28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 AĞUSTOS 2007 CUMA müzik YORUMLAR Halk müziğinin genç ve güçlü sesi Özgür Kıyat, ikinci albümünde kendi bestelerine de yer veriyor C Akıl Dışı göğe koyamıyor. Övülen, demokrasi falan değildir. Övülen, halkların akıl dışı tercihidir. Aklın ve bilimin siyasal yaşamın dışına sürülmesi, dini kuralların modern renkleriyle belirleyici niteliğe kavuşması, Avrupa’yı hiç rahatsız etmiyor. Edemez. Fırıldak üçbeş politikacının “zevahiri kurtarmak” için yaptığı bazı açıklamalar kimseyi aldatmasın. Yani, sandığa giden her iki kişiden birinin AKP’yi seçmiş olması, bir şeyin göstergesi: Türkiye toplumu, tercihini, aydınlanma sürecinde elde edebildiği tüm kazanımların düşmanlarıyla bunların ikizi olan tescilli faşistler ve tek tük de emperyalist merkezlerden demokrasi dilenen “bağımsızlar” arasında yaptı. Huzurludur. Türkiye toplumu, sol aydınlanma fikrini neredeyse tamamen yitirmiştir. Tamam. Tamam ama, bırakın Bush Amerika’sını, “muasır” Avrupa’da da durum farklı değil ki... Yani bu Avrupalılar hep birlikte sokaklara dökülüp sosyal haklarının ellerinden alınmasını, dünyanın dört bir yanında kanla korunan Batı çıkarlarını, işgalleri, savaşları vs protesto etti de biz mi göremedik? Küreselleşme, ezen ve ezilen ülke halklarının davranış biçimlerinin de, tıpkı siyaset sınıfları ve “yazarları” gibi, birbirine benzetildiği bir süreci içeriyor. Aradaki farklar siliniyor. Eğer ortada bir “akıl dışılık” varsa, ki var, bunu önce, mevcut sistemin efendilerinde, zenginlerinde aramak zorundayız. Avrupa ve Amerika’yı “tenzih ederek” Türkiye’nin ve diğer azgelişmişlerin sorunlarına teşhis konulamıyor. Küreselleşme varsa, buna izin yoktur. O yüzden, solcu bilinen bir gazetede, Frankfurter Rundschau, Türkiye’nin ılımlı bir biçimde İslamlaştırılmasını, herhalde demokrasi adına, neredeyse açıkça öven ve bunu AKP’nin köktendinci olmadığı “bulgusuyla” süsleyebilen Zafer Şenocak (“Die türkische Reformation”, FR, 07.08.2007) temelde şunu bağırmak istiyor: Türkiye cumhuriyeti, doğumundan başlayarak bir anomalidir. Elbette bu “Anomalie” tespitinde Şenocak yalnız değildir. Ama bunların hepsi izinli ve anlaşılan görevlidir. Olsun. Demek cehalet, “demokratik gericilik”, İstanbul ve Ankara’da, Berlin ve Paris’ten daha farklı değil. O halde, Tayyip Erdoğan’la Gerhard Schröder veya Angela Merkel, Murat Belge’yle Zafer Şenocak ya da Henryk M. Broder, Kemal Derviş veya Abdullah Gül ile Horst Köhler ya da Nicolas Sarkozy arasında önemli farklar bulunmadığını söylemek, bir iftira değil, küreselleşmenin cilvesi sıradan bir saptamadır. 7 ‘Gurbet’te doğan sevda Özgür Kıyat “Eskiye Götür Beni” albümünde, türkülerin özünü bozmamaya gayret göstererek Batı enstrümanlarıyla zenginleştiriyor. Babasının görevi nedeniyle Belçika’da yaşadığı yıllarda “yurt özlemi”yle türkülere sığınan Kıyat, her yöreden ezgileri severek okuyor. Hatice TUNCER üçlü sesi ve türkülere büyük sevgisiyle müzik dünyasında kendine bir yer açmaya çalışan Özgür Kıyat, “Eskiye Götür Beni” adını verdiği yeni albümünde, bu sevda yolunda ilerlerken kendisine daha güvenli ve kararlı olduğunu gösteriyor. Kıyat, Doğan Müzik (DMC) tarafından bu ikinci albümde bir yandan Orhan Veli, Ülkü Tamer gibi usta şairlerin şiirlerinden bestelenmiş parçaları seslendirirken Anadolu ve Azeri ezgilerini sade bir düzenlemeyle yorumluyor. Özgür Kıyat’la 2002’de yaptığımız söyleşide halk müziğine sevgisini anlatıyordu ve albüm hayalleri kuruyordu. Gazetemizi ziyaretinde yaptığımız röportajımızda ikinci albümünü çıkarmanın sevincini taşıyordu. Halk müziğiyle uğraşanlar genel olarak Anadolu’da büyüyüp, aileden gelen kültürün devamı olarak türküleri seçseler de Özgür Kıyat’ın hikâyesi çok başka. Babası emekli koramiral Atilla Kıyat’ın görevi gereği Belçika’da bulunduğu sıralarda türkülerle ülkesine olan hasretini gidermiş. Aileden gelen bir müzik geleneği de yok. Babası çocukluğunda akordeon dersinden “kaçarak kurtulmuş”. Yalnızca Türk sanat müziğine çok düşkün olan anneannesinin güzel sesiyle söylediği şarkıları anımsıyor. OSMAN ÇUTSAY slında hiç şaşırmamak gerek. On yıllardır süren “irrasyonalizasyon şiddeti”, zaten insanları aklın ve bilimin sınırları dışına iterek bu irrasyonel sistemin, “modern kapitalizm”, sürmesini hedefliyordu. Şimdi, halkların her türlü akıl dışı yaklaşımı, bilimin ötesini arayıp bulması, dinsel bir modernitenin içinde efendilerin karşısında maymunlaşması, doğal bir sonuçtur. Barbarlığın arifesinde başka ne bulacaktık? Barbarlığın arifesinde başka ne arayacaktık? CHP milletvekili Onur Öymen gibi: Bunların seçim şaşkınlığı hâlâ sürüyor. Bir kesim var ki, Türkiye’de halkın AKP’ye yönelmiş olmasını bir türlü anlamlandıramıyor. “Nankör kedi” gözüyle baktıkları halkın, akıl dışı bir tercih yaptığı konusunda hemfikirler. Ancak, her türden gericiyi, sağcıyı, hatta tescilli faşisti bir partiye doldurup sonra da bunu solcu diye pazarlamak ve seçmenin tercihini akıl dışı olmakla açıklamak, herhalde “akıl içi” bir yöntemdir. İyi. Neyse... Biz, bu genel geçer bayağılığın, sadece Türkiye’ye özgü olmadığını görüyoruz. Yani, Avrupa’nın göbeğinde, emperyal metropollerde de durum hiç farklı değil. Akıl dışı yaklaşımların siyaseti belirlemesi, burada da egemendir. ??? Yanılmak kolay. Ama durum ve eskilerin “efkârı umumiye” dediği kamuoyu, halkın düşüncesi, öyle bir dönüşümden geçti ki, artık emeği, aklı ve bilimi savunanlara deli gözüyle bile bakılabiliyor. 12 Eylül, Türkiye toplumunun belini kırma ve beynini hamura çevirme işlevini başarıyla yerine getirmiş görünüyor: Yaklaşık 25 yıllık bir sürede, neredeyse bir kuşak içinde, Türkiye’nin yer yer Nazi Almanyası’nı hatırlatan bir delilik deneyimi yaşaması sağlanabilmiş gibidir. Tabii 30’lardaki o mistik ve akıl dışı siyasal rejimin bazı kanlı deneyimlerini bugün aynen tekrarlamak isteyen yok. Ama temeldeki endişe aynıdır: Emekçilerin siyasal iktidar talebini kazımak. Yapıldı. Akıl dışı siyaset, sonuçta bilimin silinmesi ve insanlığın “piyasa” başta olmak üzere mistik güçlere terk edilmesidir. Bilimsel aklın sınırlarını sürekli geliştiren aydın ve eşitlikçi insan tipi tamamen ortadan kaldırıldı. Toplumlar dinselleştirildi. O zaman, o korkunç deneyimlerin (nazizm ve faşizm), bir biçimde, aşırılıkları törpülenerek bugün devam ettiğini ileri süren siyasal düşünürleri ciddiye almak zorundayız. ??? Akıl dışı ve dinci bir iktidarın kimler tarafından övüldüğünü rahatça görebiliyoruz. Örneğin, ParisBerlin ekseni, Ankara’daki depremin sahiplerini, AKP ve Erdoğan’ı yere A Vesikalı Yarim rhan Veli’nin “Vesikalı Yarim” şiirinden müzisyen Murat Kalaycıoğlu’nun O bestelediği şarkıya klarnetle hüzünlü bir giriş yapılıyor. Kıyat, Veli’nin şiirini kullanabilmek için MESAM’dan aldığı numarayı çevirdiğinde şairin kızkardeşi Füruzan Hanım’la konuşmaktan çok heyecanlanmış. Zülfü Livaneli’nin “Kardeşin Duymaz” şarkısına sevgisi ise gurbetlik günlerinden kalmış: “Ben lise yıllarında bu ezgiyle tanıştığımda Belçika’daydım. Ülkeden uzak olunca ‘Kardeşin Duymaz Eloğlu Duyar’ mısraları insanı biraz daha derinden etkiliyor.” G “Yollarına Baka Baka” gibi sevilen Azeri türkülerinin yanı sıra Ege’den Güneydoğu’ya kadar yörelerden türkülere yer veriyor. Bir Isparta zeybeği olan “Evlerinin Önü Mersin”i Ruhi Su’nun yorumundan dinleyerek sevmiş. “Yaylanın Çimenine”, “Kaleden Kaleye Bakar”, “Mardin Kapı Şen Olur”un ritimleriyle dinleyiciyi kuzeyden güneye bir yolculuğa çıkartan Kıyat’ın gür sesi de türkülere gerçekten yakışmış. FOTOĞRAF MERAKI Bob Marley hayranı ünyada etnik müzik yapan sanatçıları yakından izleyen D Kıyat, Haris Alexiou, George Dalaras, Goran Bregovic hayranı ve şimdilik çok erken olduğunu düşünmesi, bir gün onlarla aynı sahneyi paylaşmayı hayal etmesine engel değil: “Ülkesi Jamaika’nın reggae müziğini dünyaya tanıtan Bob Marley’i de çok seviyorum. Çok genç yaşta öldü ama.. birçok karşıt görüşteki insanı bir araya getirme hedefine ulaşmıştı. Ben de Türkiye’nin her yerinden, her kökenden insanlarla aynı sahnede olmaktan keyif alırım.. ama bizde bu tip projeler ilgi görmüyor ya da çeşitli nedenlerle amacına ulaşmıyor.” GURBETTE HASRET Kıyat’ın halk müziğine ilgisi, babası emekli koramiral Atilla Kıyat’ın görevi gereği 19821985 ve 19951998 yıllarında Belçika’da yaşadığı sırada hasretiyle başlamış: “Yurtdışında, Türkiye’ye dair ne görürseniz, hangi kokuyu alırsanız alın heyecanlanıyorsunuz. Tabii ki ben birçok usta gibi politik nedenlerle Belçika’da değildim, ailenin görevi nedeniyle oradaydım ama gurbet, hasret gibi sözcüklerin sadece Türk filmlerinde olmadığını anladım. Gerçekten insan, vatanını özlediği zaman kendi kültürüne daha çok yöneliyor.” MAYMUN İŞTAHLI 18 yaşında Türkiye’ye dönen ve turizm şirketinde çalışmaya başlayan Kıyat ilk maaşıyla kendisine bir bağlama almış: “Bağlamayla tanışana kadar biraz maymun iştahlıydım. Bir enstrüman alırdım, üç ay sonra bırakıp başka bir enstrüman alırdım. Ailem Belçika’dan henüz dönmemişti. Bir enstrüman aldığını söyleyince babam, ‘Herhalde gitar aldın’ demiştim. ‘Özgür nasıl olsa 35 ay sonra vazgeçer’ diye düşündüler galiba.” Bağlama çalmasını kendi kendine çalışarak öğrenen Kıyat, halk müziği yorumcularını sürekli dinleyerek, konserlerini izleyerek kendini geliştirmeye çalışmış. 2000 yılından itibaren Büyük Kulüp, Taksim Sanatevi, Ortaköy Patika, Arnavutköy Kabare Cine’de grubuyla sahne almaya başlayan Kıyat, Âşık Veysel, Âşık Mahzuni, Zülfü Livaneli’nin eserlerinin yorumlarıyla ilgi çekmeyi başardı. Ailesinin de desteğini alan Kıyat’ın ilk albümü “Yurdun Kokusu Var” 2005 yılında Duygu Müzik tarafından yayımlandı. İlk albümünde Ege türkülerini seslendiren Kıyat, yurdun çeşitli bölgelerinden ezgilere de yer verdi: “Müzikle uğraşan herkes sesini duyurmak için çaba gösterir. Bir yerden sonra evde tek başına bağlama çalıp söylemek beni tatmin etmedi. Paylaşım içine girmek istedim. Duygu Müzik’le yeni albümün de müzik direktörlüğünü yapan Ayhan Orhuntaş sayesinde tanışmıştım. İlk albüm müzik camiasına adım için önemli bir basamaktı. Çok da büyük işler olmadı ama.. çevremin genişlemesi açısından çok yararlı oldu.” TÜRKÜLERİ BOZMADAN “Yurdun Kokusu Var” albümünden sonra sahne çalışmalarını yürüten Kıyat’ın ikinci albümünün hazırlıkları bir buçuk yıldan fazla sürmüş. Düzenlemelerin yanı sıra albümün müzik yönetmenliğini de üstlenen Ayhan Orhuntaş’la sevdikleri türkülerin yanı sıra sesine uygunluğu da göz önüne almışlar. Özgür Kıyat, “Eskiye Götür Beni”deki 12 parça arasında ağırlığı halk müziğine vererek 8 türkü seslendiriyor: “Bu albüm hem Batı enstrümanlarıyla zenginleştirilmiş, hem de türkülerin ana yapısı bozulmadan ortaya konulmuş eserlerden oluşuyor. Çok değerli ozanlarımızın, âşıklarımızın türkülerini Batı enstrümanlarıyla zenginleştirilmiş bir orkestrayla dinletmek, çok sesli hale getirmek yolunda bir şeyler yapmaya çalıştım.” Kıyat, albümünde “Bugün Ayın Üçüdür”, “Bu Gala Daşlı Gala” İlk gençlik yıllarından beri fotoğrafla ilgilenen Kıyat, albüm kartonetini Foça, Bodrum, Heybeliada’da çektiği fotoğraflarla süslemiş. Son yıllarda fotoğraf çalışmalarını yoğunlaştıran Kıyat, bu merakı sayesinde çok köy gezmiş, Sıvas’ta Âşık Veysel’in ailesiyle tanışmış: “Oraların kokusunu almak bile insana bir şey katıyor. ‘50 ünsüz Türk’ diye bir fotoğraf kitabı projesi için çalışıyorum. Araştırmacıyazar İlker Altunsoy’un Ormancı ve Kerimoğlu kitaplarını okumuştum. Marmaris’e doğru giderken sağ tarafta Ormancı türküsünün dramatik hikâyesinin geçtiği Belen Kahvesi vardır. Orada Kerimoğlu’nun torunuyla tanıştım ve bana çok ilginç hikâyeler anlattı. Sonra da Kerimoğlu Zeybeği’ni albüme aldım.” BESTECİLİK Albüme adını veren “Eskiye Götür Beni” buzuki tınılarıyla tam bir Ege şarkısı niteliğinde. Kıyat, Selanik göçmeni anneannesinin bıraktığı izleri taşıyan şarkıyı henüz 14 yaşındayken “aklını çelen” bir küçükhanım için yazmış. Kıyat’a ilk albümünde de destek olan şair Ülkü Tamer, bestelemesi için Kıyat’a 12 şiirini vermiş. Kıyat, Ülkü Tamer’in şiirinden bestelediği “Düşek Yollara” parçasını türkü tadında bir düzenlemeyle yorumluyor: “İlk albümümde kendi bestem yoktu. Aslında müziğe ilk başladığım yıllarda bu yönümün ya farkında değildim, ya da üstüne eğilmemiştim. Süremiz kısıtlı olduğu için bu albüme iki bestemi okuyabildim ama gün geçtikçe bağlamayı elime aldığımda kendi melodilerimi de yapmaktan büyük keyif alıyorum.” [email protected] Çatalhöyük ’te bulunan çömleğin parçalarının MÖ 6700 yılına tarihlenen bir çöp yığını içinden çıkarıldığı açıklandı. atil yörelerinde, nasıl bir tatil geçirmek istediğiniz sizlerin seçimine bağlı. Aynı yörede, aynı kıyı kasabasında, aynı sahilde, birbirinden çok farklı yaşamları seçebilirsiniz. Bodrum her geçen gün sanatsal, kültürel etkinliklerle zenginleşen bir yer oldu çıktı. Ağustos ayıyla birlikte festivaller hükümranlığını ilan etti: 117 Ağustos’ta “5. Bodrum Uluslararası Bale Festivali” zengin mi zengin bir program sunuyor. 118 Ağustos tarihleri arasında ünlü piyanistimiz Gülsin Onay’ın sanat yönetmenliğini yaptığı “4. Gümüşlük Festivali” ; 30 Ağustos 2 Eylül arasında ana teması “Ulusaldan Evrensele” olan “3. DMarin Turgut Reis Uluslararası Klasik Müzik Festivali” .. her ikisi de nitelikten ödün vermeden her geçen yıl çıtayı yükseltiyor… Ayrıca kent merkezinde ve çevresinde görülebilecek onlarca sergi… Evet ama, yolumuz oralara düşerse ya da düşmüşse bütün bunlardan nasıl haberimiz olacak derseniz? Malum, büyük medya bu gibi sanatsal olaylarla (hele davet edilip, yedirilip içirilmedikçe) hiç ilgilenmez… Siz en iyisi o yöredeyseniz, ilk iş “Bodrum Sanat” T ESİNTİLER Casa dell’Arte ZEYNEP ORAL dergisini alın. Her ay yayımlanan (fiyatı 2 YTL) bu dergiden ilgi alanınıza girebilecek tüm sanat etkinliklerini öğrenin! ‘SANAT TATİL YAPMAZ’ Süregelmekte olan bu etkinliklere bu mevsim bir yenisi eklendi: Bodrum Torba’da bir zamanlar bomboş olan ve yıkık bir kilise kalıntısı nedeniyle “kilise mevkii” diye bilinen yerde açılan, her nedense adı İtalyanca olan (illaki bütün tabelalar, bütün adlar Amerikanca olacak değil a!) “Casa dell’Arte” Oteli, Türkiye’de ender bulunan bir müze zenginliğinde… (Casa dell’Arte, “Sanat Evi” demek… Ev ne kelime, burası tam bir müze!) Sanayici , işadamı Yunus Büyükkuşoğlu, yıllar içinde geliştirdiği çok geniş ve çok nitelikli kişisel koleksiyonunu, “tüm sanatseverler, ilgi duyanlar, herkes görebilsin, bu değerleri tanısın, paylaşabilsin“ diye sahibi olduğu 12 odalı otelin tüm salonlarına ve odalarına dağıtmış. Otelin her köşesinde belli başlı Türk ressamların, heykeltıraşların eserleri sergileniyor. Ancak koleksiyonu öylesine büyük ki, belli sürelerle sergilenen tablolar değişiyor. Alaaddin Aksoy, Ali Atmaca, Adnan Çoker, Devrim Erbil, Ergin İnan, Eren Eyuboğlu, Ekrem Kahraman, Erdinç Bakla, Fikret Mualla, Hamit Görele, İrfan Okan, Komet, Mehmet Güleryüz, Neşe Erdok, Nuri İyem, Ömer Uluç, Temür Köran, Yusuf Tonkuş, Turan Erol gibi isimlerin (unuttuklarım beni bağışlasın) 300’ü aşkın eseri, belki de en ilginç eserleri, ortak paylaşım alanlarında ve odalarda sergileniyor… Durun hepsi bu kadar değil! Casa dell’Arte’nin görkemli bir iç avlusu var… (Otelin mimarını öğrenmek istediğimde yanıt alamadım, tüm konseptin Fatoş Büyükkuşoğlu’na ait olduğu söylendi.) Bu iç avluda yalın ama çok işlevli bir sanat galerisi yer alıyor. Buranın çalışması, işlerliği ve yönetimini Evin Sanat Galerisi üstlenmiş. 1996’da İstanbul Bebek’te Evin ve Ümit İyem tarafından kurulan Evin Sanat Galerisi, “Sanat tatil yapmaz”dan yola çıkarak burada süreli sergiler düzenliyor. Temmuz ortalarına dek “Figür Geleneğinde Çağdaş Yorum” başlıklı karma sergi vardı. Onu Neşe Erdok, Nuri İyem sergisi izledi. Nitekim bu serginin açılışında Kerem Görsev ve Allan Harris’in konseriyle birlikte doğanın, sanatın, müziğin bir araya gelen gücünden harikulade bir “dünya” yaratıldı… Daha nice “dünya”lara diyelim… Yeter ki bakmakla yetinmeyip görmesini bilelim, en önemlisi de seçmesini bilelim… [email protected] 10 bin yıllık insan yüzlü çömlek bulundu Kültür Servisi Anadolu’daki en önemli arkeolojik kazı alanlarından Çatalhöyük’te yaklaşık 10 bin yıl öncesine ait insan yüzü kabartmalı bir çömlek bulundu. 2007 yılı kazılarındaki en önemli buluntulardan biri olduğu belirtilen kabartmalı çömleğin parçalarının MÖ 6700 yılına tarihlenen bir çöp yığını içinden çıkarıldığı açıklandı. Kazı ekibi tarafından parçaları birleştirilen oval çömleğin iki sivri yüzünde, insan yüzü şeklinde kabartma ve işlemeler bulunuyor. Çömleğin diğer yüzlerinde ise boynuz ve kulakları betimlenen boğa motifleri yer alıyor. Hem insan hem boğa motifleri barındıran kap, Çatalhöyük insanlarının özel eşyalara yönelik sanatsal yeteneklerini gösteriyor. Yapı Kredi’nin ana sponsorluğunda yürütülen Çatalhöyük kazılarında, Stanford Üniversitesi’nden Prof. Ian Hodder liderliğinde 120 kişilik uluslararası bir ekip çalışıyor. Kazılarda ortaya çıkarılan sanat eserleriyle dünyadaki diğer neolitik dönem yerleşimlerinden ayrılan Çatalhöyük’teki duvar resimlerinin hikâye anlatımcı niteliğinin bir benzeri, bugüne kadar Anadolu’da ve Ortadoğu’da bulunamadı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle