Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 AĞUSTOS 2007 CUMA haberler AYDINLANMA EMRE KONGAR 2010 yılında Gazprom, AB’nin talep ettiği gazın 126200 milyar metreküplük kısmını karşılayamayacak Doğalgaz krizi AB kapısında Neriman ÖZCAN Geçen yıl boyunca Moskova ile gaz anlaşmalarını garantiye almak için uğraşan Avrupa ülkelerini uzun vadede başka bir konu endişelendiriyor. Rusya’nın Enerji Politikası Enstitüsü Başkanı Vladimir Milov’un (Eski Enerji Bakanı Yardımcısı) dünya doğalgaz piyasasının en önemli oyuncularından Gazprom’un 2010 yılında kendisinden talep edilen doğalgazın 126200 milyar metreküplük bir kısmını karşılayamayacağını AKP İktidarı: Cumhuriyetçi Demokrasiden Dinci Oligarşiye Ama ne yazık ki “Demokrasi” gökten zembille inmiyor, Cumhuriyetçi bir anayasa yapmakla ve çağdaş yasalar kabul etmekle de hemen uygulamaya konamıyor. Toplumun “Çağdaş Demokrasiyi” özümlemesi uzun bir süreç: Önce Atatürk Devrimlerinin, Aydınlanmanın gerçekleştirildiği Tek Parti Dönemi. Sonra (ne yazık ki) Demokrat Parti’nin “çoğunluk diktatörlüğü” ile yozlaştırdığı bir Çok Partili Dönem. En sonunda da “çağdaş bir demokratik devlet yapısını” öngören 1961 Anayasası. ??? Bu uzun ve acılı süreçlerden sonra kurulabilen, gerçek ve çağdaş “Cumhuriyetçi Demokrasi Dönemi” Türkiye’de ancak 10 yıl sürebildi: 1961 Anayasası ile nihayet uygulamaya sokulabilen bu dönem, yine toplumun demokrasiyi yeterince özümleyememiş olmasından dolayı, dış dinamiğin de etkisiyle 12 Mart 1971 askeri darbesi ile son buldu. ??? Osmanlı Oligarşisi’ne karşı kurulan Cumhuriyet’in temelleri ancak 19231945 arasındaki 22 yıllık çok kısa bir dönemde atılabilmiş, 1945’ten sonra başlayan Soğuk Savaş bağlamındaki AntiKomünizm, “Cumhuriyetçi Demokrasi”nin gelişmek için attığı her adımı ve tabii bu arada Çok Partili Düzeni, kendi oligarşik yapısını oluşturmak için (din, sermaye ve nihayet dinci sermaye bağlamında) yozlaştırmaya başlamıştı. ??? AKP’nin dinci oligarşisinin tohumları, “Cumhuriyetçi Demokrasi”nin Çok Partili Rejimle gelişmeye çalıştığı 1945 yılından itibaren atılmaya başlandı. Birbirinin devamı olan Menderes, Demirel ve Özal’ın oluşturduğu çizgide, dinci oligarşinin hem siyaseti , hem eğitimi, hem sermayesi, hem ideolojisi , hem entelektüel desteği sadece iç dinamikle değil, Soğuk Savaş ve sonradan onun yerini alan Küreselleşme bağlamındaki dış dinamikle de gelişti, 2002 seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan ile iktidara oturdu. 2007 yılı bu “Dinci Oligarşinin” (hem de demokrasi adına) kayıtsız şartsız egemenliğini ilan ettiği tarihtir. C 5 ? İngiltere’nin yaptığı anlaşmalarla 2008 yılında fazladan 75 milyar m3’lük doğalgazın Avrupa’daki ihtiyaca yönlendirilmesi. ? Norveç’ten, doğalgaz sıkıntısı çekecek ülkelere doğalgaz boru hattı inşa edilmesi. açıklaması korkulan bir enerji krizinin kapıda olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Gazprom’un karşılayamayacağı miktarın, Avrupa ülkelerinin enerji talebinin yüzde 25’ine tekabül edeceğini varsayan uzmanlar, gerekli tedbirlerin mutlaka alınması gerektiği konusunda hemfikirler. 47 trilyon metreküp doğalgaz rezervi olduğu sanılan Rusya’nın, bugün Avrupa gazının yüzde 48’ini, 2030 yılında ise yüzde 80’ini karşılayacağı öngörülüyor. Uluslararası Enerji Ajansı’nın raporuna göre de Rusya fiziki olarak Avrupa’nın talebini karşılamayacak. Bu açıktan da en kötü etkilenecek ülke, Rusya’dan en fazla doğalgaz tüketen Almanya olacak. 2000’li yıllardan beri, Gazprom’un gaz üretimi artmadı. Şubat 2006’da Gazprom, doğalgaz veremediği için Rusya’daki elektrik santralları doğalgaz yerine kömür ve mazot kullanmak zorunda kaldı. Problem yeni yatırım yapılmaması değil, Rusya’nın kendi sınırları içerisinde “gerekli ve yeterli” yatırımların yapılmaması. Sadece ihracata yönelik yatırımların yapılıyor olması. Çok yakında Sibirya’daki rezervler tükenecek. Yamal, Stohman ve Sakhalin’in büyük rezervler olmalarına rağmen eksiği karşılayamayacaklar. Köşeye sıkışmış olan Gazprom da kendi imkânlarını kullanarak maksimum gaz miktarını Orta Asya’daki ülkelerden karşılamaya çalışacağını iddia ediyor. Oysa Orta Asya’dan sadece yıllık 105 milyar metreküp doğalgaz çıkarılıyor. Rusya kendi topraklarına yetersiz de olsa yatırım yapmasına karşın bu bölgeye çok daha az yatırım yapıyor. Bu doğalgazın birçok müşterisi bulunması da Orta Asya’daki gazın Avrupa’nın ihtiyacına yönlendirilmesinin önünü tıkıyor. Şimdilik her şey sakin görünüyor. 2000 yılından itibaren Gazprom yeni gaz rezervleri için 15 milyar dolarlık yatırım yaptı. Kıyaslarsak Fransız şirketi olan Total’in bir yılda yaptığı yatırım harcamasına eşit. Almanya, İtalya ve Fransa enerji anlaşmalarını uzattı. Bu çift yönlü stratejiler AB’nin pozisyonunu zayıflatırken uzun vadede doğalgaz bağımlılığına karşı olan serbest ekonomi pazarını da sallayacağından endişe ediliyor. Alman EON, İtalyan ENI ve Fransız Gaz de France şirketleri anlaşmalar yaptı, ancak gaz gerçekten verilecek mi, bunun garantisi yok. Vladimir Milov’a göre, AB’nin büyük ülkelerinin doğalgaz patronu Gazprom’a bağlanması belirsizlik ve kargaşa yaratacağından Avrupa’nın mutlaka kendine uygun başka alternatifler yaratması gerekiyor. KURTULUŞ YOLU Bu konuda, Avrupa altyapısını geliştirip Cezayir ve Mısır gibi ülkelerden sıkıştırılmış gaz ithalatını artırarak kendini kurtarabilir. İngiltere ve İspanya bu yolu tercih eden ülkeler arasında yer alıyor. Sıkıştırılmış doğalgazın dünya üzerindeki stokları değerlendirilirse şantajlardan da korunulacağı düşünülebilir. Vladimir Milov’a göre, Kremlin’in stratejisinin başarısız ve pazar ekonomisine bağlı kalınarak tarafların mağdur olmayacağını belirtti. Ekonomistler haklı olabilir ama konu enerjiyse ekonomistlerin önerileri her zaman dinlenmeyebiliyor. Hormonlar belirleyici Dünya laboratuvarlarıyla aynı cihazları kullansalar da adli yargılamalarda farklı sonuçlar elde edilebildiğine dikkat çeken uzmanlar, “Bizim işimiz insan hakkını korumak için eldeki delillerin ne olduğundan çok kime ait olduğunu bulmak. Haksız yere suçlanan kişilerin tek kanıtı DNA’dır” diye konuştu.DNA Bankası’ndan suçlulara ulaşmanın daha kolay olduğunu ifade eden uzmanlar, ayrıca çeşitli hormon ya da enzim düzeyleri yüksek çıkan kişilerde suç işleme potansiyellerinin de yüksek çıktığını belirttiler. layların o n a y ı s u an ube’ye yet, yüzde 10’un Ş l a n i Krim 0’ını cinay uruyor t 4 ş u e l d o z r ü y çla cinsel su Berivan TAPAN Türkiye’de biri İstanbul’da, diğeri de Ankara’da olmak üzere Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bağlı yalnızca iki kriminal laboratuvar bulunuyor. Yılda ortalama 5 bin olayın incelendiği İstanbul Kriminal Şube’ye yansıyan olayların yüzde 40’ını cinayet, yüzde 30’unu yaralama, yüzde 10’unu cinsel suçlar ve yüzde 20’sini gasphırsızlık suçları oluşturuyor. Yalnızca 22 uzmanın çalıştığı İstanbul Kriminal Şube’de, ortalama 50 bin delilin tek tek analizi yapılıyor. İstanbul Türkiye’nin suç DNA’sı helinin genetik şifresini harf harf okuyabilen cihazlar sayesinde kişinin DNA tanımlaması yapılabiliyor. Tek yumurta ikizleri dışında bir kişinin diğer bir kişiyle DNA’larının tutması ihtimali ise 4 milyarda bir. Olay Yeri Teknik İnceleme ekiplerince elde edilen kan, tükürük, meni, ter, idrar, kıl, tırnak, deri, kemik, diş gibi deliller üzerinde çalışan kriminal büro uzmanları, “DNA parmak izi” adı verilen çalışmayla, canlının tüm özelliklerini ortaya çıkarıyor. Bu teknik ile bir çocuğun parmak izinden yola çıkılarak anne ve babasının tanımlanması yapılabiliyor. 2000 yılında Hizbullah’ın mezar evlerinde bulunan cesetlerden kimlik tespitleri de kemik dokuları üzerinde yapılan DNA incelemeleri sayesinde yapıldı. Bir kişinin öldürüldüğü olayı, olay sırasında unutulan bir bereden yola çıkarak çözdüklerini anlatan uzmanlar, beredeki kepeğin incelenmesiyle suçlunun DNA’sının tespitini yaptıklarını belirttiler. PKK adını kullanarak bir fabrikatöre gönderilen tehdit mektubunun kendi işçileri tarafından gönderildiğinden şüphelenilmesi üzerine kriminal büro tarafından yapılan incelemelerde, mektubu kendi işçisinin yazdığı ortaya çıktı. Kriminal Şube uzmanları, deliller üzerinde yaptıkları DNA analizleri sonucu aralarında Üzeyir Garih cinayeti, bıçaklanarak öldürülen imam Bayram Ali Öztürk cinayeti, Hizbullah’ın mezar evlerinden çıkarılan onlarca cesetler ile HSBC, İngiliz Konsolosluğu ve sinagog patlamalarındaki canlı bombaların kimlik tespitlerinin de bulunduğu birçok olayı aydınlattı. UÇLUYA NASIL ULAŞIYORLAR Suçlular kılıktan kılığa girse de şüp ürkiye Cumhuriyeti Bağımsızlık Savaşı ile kuruldu. Muzaffer Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk (ve birkaç arkadaşı ki bunların arasında komutanlar İsmet Paşa hariç yer almıyordu) Cumhuriyet’i, Saltanat’a ve Hilafet’e karşı kurmuştu. Bu nedenle, Türkiye Cumhuriyeti’nde, Cumhuriyet ile Demokrasi birbirinden ayrılamaz iki hedef, birbirinin, “olmazsa olmaz” önkoşuludur. ??? Saltanat ve Hilafet, bir dintarım devleti olan Osmanlı İmparatorluğu’nun oligarşik yapısını belirliyordu. Osman Bey’in kurduğu devlet, toprak ağaları (asiller) sınıfı içinde tek bir ailenin egemenliğine dayanıyordu. Ailenin bu egemenliği İslam ideolojisi ile bütünleşmiş, Osmanlı Oligarşisi’nin harcı olmuştu.. Devşirme sistemi, (sadrazamlar, vezirler ve tabii yeniçeriler) devlet oligarşisi’nin, Osmanlı Ailesi’ne tehdit oluşturmadan devamı için kullanılmış dâhiyane bir düzendi. Osmanlı’nın dehası timar sisteminde de kendini göstermiş, öteki toprak ağalarının gelişmesini ve Osmanlı Ailesi’ne tehdit oluşturmasını önlemek için, toprak mülkiyetini devlete (Osmanlı Ailesi’ne) mal etmişti. Osmanlı İmparatorluğu’nun bu ideal oligarşisi , (tarihsel açıdan) eleştirilecek değil, övülecek, hatta hayran olunacak bir nitelik taşır. ??? İstanbul’un fethinden sonra zorlanan Batı’nın Amerika’yı keşfi ile başlayan Endüstri Devrimi, bu devrimin tetiklediği teknolojik ve siyasal gelişmeler ve özellikle milliyetçilik akımları, Osmanlı’nın bu ideal oligarşik yapısını yavaş yavaş bozdu, yozlaştırdı, güçsüzleştirdi ve sonunda, İmparatorluğu çökertti. Mustafa Kemal Atatürk’ün dehası yalnız kazandığı Bağımsızlık Savaşı ’nda değil, belki de daha belirgin bir biçimde, “aşağıdan yukarı” oluşamayan çağdaşlaşmayı, “yukarıdan aşağı”, “Cumhuriyet” ekseninde “Demokrasiyi” amaçlayan bir yapıda planlamış ve gerçekleştirmiş olmasında ortaya çıkar. ??? Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü’nün “Cumhuriyeti” kurarken hedefleri hiç kuşkusuz “Demokrasi” idi. T ekongar?cumhuriyet.com.tr; www.kongar.org S ski Amerikan Dışişleri Bakan Yardımcısı Holbrooke Türkiye’de “Ilımlı İslam”ın zaferini kutladı. Bir hegemonya, dünyayı yeniden tasarlıyor, Türkiye’de nasıl bir yönetimin işbaşına geleceğini belirliyor. Ne yapmamız gerektiğini hep “başkaları” söylemedi mi? Ülkeyi nasıl yöneteceğimizi, nasıl bir ekonomi politika izleyeceğimizi, ne kadar demokrasiye sahip olmamız gerektiğini vb?! Bu “öneriler” iyi olsa, belki bir şey demeyiz. Ama tarihi süreç, hepsinin söyleyenlerin yararına çalıştığını gösteren kayıtlarla doludur! Bu öğütlerle Türkiye’nin nereye geldiğinin açık fotoğrafı, bugünün siyasal, sosyal ve ekonomik görüntüsüdür: • Siyasal ve sosyal bakımdan ikiye ayrılmış, birbirine paralel yaşayan iki toplum; dinci siyasal ideolojinin dünyevi hayatı bütünüyle sarıp sarmalamada önemli başarılara imza atması; • Türkiye topraklarının bir kısmının muhtemel Kürt devleti için bir rezerv haline getirilmesi; • Ekonomik bakımdan da: AKP’nin dünyanın en yüksek faizini vererek ekonominin çarklarını döndürebilmesi; büyüme için geçmiş birikim ve zenginliklerimizi satması; Türkiye’de öncelikle üretimi değil daha ucuz ithalatı teşvik etmesi; üretimin ve ihracatın ancak ham ve yarı mamul madde ile makine teçhizat ithalatına bağımlı olması; • Bu politikaların da Türkiye’yi kriz çağrıştıran en riskli ekonomi yapması vb.. 60 yıldır “yönetilen” Türkiye’ye öyle bir elastikiyet verildi ki, hamuru istenilen şekilde yoğuruluyor. E CUMA YAZILARI ORHAN BURSALI ??? “Pazar” yazısında, “hayatın ipini” ne zaman elimizden kaçırdığımız konusundaki tez şuydu: “Üretmeyaratma gücümüzü dışarıya teslim ettiğimiz an”... Oysa genellikle, 19461950 yılında demokrasiye geçişi suçlu görürüz, “karşıdevrim” teziyle açıklamaya çalışırız. Bu görüş “Demokrasiye erken geçtik”, “Demokrasiye geçmeyecektik” sonuçlarını ürettiği için çok tartışmalıdır... Bir ülke “demokrasi” ile de kalkınabilir, sorunlarını çözebilir. Nitekim pek çok ülke bunu başardı. Ancak bunun önkoşulu, “ülkenin ipini elinde tutmak”tır. Buradan kasıt, ülkenin yaratıcı güçlerini alabildiğine ve her yönden geliştirerek, bir “ekonomi” yaratmaktır. Kendi güçlerini özgürleştirmek, üretken kılmak, önündekiardındakikafasındaki engelleri kaldırmaktır. “Ulus”, “Türk’üm Doğruyum”u ezberletmek ile ne yazık ki yaratılamıyor. Başka etnikten insanları ezerek, iterek, kaçırtarak ve siyasal olarak “Türkleştirerek” yaratılamıyor! Ulus’un, uluslaşma sürecinin bunlardan daha çok, ekonomik bir kavram olduğunu, insanın bütün faaliyet alanlarında alabildiğine evrensel ölçekte yaratılarıyla oluşacak bir de İpi Elden Kaçırmak ğerler sistemi olduğunu anlayamadık... Üretici güçlerin bilim, teknoloji ve bütün diğer alanlarda bilinçli politikalarla geliştirilmesiyle Ulus’un oluşacağını ve uluslaşmanın tamamlanabileceğini gören bir ülke politikası olmadı! 19451950 “demokrasi” projesi, o zamana kadar sürdürülen “ulusu oluşturma” projesinin “dışarıdaki güçlerin” ellerine teslimiyle sonuçlandı! “İçeride yaratmak, üretmek” ana politikalarını geliştirerek, çeşitlendirerek ülkeyi inşa etmek politikası yerine, dışarıdan yardımlara ve yönetime öncelik verildi. 1956’dan bu yana 19 IMF ve ekonomi kriz yönetimi, “demokrasiye geçilmesi”ne rağmen, demokrasisiz veya yarım demokrasi yönetimi; solsuz bir ülke ve giderek gelişen bir dinci siyasal akım... Türkiye’nin iradesini 60 yıldır dışarıya teslim eden ve sonuçları üreten, 60 yıldır bu ülkeyi yöneten SAĞCI’lardır! Solcular ise sadece 60 yıldır sopa yemekteler! ??? “Holbrooke şirketi” ve buradaki üyeleri, şimdi bu hamuru istedikleri gibi yoğurmayı başarabilirler mi? (Konu, “Yeni sağcılar” (eskinin solcu zevatıHolbrooke’un işbirlikçileri) ve “Yeni Ulusalcılık” yazılarıyla sürecek...) Çok değerli Prof. Dr. Oktar Türel, Erdoğan’ın seçim hesaplarıyla ilgili bir not gönderdi. Sizlerle paylaşıyorum: 4 Ağustos 2007 tarihli Cumhuriyet’te şu haber yer aldı: “Bazı siyasilerin AKP’yi yüzde 47’ye sıkıştırdığını, öbür taraftan ‘Yüzde 53’ ü ne yapacaksınız?’ diye bazı yorumlar getirdiğini anlatan Erdoğan ‘... Bu seçimlerde yüzde 84 oy kullanılmıştır. AKP bu yüzde 84 kullanılan oyun yüzde 47’ sini almıştır. Eğer yüzde 100 üzerinden bunun hesabını yapacak olursanız, AKP’nin aldığı oy yüzde 55.4’tür’ dedi.” Bu aritmetiğin ima ettiği mantık şudur: (i) Eğer oy kullanmayanların siyasal tercihlerinin oy kullananlarla aynı dağılımı gösterdiği kabul edilirse, tüm seçmenlerin katıldığı bir seçimde AKP’ye 16.3 milyon değil, 19.3 milyon oy verilmiş olacaktı; (ii) bu farazi 19.3 milyon oy, fiilen geçerli oy kullanan seçmen sayısına (yani 35.0 milyon kişiye) bölünürse, elde edilen oran yaklaşık yüzde 55’ tir. Başka bir deyişle, kullanılmamış oyları da kapsayan, farazi bir oy sayısı ile fiilen geçerli oy kullanmış seçmen sayısı kıyaslanmaktadır. İlkçağ sofistlerinin ruhunu şad edecek böyle bir mantığa başvuran bir siyaset adamının ve onu ciddiyetle dinleyen kişilerin varlığı ile lise ve yükseköğretim seçme sınavlarındaki bilim sorularına verilen cevaplardaki başarı düzeyi, kanımca aynı bütünün parçalarıdır. Milli eğitim sistemimiz bu kişileri yetiştirdiği için herhalde “övgü”yü hak etmektedir. Ben de emekli bir eğitici olarak bu “övgü”den payıma düşeni sahipleniyorum. Yaşar Öz bir kez daha gözaltında Susurluk davası sanıklarından Yaşar Öz, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatı doğrultusunda yürütülen çete soruşturması kapsamında, İstanbul ve Antalya polisinin ortak çalışması sonucu Antalya Belek’teki tripleks villasında B.K. adlı kadınla birlikte yakalandı. Polis, Antalya’da düzenlediği operasyonlarda 1’i kadın 9 kişiyi daha gözaltına alırken operasyonun İstanbul ayağında 4 kişi de gözaltına alındı. Operasyonda gözaltı sayısı 15’e yükseldi. Öz’ün de aralarında bulunduğu zanlılar İstanbul polisine teslim edilerek kiralanan otobüsle İstanbul’a götürüldü. Otobüste, baskınlarda ele geçirilen malzemelerin bulunduğu sanılan bazı koliler de İstanbul’a götürüldü. Operasyonun, zanlıların ‘’suç örgütü oluşturmak üzere çete kurduğu’’ iddiasıyla yapıldığı bildirildi. (Fotoğraf: AA) obursali?cumhuriyet.com.tr