Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 C kültür 10 AĞUSTOS 2007 CUMA Münster Heykel Projeleri 30 Ekim tarihine dek izlenebilecek LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL ndokuz yaşındaki Orhan Kaya’nın Telgraf gazetesinin birinci sayfasında verilen intihar haberini okuduğumda, fotoğrafına bakarak “Bu yaşta yaşamdan bıkılacak neyin olabilirdi senin canım kardeşim” diye düşünürken, arkadaşım İlker aradı. Büyükçe bir binanın penceresinden kendini atan, hastanede son saatlerini geçiren ortak bir arkadaşımızla ilgili haberi verdi. Tek kelimelik bir haber: “Kaybettik...” Söyleyecek çok sözü olan, bu nedenle uzun cümleler kuran, düşündüklerinin çılgın bir nehir gibi akmasını sağlayan kelime haznesine sahip bir kuşağın mensuplarıyız biz. Aynı kuşağa mensup İlker’in ağzından çıka çıka tek bir kelime çıkabildi: “Kaybettik”. Kısalığına ters olarak, bizim için çok şeyi ifade eden uğursuz bir sözcüktür bu. Çünkü, “kaybedilen” sadece bir arkadaş değil, ortak bir geçmiştir aynı zamanda. O geçmişten gelen ama kendini pencereden aşağıya atan arkadaşımız, daha önce elinden uçup giden umutlarını takip etti aslında. İnsanı önce umutları terk ediyor, malum. Bu, son bir ay içinde kaybettiğim ikinci arkadaşım. Kendini asarak yaşamına son veren Recep’in ardından, ailesinden izin almadığım için adını veremeyeceğim bu arkadaşım da, ruhunda var olan “devrimci”liğe (muhtemelen) uygun sandığı bir kararla hayatına son verdi. Arkasından “hayatı alt etti” türünden bir takdir duygusu bırakacağını da düşünmüştür herhalde. Eğer böyleyse, ciddi bir yanılsamadır arkadaşımızı intihara sürükleyen. ??? Recep’in acısıyla baş etmeye çalışırken, 19 yaşındaki Orhan’ın fotoğrafına bakıp, sevenlerini, arkadaşlarını ne durumda bıraktığını düşünüyordum. “İyi ki çok yakınında değilim” türü bir bencilce rahatlığım da vardı, doğrusunu isterseniz. Çünkü ben “sıramı savmıştım”. Daha geçen ay bir arkadaşım intihar etmiş, payıma düşen acıyı yaşamıştım türünden bir “rahatlık” yani. İlker’in telefonu, bu bencilliğime tokat gibi indi. Bir ay içinde ikinci kez, yine bir arkadaş kaybının derin acısı sardı benliğimi. 19 yaşındaki Orhan’ın arkadaşları, sevenleri “acı ortağım” oluverdiler birden. Sesini yükselterek konuşan, konuşurken elini kolunu sallayan, kendisine itiraz edildiğinde işi anında şakaya vuran birini düşünün. Gören, moralden başka bir şeyi yok bu adamın derdi. Tanıdığım ilk yılları için geçerlidir bu en azından. Zamanla, biriktirilmiş ne kadar bunalım yüklendi Halka açık çağdaş sanat Necmi SÖNMEZ 1977’den beri her on yılda bir (1987, 1997) Kuzey Almanya’nın Münster kentinde düzenlenen “skulptur projekte Münster” sergilerinin dördüncüsü aşağı yukarı Venedik Bienali, documenata sergileriyle birlikte neredeyse eşzamanlı olarak açılmıştı. 1977’den beri düzenli olarak Çağdaş Alman Sanatı’nın perde arkasındaki en önemli güç merkezlerinden biri olan sergi yapımcısı Kasper König tarafından organize edilen bu sergi projesi, uluslararası sanatçıları halka açık mekânlarda çalışma üretmeye davet ederek farklı sanatsal yorumları ortaya çıkarmayı hedefliyor. Bu kez Brigitte Franzen ve Carina Plath’in yardımcılığında 34 sanat projesini doğduğu kent olan Münster’de gösteren König’in geliştirdiği sergi modeli ne yazık ki kelimenin tam anlamıyla “eski” ve halka açık alanlarda riskli çalışmalar gerçekleştiren sanatçıların geliştirdikleri “güncel” sorgulamalardan uzak. Mike Kelly’nin iki üç keçiyi, eşekleri, tavukları ve bir ineği çocukların okşaması için yan yana getirmesi, Dominique GonzalesFoerster’in “Memory Garten” olarak 1977’den beri Münster’de gerçekleştirilen heykellerin küçük sevimli modellerini sergilemesi, Nairy Baghramian’ın kelimenin tam anlamıyla 1960’ların sanat estetiğini yansıtan kumaş paravanları, Marko Lehanka’nın kırık surflerden yaptığı rüzgâr gülü, Isa Grenzken’in bebek arabaları, güneş şemsiyeleri ne yazık ki Münster’i dekore etmekten öteye geçemiyor. Bu çalışmalara karşılık Tue Greenfort’un kentin ortasındaki Aasee gölünün su kalitesini yükseltmek için yerleştirdiği su tankı, Dora García’nın bir tür Dilenci Operası kurup figürlerini kentin değişik yerlerine yerleştirmesi, Annette Wehrmann’ın Aasee gölünün kenarında kurmaya çalıştığı “AaspaWellness” oteli en azından eleştiren, sorgulayan bir sanatçı tavrını sergiliyor. Andreas Siekmann’ın Berlin başta olmak üzere birçok kentte meydanlara yerleştirilen plastik ayıları, inekleri, atları parçalayan bir makineyi ve bu makineden çıkan parçalardan bir araya getirip gerçekleştirdiği büyük heykeli, Hans Peter Feldmann’ın kentin göbeğindeki Domplatz tuvaletlerini baştan aşağıya yenileyip lüks bir ortama dönüştürmesi dikkati çeken projeler arasında. En yetkin proje ise hiç kuşkusuz Pawel Althamer’in kent merkezinin uzağındaki Dayatılan, ‘Ölüm Kültürü’dür... kim bilir? Daha acı olanı söyleyeyim isterseniz. Recep’in cenaze töreninde, arkadaşlar ondan söz ederlerken, “sırada o var” dediler sık sık. “Sırasını” bilirmiş gibi, Recep’in intiharından bir ay sonra kendini binadan atıp gidişine bakarak, “bu hepimizin bildiği ölümdür” dersek yanlış söylemiş olmayacağız. Garip, zavallı, çaresiz bir insan yığınına dönüştük. “Sıra onda” diyerek, adeta parmakla gösterir gibi olduk kimi arkadaşlarımızın muhtemel sonlarını. Uğursuz birer kahin durumuna gelişimiz trajedidir. Kimsenin göremediği ölümü bizler, yani “Arkadaşları Sık Sık İntihar Edenler”, parmağımızın ucuyla gösterebiliyoruz. Bu, kanıksamaktır artık. Bir süre sonra “tatile gitti” rahatlığıyla “O mu? İntihar etti” diyecek hale geleceğiz. Geldik de belki. Bunun olgunlukla, “ölüm” gerçeğini kabul etmekle ilgisi yok. Kabul etmek olgunluk olabilir, ama “kanıksamak” duyarsızlıktır. Duyarsızlığa doğru gidiyoruz. Genelde göçmenlere, özelde mültecilere, bilerek ya da bilmeyerek bir “ölüm kültürü” dayatıldığının farkında mıyız? Başka çare bırakmıyorlar çünkü. Kendini asan Recep de, kendini pencereden atan “o” da, protesto aracı olarak kendi bedenlerini, eylem alanı (!) olarak da ölümü seçtiler. Başka seçenek bırakılmadı çünkü onlara. Sosyal sorumluluklarının bilincinde, dönüşüme, dönüştürme yasasına inanmış, insanın bu yasaya uygun yaşaması gerektiğini savunmuş, ölümden korkmayan, yaşama da saygı duyan insanlardı bunlar. Savundular ama savunduklarını en azından “yaşayarak” hayata geçiremediler. Bu, artık çok fazla. Ne olacağı konusunda bir fikri varsa bile insanın, bu tür bir ölümü hemen kabullenmesi kolay olmuyor. Nasıl olsun ki? Çünkü mutlaka bir çıkış yolu vardır diye düşünürüm. O yolun bulunma olasılığı kafalarından çıkıp gittiği için biri kendini astı, diğeri boşluğa savurdu. O “olasılık”ı anımsatacak eş, akraba, arkadaş, dost, hiç kimse yanlarında değildi, değildik. Yanılsamalarında, kendilerini haklı görmelerine yol açacak yalnızlığı biraz da biz hazırladık. Elimizden bu kadar mı kolayca kayıp giden yaşamları olacaktı arkadaşlarımızın? Benim arkadaşlarım 40’ı geçmişlerdi, 19 yaşındaki Orhan Kaya’nın, yaşamda yorulacak vakti bile olmaması gerekirdi. “Güzel günler göreceğiz çocuklar, güzel güneşli günler” dizesi, sadece bir dizeyse, üzülürüm. Hem de çok. O FARKLI TEMALAR Uluslararası sanat sergilerinin vazgeçilmez yaşlı yıldızlarıyla (Bruce Nauman, Isa Grenzken, Mike Kelley, Martha Rosler, Guillaume Bijl) sanat piyasasının çok sevdiği orta kuşak sanatçılarının (Thomas Schütte, Manfred Pernice, Rosemarie Trockel) yanı sıra Tue Greenfort, Dora García, Martin Boyce, Annette Wehrmann, Elmgreen&Dragset, Clemens von Wedemeyer gibi ilginç genç kuşak temsilcilerinin zenginliğini, güzelliğini her adımda turistlerin gözünün içine sokan Münster kenti için gerçekleştirmiş oldukları projeleri belli bir tema altında toplamak mümkün değil. yeşil bir alanda izleyicilere yürümeleri için yaklaşık 3 km sessiz bir patika yolunu önermesi. Sadece yürüyen izleyicilerin arkalarında bıraktıkları izlerle belirginleşen bu patika yol, hem Münster hem de burada yaşayanlar hakkında oldukça önemli duyumları izleyicilere yalın bir şekilde aktarmayı başarıyor. (http://www.skulpturprojekte.de) AsyaArap sinema dünyasının en önemli buluşması “OSIAN’s CineFan” 29 Temmuz’da sonuçlandı Büyük ödül Zhang Lu’nun Uğur HÜKÜM YENİ DELHİ AsyaArap sinema dünyasının en önemli buluşması “OSIAN’s CineFan” 29 Temmuz’da sonuçlandı. Bu yıl 9.’su Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi’de düzenlenen festivalin büyük ödülünü Kore kökenli Çinli yönetmen Zhang Lu (d.1962) “Desert Dream” isimli filmiyle kazandı. Pekin ekolünün parlak öğrencilerinden sayılan sinemacı 3. uzun metrajlı çalışmasında MoğolistanÇin hududundaki bir çöl köyünde doğa ve yaşama mücadelesi veren bir avuç köylünün serüveni ni işliyor. 2029 Temmuz tarihleri arasında yapılan festivalin resmi yarışmalı bölümü bu sene alanını genişleterek dünyada bir ilke imza attı ve “OSIANS’s CineFan Asya ve Arap Sineması Festivali” başlığını aldı. Böylelikle hangi kıtada olursa olsun tüm Arap dünyası sineması kendine yeni bir kürsü, vitrin olanağı sağlamış oldu. Tunuslu Nouri Bouzid’in (d.1945) “Making Of”unun Jüri Özel, aynı eserin başrol oyuncusu Lotfi Abdelli’nin de En İyi Erkek Oyuncu ödüllerine layık görülmesi bu genişlemenin ilk olumlu ürünleri olarak kendini gösterdi. En İyi Kadın Oyuncu ödülü ise Filipinli yönetmen Brillant Festivalde büyük ödülü Çinli yönetmen Zhang Lu’nun ‘Desert Dream’ adlı filmi aldı. oluşturan Hint Yarışması’nda yer alan 9 filmden en iyisi Güney Hindistan’ın Tamil bölgesindeki ücra bir köyde geleneksel ilişkiler ve şiddeti ustalıkla yansıtan Ameer Sultan’ın (d. 1962) “Paruthiveeran”ı seçildi. Uluslararası Eleştirmenler Birliği (FIPRESCI) Ödülü’nü Taylandlı sinemacı PenEk Ratanaruang “Ploy” isimli filmiyle alırken Asya Sinemasını Geliştirme Ağı (NETPAC) Ödülü’nüyse Malezyalı genç yönetmen Deepak Kumaran Menon’un (d.1979) FRESCOES bölümünde gösterilen “Dancing Bells” başlıklı eseri kazandı. Aynı bölümde gösterilen Reha Erdem’in “5 Vakit”i de büyük beğeni topladı. 36 ülkeden 140’ın üstünde filmin gösterildiği festivalde 4’ü yarışmalı 12 bölüm vardı. Aralarında konuşmacı olarak, sinema yazarıaraştırmacı Gönül DönmezColin’in de olduğu “Asya Sineması Tarihi” semineri ve TÜRSAK Başkanı Engin Yiğitgil’in de yer aldığı “Niçin Festivaller” başlıklı yuvarlak masa toplantıları da festivali zenginleştiren faaliyetlerdendi. Festivalin açılışını, tamamen Azeri Türkçesiyle çekilmiş İranlı Azeri Babak Şirinsefat’ın (d.1970) “Raami”si yaparken kapanış Mısırlı Jüri Başkanı Hala Khalil yönetimindeki “Cut and Paste”le geldi. kemalerdemol@yahoo.co.uk Eşcinselliği ele alan filmlere ödül Mendoza’nın “Foster Child” filmindeki anne rolüyle Cherry Pie Picache’ye gitti. AsyaArap Sineması Yarışma bölümünde 2 İran, 2 Tunus, 1’er tane de Çin, Endonezya, İran, İsrail, Güney Kore, Lübnan, Tayland olmak üzere toplam 11 film vardı. 5 kişilik jürinin başkanlığını Mısırlı kadın yönetmen Hala Khalil üstlenmişti. 36 ÜLKE KATILDI Festivalin ikinci önemli bölümünü anımlanamayan bir Mısır freski, bir Afrika putu ya da “T bir Girit tablosu:Pirosmani’nin işleri bunların arasında sayılmalı. Onu gerçekten algılayabilmenin tek yolu bu... Bir Pirosmani görünce, insan Gürcistan’a inanç duymaya başlar.” Yurttaşı Grigol Robakidze, benim Gürcü ressamım Pirosmani’yi böyle tanımlamış. Gerçekten öyledir, insan Pirosmani’yle karşılaşınca, eşsiz bir ülkeyi, eşsiz bir görsel zenginliği ve yavru karacaların ürkek gözlerini keşfeder. Benim için de böyle olmuştu, yıllar önce henüz parçalanmayan Sovyetler Birliği’ne gittiğimde, “Gorbaçov zamanı” Moskova’da bir müzede gezerken Pirosmani’ye rastladım ve ilk görüşte aşk gibi, çarpılıp kaldım. Sonra izini sürdüm ve koskoca Moskova’da sayısız kitapçı dolaştıktan sonra sadece iki Pirosmani kitabı bulabildim. Onlar benim için Sovyetler’den getirdiğim en değerli şeylerdi. Nasılsa bulurum diye de bu iki kitabı, Pirosmani’yi en az benim kadar seveceklerine emin olduğum iki dostuma armağan ettim. Ve sonra pek çok ülkenin kitapçılarında Pirosmani aradım ve bulamadım. Ama şimdi elimde bir Pirosmani kitabı var, bu nedenle Pirosmani’nin az AL GÖZÜM SEYREYLE IŞIL ÖZGENTÜRK Benim Gürcü ressamım yor, kurduğu stüdyoyu kapamak zorunda kalıyor ve ekmek, şarap ve boya karşılığında “duhan” adlı Gürcü meyhanelerinin duvarlarını süsleyerek yaşamını sürdürüyor. Çoğu zaman da o meyhanelerde yatıyor ama asla resim yapmaktan vazgeçmiyor. Bir de aşktan... Evet, Pirosmani meyhanelerde, kahve köşelerinde, parası elvermişse bodrum katlarında kiraladığı küçük odalarda sürdürdüğü hayatını, aşkla, resimlerle zenginleştiriyor. Yıl 1909. O zamanlarda da dünya fazlasıyla küçük, sirklerde dans edip şarkı söyleyen güzel mi güzel bir Fransız kızının yolu Tiflis’e düşüyor. Pirosmani kadını görür görmez adeta aklını yitiriyor. Niko için o gökten inmiş bir melek. Ve o gönlünün bütün zenginliklerini, duyarlılıklarını ve o nahif fırçasını bu gökten in sayıda da olsa eserlerini ülkemize getiren ve sergilenmesini sağlayan ‘Suna ve İnan Kıraç Vakfı’na teşekkür borcum var. Benim Pirosmani maceram bu kadar; gelelim gerçek bir macera, aşk ve özgürlük ustası Pirosmani’ye. Onun hayatı dünyadaki büyük ressamların hayatlarına benziyor, anlaşılamamak, yoksulluk ve ölümüne resim yapmak. Küçük adı Niko olan Pirosmani, 1862 yılında Gürcistan’nın Kaheti bölgesindeki Mirzani köyünde, köylü bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geliyor. Ve yaşamının büyük bölümünü Tiflis’te geçiriyor. Bütün nahif ressamlar gibi hiçbir eğitim almıyor ve başlıyor resim yapmaya. Yaptığı ilk resimler tabela siparişleri ve çoğu da muşamba üstüne, arada gönlüne göre yaptığı resimler de var, en çok da karacalar. Ama olmu miş meleğe sunuyor. Ve en güzel eserlerinden birini yapıyor; “Aktris Marguerete”, ama bu arada kara gözlü karacalarından da asla vazgeçmiyor. Bütün melekler gibi Pirosmani’nin meleği de bir gün çekip gidiyor ve geriye kederli ama daha da çok resim yapmak arzusuyla yanıp tutuşan bir Pirosmani kalıyor. Ve gün 1912’ye geliyor. Gürcü, Rus ve Avrupa avangardının aktif temsilcilerinden biri olan şair İlya Zdaneviç ile ressam kardeşi Kiril Zdaneviç ve sanatçı Micheal Le Dantiu, Pirosmani’yi keşfediyorlar. Moskova ilk kez Pirosmani’yle tanışıyor. Ancak Pirosmani Moskova’da mutlu olamıyor ve yeniden Tiflis’e dönüyor. 1918 yılında da ölüyor. Mezarının yeri belli değil. Bu kitaplarda trajik bir olay olarak anlatılıyor; nedense bana hiç trajik gelmiyor, meyhanelerin ressamına böyle bilinmeyen mezarlar yakışır, o nasılsa karacalarının kara gözlerinde ürkek bakışlarla dünyayı seyrediyor. Not: Pirosmani sergisi 01.08.2007 07.10.2007 arasında Pera Müzesi’nde. Bence saflığın bu güzel çocuğuyla tanışın. isilozgenturk@gmail.com Kültür Servisi Yedinci sanatın kilometretaşlarından ‘64. Venedik Uluslararası Film Festivali’ 29 Ağustos8 Eylül tarihleri arasında yapılacak. Etkinliğin ana amaçlarından biri, “bir sanat olarak sinemadaki farklı bakış açılarını, bir eğlence aracı olmasının yanı sıra endüstri yanı olduğunu da unutmayarak hoşgörü ve sağduyuyla yansıtmak’’ olarak açıklanıyor. Bu yıl başkanlığını Çinli yönetmen Zhang Yimou’nun yaptığı büyük jüride Catherine Breillat, Jane Campion, Emanuele Crialese, Alejandro González Iñárritu, Ferzan Özpetek, Paul Verhoeven yer alıyor. Festival, ‘Uluslararası Yarışma’, ‘Yarışma Dışı’, ‘Orizzonti’ ve ‘Corto Cortissimo’ olmak üzere dört ana başlıkta göste rimlere yer veriyor. ‘75. yıl Altın Aslan’ ödülü Bernardo Bertolucci’ye, ‘Yaşamboyu Başarı Altın Aslan’ı Tim Burton’a sunulurken, ülkemizde de sevilen bir tür olan ‘Spagetti Western’ler için özel bir retrospektif kuşağa yer veriliyor. YENİ BİR BÖLÜM Bu yıl ilk kez yer verilecek bir yarışmalı bölüm de ‘The Queer Lion’. Bu yeni yarışmalı bölümde, gay karakterlerin yaşadıklarını ya da bu olguyu eksen alan filmlere yer verilecek. Bu bölümün başkanı Daniel Casagrande, daha önce yaptığı açıklamalarda bu bölümü kabul ettirmenin dört yıllarını aldığını söylemişti. Bu kapsamda bir ödül. 21 yıldır Berlin Film Festivali’nde ‘Teddy Award’ adıyla verilmekte.