28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 AĞUSTOS 2007 CUMA kitap A S I Z P E R T A V S I Z P E R V KULE CANBAZI SUNAY AKIN C D 15 Enis BATUR Okuryazar Bükeyleri YAZI MARAZI Bir anne bomba doğurur mu? B ir yazarın kitabını, kitaplarını okumak başka, onun dünyasına gitmek başka. Aslolan ürün, yazınsal metindir yargısına diklenmek aklımdan geçmez: Kafka, yapıtlarıdır; Dava, Şato, Amerika, Başkalaşım, Ceza Sömürgesi ve öteki anlatıları. Gelgelelim, kim, Kafka bir de ötesidir düşüncesini hiçe sayabilir? Ötesi: Günlüğü, defterleri, mektupları, hastane kâğıtları. Sayısız yazar gelip geçmiştir edebiyat tarihinden, çoğunun, bir ya da birkaç kitabını okumakla yetinir, ötesine uzanma gereksinmesi duymayız. Bu durum, onların önemini indirgediğimiz anlamına gelmez şüphesiz; gene de, dünyasına, mahremine sokulma isteği uyandırıyorsa bir yazar, okurunda, bunu anlamsız bir merak saymak doğru olmaz gibi geliyor bana. Bir çekirdeği yazınsal yapıtlarındadır Kafka'nın, öbür çekirdeği ötesinde. Bazı kumaşları astarsız kullanamaz terzi. Bazı yazarları da aynalarındaki sır tabakasıyla bütünlemek, yaklaşan okurun doğal karşılanması gereken isteğidir. Eleştirinin, bazan, parmak sallayarak edebiyat tutkusunu dizginlediğini düşünüyorum. Maraz, yazı evreninin harcında kalmalı. YAZAR DURUŞU Yaşı kemâle ermiş bir yazarımız, düpedüz miri mal kapsamına giren kimi kelimeleri, kavramları “bunları ilk Kafka ben kullandım” gerekçesiyle sahipleniyor öteden beri, mektuplar döşeniyor, telefonlar yağdırıyor, başka yazarları “izinsiz (göndermesiz) kullanım”la suçluyor. Gerçekten böyleyse durum ve bu ilk kullanım hakkının bir geçerliliği ya da herhangi bir önemi varsa, günü gelir, birileri bunun üzerinde durur. Herling “Gününün geleceği yok” diye akıl yürütüyor besbelli o yazarımız, “kafalara kakmadıkça geleceği de yok”. İyi de, kimin ilgisini, saygısını uyandırabilir o celâlî çıkışlar, genellikle meyhane masalarına meze görevi gördüklerinden şüphe duymuyorum. Yazarın duruşu önemli bence. Yazdıkları kadar elbet değil, ama önemli. Bunca yıllık okurum, geçmişte de, günümüzde de bazı yazarların, şairlerin duruş biçimleri nedeniyle yapıtlarına zarar verdiklerine az buz tanık olmadım. Hakkını savunmasın yazar, demiyorum. Üslup acındırmasın. Hem hiçbir kelime, kavram, imge bizim olamaz temelde. Kendimize özgü sandığımız bir kullanım, bir buluş, bakarız ki çok daha önce bir başka yazarın metninde yeralmış elimizin altında eksiksiz bir fihrist mi var? İki anlamıyla da durmayı bilmeli yazar. Nietzsche EVRENE DİKKAT KESİLMEK Blanchot Bir süreliğine yerdeğiştirmem, evimden ve kütüphanemden uzaklaşmam sözkonusuysa, süreyle orantılı sayıda kitap olur yanımda; onları okuryazar kimliğiyle bağlantılı biçimde seçerim, çalıştığım konuların gerektirdiği kitaplardır, tekerli bir çantaya istiflerim. Bir de keyif okumaları var. Yıllardır uyguladığım yöntemi salık vereceğim: Çok öncesinden başlayarak, “okuma parçaları” ayırmaya koyuluyorum, gene kalınacak süreyle orantılı biçimde, diyelim günbaşına ortalama 2025 sayfalık küçük bütünlüklerde karar kılarak kitapları bir çantaya dolduruyor, kırtasiyeciye gidip fotokopileri çektiriyor, spiralli tek bir cilt hazırlatıyorum. Sözgelimi hangi parçalar, küçük toplamlar sığar o cilde? Rilke'den, Duino Ağıtları'nın ilk dördü; Ayfer Tunç'un Evvelotel'inden iki bölüm; Herling'in günlüğüne aldığı bir metin, “Kolyma'nın Ölümü”; Claudel'in “Bölünmüş Halk Kantiği”; Blanchot'dan “Edebiyat ve Ölüme Hak Talebi”; Nietzsche'nin Son Mektuplar'ından bir düzinesi; Cox'un Glenn Gould'la uzun bir söyleşisi; Nermi Uygur'un “Zeytin Ağacı” denemesi; Danyal yalvaçın hikâyesi; Binbir Gece Masalları'ndan 641646 arası… işte on günlük bir keyifli okumalar listesi modeli. Dileyen dilediğini Rilke seçer. Her gün bir arınma töreni. Gitgide kirlenen, kirletilen bir dünyada, itişkakışın ve sığlığın egemen kılındığı bir toplumsal ortamda, köşenize çekilir, günün bütün ayarını değiştirebilecek bir sabah temrini gerçekleştirirsiniz, kahvaltı sonrası. İnsan başka türlü dikkat kesiliyor evrene, böyle Claudel başladığında. II. Abdülhamit’in armağanlarını Japon İmparatoru’na sunduktan sonra, geri dönüş yolunda fırtınaya yakalanan ve 500’ü aşkın denizcimizle batan Ertuğrul, iki ülke arasında kurulan dostluğun simgesi olan bir gemidir. 1890 yılında yaşanılan bu facianın ardından İstanbul’a gelen Nakumara “Çiçek Pasajı” olarak bilinen Hristaki Pasajı’nda “Japon Mağazası”nı açar. Burası, Japon kültürünü kente tanıtan ilk mağazadır. Mağaza İstiklal Caddesi’ne taşınınca, Japonya’dan getirilen eşyaların yanında oyuncaklar da görünmeye başlanır. Japon mağazasını bir Beyoğlu çocuğu olan Giovanni Scognamillo’ya kulak vererek daha yakından tanıyalım: “Japon Pazarı, biz çocuklar için başlı başına bir dünya idi, halen egzotizm kokan. Sağdaki vitrin, boydan boya oyuncaklarla doluydu (ve bu konuda, karşı sıradaki, İpekçiler’e ait Bonmarşe’yi rahatlıkla bastırıyordu). Askerler, kaleler, arabalar, tanklar, yelkenliler, gemiler, tabancalar, kovboy şapkaları, silah kılıfları, asker miğferleri, itfaiyeci üniformaları, bebekler, minyatür mutfaklar, buzdolapları, boylarına uygun mutfak takımları, alçıdan yemekler, meyveler, sebzeler vb. Sağ vitrinin giriş kapısına yakın köşesinde kimonolar ve Japon bebekleri, minik geyşalar, bol bol yelpazeler, şemsiyeler bulunurdu. Soldaki vitrin ise zücaciye çeşitlerine ve biblolara ayrılmıştı.” YUNCAKLA OYNAYAN JAPON ÇOCUK Enola Gay, dünyaya getirdiği erkek çocuğa “Tibbets” adını koyar. Çocuk büyür ve pilot olur. O da annesinin adını verir uçağına. Enola Gay’in, 6 Ağustos 1945 tarihinde Hiroşima üstünde açılan kapakları bu kez, 250 bin insanın ölümüne neden olan atom bombasını doğurur! Böylelikle, oyuncakla oynayan bir Japon çocuk, Nâzım Hikmet’in dizeleriyle ilk kez girer şiirimize: Koşuyor altı yaşında bir oğlan, uçurtması geçiyor ağaçlardan, siz de böyle koşmuştunuz bir zaman. Çocuklara kıymayın efendiler. Bulutlar adam öldürmesin. Japonya’da çocuklar, geleneksel el sanatlarından olan kâğıt oyuncaklarla oynamayı severler. Ama, Sadako Sasaki’nin öyküsü oldukça farklı ve bir o kadar hüzünlüdür… Atom bombası atıldığında iki yaşında olan Sadako, on iki yaşına geldiğinde radyasyonun etkisiyle yatağa düşer. Bir Japon inancına göre, kâğıttan bin turna kuşu yapanın dileği gerçekleşirmiş. Ölümün pençesine düştüğünü öğrenen Sadako, hasta yatağında başlar kâğıtlardan turna kuşları yapmaya! 5 Mayıs 1958’de, “Atom Bombası Çocukları” adında bir anıt dikilir Hiroşima’ya. Anıtın tepesinde omuzuna turna kuşu konmuş bir kız çocuğunun heykeli vardır. Sadako Sasaki’dir heykeldeki çocuk… 646. turna kuşundan sonra gözlerini yaşama kapayan Sadako’nun etrafında rüzgâr, kâğıtlardan yapılan binlerce turna kuşunu uçurur yaz kış. On binlerce küçük el, savaşlar olmasın, çocuklar ölmesin diye Sadako’nun bıraktığı yerden turna yapmayı hâlâ sürdürmektedir. Tokyo Körfezi’ne demirleyen Amerika donanmasına ait bir gemide, 2 Eylül 1955 gününün sabahı Japonya teslim belgelerini imzalar. Atom bombalarından ölen on binlerce sivil insan için mezarların kazıldığı günlerde, zafer kazanan Amerika’nın bayrağını Japonya’ya taşıyan ve kamaralarından birinde teslim kâğıtlarının imzalandığı geminin adını birkaç yıl sonra Kız Kulesi’nin beyaz duvarına yazılan şu karşılama yazısında görürüz: “Welcome Missouri” Oysa, Ertuğrul fİrkateyni Kız Kulesi’nden top atışlarıyla uğurlanmıştı Japonya’ya!.. Dostluk ve kardeşlik taşıyan Ertuğrul’u selamlayan Kız Kulesi’nin, nice Japon çocuğun katili olan bir savaş gemisini İstanbul’da “Welcome” diye karşılaması, anıt eserin tarihine kara bir sayfa olarak girecektir. ÜNYA ÇOCUKLARININ SEVGİLİSİ... 2. Dünya Savaşı’ndan yenik ayrılan Japonlar, 1950’li yılardan sonra tüm dünyada oyuncak pazarını ele geçirmeye başlarlar… Pilli Japon oyuncakları çıkardıkları sesler, saçtıkları ışıklar ve hareketleriyle kısa sürede dünya çocuklarının sevgilisi olurlar… 1950’li, 60’lı ve hatta 70’li yıllarda Japon malı bir eşya “tel maşa” denilerek küçümsenirken, uzaklardaki dostlarımız dünyanın en güzel, en sağlam oyuncaklarını üretiyorlardı… Bugün dünyaya hükmeden Japon teknolojisi o oyuncaklardan doğmuştur!.. Evlere, fabrikalara, kentlere giren robot, Japonların ürettiği oyuncakların eseridir. Robotun kendinden önce oyuncağı vardı. Japonlar çok değişik konularda o kadar çok oyuncak ürettiler ki, bu oyuncaklar arasında Hiroşima’ya atom bombası atan “Enola Gay” adlı uçağın oyuncağı da vardır. Yalnızca o mu?.. Japonlar, Amerika’ya teslim oldukları Missouri gemisinin oyuncağını da yaptılar!.. Bu iki oyuncak, İstanbul Oyuncak Müzesi’nde sergilenmektedir. Hiroşima’nın yıldönümü olan 6 Ağustos, pazartesi gününe geliyor… İstanbul Oyuncak Müzesi yalnızca pazartesi günleri kapalı… Bu yüzden, Sadako Sasaki anısına düzenlenen kâğıttan turna kuşu boyama etkinliği 7 Ağustos Salı günü yapılacak… O gün, müzemizi ziyaret edenler, saat 10.00’da başlayacak olan etkiliğe katılabilirler. Son söz, büyük usta Oktay Akbal’ın bir kitap adı: “Hiroşimalar Olmasın”… O Milliyetçilik ve Emperyalizm Yüzyılında Balkanlar ve Osmanlı Devleti/ Sacit Kutlu/ İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları/ 572 s. 19. yüzyılda hızlanan ulusçuluk hareketleri içinde öne çıkan “Balkanlar, Balkan halklarına!” sloganı, kısa bir süre sonra Balkan halklarının “kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi mücadelesi” olmaktan çıkarak, büyük devletlerin emperyalist çıkarları tarafından kullanılan bir siyasetin aracı haline getirildi. Emperyalist siyasetin karmaşık çıkar ilişkilerini güden Avrupa diplomasisi Balkanları, yapay olarak yalıtılmış parçalar şeklinde birbirleriyle çatışacak; kan ve gözyaşlarıyla sulanmış bu topraklarda bir arada yaşama koşullarını, değişik kültürlerin birlikteliğini ortadan kaldıracak biçimde böldü. Sacit Kutlu’nun “Milliyetçilik ve Emperyalizm Yüzyılında Balkanlar ve Osmanlı Devleti”adlı yapıtı geçmişi bir tarafa “atarken” tarihin her dönemde yeniden ve farklı koşullarda yorumlanmasının önemine işaret edip, tarih bilincinin sabit ve durağan olmadığını kanıtlamaya çabalıyor. Kitap aynı zamanda 300 kadar gravür, kartpostal ve fotokartla birlikte, Balkanlar’da yaşananlarla ilgili “bellek tazeleme” işlevini de yerine getiriyor. Bereketli Toprağın Renkleri/ Haz: Sabahattin Şen/ Hemen Kitap/ 158 s. “Adana’yı tanıtmak konusunda araştırma yaparken, Çukurova Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi Bedri Aydoğan’ın ‘Adana’nın Ünlü İnsanları’ adlı internet ortamındaki Öncü araştırmasından yararlandığımı belirtmek isterim. Bu çalış aynı misyonu görmektedir. Milliyetçiliğin bu evrensel gerçeğini anlamak için ötekilerin milliyetçiliğine bakmak yeter.” Bu kitap milliyetçiliğin, sanılanın aksine milletini sevmek demek olmadığını, aksine insanların hak ve özgürlüklere yabancılaşıp güdülen koyunlara dönüştürülmesini sağlayan temel bir ideolojik araç olduğunu gösteriyor. ma, Adana’nın bütün renkleri ile Cumhuriyet Dönemi’nde Türkiye ve dünya çapında etkili olmuş bütün Adanalı ünlüleri kapsamıyor.” Bu kitapta Sabahattin Şen, Adana kökenli “ünlü”leri konu alan bir araştırma sunuyor. Atatürk’ün Öngörüleri/ Aydın Keleşoğlu/ Delta Yayınevi/ 286 s. “Dünyanın ufuklarında kara bulutlar görüyorum. Balkanlar birliği kurulabilirse bir Avrupa Birliği’ne yol açar. Batı devletlerinin de er geç birleşmesinde gereksinme olacaktır. İktisadi, siyasi, kültürel ve askeri birlik, hudut olmayacaktır.” Bu kitapta Aydın Keleşoğlu, Atatürk’ün, zaman içinde gerçekleşmiş öngörülerini bir araya getiriyor. Sınırın Güneyinde, Güneşin Batısında/ Murakami Haruki/ Doğan Kitap/ 188 s. Tokyo’nun varlıklı bir mahallesinde, sıradan ve sorunsuz gibi gözüken bir hayat süren Hajime, orta yaşlara geldiğinde yaşamını sorgulamaya başlar. Hayatı boyunca sahip olduklarından daha fazlasını istememiştir. Savaş sonrası yıllarda şansı yüzüne gülmüş, iyi bir evlilik yapmış ve iki kız çocuk sahibi olmuştur. Şehirde iki caz kulübünün sahibi olarak kıskanılacak bir kariyeri vardır. Yine de, hayatı ve kariyeriyle ilgili, rahatsız edici, sinsi bir yetersizlik duygusuna kapılmaktan kendini alamaz. İlk gençliğinde âşık olduğu, akıllı, ancak tuhaf bir yalnızlık duygusu uyandıran güzel Şimamoto’nun anısı, kalbini gölgelemektedir. Yağmurlu bir gecede, eskisinden çok daha güzel ve etkileyici görünen Şimamoto’nun tekrar karşısına çıkmasıyla, hayatı çok daha karmaşık bir hale gelir... Milliyetçilik: Türkiye’nin Çıkmazı/ Erdoğan Aydın/ Kırmızı Yay./ 300 s. “Milliyetçilikle sorunlarımıza çözüm üretilemeyeceği bir yana, dünya ve insanlık da süreğen bir gerilime mahkum edilmektedir. Modern çağ tarihinin de gösterdiği