04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 OKURLARA İBRAHİM YILDIZ C olaylar ve görüşler 20 NİSAN 2007 CUMA Cumhurbaşkanlığı: Seçim mi Dayatma mı? umhurbaşkanlığı seçimi yaşanılan süreç itibarıyla, tartışmaları ve anlaşmazlıkları beraberinde getirmiş; iktidarın uzlaşmaz ve umursamaz tavrına bazı kesimlerin de prim vermesi, AKP iktidarının önünü açmıştır. Gündem boşaltılarak, seçim süreci, tarihi ve sosyolojik gerçeklerden, demokrasinin olmazsa olmaz şartlarından soyutlanmış, halka içi boş bir istikrar kavramı sunulmuş ve bir oldubitti psikolojisi oluşmuştur. Rejim pahasına yaratılan bu körlük ile bir AKP’linin Köşk’e çıkması sanki demokrasinin gereğiymiş gibi dayatılmıştır. Gerçek, tüm koşullarıyla demokrasi zemininde bir seçimin yaşanmayacağıdır. Yaratılan bu ortam öncelikle, AKP’nin siyasi künyesini gündemden düşürmüştür. Sorulması gereken ilk konu, Köşk’e çıktığı takdirde anayasa gereği Cumhuriyetin başı olarak laiklik, demokrasi ve Atatürk devrimlerinin koruyucusu olacak bu siyasi akımın nereden geldiği ve nereye gitmekte olduğudur; Köşk kime teslim edilmek istenmektedir? Bu siyasi hareketin bilinçaltında, 31 Mart Olayı ile başlayan ve Cumhuriyetin kurulması ile devam eden mağlubiyet psikolojisi vardır. 31 Mart Ayaklanması sadece saltanatı desteklemek amacıyla yapılmamış, Batı düşüncesine ve Osmanlı Devleti’nde yaşanan Batılılaşma hareketine tepki olarak gerçekleştirilmiştir. Bu ayaklanmanın bastırılmasıyla beraber, bu akım için psikolojik bir kırılma oluşmuş, bu tarihte başlayan, 1923’te Cumhuriyetin kurulması ve devrimlerle devam eden süreç boyunca, siyasal dinci hareket için büyük bir mağlubiyet dönemi yaşanmıştır. 1923’ten sonra Cumhuriyetin yeni felsefesi ve devrimler sonucu bu akım büyük ölçüde güç kaybetmiş, siyaset üzerindeki eski ağırlığını yitirmişken, Soğuk Savaş dönemi koşulları ve komünizm tehdidine karşı uygulamaya konulan ABD politikaları sonucu, siyasal dinci hareket PENCERE Sabıkalı ve Zanlı Cumhurbaşkanı?.. umhuriyet’in bir süredir yinelediği kampanya, artık Cumhuriyet okuru olmayan geniş halk kitleleri tarafından da algılandı... Ne demiştik: “Tehlikenin farkında mısınız?” ‘Kör kör parmağım gözüne’ düzeyine erişmeden bir ‘tehlike’den söz açmak toplumda hiçbir duyarlık ve uyanış yaratmaz... Tersine, karşı tepkileri körükler... Cumhuriyet’in uyarısı zamanlama bakımından yerli yerindeydi... Neden?.. Çünkü ‘tehlike’ artık ‘tehdit’ düzeyine yükselmişti... ? Geçen hafta, önce Genelkurmay Başkanı, ardından Cumhurbaşkanı, sonra başkentte toplanan halk konuştu... Tehlike algılanmıştı... Bu konuda hiç kimse boş yere çabalamasın, ne Büyükanıt ile Sezer arasında görüş ve uyarı bakımından bir fark var, ne de 14 Nisan mitingini yapan halk kesiminin olaylara bakışı içerik bakımından farklı... Üçü de diyor ki: Atatürk’ün kurduğu bağımsız, laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti tehlikede!.. Algılayan algılar... Boşverenler, kulak asmayanlar, hırslarına yenik düşenler hem ülkeyi büyük bir çatışmaya sürüklerler, hem de kazdıkları kuyuya kendileri düşerler... ? Öyle anlaşılıyor ki Tayyip Erdoğan’ın hırsı RTE’nin aklını peynir ekmekle yemiştir... Başbakan, AKP azınlığının Meclis’teki çoğunluğuna dayanarak ‘Çankaya ataması’nı tek başına yapacak... Peki, sonra ne olacak?. Erdoğan irtica sabıkalısı.. Ve yolsuzluk zanlısı.. Yeni Cumhurbaşkanı alnına yazılı bu sicille Çankaya’ya çıkacak... Halk, partiler, dernekler ve medya kesiminde, her zaman, yadsınamaz ve yalanlanamaz şu gerçeğin sesi yükselecek: Zanlı ve sabıkalı Cumhurbaşkanı!.. Ne Türkiye iflah olacak.. Ne de RTE!.. Ülke göz göre göre bir kavganın ve kargaşanın içine itiliyor. ? Evet, geçen hafta hem Cumhurbaşkanı konuştu... Hem Genelkurmay Başkanı konuştu... Hem halk konuştu... Üçünün de söylediği bir ve aynı: “ Tehlikenin farkında mısınız?” “Tehlikenin farkındayız!” Türkiye’deki ‘potansiyel’, 14 Nisan Mitingi’nde ‘kinetik’ enerjiye dönüştü; bunu ‘sinerji’ye dönüştürecek bir siyasal hareket her şeyin üstesinden gelecektir. Halkın Gücü umhuriyet tarihinin en büyük ve en anlamlı mitinginin yankıları sürüyor. Tüm engellemelere, provokasyon söylentilerine, televizyon ve gazetelerin yok saymalarına karşın yüzbinler Ankara’daydı. Miting öncesi halkı korkutmaya, sindirmeye yönelik demeçleri sayfalarına taşıyan gazeteler ile, 1 milyon kişinin toplanmasını haber olarak görmeyen, miting saatinde belgesel ve ucuz dizilerle saat dolduran TV’lerin bağımsızlığını yitirdiğini bir kez daha gördük. ??? “Tehlikenin farkında mısınız?” sloganı ile halkı ateşleyen Cumhuriyet gazetesinin, Cumhuriyet Gazetesi Okurları’nın (CUMOK) katkıları da miting alanında kendini hissettirdi. Cumhuriyet gazetesini satmak için çırpınan gençler, gazetesini bir bayrak gibi ellerinde taşıyanların miting sonrası yüzlerindeki tebessüm, gözlerindeki sevinç gözyaşları görülmeye değerdi... Miting için siyasal partiler, sivil toplum örgütleri ADD’nin (Atatürkçü Düşünce Derneği) yanında yer alırken, yurdun tüm bölgelerinde kadınların gösterdiği çaba unutulmamalı. Cumhuriyet Mitingi kadınların gücünü gösterdi. Gençler, kadınlar bu işin önderliğini yaptı. ??? Gazeteler birinci sayfalarında mitinge yer verirken ilginç yorumlar yapıldı. Bazılarını okurlarımızla paylaşalım: Birbirimizi hiç görmemiştik, birbirimizin sesini hiç duymamıştık, birbirimizin yüzünü de bilmiyorduk. Bir meydanda karşılaştık. Birbirimizin boynuna sarıldık. Birbirimize “çocukları”, “işleri”, “evdekileri”, “sağlığı”, “yolculuğu” sorduk. Bir şarkı dinledik beraber: “Güzel günler göreceğiz çocuklar...” Buğulandı gözlerimiz. Beraber ağladık... (Bekir Coşkun, Hürriyet) Ankara tarih yazarken, televizyon kanallarının pek çoğu ya seviyesi düşük dizilerle yahut da Amerikan filmleriyle izleyiciyi oyalamakla meşguldü. Bu açıdan 14 Nisan 2007 aynı zamanda, “medyanın sınıfta kaldığı” gündü. (Oktay Ekşi, Hürriyet) Son yıllarda Atatürkçülüğü horlayan, küçümseyen, gerilediğini iddia eden bir zümre, herhalde bu mesajı gerçekçi bir şekilde değerlendirecektir. (Ertuğrul Özkök, Hürriyet) Günlerce yırtındılar... “Darbecilerin mitingi... Fiyasko olacak.... Olay çıkabilir... Kaç kişiymiş bunlar!..” Ankara’yı televizyonlardan izlediler. Yüz binler, belki bir milyon kişi oradaydı ve Cumhuriyet tarihinin en görkemli mitingi yapılıyordu. Tam olarak kaç kişi vardı? Bilmek, saymak mümkün değildi. Türkiye böylesini görmemişti. Rakamlar sadece katılanlar için. Bir de yurdun dört bir yanından şu veya bu nedenle katılamayanları, ama gönülleri orada olanları düşünün. (Emin Çölaşan, Hürriyet) Eğer Çankaya, ülkeyi karanlığa taşıyacak bir zihniyetin merkezi olursa... Anlaşıldı ki, insanlar Ankara’da yine toplanacak... Yine haykıracak... Cumhuriyeti yanlış ellere teslim etmeyecekler... Bu kararlılığı haykırdılar... (Melih Aşık, Milliyet) Tandoğan’a giden tüm yolları ve Tandoğan Meydanı’nı dolduran ve sayıları bir milyon olarak tahmin edilen insanlar, bağlamayla seslendirilen bu türküye (Ankara’nın Taşına Bak) eşlik etmeye başlayınca gözyaşlarımı tutamadım. Bu insanların derdi ne idi? Çoğu başka şehirlerden, yol parası ödeyerek Ankara’ya koşmuştu. Ankara’da yaşayanlar cumartesi sabahı sokakları ve meydanı doldurmuştu... Bu insanların tek bir derdi vardı: Türkiye özgür olsun. Türkiye laik kalsın (Din politikaya alet edilmesin). Türkiye ileriye gitsin... Türkiye çağdaş yaşam çizgisinden geriye dönmesin... Mustafa Kemal’in başlattığı devrimler sürsün. Hayatta en hakiki mürşit ilim olsun. Ülke dine göre değil, bilime göre yönetilsin. (Güngör Uras, Milliyet) Bundan böyle herkes, Tandoğan mitingini, 14 Nisan’ı odağına koyarak hareket etmeli. Halkın düşüncesinin ne olduğunu görmeden, “güç bende” oyununu oynamamalı. Halkı bir kenara bırakıp, halk adına söz sahibi olduğunu iddia etmemeli. “Ben varsam güçlü olursun. Yoksam batarsın” böbürlenmesiyle dolaşmamalı. (Muharrem Sarıkaya, Sabah) Günlerdir bütün Türkiye, Ankara’da yapılacak mitingi konuşuyor... Binlerce otobüs başka kentlerden insanları toplayarak Ankara’ya hareket ediyor... “Tandoğan Meydanı 80 bin kişi alır... Mitinge 300 bin mi 500 bin mi katılır bilinmez” deniyor ve Türkiye’nin en büyük kitle gazetelerinin bazıları bu mitingi birinci sayfalarında saklıyor... Yazık ve utanılası bir durum... Sadece Atatürk, Cumhuriyet ve Türkiye için değil... Gazetecilik için utanılası bir durum... Cumhuriyet gazetesi, 9 sütununu aşağı doğru 3’te 1 sayfa kapatıyor... Mitingin kırmızıbeyaz renklerine atıfta bulunurcasına, kırmızı zeminin üzerine beyaz puntolar çekmiş, “Tehlikenin farkındayız” diyor. Cumhuriyet gazetesinden beklenen bir davranış... Vatan, Milliyet, Akşam gerçek bir gazete gibi çıkıyorlar ... (Reha Muhtar, Vatan) Bu miting öyle görmezden gelinecek bir miting değildi. “Dipten gelen bir dalga” gibi çok kapsamlı mesajlar içeriyordu ve bence amacına büyük ölçüde ulaştı. (Şakir Süter, Akşam) Kesin rakamın belirleyici bir önemi yok ama, tekrarlamak gerekir ki, dünkü, Ankara’nın son yıllarda gördüğü en büyük miting sayılmalı. Dün bir başka olguya daha şahit olundu. Miting, CHP, MHP ve DSP tabanlarının ve yönetimlerinin de ilk toplu eylemi oldu. (Murat Yetkin, Radikal) C Doğan TAŞDELEN tekrar hayat bulmuş; hatta tüm İslam coğrafyasında olduğu gibi özellikle beslenip büyütülmüştür. Amerika’ya bu yolda verilen ilk ödün, Marshall yardımlarının gelmesiyle birlikte, Köy Enstitülerinin kapatılmasıdır. Bu süreçle başlayan on yıllar boyunca, devlet eliyle din eğitimine tekrar başlanarak imam hatip okulları açılmış, tarikatlar ve dini yayınlar desteklenmiş, kapatılan tekke ve türbeler faaliyete geçirilmiştir. Böylece, Cumhuriyetin aydınlık felsefesinden uzak, yeni bir insan modeli yetiştirilmiş, dinin toplumsal düşünce ve sosyal hayat içindeki etkinliği artmış, dini ekonomik modeller ve yeşil sermaye yaratılmış, yıllar boyunca yetiştirilen kadrolar da devlet kademelerine yerleştirilmiştir. Yeşil Kuşak Projesi’yle zirveye çıkılan bu politikalar sonucu, Cumhuriyet kazanımları yerle bir edilirken, bu siyasi harekete arka bahçeler ve doğal seçmen tabanı yaratılmıştır. Bu süreç sonunda, AKP’nin iktidara gelişi ve bugüne kadar devam eden süreç elbette ki tesadüf değildir. Şimdi sırada Cumhurbaşkanlığı vardır. Üstü örtülen gerçek de budur; Köşk’ün kapıları ilk defa mücadelenin diğer tarafı için aralanmıştır. Bu siyasi hareketin yolu, yıllar sonra Irak İşgali ve Büyük Ortadoğu Projesi nedeniyle ABD ile tekrar kesişmiştir. Bugün Türk dış politikası da bu dayatmalar sonucu bir çıkmaz içindedir. Bu süreç yaşanırken bazı çevreler, rejim pahasına içi boş bir istikrar kavramının peşinde koşmakta, ekonomik istikrar bozulmasın bahanesiyle bütün bu olanların üzerini şalla örtmeye çalışmaktadır ve AKP’nin önünü açmaktadır. Hitler Almanyası’nda yönetimsel anlamda istikrar vardı; sınai kalkınma rekor kırıyordu. Bugün İran’da da istikrar vardır; Humeyni rejimi tek başına, siyasi mücadele olmadan ülkeyi yönetmektedir. Ama bu istikrar, o ülkelerin Eski Çankaya Belediye Başkanı C İsmet Paşa, Kurtuluş Savaşı’nın en buhranlı günlerinde Enver Paşa’nın Yeşil Ordu ile Anadolu’ya girip Türk ordusuna saldıracağı haberi üzerine ‘Hâlâ kişisel ikbal peşinde; öğrenemedi ki, vatan pahasına siyaset olmaz’ demişti. İsmet Paşa’nın bu sözü, demokrasiyi katlederek bu aldatmacanın parçası olanların ve siyasi rant sağlamak için AKP’ye Cumhurbaşkanlığı yolunu açanların kulağına küpe olmalıdır; vatan pahasına siyaset de, ekonomi de olmaz. C doğru yönetildiği, rejimin doğru olduğu anlamına gelmez. Bu nedenle ülkeyi rejim istikrar ikilemine sokmak, bir ülkede istikrarın rejimden bağımsız olabileceğini düşünmek ve rejimin tehdit altında olduğunu gözlerden kaçırmaya çalışmak, bu vatana ve demokrasi mücadelesine yapılacak en büyük haksızlıktır. AKP, geçmişten aldığı mirasla, Cumhuriyetin aydınlanmacı felsefesinin ümmettten ulus, kuldan birey yaratmasını ve halk egemenliğine dayanan laik bir cumhuriyetin getirdiği kazanımları hazmedemediğini kanıtlamıştır. Üstelik AKP, bu mücadelesini gizli kapaklı değil; açık seçik vermiş, kendisine direnen devlet kurumlarıyla mücadele etmiş ve siyasi gerilim yaratmaktan çekinmemiştir. Şimdi bu siyasi hareketten, bu rejimi koruması, laik Cumhuriyetin başı olması ve kurumlar arasında uyumu sağlaması beklenmektedir. Bu nedenle sorun Tayyip Erdoğan’ın Köşk’e çıkıp çıkmaması ile sınırlı değildir; o veya bir başkası, sıkıntının temeli önü açılan bu zihniyetin devletin başına geçecek ve Cumhurbaşkanı yemininin sözde kalacak olmasıdır. Oldubittiye getirilen diğer bir konu ise, demokrasinin Cumhurbaşkanlığı hedefi için bir araç olarak kullanılması ve bu süreçte demokrasi gereklerinin katledilmesidir. Gerçekte, yapılan bir seçim yoktur; AKP’li bir cumhurbaşkanı dayatması vardır. Yaratılan yapay ve dayatmacı ortam ile, beş yıl önce genel seçim için alınan oyun, bugünden yedi yıl sonrasına kadar yürütmenin başını ipotek altına alması sağlanmaktadır. Bu dönem iki yeni hükümeti kapsayacaktır. Üstelik beş yıl önce tamamen temsilde adaletsizliğe dayanan bir çoğunluğun Cumhurbaşkanı seçmesi demokrasinin bir gereği gibi sunulmakta, toplumsal uzlaşma ve kurumlararası uyum bir kenara itilmektedir. Cumhurbaşkanlığı seçiminin hemen ardından, ömrünü doldurduğu için genel seçime gidecek olan Meclis’te, tamamen temsilde adaletsizliğe dayalı AKP Grubu ve toplumsal uzlaşma aramak yerine, adaylığını partisinin il başkanlarına, milletvekillerine soran bir Başbakan, Cumhurbaşkanı seçecektir. İsmet Paşa, Kurtuluş Savaşı’nın en buhranlı günlerinde Enver Paşa’nın Yeşil Ordu ile Anadolu’ya girip Türk ordusuna saldıracağı haberi üzerine ‘Hâlâ kişisel ikbal peşinde; öğrenemedi ki, vatan pahasına siyaset olmaz’ demişti. İsmet Paşa’nın bu sözü, demokrasiyi katlederek bu aldatmacanın parçası olanların ve siyasi rant sağlamak için AKP’ye Cumhurbaşkanlığı yolunu açanların kulağına küpe olmalıdır; vatan pahasına siyaset de, ekonomi de olmaz. Bu büyük dayatmaya dur demek ve yaratılan karanlığa karşı Mustafa Kemal aydınlığını yaşatmak her yurttaşın görevidir. HARBİ SEMİH POROY Bu bir su hikâyesi olmalı... n kötü hallerin başında zamanda kaybolmak gelirmiş. Geçici zannedilip boyun eğilen kalıcı vahşet süreğenliklerinde kaybolmak, yıkım dilinde konuşanlardan kaçarak kaybolmak, acılı ve üstelik hakiki hikayelerin anlatıcılarını korkudan terk edip, sabahı zor eden toplumsal sapma halinde kaybolmak… Bu kayboluşu berbat ve asıl sarsıcı kılansa, ne kadar anlatılırsa anlatılsın bir türlü arınamayan zifiri koyuluğun, hayatın yenilgisinden ötürü ve ona ilişkin taşıdığı ölümcül işaretlermiş. Tanınmaz hale getirilmiş hayatın bu kayboluşunu durduran, onu o kıstırıldığı zamandan çıkaran, tehdidi söküp atansa, dünyanın bu büyük uğraşına, deneyimine, insanlaşma inadına su taşıyanlarmış. Çok kısa süre önce Köln’de yaşama veda eden Enver Karagöz`ün de meşakkatli ömrü, hayatı E Belkıs ÖNAL PİŞMİŞLER ??? Cumartesi ve pazar günü gazetemiz satış noklarında erken saatlerde tükendi. Telefonla arayıp, gazete bürolarımıza gelerek “gazete bulamadık” diyen duyarlılık gösteren okurlarımıza ve tüm Cumhuriyet okurlarına teşekkür ederiz. İyi haftalar... yeniden üreten, ona zenginliğini geri veren bu su insanlarınınkinden olmalı. Bu bir su hikayesi olmalı. Pekmez ekmek tadında, fındık sürgünü dibinde, ceviz yeşili çeper kenarlarından dünyanın dört bucağına, Türkiye’ye, o zamana, bugüne ait olma becerisinin bir devrimcideki tereddütsüz hazzına dair bir hikaye. Bağımsızlık ve eşitlik yazgısına arka çıkarak, Çoruh kenarında veya “Anadolu’yu değişik adlar alarak” dolanan tüm su kenarlarında sesin rehin alınmasına karşın teslim edilmemiş değer ve anlamları kem gözlerden koruyan tüm su taşıyıcılarının çeşitli parçalarını yazdıkları, bir ülkenin hayatına zulalanmış hikayelerden. Bir su neden Rhein nehrine yol kat etmiştir gibi yeni coğrafya sorularının eklendiği. Sürükleyici serüven meraklısı romancı ve kasavetsiz okuyucu estetikçisi yayıncıların düş güçlerini madara eden, tuzağa düşmekten kurtulamadıkları için de yazamadıkları ve yabancılaştıkça da düşmanlaştıkları hikayelerden. Zihinlere musallat olan küçümseyici muğlaklıkları, saydam ve kesici cam sertliğinde bir sabırla deşifre edenlerin taşıdığı taş ve terbiye, hayatın ölümcül işaretlerini kırabildi gerçekte. iç tanışmadığım halde Enver Karagöz’ün ardından bir arkadaşının “Daha bir çocuktan bile bir bardak su istememiştir” demesi, 12 Eylül’de boğazından akıtılan kaynar suyun delici acısının, bilgi ve zarafeti yenemediğini de anlatmış değil miydi? Türkiye, yalnız kendi yazgısının H değil, genleşebilmesi halinde tüm kötücüllüklere ket vuracak bir dönüşümün ölçeklerinde evrensel bir deneyimin sahibidir. Bu deneyim pek çok parçasıyla derin bir darbe almış olsa bile, aradığı dilin hakikatleri yalınlığını korumaktadır. Karagöz, yalnızca bu nedenle bile bu su hikayesinin ufkundadır hep. Suyu zalimin elinden alıp, büyük bir alçakgönüllülükle insanlığa değerli bir deneyim olarak sunabilmiş olmanın ufkunda, yaygın bir coğrafya bilgisidir. Kaçkar Dağları yerkürede yükselişini halen daha sürdüren bir silsiledir. Dibinde de deli gibi sular akar. Anadolu’ysa, suyu temiz tutmuş olanları unutacak bir yer değildir. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle