Karma Parlamento Grubu Komisyonu Başkanlığı ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı görevlerinde bulundu. 197983 arası Cenevre’de BM Ofisi’nde Türkiye Daimi Temsilcisi oldu. 1983 seçimlerine MDP’den katılarak Bitlis Milletvekili seçildi.198791 arası ANAP hükümetlerinde Devlet Bakanlığı yaptı. 17, 18, 19, 20. dönem TBMM’de Bitlis Milletvekili, 21. dönemde de Van’dan milletvekili oldu. Fransız hükümetinin verdiği Legion d’Honneur madalyasını 2006’da Ermeni soykırımı yasasını gerekçe göstererek geri verdi. ‘ Türk medyasının büyük kısmı hükümetle çıkar işbirliği içinde, toplumdan gerçekleri gizlemenin peşinde. ’ milletinin Avrupa karşısında dikilmesi. Bu korku en çok da Yunanistan’da var. ÜÇSÜZLÜĞÜN TİPİK BİR ÖRNEĞİ’ Yani son yıllarda bütün bu yaşadıklarımız Türkiye’yi destabilize etme planının parçaları mı? Gayet tabii. Aslında bunu yadırgamamak lazım. Orta ölçekli ve büyük güçler rakip istemez. Türkiye’nin geçmişi de malum. Avrupa’nın güç dengelerine bin yıl hâkim olmuş. Tuna’yı geçmişti. Ren Nehri’ni de geçseydi bugün Avrupa’nın en güçlü devletlerinden birisi olurdu. Ama 1683’te Viyana kapılarında İstanbul politikası yapmak sonucu tarihin seyri değişti. 1945’te BM 55 devletle kuruldu. Bugün 192 devlet varsa bu kendiliğinden olmamıştır. Devletleri ne kadar küçültürseniz o kadar kolay yönetirsiniz. O nedenle mesele buna karşı kendinizi savunmaktır. Burada da tabii diplomatik tecrübe ve devlet adamlığı devreye giriyor. Orta çapta bazı ülkeler devlet adamlarının çapıyla dünyada önemli roller oynuyorlar. Ama ABD gibi dev bir devlet, Başkan Carter döneminde İran’da Humeyni ihtilali yeni başladığında çöle saplanmak gibi güçsüz bir duruma düşebilmektedir. Bugün Türkiye’nin manzarası ne yazık ki böyle. Dev bir devlet, bir güç. Ama bugün güçsüzlüğün tipik bir örneği haline gelmiş. Dolayısıyla Türkiye üzerinde tarihi hesabı ‘G 21 Aralık 2006’da International Herald Tribune gazetesinde Kuzey ve Güney Amerika Rum Ortodoks Kiliseleri’nin bir tam sayfa ilanı yayımlandı. Bu ilanda Türkiye’nin dini azınlıklara karşı baskılar yaptığı iddiaları, Rum Patrikhanesi’nin ekümenik olduğu, bunun önlenemeyeceği, Lozan’ın bu bakımdan geride kaldığı ve değiştirilmesinin gerekli olduğu, 1936’dan beri okullar, kiliseler, mezarlıklar dahil binlerce Hıristiyan mülküne Türk devleti tarafından el konulduğu yer aldı. Bunlar geri verilmedikçe Avrupa içinde Türkiye’nin yerinin olamayacağı belirtiliyordu. Bütün ricalarıma rağmen ne devlet, ne de özel sektör buna cevap verdi. Bu fikir bir milyar Hıristiyanda böylece yerleşti. Bu kampanya açık. Dikkat edin. Ermeni iddialarının arkasında bütün Hıristiyan dünyasının ittifakı var. ÜRKİYE NEREDEYSE AB’NİN KÖLESİ HALİNE GELDİ’ Siz Türkiye’nin şu anda üç çember içine alındığını söylüyorsunuz. Bunları açıklar mısınız? Bugün Türkiye üç tane çemberin içine alındı. Birisi Ermeni iddiaları. Bunun amacı sonunda Türkiye’yi masaya oturtup toprak ve tazminat taleplerini kabul ettirmeye zorlamak. Aynen Almanya ve İsrail ilişkilerinde olduğu gibi. Ama daha da kötü şartlar içinde olmak üzere… İkincisi, Rum ve Yunan iddialarının ar dört yıldır TBMM bütün gündemini Brüksel’den aldı. Böyle bir tablonun toplumda hassasiyet uyandırmaması mümkün değil. Burada en büyük sorumluluk da medyaya düşüyor. Demokratik ülkelerde medya, toplumun sözcüsü ve parlamentoyla paralel olarak en büyük denetim organı konumundadır. EDYA TOPLUMDAN GERÇEKLERİ GİZLEMENİN PEŞİNDE’ Peki, Türk medyası görevini hakkıyla yerine getirebiliyor mu? Uzun yıllar bunu yaptı. Ama bugün Türk medyasının büyük kısmı hükümetle çıkar işbirliği içinde, toplumdan gerçekleri gizlemenin peşinde. Bunda başarılı da oluyor. Toplum bugün Türkiye’de ne olup bittiğinin farkında değil. Devlet ise en tehlikeli dönemini yaşamaktadır. Bu yalnız benim görüşüm değil. En yüksek askeri makamda oturan zatın da, bazı çevrelerin de değerlendirmesi böyle. Buna karşı en duyarlı olması gereken siyasi iktidarın tavrına bakarsanız hiç oralı değil... Siz, AKP Hükümeti döneminde milyarlarca dolar yeşil sermayenin Arap dünyasından Türkiye’ye aktığını söylüyorsunuz. Bu ne amaçla yapıldı? Bizim Batı yolunu seçmemiz onlarda rahatsızlıklar yarattı. Bu rahatsızlığın iki kaynağı var. Birincisi, Türkiye Ba ‘M sına yardımcı oluyor mu? Kesinlikle hayır. Gelen sermayenin ihracat ve istihdam yaratıcı olması lazımdır. Oysa böyle bir şey de ortada yok. Bütün amaç sizin kurumlarınızı, topraklarınızı satın almak, egemen ve üzerinizde söz sahibi olmaktır. Türkiye’de her zaman bir karşıdevrim vardı. Fakat bu kez bu karşıdevrimi rahatça destekler duruma geldiler. Bugünkü Türkiye’yi değerlendirirseniz kabul etmek lazım ki, karşıdevrim devrimcilerden iki adım ileride. Atatürk kuşağı olarak onun eserlerine ve Cumhuriyetine yeterince sahip olduğumuzu söyleyemem. İDDİ BİR BUNALIM YAŞANIYOR’ Yakın geleceği nasıl görüyorsunuz? Türkiye ciddi bir bunalım içinde. Bunalımlardan çıkabilmenin iki yolu vardır. Birisi aklıselim, basiret ve devlet adamlığını kullanmak. Ne yazık ki o konular bugün bizde yok. İkincisi de milletlerin ciddi bir felakete uğraması, 910 şiddetinde deprem gibi büyük bir sarsıntı geçirmesi. Bunun sonucunda da ayağa kalkması. Milleti bir araya getiren, harcını güçlendiren bir olayla karşılaşılması… Gitmekte olduğumuz ne yazık ki büyük bir sarsıntı ve ondan sonra Türk milletinin kişiliğini bulması ve kendine gelmesini sağlayacak yöndür. ‘C ‘T ‘ Gitmekte olduğumuz ne yazık ki büyük bir sarsıntı ve ondan sonra Türk milletinin kişiliğini bulması ve kendine gelmesini sağlayacak yöndür. ’ W Türban Köşk’e çıkarsa ülkenin çehresi değişir ASHINGTON TIMES: WASHINGTON (ANKA) Türbanın köşke çıkması halinde Türkiye’nin çehresinin değişeceği öne sürüldü. Washington Times gazetesinde Tulin Daloğlu imzası ile yayımlanan yorumda, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığı iddiasını sürdürmesine karşın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Gül’e sözlü olarak destek vermediği belirtildi. Gül’ün eşinin türban kullandığına dikkat çekildiği yorumda “Eğer Gül cumhurbaşkanı olursa devlet dairelerinde kadınların Washington Times’ta yayımlanan bir yorumda, türbanın Çankaya Köşkü’ne çıkması halinde devlet dairelerinde türbana engel kalmayacağı savunularak “Bu, resmen Türkiye’nin çehresini değiştirir. Atatürk döneminin sonunu simgeler” görüşü dile getirildi. başlarını örtmelerine engel kalmaz. Bayan Gül başını sıkı sıkı örtüyor. Bu, resmen Türkiye’nin çehresini değiştirir. Atatürk döneminin sonunu simgeler” ifadesine yer verildi. Bu çerçevede İran’ın önde gelen din adamlarından Ayetullah Ahmet Cenneti’nin, AKP’nin seçim zaferi için sarf ettiği “Türkler İslamcı bir hükümet istiyor” sözlerine dikkat çekilen gazetede, Avrupa Komisyonu üyesi Franco Frattini’nin “laik azınlığın hakları”na ilişkin açıklamasının “çarpıcı” bulunduğu da belirtildi. ABD gazetesindeki yorumda Türk seçmenlerinin AKP’ye yönelmesinin nedenlerine ilişkin olarak da Türklerin AB’ye desteğinden dolayı AKP’ye oy verdiği görüşü “saflık” gibi değerlendirilirken “Sayın Erdoğan’ın siyasi danışmanı” olarak nitelendirilen ve bir zamanlar HADEP Başkan Yardımcılığı’nı yürütmüş olan Mehmet Metiner’in görüşlerine de yer verildi. Metiner de Tulin Daloğlu ile yaptığı söyleşide Kürtlerin, AKP’ye AB yanlısı politikaları ile demokrasinin kendilerine özgürlük getireceğine inandıkları için oy verdiklerini söyledi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle