Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 C Sevgilim İstanbul Elçin POYRAZLAR için Bizans, ondan sonra tabii ki Osmanlı damgasını vuruyor. Ve kent bir sürü ad kazanıyor. “Sevgilim İstanbul” kitabımda bu adları sıralamıştım. Bugün İstanbul 12 milyondan fazla insanın yaşadığı kontrolden çıkmış büyük bir metropol. Bir yanıyla giderek Avrupalılaşırken öteki yanıyla Anadolulaşıyor. İstanbul gecekondular ve çarpık kentleşme sonucu değişik kültürleri içinde barındıran kontrolden çıkmış, hayvansı bir enerji yayıyor. Dolayısıyla İstanbul hem Avrupalılaşan, hem Anadolulaşan, bir ölçüde vahşileşen, bir ölçüde modernleşen bir kent. İstanbul’un sizde uyandırdıkları mı yoksa Paris’in size yaşattıkları mı? Zaman geçtikçe kendimi İstanbul’a daha yakın hissediyorum. Ama uzun yıllar kitaplarım yasaklandığı için İstanbul’a ayak basmadığım dönemler oldu. “Uzun Sürmüş Bir Yaz” ve “Kadınlar Kitabı” 12 eylül darbesinden sonra yasaklandı ve ülkeye 1983 yılına kadar gidemedim. Ama o dönem uzun kalmıyordum, demir attığım kent Paris’ti. Sonradan giderek daha uzun süreler kalmaya başladım artık neredeyse yılın yarısını İstanbul’da geçirdiğimi söyleyebilirim. Benim için Paris’in yeri başka tabii. Hayatımın zor bir döneminde bana kucak açmış bir kent Paris. Öykülerimde Paris’ten de söz ettiğim oldu ama onun üzerine bir kitap yazmadım. Bu kadar yıl yurtdışında yaşamış olmanıza karşın neden Fransızca yazmayı düşünmediniz? Çünkü Türkçe, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın deyimi ile söylersek benim ses bayrağım. Bir dildir yazarın ülkesi, yaşadığı kent ya da bir toprak parçası değil. O anlamda Türkçe’ye bağlıyım. Fransızca yazdığım kitaplar da oldu kültür LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL 11 MAYIS 2007 CUMA Puslu ve Güneşli Havalar da ulusalcı olmayan yurtseverlere de vuracağını anlamak için falcı olmaya gerek yok. Çünkü bir arada yaşama kültürünün doğal tutumu olarak farklılıklara da hayat hakkı tanınmasını isteyen her kesimi “düşman” gören bir anlayış var Türkiye’de. Genelkurmay’ın “Ne Mutlu Türküm Diyene” cümlesini sarf etmeyeni düşman gördüğünü o çok sert bildirisinde açıkça ifade edişinden bellidir bu. Bu cümleyi dile getirmekten elbette çekinmem, ama mutluluğu başka kültürlere tahammül etmek olarak anlayan birisi bu cümleyi, inanmadığından değil, kendisini başka bir etnik kimlikle tanımlayanı “ötekileştirmemek” için kullanmıyor olabilir. Bu onu askerin gözünde neden “düşman” konumuna düşürsün? ??? Ülkemizde, Atatürk’ün, birleşmeye, ortak yaşama vurgu yapmak amacıyla kullandığı bu cümle son yıllarda, “öteki”yle farklılaşmanın altını çizmek için kullanılır oldu adeta. İstiklal Marşı’nı yazanın (Mehmet Akif Ersoy) Arnavut, milliyetçiliğinin teorisini yapanların (Moris Kohen, Ziya Gökalp, Mehmet Celalettin Paşa) Musevi, Kürt, Polonyalı olduğu bir ülkede bu çeşitliliğin üstünü örtmemelidir bu cümle. Bugün sağcılığın milliyetçilik üzerinden değil, laiklik üzerinden geliştiği/geliştirildiği bir ülkedir Türkiye. Laikliğin karşısına demokrasi konmuş gibi bir görüntüye de sahiptir. Vahim olan budur bence. Laiklik ile demokrasi ancak yan yana olabilecekken karşı karşıya getirilmiştir. Elbette çok ama çok önemli bir kazanım olan laikliği korumak gerektiğini tartışma konusu bile yapmam. Ama demokrasisiz bir laikliğin eksik olduğuna olan inancımı da dillendirmek zorundayım. Hiç sempati duymadığım AKP’yi, ABD’nin ılımlı İslam projesinin bir parçası gibi görmem bile böyle düşünmeme engel değil. Genelkurmay’ın kimilerine göre muhtıra olan o sert açıklamasına güvenip “şeriatı engellemek için” darbe beklentisinde olanlarla kesişmez benim yolum. Ne darbesi, ne müdahalesi? Daha 12 Eylül’ün kanattığı yüreğimin acısı geçmemişken üstelik. kemalerdemol@yahoo.co.uk Bu seneki Brüksel Kitap Fuarı’nın sürprizlerinden biriydi Nedim Gürsel. Fransız Seuil yayınlarından çıkan “İzler ve Gölgeler” isimli kitabının çevirisinin tanıtımı için Brüksel’e gelen Gürsel’in eserlerinde kente olan tutkunluğunu biliyoruz. Kitap fuarının teması da “Avrupa Kentleri” olunca Paris soluklu yazarla edebiyat, politika ve kent eksenli uzun bir sohbete daldık… İzler ve Gölgeler’de hangi kentlerin izini sürüyorsunuz? Bir Türk yazarının gözüyle pek çok Avrupa kentinden ve bu kentlerin etkilediği yazarların yapıtlarından söz ediyorum. Örneğin Prag’tan söz ederken Kafka’nın ve Nâzım Hikmet’in Prag’ını anlatıyor, StPetersburg’ta Dostoyevski ve Puşkin’in izini sürüyorum. Bu anlayışla yazılmış bu kitap Brüksel’de Baudelaire’in izini sürerken başlıyor ve Pierre Loti’nin İstanbul’unu anlatarak bitiyor. İstanbul mu, sizin kentiniz? Uzun yıllar Paris’te yaşamama karşın İstanbul hep peşimden geldi. İstanbul özlemi giderek kitaplarımda bir temaya, bir izleğe dönüştü. Kentler açısından beni ilgilendiren iki şey var. Birincisi kentlerin şiirselliğini anlatmaya çalışıyorum. Çünkü her kent bağrında bir şiir gizler. Bu asi veya uyumlu bir şiir olabilir. Nasıl tanımadığınız bir kadın gövdesini el yordamıyla keşfedersiniz bir kenti de öyle keşfedebilirsiniz. İstanbul’u bir Avrupa kenti olarak mı tanımlıyorsunuz? İstanbul sözcüğü eski Yunanca’da kent anlamına gelen “polis”ten geliyor. İstanbul’un sözcük kökeninde kent olmak yatıyor. Öncelikle İstanbul benim Nedim Gürsel’in romanından senaryolaştırılan “Sevgilim İstanbul” gösterimde. Uzun yıllardır Paris’te yaşayan Gürsel, kendini giderek İstanbul’a daha yakın hissettiğini söylüyor. Peki, İstanbul bir Avrupa başkenti mi? “Hem Avrupalılaşan, hem Anadolulaşan” diyor Gürsel, “Bir ölçüde vahşileşen, bir ölçüde modernleşen bir kent”. ama bunlar daha çok inceleme kitaplarıydı. Babam Fransızca öğretmeni olduğu için bu dille çok küçük yaştan beri içlidışlı oldum. Sonradan Fransız edebiyatı öğrenimi yaptım ama yaratıcı alanda kurmacayı ancak Türkçe kapsamında düşünebiliyorum. Bir de sembolik bağlılık söz konusu. Ben kozmopolit bir yazarım, edebiyatın da evrensel olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla Türk edebiyatının bir parçası olmak ille de Türkiye’de yaşamaktan geçmiyor ama Türkçe yazmaktan geçiyor. Sizce edebiyatçının siyasete yönelik bir rolü veya sorumluluğu olmalı mı? Ben başından beri belli bir siyasi davayı savunan edebiyata sıcak bakmadım. Kendi kitaplarımda ki “Uzun Sürmüş Bir Yaz”ki en siyasi kitaplarımdan biridir alegorilerle bir baskı dönemi olan 12 Mart’ı anlattım. Ama bunu yine de kendi tarzımı, üslubumu bulmaya çalışarak yaptım. Bugün bir bağımlılık ya da bir angajman söz konusuysa o her şeyden önce o yapıta olan bağımlılık olmalı diye düşünüyorum. Önce yazarlar kendi yapıtlarını ortaya koymalılar elbette bu doğal olarak bu toplumsal bir ortamda yapılır. Ama bir ideolojiyi savunan ya da ona inanan bir yazar yapıtında bunun tersi bir dünyayı da ortaya koyabilir. Bunun en somut örneği Balzac’tır. Öte yandan Nazım Hikmet’in ise siyasi mücadelesi şiirinden bağımsız düşünülemez. Fransa’da kendinizi yabancı hissediyor musunuz? Hayır. Bir Paris var, bir de Fransa var. Ben kendimi biraz Parisli hissettiğim için yabancı hissetmiyorum. Bir dönem Bordeaux’nın belediye başkanlığını yapan Montaigne’nin bir sözü var: “Beni Fransız yapan Paris’tir”. Ben o kadar ileriye gidemem. Paris beni Fransız yapmadı ama bir ölçüde yazar yaptı. Nasıl oldu bu? Çünkü kitaplarımın çoğunu Paris’te yazdım. Paris’e kendi seçimim dışında çok küçük yaşta gittim. Halkın Dostları dergisinde çıkan bir yazımdan dolayı 12 Mart muhtırasından sonra hakkımda dava açıldı. Ve ben bunun üzerine Paris’e gittim. Aslında İstanbul’da kalmak ve yaşamımı orada sürdürmekti aklımda olan. Sonra Sorbonne’da öğrencilik yılları, Fransız ve Türk edebiyatıyla ilgilenmem… bunlar hep Paris’te oldu. Sonuçta 30 yıllık bir Paris macerası var arkamda. O da kimi olsa yazar yapar. “Sevgilim İstanbul” filminden... uslu havayı sevenlerin sadece kurtlar olduğunu sananlar varsa, şaşarım akıllarına doğrusu. Ortaya kendi gücüyle çıkmaya cesaret edemeyenlerin havanın pusunun ardına sığınma çabalarına tanık olunca, puslu havayı istemenin kurttan çok insana özgü bir davranış olduğunu düşünüyor insan, ister istemez. Karanlıkta ya da puslu havada kimin kime vuracağı belli olmaz, malum. Böyle havaları bekleyenlerin arzuladıkları tek şey, vurmak istediklerine vuracakları bir ortamın gelmiş olmasıdır, varsın yanlış kişilere ya da hak etmeyenlere de vurulmuş olsun, bir önemi yok. Peşinen belirtmeliyim; AKP iktidarının kimi uygulamalarından endişeye kapılarak Tandoğan’da, Çağlayan’da büyük protesto gösterisi yapanların, Ukrayna’da, Kırgızistan’da meydanlara çıkanlardan ciddi bir farkları var. Bu fark sadece dile getirdikleri endişelerde değil, Soros’un parası ile sokağa dökülmemiş olmalarında yatar. Endişelerine katılalım ya da katılmayalım, o toplulukların son yıllarda moda olmuş Soroscu sivil örgütlenmelerin güdülediği kalabalıklar olmadığını kabul etmek zorundayız. İnançlarının sokaklara döktüğü o kalabalıkların endişelerini dile getiriş biçimleri barışçıldı, yürümekle sınırlıydı, sandığa yöneltilebilirse, değiştiriciydi de. Kimi AKP yöneticilerinin de kabul ettikleri gibi “puslu” bir ortamı gerektirmeyecek demokratik bir tepkiydi. Buraya kadar tamam. ??? Ancak, Soros’un parasının değil, duydukları endişelerin meydana döktüğü o kalabalıkların estirdiği demokratik tepki havası, gerekçesi ne olursa olsun bir askeri müdahale rüzgarıyla buluştuğunda işin tadı kaçtı. AKP’nin, ele geçirdiği iktidarı karşıtlarına bir çullanma aracı yaptığı, fırsatçı konumlara düştüğü elbette bir gerçektir. Farklılıklarla bir arada yaşama kültürünü, sadece karşı oldukları kesimler değil, AKP’lilerin de hayata geçiremedikleri kimi dayatmacı tutumlarıyla sabittir. Yaptırım gücü olan her kesim bu dayatmacı tutumunu karşıtlarına yansıtmaktadır. İktidardaki AKP de, muhalefetteki CHP de, asker de bunu yapmakta. Olası bir askeri müdahalenin sadece İslamcılara değil, milliyetçi ya P Nükhet Ruacan yaşamını yitirdi Çok saygı duyduğum iki kuruluş, el ele verip, dayanışma ve işbirliğiyle muhteşem bir proje başlattılar. Kuruluşlardan biri, eğitim yoluyla çağdaş insan ve çağdaş topluma ulaşmayı kendine hedef edinmiş olan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD)… Öteki kuruluş ise aynı hedefi sanat yoluyla gerçekleştirmeyi benimsemiş olan İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV). Birkaç gün önce, bu iki kuruluşun başkanları Türkan Saylan ve Şakir Eczacıbaşı, kısaca “BitamBiöğrenci” diye adlandırdıkları projeyi kamuoyuna tanıttılar. Ve ben o andan başlayarak, kabıma sığamaz oldum! Evet, evet, evet.. bu proje dörtnala ilerlemeli, doludizgin yayılmalı ve çoğala çoğala gerçekleşmeli! Neden mi? Çünkü… Ama durun, önce projeyi anlatmalıyım… “BitamBiöğrenci”, yani “Bir tam, bir öğrenci” demek. (Diliniz şimdiden çabuk çabuk söylemeye alışsın!). Amaç, sanata duyarlı insanlar aracılığıyla ve küçük bir bağış karşılığında, kültürel etkinliklere katılma şansı bulamayan öğrencileri sanatla buluşturmak! Önümüzde, Uluslararası İstanbul Müzik Festivali, sonra Minifest Çocuk Şenliği, sonra Caz Festivali, ardından İstanbul Bienali var… İKSV’nin gerçekleştirdiği tüm bu saydığım (ve sayamadığım) kültürel, sanatsal etkinlikler için bilet alır HüseyinBAŞKADEM Türk caz dünyası son divasını yitirdi. Büyük bir ses, altın kalpli bir kişilikti. Türk cazına yaptığı katkılar unutulamaz. Umarım Bilgi Üniversitesi’nde yetiştirdiği öğrenciler onun izinden giderler. Sevinç Tevs ve Ayten Alpman’dan sonra yeni kuşak kadın cazcıların temsilcisi olmuştu. Arkasından gelen kadın cazcılara yıllarca cesaret verip yol gösterdi. TRT Caz Orkestrası’nın solisti olarak yıllarca çalıştı, sayısız konser verdi. Cazın efsanevi isimleri Ella Fitzgerald ve Sarah Vaughn’dan etkilenmiş; halk müziği gibi caz dışı müzik tarzlarından da yararlanarak kendi özgün üslubunu oluşturmuştu. 2005 Aralık ayında, en son yurtdışı konserini verdiği Prag Caz Festivali’ne birlikte gitme mutluluğunu yaşamıştım. Burada verdiği iki konserde şarkı söyleme tarzı ve tavırlarıyla yabancı caz sanatçılarının hayranlığını kazandı. Dünyaca ünlü sanatçılarla birlikte çalıştı. Amerikalı ünlü şarkıcı Rosanna Vitro, Bilgi Üniversitesi öğrencileriyle yaptığı çalışmayı izlediğinde ona hayran kalmıştı. Şimdi artık yerinde olmayan Taksim’deki Bodrum Caz Kulübü’nde sahneye çıktıktan sonra sabaha kadar sokaklarda dolaşıp ünlü davulcu Billy Hart ile caz konuşması kimseyi şaşırtmazdı. Caz tutkusu hayatını kaplıyordu. Türk caz dünyası böyle bir yıldızın eksikliğini hep hissedecektir. Onu çok özleyeceğim. Nükhet Abla, toprağın caz dolsun. Divandari’nin eseri üçüncü oldu. ESİNTİLER ZEYNEP ORAL İyi Şeyler de Oluyor! Bilgi edinmeye yöneltir. Edindiği bilgiyi kullanabilmeye yöneltir. Sanat, edebiyat, müzik, görmeyi, fark etmeyi, algılamayı, kavramayı, duyumsamayı, düşünmeyi, eleştirmeyi, yorumlamayı, değerlendirmeyi öğretir insana. Kişinin kendi değerler hiyerarşisini oluşturmasını sağlar. İşte bu değerler hiyerarşisi içinde insan, yalnız kendi kişiliğini değil, içinde yaşadığı toplumun da düzeyini geliştirirken bütün bunların bir yaşam biçimine dönüşeceğini bilir. Herhalde bin kez yazmışımdır: Bugün yaşadığımız beğeni yozlaşması, kentlerimizdeki, kasabalarımızdaki çarpık yapılanmalar, çevre bilincinin gelişememesi, televizyonlarımızdaki bol eğlenceli, bol göbek atmalı, bol kakafonili programlar, televizyonu ve basınıyla tüm medyanın, yoz ve yapay magazin dünyasının abuk sabukluğuna bizleri mahkum etmesi, “köşe dönmenin” en yüce ken size “BitamBiöğrenci” projesini destekleyip desteklemediğiniz sorulacak. Desteklemek isterseniz, 15 YTL fazla verip ÇYDD’nin birlikte çalıştığı eğitim kurumlarından üç öğrencinin, İKSV etkinliklerine katılmasını sağlamış olacaksınız. Elbet 50 YTL katkıda bulunup, on öğrencinin sanatla ilk kez tanışmasını da sağlayabilirsiniz! Türkan Saylan’la konuşurken, şöyle bir şey dedi: “İlk kez opera görüp, konser dinleyip, hayatı değişen gençler tanıyorum ben!” İçimden ben de, ben de, ben de.. diye haykırdım! Neden mi bunca önemli gençlerin, hele hele sanatsal etkinlikleri bugüne dek izleme olanağı olmayanların sanata yönelmeleri? Çünkü… Çünkü bu etkinlikler, gençleri, bakmakla yetinmeyip görmeye yöneltir. İşitmekle kalmayıp işittiklerini, gördüklerini yorumlamaya, değerlendirmeye yöneltir. değer diye sunulması, örnek gösterilmesi, alkışlanmasında, hele hele demokrasinin yerleşememesinde ve daha pek çok, pek çok gerçekte, sanata yönelmenin, sanatla haşır neşir olmanın, sanat eğitiminin eksikliği var! Öyleyse haydi bu projeye hepimiz omuz verelim. Biletix ya da herhangi bir yerden bilet alırken “BitamBiöğrenci” diyelim! Bu yazı tam bitmişti ki, günlerdir eposta, internet ve tüm iletişim yollarından yükselen çığlık, yakama yapıştı! Çığlık, “Baykal’a rağmen” (aynen böyle) CHP’ye oy vereceklerden ve sırf “Baykal’ın baskıcı tutum ve tavırları” nedeniyle CHP’ye oy vermeyecek olanlardan yükseliyordu. Çığlık “Birleşin!” diyordu. Ama “Partini kapa da bana katıl” demek, birleşmeyi dinamitlemek, meydanlara akan milyonların sesine kulakları tıkamak demekti! Çığlık, “Artık Baykal da dayatmalardan vazgeçsin!” diyordu. Çığlık, Baykal’ı parlamenter demokrasinin gereklerine çağırıyordu. Çığlık, “Baykal, gerilimi artırdığını göremiyor mu?” diye soruyordu. Haydi diyelim ki, Sayın Deniz Baykal bu çığlığı hiç duymadı, duymuyor.. Partide en yakınında olanlar da duymuyor mu, duyduklarını ona iletmiyorlar mı?.. zeynep@zeyneporal.com Karikatür yarışmasında Belçika’dan Houbrechts birinci oldu Akdeniz’den çizgiler ANTALYA (Cumhuriyet Bürosu) 7. Uluslararası Akdeniz Karikatür Yarışması sonuçlandı. Belçika’dan Tony Houbrechts birinci, Türkiye’den Abdullah Üçyıldız ikinci, İran’dan Ali Divandari ise üçüncü oldu. “Çizin, Akdeniz’de turizmi çizin” çağrısıyla gerçekleştirilen yarışmaya, 49 ülkeden yüzlerce karikatür sanatçısı katıldı. Gazetemiz çizeri Kamil Masaracı, yazarımız Deniz Som ile Nüvit Özkan, Cihan Demirci, İbrahim Tapa, Mahmut Karatoprak ve Marlene Pohle’den oluşan jüri üyesi, yarışmada dereceye girenleri belirledi. Derneği, Karikatürcüler Derneği’nin katkılarıyla, Alanya Turizm Tanıtma Vakfı’nca düzenlenen yarışmada, dereceye girenlere ödülleri 2627 Mayıs’taki Alanya Kültür Şenliği etkinlikleri çerçevesinde verilecek. Yarışmanın birincisi 2 bin dolar, uçak bileti ve Alanya’da 2 kişilik tatil, ikinci ve üçüncüsü 500 dolar, uçak bileti, 2 kişilik Alanya tatili, üçüncüsü ise 500 dolar, uçak bileti ve yine 2 kişilik tatille ödüllendirilecek. ALBÜM YAPILACAK Ayrıca dereceye girenlere kurumlar tarafından özel ödüller de verilecek. Dereceye giren ve sergilenmeye değer görülen eserler, Alanya Turizm Tanıtma Vakfı tarafından bir albümde toplanacak. TÖREN 26 MAYIS’TA Kültür ve Turizm Bakanlığı, Alanya Belediyesi, Alanya Ticaret ve Sanayi Odası, Alanya Turistik İşletmeciler