gibi milliyetçilik, insanlığa, ancak ortaçağdaki dinsel ideolojilerle kıyaslanacak denli büyük felaketler getirmiştir. Bütün savaşlar ve artan silahlanma yanında eğitim, sağlık ve kalkınma bütçelerinin kısılması da hep milliyetçilikle meşrulaştırılmıştır. Dahası, insanı ve haklarını, dinin yerini alan yeni bir kolektif kimlikle ezmenin ve egemenlerin çıkarlarına feda etmenin aracı olmuştur milliyetçilik. Sorunlarımızın çözümünü sağlayacak bilinç ve sağduyumuzu tahrip ederek, bizi öteki inanç ve halklara düşman etmekte dincilik nasıl olumsuz bir misyon görmüşse, milliyetçilik de modern koşullarda Türkiye’de Rejim SorunuCumhurbaşkanlığı Krizi ve Yarı Başkanlık/ Mahmut Nedim Eldem/ Sobil Yayıncılık/ 220 s. “Anayasal serüveni doğrultusunda Türkiye’nin siyasal rejim arayışını, bu arayışa çözüm olarak ileri sürülen yarıbaşkanlık ve parlamenter rejim içinde cumhurbaşkanının halkoyuyla seçilmesi önerilerini farklı görüşler çerçevesinde ele alan bu kitap söz konusu sürece birçok açıdan yarar sağlayabilir. Çünkü bu çalışma siyasal rejim, yarıbaşkanlık, halkoyuyla seçilmiş cumhurbaşkanı gibi tartışılan konuların tarihsel dinamiklerinin, kavramsal altyapısının ve siyasi arka planının da tartışılmasına ve anlaşılmasına hizmet edebilir” diyor Mahmut Nedim Eldem. Sınır Ötesi Savaşın Kurmay Günlüğü/ Saygı Öztürk/ Doğan Kitap/ 178 s. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü başta olmak üzere dört kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, üç kez Çağdaş Gazeteciler Derneği, Ankara Gazeteciler Cemiyeti ile değişik meslek kuruluşlarının otuzdan fazla ödülünü alan Saygı Öztürk, 1. Kuzey Irak Operasyonu’nun bilinmeyen yanlarını anlatıyor bu kitapta. İstanbul Bienali’ne katılacak sanatçılar açıklandı Kültür Servisi Koç Holding sponsorluğunda, İKSV tarafından 8 Eylül 4 Kasım 2007 tarihleri arasında düzenlenecek olan 10. Uluslararası İstanbul Bienali’nde, 18’i Türkiye’den olmak üzere dünya güncel sanat çevrelerinde tanınan ya da yeni keşfedilen 96 sanatçı ve sanatçı grubu ve 13 özel proje yer alacak. Küratörlüğünü sanat eleştirmeni ve küratör Hou Hanru’nun üstlendiği 10. Uluslararası İstanbul Bienali’nde 3 ana sergi mekânında 150’yi aşkın proje sergilenecek. Bienal’de ayrıca İstanbul’un çeşitli bölgelerine yayılmış pek çok özel proje de bulunuyor. Hou Hanru tarafından “İmkânsız Değil, Üstelik Gerekli Küresel savaş çağında iyimserlik” olarak belirlenen kavramsal çerçeveye ilişkin yapıtların yer alacağı bienal, kentsel olgulara ve mimari gerçekliğe odaklanıyor. Bir tema çevresinde düzenlenmiş geleneksel anlayışta bir sergi olmayan 10. Uluslararası İstanbul Bienali, izleyiciye mekânlarla doğrudan ilişki kurabileceği katılımcı bir deneyim yaşatacak. Bu yıl Uluslararası İstanbul Bienali’ne Türkiye’den: Apartman Projesi, Selçuk Artut, Kutluğ Ataman, Fikret Atay, Ramazan Bayrakoğlu, Ege Berensel Serhat H. Yalçınkaya Banu Ornat, Banu Cennetoğlu, Burak Delier, Extramücadele, İdil Elveriş Zeren Göktan, Hafriyat, Erdem Helvacıoğlu, Emre Hüner, K2, Ömer Ali Kazma, Ferhat Özgür, studioKAHEM ve Sarkis katılıyor. (www.iksv.org/bienal)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle