07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

11 MAYIS 2007 CUMA kitap V A S I Z P E R T A V S I Z P E R KULE CANBAZI SUNAY AKIN C 15 Enis BATUR Can Alkor’dan sımsıkı bir şiir kitabı nar yıllık sözümona 'kuşak'lar halinde şairlerin değerlendirilme, tasniflenme ya da tasfiye edilme çabasını beyhude bulduğumu daha önce de dile getirmiştim. Şairlerin şairleri, eleştirmenlerin şairleri gül ve püskül dağıtarak öne çıkarma, püskürtme, olduğundan büyük ya da küçük gösterme, itip kakma ya da taçlandırma girişimlerini öteden beri gelişmemiş, gelişemeyecek ortam kaygıları sayıyorum. Altı üstü kişisel görüşlerim tabii bunlar, genelgeçer doğru diye öne sürüyor değilim düşüncelerimi. Şairler el kol hareketleriyle, dehşet münafık edâlarla, yüz çığlık bir yumurta ortalıkta dolaşmak için mi buradalar, yoksa iyi şiirler yazmak üzere mi, kestiremez oluyoruz zamanla. Peki ama, ne demeye gelir iyi şiir? İşin kolayına kaçıp, upuzunluğa dolayısıyla özür dileyerek Rilke'ye başvuracağım: “Bir mısra yazabilmek için insan, birçok şehirler görmeli, insanları, nesneleri görmeli, hayvanları tanımalı, kuşların nasıl uçtuğunu hissetmeli, küçük çiçeklerin sabahları açarken nasıl titreştiğini bilmeli. İnsan, bilinmeyen yerlerdeki yolları, beklenmedik rastlantıları ve uzun zamandır yaklaşmakta olduğunu sezdiği ayrılıkları düşünebilmeli, hâlâ anlaşılamamış çocukluk günlerini; sevindirici bir şey söyledikleri vakit anlamayıp kırdığımız ana babaları; o kadar çok, derin ve ağır değişmelerle garip tuhaf başlayan çocukluk hastalıklarını; sessiz ve kapanık odalarda geçen günleri; deniz kıyısındaki sabahları; denizi; denizleri; yukarlarda çağıldayan, yıldızlarla uçuşan yolculuk gecelerini düşünebilmeli; bütün bunları düşünmek de yetmez. Anılar da olmalı; birbirine benzemeyen birçok sevda gecelerinden, doğuran kadınların çığlıklarından, içlerine kapanık hafif beyaz uyuyan lohusalardan gelme anılarımız da olmalı. Hem sonra ölenlerin yanında bulunmalı; açık penceresinden içeri kesik kesik gürültüler doğan odalarda, ölülerin başucunda oturmuş olmalı. Bu da yetmez, anılar da yetmez. Çoksa onlar, onları unutabilmeli. Sonra da dönüp gelmelerini beklemekten yana büyük sabır göstermeli. Çünkü anılarla da bitmez. Onlar ancak içimizde kan, bizde bakış davranış oldukları, isimsizleştikleri, artık bizden ayırt edilemedikleri zaman, işte ancak o zaman, çok seyrek bir saatte, bir mısraın ilk kelimesi, anıların arasından, anılardan çıkıverir”. (Malte, Necatigil çevirisinden). Şairin bu metni neredeyse yüz yaşında. İçi geçmiş, işi bitmiş, miyadı dolmuş bir yaklaşım sayanlar çıkacaktır; gelgelelim, bir yandan da çok eskilere, birkaç bin yıllık şiir yazma serüveninin farklı çağ ve kültürlerde dile getirilmiş gerçekliğine ait sözler bunlar: Dileyen Başo'ya, dileyen Milton'a ya da Gongora'ya bakabilir. Bir şiir öyle yazılmış gelmişse, hemen anlarız. İyi şiir bir öntanı olarak okur gözümüzde, terazimizde kendini koymak için zaman istemez. Gizlerine sokulmak, ele avuca sığmaz ez Boymans Müzesi’nden sonra O ollanda denilince, akıllara ilk önce yeldeğirmenleri gelir… Rembrandt, 1606 yılında, Hollanda’nın Leiden kentinde, değirmenci bir babanın oğlu olarak dünyaya açar gözlerini… Annesi ise bir fırıncının kızıdır… Rembrandt, çok genç yaşta Leiden Üniversitesi’ne yazılsa da Jacob van Swanenburgh’un atölyesinde resim eğitimi alır… On yedi yaşına geldiğinde resim sanatında karar kılan Rembrandt, Amsterdam’a gider ve Lastman’ın yanında çıraklık yapar… Bir süre doğduğu kente geri dönse de babasının ölümünün ardından Amsterdam’a yerleşir… 1634 yılında, 28 yaşındaki Rembrandt, yaptığı resimlerle ilgi çeken, yıldızı hızla parlayan bir ressamdır… Aynı yıl, Saskia adlı çok güzel ve zarif bir kadınla evlenir… Mutluluğun doruğundadır Rembrandt… Ünü giderek yayılmakta ve çok para kazanmaktadır… H dığı ardımı bırakmadı bir daha Boymans Müzesi’ni gezdikten sonra Aramaya başladım önüme çıkan Hollandalılarda delip geçmiş de bunca yılı bugünkü yüzlere yansımış mı acaba Sormak istedim yoldan çevirdiğim birine değdiği zaman derisine avuçları ıslanıyor mu başkalarının teriyle Ezmiş olmalılar diye düşündüm ışığa dönüşene kadar onca rengi kafatasından çanaklar içinde Ve fırçası Rembrandt’ın tanıklık etmiş çağına ezilenlerin ışığıyla aydınlatmış ezenlerin yüzlerini ‘REMBRANDT’IN IŞIĞI’ Kemal Özer “Rembrandt’ın Işığı” adlı şiirinin esin kaynağını şöyle anlatıyor: “Daha önce sanat tarihi çerçevesinde duyduğum ve Rotterdam’da Boymans Müzesi’nde tanıklık ettiğim bir özellik beni esinledi. Yalnız Rembrandt’ın resimlerinde yer alan ve kaynağı bilinmeyen bir ışık dikkati çekiyordu. Yapılan araştırmalar bu ışığın gizini ortaya koyamamıştı.” 1657 yılı geldiğinde Rembrandt, alacaklıların kapıya dayanmasıyla iflas eder ve oğlu Titus, yardımcısı Stoffels ile birlikte bir han odasına sığınır… Kendisine sadık kalan birkaç müşterisi dışında kimseyle görüşmeyen Remrandt, 1663 yılında, Stoffels’i kaybeder… Âşık olduğu bu genç kızın ölümü, ressamı yaşamın sonuna biraz daha yaklaştırır… Rembrandt 1668 yılına geldiğinde, oğlu Titus’u da elleriyle toprağa verir… Tablolarında sürekli olarak ışığı arayan Remrandt da oğlundan bir yıl sonra gözlerinin kepenklerini bir daha hiç açmamak üzere yaşama kapatır!.. EŞİ DÜNYAYA VEDA EDER Ama, mutluluğu uzun sürmez… Arka arkaya doğan üç çocuğunu da toprağa verir… 1640 yılında ise annesinin ölüm haberini alır… 1641’de doğan oğlu Titus’un yaşaması acılarını biraz olsun dindirse de ünlü ressam bir yıl sonra yıkılır: Çok sevdiği karısı Saskia, o yıl dünyaya veda eder… Resimlerinin satılmamasıyla tefecilerin eline düşen Rembrandt, Stoffels adlı bir köylü kızını kendine ve oğluna bakması için evine hizmetçi olarak alır… Genç kız, yeniden yaşam sevinci katar ressama… Rembrandt, o yılların resim anlayışına başkaldıran tablolar yapmaya başlar… Dönemin ünlü kişileri yerine model olarak yoksulları, ezilen insanları ve zencileri seçmesi herkesi çileden çıkartır… Ünlü ressamın bu özelliği Kemal Özer’in dizelerinde çıkar karşımıza… Bu şiir, bir müze ziyaretinin ardından yazılması bakımından da ilginçtir: O kaynağı gizli kalan ışık yalnız Rembrandt’ın yakala Can Alkor gisel özelliklerine ulaşmak uğruna emek sarfedeceğimizi bu çarpışma anında kavrar, bırakın bundan yüksünmeyi, tersine, bizi çağıran zorlu seferin olası dayatmalarını tartarken haz dalgaları peşin peşin içimizde yayılsınlar, diye bırakır hazırlanırız. Can Alkor'un yeni yayımlanan Güneşdil başlıklı şiir kitabının ilk tanışma okumasını gerçekleştirirken, kenarda, önce bütün bunları düşündüm. Bu soldan sağa okumayı, ilk yukarıdan aşağıya okuma denemesi izledi. Şimdi bekletme evresindeyim: Tortular çöktüğünde, daha da aşağıya inmeye çalışacağım. İyi şiir bir de bu işte: Riverrun, dönme dolabından inemiyor, kaldı ki inmek de istemiyor okuru. Orada, dipsiz kaynaklı bir çağrı mekanizması çalışıyor, işliyor. Saatların en şehvetlisi. Güneşdil'de altı şiiriyle dört ağıtını bir araya getirmiş Alkor; beşinci ağıtı, henüz tamamlanmadığı için bir başka sefere ertelemiş. Püf noktalarından biri işte tam da burada: “Tamamla(ya)madığı” değil, “tamamlanmadığı” şiir, henüz kendi oluşma kıvamına oturmamış. Can Alkor'u okur yetkin çeviri çalışmalarından anımsayacaktır: Ecce Homo'suyla Nietzsche, Rimbaud, Rilke'nin Ağıtlar'ı, Deniz Mezarlığı'nın Valéry'si. İçeriden izleyenler, Alkor'un ilk şiirleriyle yaklaşık 40 yıl önce, Soyut dergisinde tanışmışlardır; çok uzun aralarla, seyrek, başka şiirleri de önlerine çıkmıştır yıllar geçerken. Neredeyse yarım yüzyıllık bir ilişkinin sonucu öyleyse, Güneşdil bir püf noktası daha. Can Alkor'un, başlangıcından bugüne, ara vermediğini biliyorum: Onon beş yılda biir şiire dönen, sonra yeniden uzaklaşan biri değil o; tam tersine, kesintisiz bir şiir çalışmasının, ağır ağır olgunlaşmış, yetkinlik uğruna dalında bekletilmiş meyvesi Güneşdil. Türk şiirinde durulma mı var diye soranlar çıkıyor bir de: 2007, Dağlarca'nın İçimdeki Şiir Hayvanı'yla başlamıştı, Can Alkor'un müthiş Güneşdil'iyle sürüyor. Siz, raflara dikkatle bakıyor musunuz? Neyin Nesisin Sen/Enis Batur/ Kırmızı Yayınları/ 180 s. “Neyin nesisin sen? Soruyu sorduğuma bakma,/ biliyorum: Birinci ne benim, ikinci nesin sen. / Yıllar yılı baktım aynalara, kör duvarlara,/ çıkaramadım hatlarımdaki hattın anlamını,/ kendim için neyim, senin için tamıtamına ne,/ sendeki ben neyin sesi, bendeki sen neyin sesi,/ kulak verdik birbirimize: Gözlerimiz içiçe/ geçti, neyin içinde kimbilir ne nasıl pekişti./ Vazgeçiyorum kendimdeki sfenksin bilmecesinden,/ sormayacağım bir daha yüzüme dönüp: Neden,/ kimin, neyin nesisin sen?” Enis Batur’un yeni şiirleri yer alıyor bu kitapta. Osman Bölükbaşı/ Fatih Artvinli/ Kitap Yaınevi/ 252 s. Bu kitapta Fatih Artvinli, Osman Bölükbaşı’nın yaşamı üzerine bir inceleme sunuyor. Osman Bölükbaşı’nın siyasi yaşamı ve mücadelesini incelemek, Türkiye’de çok partili yaşama geçişi, iktidarmuhalefet ilişkilerini, Bölükbaşı’nın temsil ettiği muhalefetin niteliğini, iktidarlara yönelik eleştirilerini incelemeye olanak sağlıyor. Osman Bölükbaşı, okuma yazma oranının son derece düşük olduğu 1950’lerin Türkiye’sinde başkentte olup bitenleri Anadolu’ya, meydanlara taşıdı. Kürsüde saatlerce Meclis tutanağı, belge, evrak, gazete kupürü okuyan, siyasi olayları ve iktidar politikalarını fıkralarla ve popüler benzetmelerle halka anlatan Bölükbaşı, hem Türkiye’de siyasetin popülerleşmesine hem de popülist siyasetin oluşumuna katkıda bulundu. mişliğin, yalnızlığın ve farklılığın damgasını vurduğu çocukluk ve gençlik döneminin izlerini tüm yaşamı boyunca taşıyacaktır. Kitap Truman Capote’nin, yayımlanmış ilk romanı. Gizli Emir/ Melih Cevdet Anday/ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları/ 274 s. Tarih Boyunca Kent/ LewisMumford/ Çeviren: Gürol KocaTamer Tosun/ Ayrıntı Yayınları/ 736 s. Kent planlamasından, kültür ve sanat tarihine, teknolojiden, toplumsal eleştiriye uzanan geniş bir alanda çalışmış olan Amerikalı düşünür Lewis Mumford, hem kentlerin evriminin tarihini hem de odak noktasında kent olan bir uygarlık tarihi yazıyor bu kitapta. Kentin yaratıcı ve yıkıcı imkânlarının izini tarih öncesine kadar sürerek okuru Mezopotamya ve Mısır’dan yola çıkarıp, Yunan, Roma ve Ortaçağ’dan, Avrupa monarşilerinin başkentlerinden ve sanayi kentlerinden geçirerek, günümüz dünyasındaki yol ayrımının başına getiriyor. İnsanın “başkası” ile bir arada bir düzen kurması ve bir hukuk oluşturması, işbirliği ve iş bölümü sayesinde müthiş bir yaratıcı enerjiyi açığa çıkarması bu tarihin bir yüzü ise; iktidar, savaş, hiyerarşi ve aşırı mesleki uzmanlaşma aynı tarihin diğer, karanlık yüzünü oluşturuyor. Tapınağı, kalesi ve surlarıyla neolitik kent de, merkezi izdiham yüzünden tıkanmış, dört bir tarafa banliyöleriyle yayılan ve bugünün şekilsiz kenti de bu iki yüze sahip. Ancak yaratıcı ve yıkıcı güçlerini kat kat artırmış bugünün kenti, organik bir sınır tanımayan yayılmasıyla, hem toplumsal bir çözülmenin eşiğinde hem de bütün bir gezegenin ekolojik sistemini altüst etme riskini taşıyor. Çankaya Dramı/ Prof. Dr. Cahit Tanyol/ Altın Kitaplar/ 270 s. “Bu kitabın birinci basımı Türkiye Cumhuriyeti’nin dayandığı üç ana kuvvetin; ‘ordu, öğretmen ve Çankaya’nın nasıl yıpratıldığının öyküsüdür. İkinci basım, devletin somut görünüşü olan Çankaya’nın, 12 Eylül darbesiyle Evren Paşa ve takımı tarafından kışlaya, Turgut Özal döneminde ise aile işletmesine dönüştürülmesinin serüvenini içerir. Şimdi de Çankaya, devletle kavgalı, devletsizliği bir iktidar modeli olarak gören, oyçokluğunu milli irade ile karıştıran, bireysel özgürlüğü ve dinsel inancı türbanda kilitleyen bir siyasi parti ile karşı karşıya bulunuyor” diyor Prof. Dr. Cahit Tanyol. Başka Sesler Başka Odalar/ Truman Capote/ Çev.: Ülker İnce/ Sel Yay./ 206 s. Annesinin ölümünden sonra doğduğu günden beri hiç görmediği babasının yanına gönderilen Joel Knox’un öyküsü, kendisini birdenbire farklı bir ortamda, hiç tanımadığı fazlasıyla ilginç insanların yanında bulan bir delikanlının masumiyetini yitirme ve yetişkinlerin dünyasına adım atma öyküsüdür. Sonunda herkes gibi büyür Joel Knox, ancak terk edilKentte yaşamı düzenlemek için kurulan Asayişi Yerleştirme Olağanüstü Teşkilatı, AYOT, yönetimi tümden ele geçirmiş, amaçsız sorgulamalar, birbiriyle çelişen kararlar ve sürekli baskınlarla, başta kentin sanatçıları olmak üzere halkı canından bezdirmiştir. Oluşumu ve nasıl çözüleceği bilinemeyen terör de kenti kuşatmaktadır. Bu ortamda kentte yaşayan herkes, nereden ve ne zaman geleceği belli olmayan ‘Gizli Emir’i beklemektedir. ‘Gizli Emir’ her şeyi değiştirecektir... Sinemada Ulusal TavırHalit Refiğ Kitabı/ Söyleşi: Şengün Kılıç Hristidis/ Türkiye İş Bankası Kültür Yay./ 408 s. Halit Refiğ, sadece dönemine damgasını vurmuş Gurbet Kuşları, Haremde Dört Kadın, Karılar Koğuşu, Hanım, Teyzem, Aşkı Memnu, Bir Türk’e Gönül Verdim, Alev Alev gibi film ve dizilerin yönetmeni değil, fikirlerini filmlerine de yansıtmış bir insan: “... Türkiye’yi Türkiye yapan unsurların hiçbirine peşinen hiçbir karşıtlığım yok. Ne etnik, ne de dini olarak. Ama onlardan bu birliği bozmaya yönelik bir tavır görürsem, o zaman buna karşıyım. Benim ülkemin sinemasına, kültürüne ve benim şahsıma bu çerçeve içinde hayati bir tehdit gördüğüm için o mücadeleye girdim...” Türkiye ile 12 Arap ülkesi arasında kültürsanat köprüsü Törene ülkemizden ve Arap ülkelerinden katılan konuklar. ADANA (Cumhuriyet Bürosu) Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS) ile Arap Yazarlar Birliği (AYB) edebiyat, kültür ve sanat alanında işbirliği sözleşmesi imzaladı. Söz konusu sözleşme Cezayir’den Azerbaycan’a uzanan coğrafyadaki 36 Asya, Ortadoğu ve Afrika ülkesinden 42 yazar ve şairin katıldığı “Çukurova Sanat Günleri” etkinlikleri kapsamında düzenlenen törende TYS temsilcileri Mehmet Karasu ve Çetin Yiğenoğlu ile AYB’yi temsilen Birleşik Arap Emirlikleri’nden Dr. Nasır Hüseyin Al Abudi arasında imzalandı. Sözleşmeye göre Türkiye ve Arap ülkelerinde her yıl en az bir kez ortak sanatedebiyat etkinlikleri düzenlenecek, kültür ve sanatın gelişimine çaba gösterilecek. ÖZLEŞMENİN SÜRESİ İKİ YIL Abdulkadir Budak, Dr. Ali Akle Orsan (Suriye), Dr. Gassan Matar (Lübnan), Dr. İbrahim El Hatip (Ürdün), Dr. Nazmiye Ekrad (Suriye), Dr. Nasır Hüseyin Al Abudi (Birleşik Arap Emirlikleri), Enver Ercan, Ethem Polat, İsmail Bozkurt (Kıbrıs), Mansur Mühenna (Tunus), Meryem Al Safi (Ürdün), Metin Cengiz, Meryem Hayrbek (Suriye), Prof. Dr. El Arabi Ez Zubeyri (Cezayir), Prof. Dr. Hasan Düvel (Cezayir), Prof. Dr. Ahmet Madi (Ürdün), Prof. Dr. İbrahim Sahvari (Cezayir), Prof. Dr. Yusuf Wağlisi (Cezayir), Risam Tarşahani (Filistin), Selahattin Bujan (Tunus), Şaban Akbaba, Taha Al Mütevekkil’in (Filistin) katılımıyla Taşmekân Kültür Merkezi’nde imzalanan sözleşme taraflarca sevinçle karşılandı. Süresi 2 yıl olarak belirlenen sözleşmenin ayrıntıları hakkında Yiğenoğlu ile Karasu şu bilgileri verdiler: “Taraflar, gerek ulusal, gerek uluslararası toplantı, sempozyum gibi etkinliklere karşılıklı olarak katılacak. Bu etkinliklerde çağdaş insani değerlerin, düşünce özgürlüğünün, adalet ve barışın gelişmesine katkı sağlayacak çalışmalar yapılacak. Kuruluşlar dergi, kitap ve bülten gibi yayınlarını birbirlerine ücretsiz olarak gönderecek ayrıca; kitap çevirisi çalışmalarına başlayacak ve kendi ülkelerinde her yıl en az bir kitabın yayımlanması için çaba gösterecek. Her yıl en az bir ortak etkinlik yapılacak ve bu etkinliklere yine en az üçer temsilci gönderilecek.” S
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle