06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

11 MAYIS 2007 CUMA ekonomi PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM Borusan Holding’in kurucu üyesi işadamı Kocabıyık, AKP’nin icraatlarının tümüne karşı olduğunu söyledi ‘AKP ekonomide yol alamadı’ Cumhuriyet mitingleriyle toplumun kendine geldiğine dikkat çeken Asım Kocabıyık, hükümetin politikalarını, “Ekonomi konusunda AKP kendisi ne yaptı? Yaptığı IMF ve Derviş’in getirdiği reformları sadakatle tatbik etmek, bozmamak oldu” sözleriyle eleştirdi. Özlem YÜZAK 83 yaşında bir işadamı Asım Kocabıyık. Borusan Holding’in kurucu başkanı. Uzunca bir süreden beri işlerini oğlu Ahmet Kocabıyık’a devretmiş olmasına karşın hem Borusan Holding’in gelişimini hem de Türkiye’nin geldiği noktayı yakından izliyor. Birkaç gazetecinin katıldığı küçük sohbet toplantısının ana konusu, Asım Kocabıyık Kültür Eğitim Vakfı’nın (AKKEV) Uludağ Üniversitesi’nde inşa ettireceği hukuk fakültesi ve vakfın eğitime diğer katkıları olmasına karşın Kocabıyık’ın ilk sözleri, “Çağlayan mitingi ne kadar coşkulu oldu” cümlesi oldu. AKP’nin icraatlarını hiçbir şekilde desteklemediğini ifade eden Kocabıyık, son günlerde kamuoyuna sunulan anketlerde AKP’nin oylarını artıracağı söylemlerine de asla katılmadığını belirtti. “Dibe vurmuş durumdayız. Ahlak, idealler, dürüstlük bakımından. Bu çöküş çoğunluğu teşkil etmese bile etkileri büyük oluyor. Ama ben artık umutluyum” diyen Kocabıyık, Cumhuriyet mitinglerini toplumun kendine gelmesi olarak tanımladığını vurguladı. Genelkurmay’ın internet sitesindeki açıklamaları hakkında ne düşündüğü sorusuna da işadamının verdiği yanıt; “Bazı şeyleri kurtarmak için yarı doğru olanları kabul etmek zorundayız. Türkiye Cumhuriyeti’ni asker kurmuştur ve koruma ve kollama görevini de üstlenmiştir. Askerimiz AB ortaya çıkınca, onun kriterlerine de uyum göstermiştir” oldu. AKP’nin iş dünyasının büyük bir kısmı tarafından da onaylanan ekonomi politikalarını ‘o kadar da’ göklere çıkarmayan Kocabıyık, şu ifadeleri kullandı: “Ekonomi konusunda AKP kendisi ne yaptı? Yaptığı IMF ve Kemal Derviş’in getirdiği reformları sadakatle tatbik etmek, bozmamak oldu. Alınan tedbirleri tersine çevirmedi. Onlar da neticede isabetli kararlardı. Müspet bir sonuç çıktı. AKP şanslıydı bu açıdan. Ama Türkiye’nin hâlâ nazik problemleri var. İthalat ihracatın çok üzerinde ve bu Türkiye’nin kaldırabileceği bir fark değil. Ben bunu üyesi olduğum TÜSİAD’da da, bana hayat boyu meclis üyeliği ödülünü veren İSO’da da dile getireceğim.” C Sarkozy ve “Küçük İstanbul” te kurdunuz. Fransa’nın geleceği, ABD’de olduğu gibi ‘Küçük İstanbul’ların çoğalmasından mı geçiyor?” Cevap kurşun gibi geliyor: “Hayır, hayır... Bu böyle, zira Türkler, Türk topluluğu Fransız toplumuna entegre olmuyor, uymuyor. Kendi aralarında konuşuyorlar, kendi aralarında evleniyorlar, yaşıyorlar... Aynı biçimde niçin (Kara) Afrikalı gençlerle (Kuzey Afrikalı) Mağripli gençlerden daha fazla sorunlar yaşanıyor? Niçin? Ben Arap ailelerin topluma daha iyi oturuşmuş olmalarıyla açıklıyorum. Bu nedenle sözcüm olarak Rachida’yı seçtim. Rachida’nın ismi işime yarıyor. Üstelik müthiş yetenekli bir kişilik, kendisini çok da seviyorum...” (*) ??? Herkesten daha iyi içişleri bakanının istihbarat servisleri biliyor ki, sorunlu banliyölerde yaşamalarına rağmen, göç grupları içersinde en az sabıka oranı Türk ve Türkiye kökenli gençlerde. Asyalılardan da yüksek bir sayıda Türk serbest girişimci olarak göze çarpıyor. Gitsinler bakalım “Küçük İstanbul” dedikleri semtlere. İki veya üç Türk esnaftan fazlasının işyerini yan yana görebilirler mi? Karşılaştırsınlar Paris’teki Çin mahallesi veya Almanya’daki veya Belçika’daki Türk mahalleleriyle? Kim, ne kadar iç içe yaşıyor... Gözlemler, araştırmalar başta bugün Çinliler, Portekizliler olmak üzere gelmiş geçmiş bütün göçlerde, bu arada kuşkusuz Türkler arasında da daha fazla topluluk içi evliliklere itibar edildiğini gösteriyor. Tersini başarabilmek için kim ne kadar mücadele ediyor? Onları döviz ve oy anbarı görmekten ne zaman öteye geçilecek? Türkleri veya diğer göçmenleri içlerine kapanmaya itenler, onları gettolaşmaya yüz tutan konutlarda toplu halde yaşamaya zorlayan, acaba sadece hemşerilik, milliyetçilik ilişkisi mi, yoksa yasalara rağmen kendi belediyelerine en azından yüzde 20 sosyal konut inşa etmekten imtina eden Nicolas Sarkozy (Neuilly Belediye başkanlığı sırasında yüzde 3’ten fazla sosyal konut inşa ettirmedi) gibi belediye başkanlarının üyesi ve yakını olduğu siyasi partiler ve iktidarlar mı? Fransa doğumlu genç bir insanımızı Türk bayrağı gölgesinde yürümezse kendini babasının vatanına ihanet edecekmişçesine milliyetçilik cenderesinde hissettiren resmi uzantı mı? Sıkmabaşı takmazsa namusunu, dinimilli kültürünü yitireceğine inandırılmış genç kızın düşürüldüğü örümcek ağının nimet olduğunu savunan hocaefendi tayfası mı? Hangisi daha sorumlu acaba “Küçük İstanbul” simgesinin Sarkozy’nin diline düşmesinde... Biz mutluyuz. Zira, Sarkozy bir yanda, onun Türk ve Türkiyeli paralel fikirdaşları öte yanda, ak koyun, kara koyun önümüzdeki dönemde daha iyi ortaya çıkacak. Gerçek aydınlar, gerçek yurtseverler, gerçek Fransa, Avrupa, dünya ve insanseverler, gerçek “Küçük İstanbullu”lar hepinize kolay gele... (*) Gizli olarak kaydedilen görüşmenin ilgili kısmını şu internet adresinden izleyebilirsiniz: http://www.dailymotion.com/video/x1r4q2sarkozyscoopscandale [email protected] 9 Hukuk fakültesi kuruyor KKEV ve Uludağ Üniversitesi A arasında üniversitenin açacağı hukuk fakültesinin tesislerinin yapımı konusunda hazırlanan protokol, 2 Mayıs 2007’de Uludağ Üniversitesi Gemlik Sunipek Yerleşkesi’nde düzenlenen törenle imzalandı. Hazırlanan protokole göre AKKEV biri eğitim, diğeri idari amaçlı iki binanın inşaat çalışmalarını tamamlayarak 2008 yılında Uludağ Üniversitesi’ne teslim edecek. Fakültenin eğitim ve öğretime açılması ile gerekli donanımı ise üniversite sağlayacak. Hukuk fakültesinde bir yılı zorunlu yabancı dil hazırlık sınıfı olmak üzere toplam 6 yıl eğitim verilecek. Sınıfların 80’er kişi olması planlanan fakülteye başlangıçta 30 öğrenci alınacak. “Neden hukuk fakültesi” sorumuza Kocabıyık’ın verdiği yanıt, “Çünkü yargı bu ülkede çok sorunlu. Mahkemelerde davaların bu kadar uzun sürmesi hem hâkimlere olan güvensizlikten hem de hâkimlerin kendilerine olan güvensizliğinden kaynaklanıyor. Hâkim hemen bilirkişi tayin edip sorunun çözümünü uzatıyor. Daha deneyimli hukukçuların yetişmesi lazım” oldu. Yabancı, Türkiye’yi yüksek faiz ve Merkez Bankası rezervleri nedeniyle bırakmak istemiyor Kâr güdüsünün istikrarı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Yaşanan siyasi gelişmelere karşın yabancı yatırımcılar Türkiye’yi, yüksek faiz getirisi ve Merkez Bankası’nın bol döviz rezervlerinin yarattığı “çıkış garantisi” nedeniyle terk etmiyorlar. Yüksek getiri ve çıkış garantisinin yanı sıra yabancıların kararlarında dış piyasalardaki likidite bolluğu da etken oluyor. İngiliz Economist dergisinin 2 Mayıs 2007 itibarıyla dünyanın önde gelen 42 ülkesinden derlediği verilere göre, Türkiye üç aylık bono oranlarında yüzde 19.33 ile, 10 yıllık devlet tahvili oranlarında ise yüzde 18.99 ile tüm ülkeler arasında açık ara en yüksek faizi veren ülke konumunda bulunuyor. Türkiye’den sonra en yüksek faizleri, bonoda yüzde 12.43 ile Brezilya, devlet tahvilinde ise yüzde 8.41 ile Hindistan veriyor. Ancak yabancı yatırımcıların, Türkiye’ye yapacakları ürkiye üç aylık bono oranlarında yüzde 19.33 ile, 10 yıllık devlet tahvili oranlarında ise yüzde 18.99 ile tüm ülkeler arasında açık ara en yüksek faizi veren ülke konumunda bulunuyor. Yabancıların bu getirileri elde edebilmeleri için, IMF’nin talebiyle rezervlerini 66.2 milyar dolara çıkaran Merkez Bankası YTL’nin değer kaybetmesini önlüyor. T DOLARIN DEĞERİ DÜŞÜRÜLMÜŞTÜ 2005 ortasında 40 milyar dolar civarında olan döviz rezervini IMF’nin talebiyle 2005 sonundan itibaren artırmaya başlayan Merkez Bankası, sıcak paranın yurtdışına kaçmaya kalkması halinde, bu talebi karşılayarak YTL’nin değerini korumayı ve yatırımcılara vaat edilen yüksek getiriyi almalarını sağlamayı hedefliyor. Banka geçen yıl mayıshazirandaki kriz döneminde bu yöntemle 1.70 YTL’ye kadar yükselen doların değerini yeniden 1.4 YTL’nin altına düşürmüştü. yatırımlarda bu getiriyi elde edebilmeleri için yatırım döneminde YTL’nin dolara karşı çok değer kaybetmemesi gerekiyor. Bu noktada ise devreye Merkez Bankası’ndaki döviz rezervleri giriyor. Bir kriz anında yatırımcıların dolara koşmalarıyla, doların YTL’ye karşı değer kazanmasının önlenmesi için Merkez Bankası 27 Nisan 2007 itibarıyla 66 milyar 178 milyon dolarlık döviz rezervi tutuyor. ürkiye, sürüklenmeye çalışıldığı kaostan, belki de ilk kez anayasal kurumlarını işleterek demokrasisini zedelemeden, sorunsuz bir şekilde çıkacaktı. Anayasal kurumlar, toplum, sorumluklarının ve görevlerinin gereğini yasalara uygun bir şekilde yerine getiriyorlardı. “Şu yapılsaydı, böyle olmazdı” denilmeyecekti. Ama olmadı. Siyaset demagogları fırsat sandıkları her olayı çıkara dönüştürmeye, kahraman (!) olmaya soyundular. Görevlerini yapan kurumlara, mantık dışı sözlerle, sorumsuzca saldırdılar. Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararı “demokrasiye sıkılmış kurşun” olarak tanımladılar. Oysa bu sözleri söyleyen, “Anayasa Mahkemesi’nin kararına saygılı olduğunu” belirterek konuşmaya başlamıştı. Demokrasiye sıkılan kurşun olarak tanımlanan bir karara saygı duyulur mu? Karara saygı duyuluyorsa o zaman böyle bir söz söylenir mi? Bu ne tutarsızlıktır. Anayasa Mahkemesi hukuka uygun kararı ile bırakın demokrasiyi ya T NOT DEFTERİ ZEKERİYA TEMİZEL Bu Nasıl Anlayış? Demokrasi havarisi kesilenlere bir hususu hatırlatmakta yarar var. Demokrasilerde hiçbir kurum ya da kamu görevlisi kişilerin emrinde değildir. Yasaların emrindedir. Ve demokratik hukuk devletinde yasalarla verilen görevlerin savsaklanması düşünülemez. Yasalara uyun olduğu sürece hiyerarşi içerisinde verilen emirlere uyulur. Yasalara aykırı emirler, konusu suç teşkil eden görevler yerine getirilmez. Yasalar yürürlükten kaldırılmadan da yasaların verdiği görevlerin yerine getirilmesi engellenemez. Yasalarla kendisine görev verilen kurumların; “Dur bakalım ne olacak?” diye gelişmeleri seyretmeleri de beklenemeyeceği gibi, koşullar oluştuğunda yasa ile verilen görevi yapmak için (emir bekleneceği yasa da belirtilmemişse) emir de beklenilmez. Kişilerin yasaların üstünde olduğu rejimler, demokratik cumhuriyet olarak değil, “faşizm” olarak adlandırılır. ??? HP’NİN DSP’YE ÇAĞRISI C ralamayı, anayasanın cumhurbaşkanı seçimi maddesindeki, “cumhurbaşkanını seçerken uzlaşma kültürünün zorunluluğu”, hükmünü açıklığa kavuşturarak toplumsal barış için de önemli bir işlev görmüştür. Bu karar üzerine, eğer mutlaka kurşunlu bir cümle söylenecekse Anayasa Mahkemesi’nin kararını sorumsuzca eleştirenler “kendi topuklarına kurşun sıkmışlardır”, demek daha uygun olur. ??? Genelkurmay Başkanlığı’nın “irtica ve laiklik” uyarısı yaparak yasaların verdiği görevi yerine getireceğini hatırlatması ise farklı bir tepki aldı. Yasalarla kendisine cumhuriyeti ve ilkelerini koruma ve kollama görevi verilen kurumun, “bağlı” ve “emir altında” olduğu, dolayısıyla da emir altındaki bu kurumun emir almadan hiçbir eylemde bulunamayacağı dolaylı bir şekilde söylendi. Her şeye karşın, laik cumhuriyetin sürüklendiği girdaptan demokrasi ile çıkma olasılığı çok yüksek. Çözümü halk bulacak. Halkın tercihinin şekillenmesini de ciddi bir demokrasi mücadelesi sergileyen siyasi partiler sağlayacak. Meydanlardan yükselen “birleşin” talebi CHP’de yankı buldu. CHP lideri, solun diğer partisine; “DSP’de bir Ecevit havası, bir Ecevit kimliği vardır. Ve o kimlik bizim sol hareketimizin ortak bir kimliğidir... Bu kimlikte vatana ihanet yok, hırsızlık, yolsuzluk yok, sola ihanet yok. DSP’ye oy verenler memleketin dürüst, namuslu, emeğiyle geçinen insanları. Ben bu tabanla birleşmek isterim” dedi. Bu açık çağrı yanıtsız bırakılamaz. Satır araları farklı bir şekilde okunarak reddedilemeyeceği gibi pazarlıklara da kurban edilemez. Olumlu bir sonuca ulaşmak için çözümler var. Yeter ki istenilsin. [email protected] oş geldin Sarkozy!.. Din ve millet aşkına düşmanlıkların, fanatizmlerin, ayrımcılıkların kundakladığı bir dünyaya basitlik ve ilkellik alanlarında “yaratıcı” katkıların olacağından hiç kuşkumuz yok. Fransa gibi uygar bir ülkeden, aydınlıkların insanlığa mal olmasına birinci dereceden hizmet etmiş bir toplumdan yetişmiş olman “değerini” (!) bir kat daha arttırıyor. Zira seninle ve fikirlerinle bu toplum içinde mücadele edecek olanların “yaratıcılığını” teşvik edecek. Kendi dediğin gibi “ ‘Seçkinler’ (yani aydınların büyük çoğunluğu) seni tutmasa” da, sen nasılsa kendi “seçkinlerini”, müttefiklerini seçiyorsun. Olağanüstü bir sermaye ve medya desteği, artı elbette ki kendi bileğinin gücü, zekan ve belleğin sayesinde yeryüzünün beşinci ekonomisinin tepesine oturdun. Küçümsemek hiç kimsenin haddine düşmez. Ancak, itiraf edecek kadar samimi veya dengesiz olmadığına göre, kendini Tanrı’nın yer küredeki gölgesi, manevi ağabeyin Bush gibi, “Doğru ve İyi’nin Yetkili Temsilcisi” olarak gördüğün sürece, bil ki adın tarihin kara sayfalarında anılanlar arasında yazılacaktır. Bak sana bir “Küçük İstanbullu”dan mesaj var... ??? Senin, benim bilmediğimiz bir İstanbul vardı bir zamanlar. Değil Avrupa’nın, dünyanın merkeziydi, Napolyon’a göre... Bilirim, senin beyninin tarihinde ve haritasında yazmaz. Normal. Ne de olsa o haritayı Le Pen, De Villiers (Çağdaş Fransız milliyetçi ve aşırı sağ siyasetinin babaları) gibi kadastro memurları çizmiştir. Sonra benim tanıdığım bir ikinci İstanbul oldu. Sanatçısı, akademisyeni, düşünürü uzun lafı kısası “seçkini” Paris kadar bol olmasa da neredeyse Paris kadar “kozmopolit” bir İstanbul. Senin gibiler benim diyarımda da iktidar olduklarından, senin o ünlü temizlik makinaların, “Karcher”lerle geçip temizlediler kenti! Kökünü kurutamadılar ama “Küçük İstanbul”u epeyce düz enseli, tek boyutlu kendilerine benzettiler... İlle velakin senin soyundan herkesin dilinde küfür sayılan “kozmopolitlik” İstanbul’da son 10 yılda yeniden yeşermeye başladı. Bu üçüncü İstanbul hem sana, hem onlara rağmen enfes “evrensel çiçekler”, meyveler verdi. Bu gidişle de daha çok verecek. Onu kendi haritanda nereye yerleştirdiğin çok önemli değil, ama şu kadarını etrafındakiler sana hatırlatsınlar bir hele, İstanbul 2010 yılında Avrupa kültür başkenti. Fransa’nın vilayetleri (!) olan Guadalup (Atlas Okyanusu), Güyana (Güney Amerika), La Reunion (Hint Okyanusu), Tahiti ve Yeni Kaledonya’da (Pasifik Okyanusu) bile anılacak... ??? Geçtiğimiz şubat ayında, o gidemediğin Paris banliyölerinden bir tanesi, 92 bölgesinin il merkezi Nanterre’den gelen bir grup göçmen kökenli dernek sorumlusunu İçişleri Bakanlığı’nın Beauvau Meydanı’ndaki binasında ağırlıyorsun. Yanında son günlerin gözdesi, seçim kampanya sözcün Rachida Dati (Faslı baba, Cezayirli anneden 1965 St. Remy’de doğan kamu hukuku uzmanı, tek kelimeyle parlak ikinci nesil bir göçmen kızı) konuklarının sorularını cevaplıyorsun. Bir genç soruyor: “Seçim kampanya merkezinizi Paris’in ‘Küçük İstanbul’u diye bilinen sem H 17.6 MİLYAR DOLAR Reuters’e Kanadalı talip LONDRA (AA) Kanadalı Thomson Corp, Reuters’ı 17.6 milyar dolara satın almak için görüşmeleri sürdürüyor. Anlaşmaya varılması durumunda oluşacak şirket, dünyanın en büyük haber ve finansal veri şirketi konumunda olacak. İki şirketten yapılan açıklamada, Kanadalı Thomson Corp’un, Reuters Group Plc’yi 17.6 milyar dolara satın almak için görüşmeleri sürdürdüğü açıklandı. Anlaşmaya varılması durumunda, Reuters’ın CEO’su Tom Clocer’in oluşacak şirketin başkanı olması bekleniyor. Anlaşmaya bu yıl içinde varılabileceği ancak bütünleşmenin 2008 yılına kadar tamamlanamayacağı kaydedildi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle