28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 PKK’deki sorun lider kadro değil, lojistik ve militan akışıyla ekonomik kaynaklar C haberler SÖZDEN YAZIYA GÜRAY ÖZ 10 AĞUSTOS 2007 CUMA ABD Türkiye’yi oyalıyor Mehmet FARAÇ Tehlikeyi Besleyen larının vaat ettiği tatlı kârlar onları kendilerinden geçiriyor. Kimi yazarların son günlerde ellerinde fenerle kitaba uygun burjuva aramalarının nedeni budur. Siyaset sahnesini “halkın tercihine mazhar olarak” ele geçirmiş olanların yaptıkları ise, bu düzenin gerçekten geçici olanaklarını kullanmaktan ibarettir. Onlar var olan zenginlikleri satarak, dikte edilen ekonomiyi ve iktidarlarını ayakta tutmaya çalışmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Ama satmanın bir sonu vardır. Eldeki avuçtaki bir gün biter. ??? Halkın tercihiyle iktidarlarını bir dönem daha uzatma olanağı bulanların şimdi yapacakları, geride ne kalmışsa satıp savarak finans dünyasının egemenliğine dayanan “serbest” piyasayı ayakta tutmak, emperyalist yeni komşularla uyum içinde siyaset yapmayı sürdürmektir. Bu tablo içinde ılımlı “İslam ülkesi Türkiye”ye bir yer bulunduğunu düşünüyorlar. Bilmedikleri ekonominin tükenen suyunun, kuruyan kuyusunun işleri allak bullak edebileceğidir. İktidar sahiplerinin farkında olamadıkları üç tehlike var: Birincisi Türkiye kapitalizminin istikrarlı geliştiği masalıdır. Bu bir masaldır. Sonu yalnızca işçiler, emekçiler için değil, siyaset sahnesinin egemenleri için de kötüdür. İkincisi ılımlı İslamın içinde büyüyen, serpilip gelişen, dizginleyebileceklerini sandıkları köktenci Taliban, Hizbullah eğilimleridir. Üçüncüsü Amerikan emperyalizminin planlarıdır. Kendilerine biçilen role razı olarak, ABD ile uyum içinde iktidarlarını sürdürebileceklerini düşünüyor olabilirler, ama rolün kapsamından tam olarak haberdar değildirler. ??? Siyaset sahnesinin yenilmişlerine, yani bize gelince, gerçeği görmenin, siyasetin halkın önünde oynanan bir oyun değil, halkın içine taşınması gereken bir mücadele olduğunu anlamanın tam zamanıdır. Görünen tehlikeler, gittikçe ağırlaşan, taşınamaz hale gelen piyasanın beslediği, büyüttüğü tehlikelerdir. Kaybettiğimiz yerde aramadığımız anahtar, gittikçe vahşileşen, soysuzlaşan piyasanın dolanıp durduğu yerdedir. 22 Temmuz seçimleri öncesinde gündeme getirilen bazı PKK’lilerin Türkiye’ye teslim edileceğine ilişkin plan son günlerde yeniden ısıtılıyor. Ancak Öcalan’ın Kenya’dan getirilmesi gibi çok gizli şekilde yapılması gereken böylesi bir operasyon planının genel seçimlerin hemen ardından tuhaf biçimde deşifre olması, ABD’nin terörle mücadele konusunda Türkiye’yi oyaladığına ilişkin ciddi bir kanıt olarak öne çıkıyor. ABD’nin, PKK’nin lider kadrosuna yönelik operasyon yapacağı iddiası tartışılırken Abdullah Öcalan’ın yakalanması ve kardeşinin kalabalık bir grupla örgütten kopmasına rağmen terör grubundaki yapılanmanın giderek ivme kazanması göz ardı ediliyor. PKK üst yönetiminin pasifize edilmesinden önce lojistiği, para akışı ve militan katılımının engellenmesi, beslendiği ekonomik ve siyasi kaynakların kurutulması gerekiyor. PKK’nin son bir yıl içerisinde saldırılarını arttırmasının ardından TSK birliklerinin Güneydoğu sınırındaki hareketliliği sürerken örgütün çökertilmesinde lider kadroya yönelik operasyon artık ilk seçenek olarak dillendiriliyor. PKK’nin üslendiği başta Kandil Dağı ve çevresindeki zorlu coğrafi koşullar, ABD’nin Irak’taki sıkıntılı konumu ve Kürtlerle stratejik ilişkileri nedeniyle örgüte yönelik kapsamlı bir operasyon ilk planda tercih edilmiyor. ABD, PKK’nin sınır dışındaki 5 bin militanıyla hem askeri risk açısından hem de bölgedeki Kürt grupları ürküteceği gerekçesiyle siyasi bakımdan çatışmaya girmek istemiyor. 22 Temmuz seçimleri öncesinde gündeme getirilen bazı PKK’lilerin Türkiye’ye teslim edileceğine ilişkin plan ise son günlerde yeniden ısıtılıyor. Ancak Öcalan’ın Kenya’dan getirilmesi gibi çok gizli şekilde yapılması gereken böylesi bir operasyon planının genel seçimlerin hemen ardından tuhaf biçimde deşifre olması, ABD’nin terörle mücadele konusunda Türkiye’yi oyaladığına ilişkin ciddi bir kanıt olarak öne çıkıyor. MANTIKLI DEĞİL Kaldı ki böylesine bir operasyondan kolaylıkla ve kesin sonuç alınması ihtimali de görünmüyor. PKK’nin tamamen çökertilmesine yönelik bir beklentiyi lider kadronun pasifize edilmesine kilitlemek, geçmişte yaşanan olaylara bakıldığında mantıklı da gelmiyor. Bu saptamaları kanıtlayan gerekçeleri sıralamak gerekiyor: Öcalan’ın 1999 yılında ABD’nin desteğiyle yakalanarak Türkiye’ye getirilmesinin ardından PKK’nin ciddi bir sarsıntı geçirdiği, militanların moralsizliğe sürüklendiği, örgütte küçük çaplı kopmalar olduğu ve eylemsellik açısından da önemli bir düşüş yaşandığı biliniyor. Ancak Öcalan operasyonunun ardından PKK’nin üç kongre yaparak adını birkaç kez değiştirmesi, eylemlerde vurkaç yön temine dayalı bir stratejiye yönelmesi ve Avrupa kadrolarında revizyon yapması ise toparlandığını gösteriyor. Tüm bunlara karşın Öcalan’ın kardeşi Osman Öcalan’ın, lider kadrosunda önemli görevler almış Hüseyin Kaytan, Nizamettin Taş, Kani Yılmaz, Hıdır Sarıkaya, Halil Ataç ve Hıdır Yalçın gibi isimlerle birlikte örgütten ayrılmasının PKK’ye çok ciddi bir darbe vuramadığı da gözden kaçırılıyor. Bu militanların yeri örgüt içinde 10 ile 20 yıl arasında mücadele eden başka isimlerce kolayca dolduruluyor. Osman Öcalan ayrılmasına karşın PKK’nin, Waletparez adlı ekibin, başta Kani Yılmaz olmak üzere, kimi kadrolarına yönelik gerçekleştirdiği öldürme eylemlerinin örgütteki çözülmeyi durdurduğu da unutuluyor. ÖRGÜTÜ ETKİLEMEZ Kandil Dağı’ndaki Murat Karayılan, Cemil Bayık, Bahoz Erdal, Rıza Altun, Duran Kalkan, Ali Haydar Kaytan, Mustafa Karasu ve diğer yöneticilerin gerek TürkiyeABD işbirliğiyle yakalanması ya da pasifize edilmesinin örgütü ciddi biçimde etkileyeceği beklentisi de hayalden öteye gitmiyor. Bunun da iki önemli gerekçesi bulunuyor: PKK’de kadroların yüzde 30’luk bölümü terör eylemlerinin başladığı 1984 yılından bu yana kırsalda mücadele etmeyi sürdürüyor. Çok büyük bölümü yönetici konumuna gelmiş bu teröristlerin, PKK’ye yönelik olası bir operasyonunun ardından boşlukları doldurabileceği varsayılıyor. Kaldı ki böylesine bir operasyonun ardından PKK’nin kentlerdeki birimleriyle Güneydoğu kırsalındaki militan gruplarının kanlı eylemlere yönelebileceği de ciddi bir olasılık olarak değerlendiriliyor. Son 20 yıl içinde 30 binden fazla militanının öldürülmesinin ardından örgütün siyasal beklentilerinin dışında devletle uzun süreli kan davasına girişmesi ve bundan vazgeçmeyeceği de gözden kaçırılıyor. Tüm bunlar PKK liderlerinin Türkiye’ye teslim edilmesini içeren planın örgütü çökerteceği beklentisinin kolaylıkla gerçekleşmeyeceğini gösteriyor. AvrupaTürkiye hattındaki para trafiği, teröristlere 20 yılı aşkın süredir dağlarda barınma olanağı sağlayan lojistik hatlar, militan katılımı, Kürt grupların koruması, Avrupa’daki ekonomik ve siyasal destek engellenmedikçe, PKK’ye yönelik üçüncü lider operasyonunun da ciddi bir sonuç vermeyeceği apaçık ortada duruyor. Zehirli oyuncaklar satışta İstanbul Haber Servisi Mattel Grubu’na bağlı Amerikan oyuncak devi FisherPrice, kurşun bazlı zehirli boya içerdiği şüphesiyle Çin’de üretilen 1 milyon kadar oyuncağını piyasadan çekerken şirketin Türkiye’deki mağazalarında bulunan ürünlerinin satışına devam ediliyor. Fisher Price’in yalnızca ABD, Kanada ve İngiltere basınında yer alan “oyuncakların bazılarında kullanılan boyanın, izin verilenin üzerinde kurşun içerebileceği” yönündeki açıklamasında, oyuncakların çocuklar üzerinde yaratabileceği sağlık sorunlarının boyutları konusunda herhangi bir bilgiye yer verilmedi. Çin hükümeti ise ihraç ettikleri malların yüzde 99’undan fazlasının güvenilir olduğunu bildirdi. 1 Mayıs ve 2 Ağustos tarihleri arasında üretilen oyuncakların çoğunun Sesame Street (Susam Sokağı) serisine ait olduğu, kodları 1097LF’den 1877LF’ye kadar olan 80 tür FisherPrice oyuncağının ise yaklaşık 300 bininin Amerikan pazarında zaten satılmış olduğu belirtildi. FisherPrice’ın yöneticisi Robert A. Eckert de yaptığı açıklamada, bu hatayı düzeltmek ve tüketicinin güvenini tekrar sağlamak istediklerini söyledi. İstanbul’da çeşitli çocuk ürünleri satan mağazalarda yaptığımız araştırmada, birçok mağazanın olaydan haberdar olmadıklarını, FisherPrice tarafından bilgilendirilmedikleri ortaya çıktı. Söz konusu 80 çeşit oyuncağın Türkiye’de bulunmadığını söyleyen mağazalarda ise piyasadan çekilen Sesame Street (Susam Sokağı) serisinden oyuncakların satışta olması dikkat çekti. FisherPrice henüz Türkiye’deki müşterilerine yönelik herhangi bir duyuru veya açıklama yapmadı. Cevahir Alışveriş Merkezi’ndeki Toyzz Shop’tan adını vermek istemeyen bir yetkili, şirket tarafından kendilerine herhangi bir bilgilendirme yapılmadığını belirterek “Haberi okuduk. Elimize henüz bir bilgi gelmedi. Satışlarımız devam ediyor” dedi. Carousel’deki Toys’rs İstanbul bölge satış müdürü ise “Bizde o yasaklanan mallar yok. Ancak aynı firmanın diğer mallarının satışı sürüyor” dedi. ürkiye yeni bir döneme girdi. Kimilerine göre gelişme yolunda hızla ilerliyoruz. Halk seçimlerde “istikrarı” seçmiş, laikliğin tehdit altında olduğunu savunanlara yüz vermemiştir. İçerde ve dışarda yorumlar, Türkiye’nin artık “ılımlı bir İslam ülkesi” olma yolunda büyük bir adım attığı yönündedir. Hamas bize özenmekte, Holbrooke, durumu tescil etmekte, Avrupa’da sevinç ve hüzün, kimi zaman Claudia’nın gözlerinden süzülen yaşlarda kendini göstermektedir. Bizlerse anlı şanlı köşe yazarlarının ifadelerine bakılırsa, yenilmeye doymayan pehlivanlar gibiyiz. Onların istedikleri artık bu duruma teslim olmamız, sesimizi kesmemizdir. Sesimizi kesmemizi isterken, dinci bir faşizmin değirmenine su taşıdıklarının farkında mıdırlar bilemiyorum. Kişisel zafer duygusunun heyecanı onları öylesine sardı ki, gözleri tozun, dumanın, sisin, kirin, pasın arkasındaki gerçekleri görmekte zorlanıyor. ??? Bizim söyleyebileceklerimize gelince; fazla karmaşık değildir. Biz halkın tercihinin böyle ortaya çıktığını, eğer “tercih” esas alınacaksa halkın yanılmadığını, ama yenildiğini söylüyoruz. Bunda bir paradoks arayanlara beklemelerini, kirli ve riyakâr bir suyun yavaş yavaş dizlerinden yukarı doğru yükseleceğini söylemekten başka ne yapabiliriz? ??? Gerçekleri görmenin belki de halkın önünde yapılan siyasal mücadelenin halkın içine taşınamamış olmasıyla ilişkisi vardır. Belki de Türkiye’nin sosyoekonomik sistemi bir yana bırakılmış, siyasetin bu yakıcı zemin üzerinde yapıldığı unutulmuştur. Belki de Cumhuriyetin, demokratik hakların, ülkenin bütünlüğünün, laikliğin savunulması sermaye düzeninin değişmezliği önyargısının kurbanı olmuştur. Gerçekten de ülkemizde laiklik tehdit altındadır, can yakan bir terör hızla tırmanmaktadır. Peki, bu tehditlerin nefes aldığı, beslendiği zemin iyi görülmeden çare bulunabilir, tercihler sağlam yapılabilir mi? Türkiye “serbest” piyasa ekonomisinin çarpık geliştiği bir ülkedir. Türkiye’nin kapitalistleri üretimle değil, her ne araçla olursa olsun kârla ilgilidirler. Kendilerine dikte edilen yeni düzende para piyasa T [email protected] Almanya’da savcılık, bir grup gazeteciyi gizli servisle ilgili bilgileri kamuoyuna açıklamakla suçladı CLAUDIA ROTH: Gazetecilere ‘Neden yazdın’ soruşturması FRANKFURT (Cumhuriyet Bürosu) Almanya’da gizli servis bilgilerini kamuoyuna açıkladıkları gerekçesiyle bir grup gazeteci hakkında savcılıkça soruşturma açılırken olay ülkede tepkilere neden oldu.Haklarında soruşturma açılan gazeteciler, Federal Meclis bünyesinde Alman İstihbarat Servisi (BND) ile ilgili BND Komisyonu’na ait gizli dosyalardan alıntılar yapmakla suçlandı. Ülkenin dünyaca ünlü haftalık haber dergisi Der Spiegel’in, aralarında Genel Yayın Yönetmeni Stefan Aust’un da bulunduğu 5 gazetecisiyle, merkez sol eğilimli etkili gazete Süddeutsche Zeitung’dan 4 gazetecinin bu savcılık soruşturmasına konu oldukları bildirildi. Bu gazetecilerin dışında, günlük gazeteler Frankfurter Rundschau, Tagesspiegel, Die Welt ve Berliner Zeitung ile yayıncıları arasında eski başbakanlardan Helmut Schmidt’in de bulunduğu etkili haftalık gazete Die Zeit’tan gazeteciler hakkında da soruşturma yürütüldüğü öğrenildi. Bu arada Alman televizyonu ARD’nin “Başkent Stüdyosu” hakkında da soruşturma açılması şaşkınlıkla karşılandı. Soruşturmaların, sözü geçen BND Komisyonu Başkanı ve Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) üyesi milletvekili Siegfried Kauder’in talebi ve diğer komisyon üyelerinin desteğiyle açıldığı kaydedildi. ASIN ÖZGÜRLÜĞÜNE DARBE Kauder, “Araştırma Komisyonu, İsviçre peyniri gibi delik deşikti. Dosyalar hakkında bizim önümüzdekilerden daha fazla bilgi basında okunabiliyordu” görüşünü savundu. Al ‘Türkiye laiktir’ BERLİN (ANKA) Alman Yeşiller Partisi’nin Eşbaşkanı Claudia Roth, “Türkiye Müslüman değil laik bir ülkedir” dedi. Roth, “Türkiye’nin AB’ye kayıtsız şartsız katılmasını istediğini” de belirtti. İstanbul’un Ortaköy semtinde, Alman ZDF TV kanalının programına katılan Roth, Türkiye’nin AB üyesi olması gereğini vurgularken şunları söyledi: “ Türkiye’de tabii ki mükemmel bir demokrasi yok ama demokrasi her şeye rağmen işliyor. Türkiye Müslüman değil laik bir ülkedir. Ama Türk halkının çoğu Müslümandır.” AB Haber’e göre Avrupa’da Türkiye’ye yönelik kaygıları anladığını ifade eden Roth, “Ama bu kaygıları Türkiye’nin AB üyeliğine karşı kullanmayı çok yanlış buluyorum” dedi. Türkiye’deki insan hakları sorununa dikkat çeken Roth, “Türkiye’ye bütün kriterleri uygulaması için destek verip bunların hayata geçirilmesi için baskı yapılmalı. Türkiye’yi, bu kriterlerin Türkiye’nin de yararına olduğuna inandırmak gerekli. İnsan hakları ve azınlık haklarının korunması gibi konularda Türkiye mutlaka adım atmalı” dedi. B man Gazeteciler Birliği Başkanı Michael Konken, ARD’yi de içeren bu girişimin basın özgürlüğüne bir darbe olduğunu hatırlatarak “Bu tür kitlesel bir soruşturma daha önce hiç açılmamıştı. Gazetecilerle kaynaklarının gözlerini korkutmayı hedefliyorlar” dedi. Soruşturmalar hakkında özellikle muhalefetteki Sol Parti ile Yeşiller Partisi’nin tepkileri dikkat çekti. rdoğan, İstanbul Milletvekili ve AKP Genel Başkanı olarak Çankaya’ya çıktı ve 15 dakikalık bir görüşmeden sonra Cumhurbaşkanı Sezer’den 60. hükümeti kurma görevini aldığını söylemek için gazetecilerin karşısına geçti. Yaptığı açıklamadan ortaya çıkan sonuç Başbakan’ın, yeni kabinesini oluşturmak için bir süre ayak sürçeceğini ortaya koyuyordu. Seçimden, yüzünün akı ile çıkmış ve başarısını 550 kişilik parlamentonun 341 sandalyesine AKP’li milletvekillerini oturtacak şekilde sayısal bir üstünlükle kanıtlamış olan Erdoğan’ın, yeni bir kabine oluşturmasını sağlamak için uzun uzun düşünüp taşınmaya gerçekten ihtiyacı mı var ki böyle bir süreçten söz ediliyor? Bugün AKP Meclis Grubu’nu oluşturan milletvekillerinin, önemli bir bölümüyle geçen yasama döneminde beraber çalışmış olan Erdoğan’ın, yeni seçilmiş olanların içinden kimleri bakan olarak görmeyi düşündüğü de üç aşağı beş yukarı belli. 9 Ağustos Perşembe günü ilk turu yapılacak TBMM Başkanı seçimi için önünde en azından bir Bülent Arınç engeli bulunmadığı da biliniyor. Ülkenin içeride ve dışarıda onca sorununa eğilmek için her yeni seçim sonrasında aranılan, ilk ateşlemeyi sağlayacak heyecanın kaybolmasını beklemeden yeni yüz E DÜZ YAZI ORHAN BİRGİT lerle eski tecrübelileri içerecek bir Bakanlar Kurulu’nun başına geçmesi için daha fazla ayak sürümesinin gereği ne o halde? Bazıları, 60. Cumhuriyet Hükümeti’nin onay tezkeresinin altında AKP’nin içinden gelmiş bir Cumhurbaşkanı’nın imzasının olmasının beklenebileceğini söylüyorlarsa da; bence “illa” bu tür fantezilere saplanmanın gereği de yok. Yok ama, ortada 11. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve o seçim için kendisini “değişmez aday” olarak görmekte ve göstermekte ısrarlı bir Abdullah Gül’ün oluşturduğu engebenin bulunması Erdoğan’ı, zaman faktörüyle işbirliği yapmaya zorlamaktadır. Açıklamasını televizyonda izleyenler, bir gazetecinin Başbakan’ın “kardeşim Abdullah”ın Çankaya’ya çıkma ısrarı karşısındaki sıkıntısını ortaya koyan sorusuna verdiği yanıtı dinlemiş olmalılar. Bir dizi soru arasından, en doğrusu ve can alıcısını Başbakan’a yönelten o gaze Du Bakali N’olacak? teci meslektaş, 60. hükümetin oluşturulup açıklanması sırasında, “kardeşim Abdullah”ın Bakanlar Kurulu dışında kalmasının tek koşulunun, kendisinin o kurulu onaylayacak makamın sahibi seçilmiş olmasına bağlamıştır. Abdullah Gül, geçici olduğu bilinen 58. hükümette Başbakan’dı. Görevini Erdoğan’a devrederek kurulan 59. hükümette Başbakan Yardımcılığı’nı ve Dışişleri Bakanlığı’nı üstlendi. İyi bir politikacı olsa da başarısız bir Dışişleri Bakanı olarak görevini kurulacak yeni hükümette de sürdürecek mi? Yoksa, Çankaya’ya taşınarak, yeni koşullar içerisinde ılımlı İslam politikasının kalıcı olması için AKP hükümetinin hazırlayacağı yasa ve kararnameleri onaylayacak, yüksek yargı organlarında ve öteki anayasal kurumlarda Cumhurbaşkanı’nın atayacağı bürokratlar kadrolaşmasının temellerini sağlam olarak atmanın uğraşını mı verecek? Gül, içinde gizlenmiş narsist dürtüleri dışa vurduran bu adaylık olayından sonra, AKP mitinglerinde Cumhurbaşkanlığı’nın halk tarafından onaylanmış olduğu kanısıyla, fiilen yeni parlamentoda bu göreve seçilmiş olsa, anayasanın istediği devletin tarafsız başı olabilecek midir? Yoksa AKP mitinglerinde, selefini utanmadan yuhalayan ve kendisini alkışlayarak ajite eden yığınların etkisi altında mı, o makamı temsil etmeye çalışacaktır? Türk halkının tevekkülü, uzak geçmişinden bu yana bilinir. O kadar bilinir ki, kendi sabırlı beklentisini, “du bakali n’olacak” fıkrasına yerleştirip bir dönemin Osmanlı Sarayı’nın vazgeçilmezleri arasında yer alan siyahi bacılara söyleterek bugünlere taşımıştır. Abdullah Bey, Erdoğan’ın Bakanlar Kurulu oluşturma konusunda niçin ayak sürçmek istediğini iyi okumalıdır. Cumhurbaşkanlığı olayını bir sorun olarak germek, AKP içinde ya da dışında başka kimsenin o makamı kendisi gibi temsil edemeyeceğini sanmak gibi bir saplantıyla çıkılacak Çankaya yolculuğunun yedi yıllık süresi için, daha bugünden başladığı gizlenemeyen başdönmesi sadece kendisine değil, partisine de, ülkeye de ne getirir, ne götürürün hesabını soğukkanlılıkla yapmalıdır. AB’NİN RAPORU DTP rahatsız ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) AB Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’nün hazırladığı ve “DTP’nin bir şekilde PKK’ye bağlı olduğu” değerlendirmesinin yer aldığı rapor, partili milletvekilerini rahatsız etti. DTP Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal, “provokatif” diye nitelendirdiği raporun AB’nin görüşünü yansıttığına inanmadığını söyledi. AB Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’nün hazırladığı “Kürt sorunu” başlıklı rapor, DTP’lilerde rahatsızlık yarattı. DTP Muş Milletvekili Sırrı Sakık, raporu görmediğini, o nedenle bir açıklama yapmayacağını söylerken Akın Birdal tepki gösterdi. Birdal, raporu hazırlayanların, DTP ile PKK arasındaki bağlantıya ilişkin ellerinde somut bir belge varsa ortaya koymaları gerektiğini söyledi. Bu raporu hazırlayanların iyi niyetli olmadığını, rapordaki yaklaşımların AB’nin temel ilkeleriyle uyuşmadığını da kaydeden Birdal, “Raporu hazırlayanların, Türkiye’nin istikrarsızlığından yararlanmak isteyen bir kesimin görüşlerini yansıttığını düşünüyorum” dedi. Avrupa’nın DTP’nin parlamentoya girmesini bir “şans” olarak değerlendirmesi gerektiğini kaydeden Birdal, “Bu son derece farklı, provokatif ve polisiye bir rapordur” diye konuştu. obirgit?ekolay.net
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle