23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 AĞUSTOS 2007 CUMA söyleşi Avrupa Parlamentosu milletvekili Vural Öger’le Türkiye’nin AB üyeliğini konuştuk: C O R T R 11 AB’nin laiklik algılaması farklı SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU 22 Temmuz seçimleri ve sonrasında sadece iç politikaya odaklandıktan sonra gözümü biraz da AB’yle ilişkilere çeviriyorum. Avrupa Parlamentosu sosyalist grup üyelerinden Vural Öger’le Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği, Avrupa’daki Türk imajını ve Avrupalı elitlerin bizim AKP hükümetine bakışını konuşuyoruz. Öger’in ilginç tespitleri var. Avrupa’nın Türkiye’ye bakışını anlatırken genelde AKP’nin icraatından memnunluk duyulduğu izlenimini ediniyorum. Öger bir de şunu söylüyor: “Avrupa içinde AKP’nin Türkiye’yi değiştirecek ve dönüştürecek parti olduğuna inanılıyor.” Öger’in uzun vadede AB’nin Türkiye’yi bünyesine alacağından hiç kuşkusu yok. “Artık Türkiye treni kalktı. Bunu hiç kimse durduramaz. Ama biz bunun bilincinde değiliz” diyor. Bir de şunu eklemeden duramıyor: “Bugün İslamcı zihniyetle Türk toplumunu yeniden inşa etmeye kalkışmak çok yanlış olur.” Siz Avrupa Parlamentosu üyesisiniz. Her zaman da Avrupa’da Türkiye’nin imaj sorunu olduğunu söylersiniz. Nasıl bir imaj sorunu bu? Anlatır mısınız? ÖGER Türkiye’nin imaj sorunuyla ilgili bence üç ana unsur var. Birisi eski OsmanlıAvrupa savaşlarından kaynaklanan tarihsel köklere dayalı bir imaj. 1960’lı, 1970’li yıllarda Avrupa ülkelerine işçi olmak için göç eden kırsal kökenli insanlarımızın o ülkelerde yarattıkları imaj var. Bunların sayısı bugün 4.5 milyonun üzerinde. Bir de Türkiye’nin bir Müslüman toplum olmasından kaynaklanan İslam imajı var. Bu zaten uzun yıllardır Batı ve İslam dünyasının çatışmasından kaynaklanıyor. Bu üçü bir araya gelince ortaya bir Türkiye imajı çıkıyor. Bugünkü Türkiye’yi yakından bilmeyenler ve Türkiye Türkleriyle yakından teması olmayanlar önyargılarla dolu oluyorlar. Eski Almanya Başbakanı Gerhard Schröder’le beş yıl önce yediğimiz bir akşam yemeği sırasında, “Burada üç milyon Türk yaşıyor. Ben oğlumun tarih kitabına baktım. Elli altmış sayfa eski Roma, elli altmış sayfa eski Helen’ler hakkında bilgi veriliyor. Ama Türkiye’yle ilgili iki cümle var. Onlar da şu: ‘Türkler 1453’te Bizans’ı aldı. 1683’te Viyana kapılarından geri çekildi.’ Oysa sizin Osmanlı ve Cumhuriyet tarihiyle ilgili tarih kitaplarınıza bilgiler sokmanız lazım” dedim. Bana hak verdi. Demek istediğim, Türkiye hakkında çok az bilgileri var. Ancak Türkiye’ye gelip Türklerle temas ettikten ve Türkiye’deki hayatı gördükten sonra önyargıları azalıyor. ‘ 1960’lı, 1970’li yıllarda Avrupa ülkelerine işçi olmak için göç eden kırsal kökenli insanlarımızın o ülkelerde yarattıkları imaj var. Bunların sayısı bugün 4.5 milyonun üzerinde. ’ bir imaj kampanyasına ihtiyacımız var, diye düşünüyorum. İyi de, Türkiye’nin bir tanıtım fonu var ve bu tanıtım fonunun çeşitli kalemlerinden pek çok faaliyet yapılamaz mı? Yapılmasına yapılıyor da yeterli değil. İş sadece Türkiye’nin turistik imajla tanıtılması değil. Oralarda posterler, resimlerle plajlarımızı, kumumuzu, güneşimizi, görülecek yerlerimizi sunmaya çalışıyoruz. Ama olay bu değil. Türkiye’nin turistik imajıyla politik imajı birbirine benzemiyor. Türkiye’yi Avrupa’da görmek istemeyen bir insan Türkiye’ye tatil yapmaya geliyor. Almanya’nın Essen Eyaleti Başbakanı Koch geldi, bizim tesislerimizde kaldı. Eşi ve çocuklarıyla birlikte tatil yaptılar. Türkiye’yi turist olarak sevdiler. Ama o yeterli değil. Türkiye’nin kültürel, sportif, sosyal açıdan yeni bir tanıtım atağı başlatması lazımdır. Her zaman vurguladığım bir konu var. Örneğin Avrupa başkentlerinde Türk kültürü evleri açılmalı. Oralarda Türk kültürünü anlatan CD’ler dağıtılabilir. Tiyatro, müzik eserleri, operalar sunulabilir. dostumdur. Bana telefon edip dedi ki: “Chirac (dönemin Fransa Cumhurbaşkanı) buraya geliyor. Senin de kendi açından Türkiye’yi anlatmanı istiyoruz.’’ Memnunlukla kabul ettim. Başbakan Schröder, Dışişleri Bakanı Fischer, Chirac, Fransa Dışişleri Bakanı Villepin ve ben 45 dakikalık bir toplantı yaptık. O konuşmadan bir cümleyi size aktarmak istiyorum. Chirac şunları söyledi: “Ben Türkiye’nin günün birinde AB’ye üye olmasını istiyorum. Ama halkımızın bu konuda bazı önyargıları var. Ben politikacıyım. Seçilmek istiyorum. Ama halkı kazanmak lazım. Bu uzun bir süreç.’’ Avrupa halklarını kazanmadan, hükümetler düzeyinde, Türkiye’nin sürekli olarak stratejik önemini öne çıkararak bir sonuç alacağımızı düşünüyorsak yanılırız. Bence o çok uzun sürecek bir yol. Bizim Avrupa halklarını kazanacak projeler üretmemiz gerekiyor. Almanya, Hollanda, Danimarka, Fransa, Avusturya gibi AB üyeleri Türkiye’yi iç ve dış politikada ayrı yerlerde tutuyorlar. Angela Merkel de böyle konuşuyor. Hükümetin başına Türkiye hakkındaki önyargıları tetiklemiş olabilir mi? Tabii ki olabilir. Ama buna karşılık bizim Avrupa kamuoyuna liberal, laik, demokratik, çağdaş Türkiye’yi sunmamız bizim lehimize puan getirecektir. Dolayısıyla bizim çok geniş bir tanıtım faaliyetine girmemiz gerekiyor. Avrupa halklarını kazanamadığımız sürece biz AB’ye giremeyiz. ATATÜRK’ÜN REFORMLARI Siz Avrupa’da Türkiye’nin Müslüman kimliğinden rahatsızlık duyulduğunu söylüyorsunuz. Ama bugün Türkiye’de Müslüman kimliğine sıkı sıkı sarılmış bir hükümet işbaşında. Bu sizce nasıl bir tepki uyandırıyor? Ben bu olayı biraz daha başka türlü görüyorum. Avrupa AKP Hükümeti’ni şöyle algılıyor: Atatürk’ün reformları büyük şehirlerde milyonlarca Türk’e ulaştı. Bu bir kültür devrimiydi. Türkiye’de azınlık denebilecek belli bir kesim bu değerleri benimsedi. Ama bu değerler kırsal kesimlere, köylere kadar ulaşamadı. AKP köyleri, çoğunluğu oluşturursa onlar kendi partilerini ve kendi yöneticilerini seçiyorlar. Demokrasi açısından da bunu kabul etmek gerekir diye düşünüyorum. Bana göre Cumhuriyet mitinglerine katılan o milyonlar Türkiye’de çoğunlukta değil. Bu noktada Avrupalı’nın görüşü şu: ‘’Bu parti kırsal alandaki ve varoşlardaki insanları merkeze doğru çekiyor ve Türkiye ciddi bir dönüşümden ve değişimden geçiyor. Bunun sonucunda Türkiye daha iyi bir toplumsal sisteme ulaşacaktır. Bu deneyim başarıya ulaştığı takdirde, bu, Müslüman ülkeler için bir model oluşturacaktır.’’ Bizim için Cumhuriyet reformları, kazanımları çok önemli. Avrupalılar bu reformları demokrasi içinde yaptılar. Bizim için belli ölçülerde Cumhuriyet çok önemli. Onlar açısından demokrasi Avrupa’nın ana unsuru. Dolayısıyla da laikliği algılamada da farklılıkları var. Bir de Türkiye’ye önyargılı yaklaşmalarının nedeni Türkiye’nin 75 milyon nüfuslu bir ülke oluşu değil mi? İki yıl önce, “Türkiye’yi P E VURAL ÖGER 1961’de Almanya’ya gitti. Yükseköğrenimini Berlin Teknik Üniversitesi’nde yaptı. Almanya’ya yerleşerek Öger Tours turizm şirketini kurdu. Zaman içinde Öger Tours’u Almanya’nın en yüksek ciro yapan turizm şirketlerinden birisi haline getirdi. TürkiyeAlmanya ilişkilerine katkı sağlamak için TürkAlman Vakfı’nı kurdu. Bir süre Almanya Göç Komisyonu üyeliği yaptı. Son Avrupa Parlamentosu seçimlerinde (AP) Alman Sosyal Demokrat Partisi’nden (SPD) AP milletvekili seçildi. Bunu bütün AB’ye aday ülkeler de benzer biçimde yapmadılar mı? Daha Slovakya AB’ye üye olmadan önce Slovakya’nın Brüksel temsilciliğinde 90 kişi çalışıyordu. Orada Slovak kültür eserleri sunuluyordu, Slovak geceleri düzenleniyordu. Biz şimdi katılma sürecindeyiz ama faaliyetlerimizin çok eksik ve zayıf olduğunu görüyorum. Süreç politik platforma teknik açıdan götürülüyor. Ama tek tek Avrupalılara gideceksiniz. Avrupalıları kazanmak için Türkiye’de bir konsept oluştuğunu göremiyorum. Bence yüz binlerce Avrupalı öğrenciyi buraya çağırıp bizim onları, onların bizleri tanımaları gerekiyor. Ama AB’nin çeşitli öğrenci değişim programı çerçevesinde bu yapılmıyor mu? Çok sınırlı kalıyor. Süreç politik platformda teknik açıdan yürütülüyor, dediniz. Sizce AB’yle müzakerelerin Türkiye tarafından yürütülüş biçimi yeterli mi? Yine benim açımdan yeterli değil. Aralık 2002’ydi. Dönemin Almanya İçişleri Bakanı Otto Schily çok yakın geçince de reel politika yapmak gereği doğuyor. Yani halklarının Türkiye hakkındaki önyargılarına uyacak biçimde bir söylem mi geliştiriyorlar? Evet. Biz o halkları kazanabilirsek politika değişikliği de kolaylaşacak gibi görünüyor. Uluslararası halkla ilişkiler uzmanlarını da çağırarak, “Türkiye’yi Avrupa’ya nasıl pazarlarız” sorusuna yanıt aramak lazımdır. Pazarlamak derken Türkiye’yi satmayı kast etmiyorum. Uluslararası ve Türk uzmanlar bir araya gelip bir kavram geliştirebilirler. Burada yazar Orhan Pamuk’tan söz etmek istiyorum. Orhan Pamuk Türkiye açısından bulunmayacak bir nimet. Nobel Edebiyat Ödülü kazanmış bir yazar. Biz onun başarısını bir türlü kullanamadık. İç politika malzemesi yapıldı. Bakın, Galatasaray’ın UEFA şampiyonu oluşu Avrupa’da Türkiye’nin imajı açısından çok büyük artılar getirmişti. Acaba AB’nin İslam dünyasında meydana gelen kimi terorizm olaylarından duyduğu rahatsızlık da varoşlardaki insanları ortaya çekiyor. AKP moderniteyle İslamı, demokrasiyle İslamı bağdaştırıyor. Dolayısıyla onlar için önemli bir faktör olarak değerlendiriliyor. Ayrıca hükümetin ekonomik performansı da Avrupa’daki çevrelerde çok olumlu karşılanıyor. Tabii onlar din olayını halletmiş toplumlar olarak rahat rahat konuşuyorlar. Ama burada dinin günlük hayata sokulması, bir referans olmasının getireceği sorunları karşılıklı olarak biliyoruz. Gönül isterdi ki laik sistem iyice yerli yerine otursun ve din özel bir alanda kalsın. Türkiye’de olan biteni işte böyle bir rahatlık içinde değerlendiriyorlar. hazmetmemiz çok güç” diye açıklamalar yapmadılar mı? Hâlâ diyorlar. Bence hem medyanın büyük kısmında, hem entelektüel çevrelerde, hem de halk arasında şu hata yapılıyor: Sarkozy’nin, Angela Merkel’in Türkiye aleyhinde söyledikleri burada kıyamet koparıyor. “Eyvah, Avrupa rüyası sona erdi” gibi bir telaş başlıyor. Ben bunu çok yanlış buluyorum. Neden? İşin gerçeği bu değil mi? Hayır. Bir kere Avrupa homojen bir yapı değil. Avrupa’da Türkiye’ye olumlu bakanların yanı sıra olumsuz bakanlar var. AB Komisyonu’nda ağırlık Türkiye lehinde. Avrupa komisyonerleri ya da bakanlarının üçte ikisi Türkiye’nin lehindedir. Benim üyesi olduğum Avrupa Parlamentosu 2004’te yaptığı oylamada 402 oy Türkiye lehinde, 265 oy da aleyhinde çıktı. Demek ki AB’deki ağırlık Türkiye’nin tarafında. Bakın, Türkiye AB’de tarihi bir fırsat yakalamıştır. AB üyesi 27 ülkenin oy birliğiyle Türkiye için bir karar alınması lazımdır. Böyle bir şey mümkün değil. ‘ Türkiye’nin turistik imajıyla politik imajı birbirine benzemiyor. Türkiye’yi Avrupa’da görmek istemeyen bir insan Türkiye’ye tatil yapmaya geliyor. Almanya’nın Essen Eyaleti Başbakanı Koch geldi, bizim tesislerimizde kaldı. ’ İMAJ KAMPANYASI ‘ Atatürk’ün reformları büyük şehirlerde milyonlarca Türk’e ulaştı. Bu bir kültür devrimiydi. Türkiye’de azınlık denebilecek belli bir kesim bu değerleri benimsedi. ’ Bir anlamda bu bilgisizlik ve önyargılar mı Türkiye’nin AB üyeliğinin yolunu kesen? Esas olarak öyle. Önyargıları kırmak çok zor. Aslında Türkiye’de Kültür ve Turizm Bakanlığı’na ek olarak bir tanıtma ve propaganda bakanlığı kurulabilse çok yararlı olur. Böylece Avrupa ve dünyadaki Türk imajıyla ilgili yeni bir konsept yaratılması gerekiyor. Dış ülkelerde posterler filan asarak üstesinden gelinebilecek bir sorun değil. Konu çok geniş kapsamlı olarak ele alınmalıdır. Özetlemek gerekirse, CUMHURİYET ÇOK ÖNEMLİ Ama Avrupalıların bu rahatlıkları fazla değil mi? Şunu da kabul etmemiz gerekiyor. Geçmiş hükümetler halkın bütününü kucaklamaktan aciz kaldı. Bir de şu gerçek var: Bir bilim adamının verdiği oyla yarı okumuş bir insanın verdiği oy eşit olur ve bu ikinci kesim toplumda İslamcı zihniyet Türk toplumuna yön veremez Sarkozy’ye gelirsek… Adam Türkiye’nin her durumda önünü kesmeye kararlı olduğunu söylüyor… Sarkozy işi geciktirebilir. Avrupa’nın karar mekanizması oybirliği. Benim anladığım kadarıyla 2009’da yeni bir Avrupa anayasası, ya da maddeler manzumesi hazırlanacak ve buna göre kararlar salt çoğunlukla alınacaktır. Bu olduğu zaman Fransa, “Hayır” dese bile süreçte önemli bir rol oynamayacak. Ayrıca, Türkiye’nin AB tam üyeliği için 1015 yıldan söz ediyoruz. Sarkozy zaten, “Ben Cumhurbaşkanlığını iki dönemden fazla yapmam” diye açıkladı. O zamana kadar ne Sarkozy ne de Merkel başta olacak. Biz kendi kendimize sıkıntı yaratmayalım. Olay teknik bir süreçtedir. Bu süreç genişlemeden sorumlu komiser Ollie Rehn’in kontrolü altındadır. Bu sürece dışardan müdahale hiçbir biçimde mümkün değildir. Bence burada ana sorun Kıbrıs’tır. Kıbrıs sorunu çözülebildiği zaman mesele hal yoluna girebilecektir. Bugün Kıbrıs sorunu olmasaydı Türkiye 1520 faslı kapatmış olacaktı. Ama her durumda da Türkiye treni kalktı. Artık bunu hiç kimse durduramaz. Biz bunun bilincinde değiliz. Ama gerçekten burada bir irade oluşursa bu tren hızlanabilir. Bu treni ne Sarkozy ne de Merkel durdurma gücünde. Bizim bunu partiler üstü, Türkiye’nin bir uygarlık projesi olarak görüp hükümetle, muhalefetle, sivil örgütlerle hedefe kilitlenmemiz ve çok çalışmamız lazım. Aslında Atatürk de Türkiye’ye hedef olarak Batı’yı göstermedi mi? Atatürk’ün en büyük hedefi Batı’ydı. Türkiye’de Atatürk’ün vasiyetini yanlış algılayan insanlar var. Batı’ya, uluslararası sermayeye karşı olmak gibi saçmalıklar dünün fikirleri. Bu fikirler Türkiye’yi bir yere götürmez. Türkiye bugün dünya ticaretinde ciddi söz sahibi olan, 5560 ülkede yatırım yapan bir ülke. Bugün Almanya’daki 100 televizyondan 40’ı Türk malı. Böyle bir Türkiye’yi 1930’ların, ‘40’ların dar kalıpları içine sıkıştırmaya çalışmak son derece yanlış olur. 1950’lerde Alman ekonomisini yabancı sermaye ayağa kaldırmıştı. Bugün Almanya bir ekonomik dev haline gelmiştir. Bunları görmemek kör olmak demektir. Sakın hiç kimse de Atatürk’ün adını kullanarak Atatürk’e haksızlık etmesin. Hatta şunu da söylemek istiyorum: Laiklik bambaşka bir olay, dünyayla entegrasyon bambaşka bir olay. Yalnız şunu da eklemeden geçemeyeceğim: Kimi AKP’li belediye başkanlarının saçma sapan laflar söylediklerini duyuyorum ve üzülüyorum. Bunların engellenebilmesi gerekir. Bugün İslamcı görüş ve zihniyetle Türk toplumunu yeniden inşa etmeye kalkışmak çok yanlış olur. Siz sosyalist blok milletvekili olarak CHP’nin özellikle Sosyalist Enternasyonal’de sosyal demokrasiden uzaklaştığı gerekçesiyle eleştirilmesine ne diyorsunuz? Avrupa’daki sosyal demokratlar CHP’yi sosyal demokrat bir parti olarak görmüyorlar. Onlara göre CHP daha çok merkez sağ bir parti görünümünde. Bence CHP bugün Türkiye’nin en büyük sorununun aş ve iş olduğunun farkına varıp nasıl bir ekonomik program götürmesi gerektiğine karar vermelidir. IMF, dış sermaye, dış yatırım, küreselleşme konusunda nasıl bir program izleyeceğini açıkça halka anlatabilmelidir. Karşı tarafı eleştirerek muhalefet yapmak geçmişte çok uygulanmıştı. Ama artık halka sunacağınız bir programı halkı inandıracak biçimde anlatmanız gerekiyor. Türkiye sadece İstanbul, Ankara, İzmir’in iyi yetişmiş belli bir tabakasından ibaret değil. Türkiye’deki 75 milyon kişinin büyük kısmı varoşlarda ve kırsal kesimde yaşıyor. Onları anlamadan, onlara belli bir umut vermeden, onları kazanmadan büyük bir parti olabilmek çok zor. ‘ Avrupa’daki sosyal demokratlar CHP’yi sosyal demokrat bir parti olarak görmüyorlar. Onlara göre CHP daha çok merkez sağ bir parti görünümünde. ’
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle