Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM C dış haberler “Aday” natan) bir medya ve vesaire kralı, patronu aracılığıyla... Yine hoş bir rastlantıyla 11 Nisan, yani çarşamba günü başlayan bu yeni filmin başlığı da “Le Candidat” (Aday)... Bir hoş rastlantı (!) daha. 2007 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birinci turundan 10 gün önce, hayali seçim heyecanını içerden yansıtan bir film olarak çıkıyor. Yukarıdaki satırlarda başlangıcını özetlediğimiz filmin yönetmeni Niels Arestrup aslında ünlü bir Fransız tiyatrocu ve sinema oyuncusu. “Aday”, 1949 Paris doğumlu Danimarkalı göçmen çocuğu Arestrup’un yönettiği ilk film. Fakat hemen belirtelim, filmde solsağ cenaha ilişkin kendine yontabilecek kısa vadeli malzeme bulacağını sananlar yanılır. Konuya bakış biraz daha derin ve düşündürücü. Arestrup bir söyleşide, “Gerçekle bütün benzerlikler asılsızdır”, diye eklemeyi ihmal etmiyor. “Ancak politikayla hesaplaşmak için uzun zamandır fırsat bekliyordum. Özellikle de politikayı ‘Reality Show’, televizyon gösterilerine dönüştüren, bayağılaştıran süreçle; politikayı, politikacıları kendi iğrenç emellerine alet eden çevrelerle...” İnançların paraya dönüştüğü, ideallerin yok edildiği acımasız ikiyüzlü bir çarkın dişlileri arasından ezilen bir “aday”ın son an gerilimlerine tanık oluyoruz. Aydın dürüstlüğü ve vicdan çarkın dişlilerine direniyorsa tabii ki. Yoksa dişliye takılmak da ne söz, “Padişah da olursun, cumhurbaşkanı da...” ??? 22 Nisan günü 44.5 milyonu aşkın kayıtlı seçmen Beşinci Cumhuriyet’in iki altıncı cumhurbaşkanı adayını seçmek üzere oy sandıklarına çağrılı. Belki sizler bu satırları okuduğunuz zaman ikinci turun adayları da belirlenmiş olacak. Başta televizyon olmak üzere putlaşmış medyaların, çıkarları doğrultusunda ilahlaştırdığı “aday”(lar)a en güzel (s)övgü yine 107 yaşındaki Prevert’den, “Pater noster / Bizim Peder” isimli şiiriyle geliyor: “Göklerdeki Pederimiz / Kalın kaldığınız yerde / Ve biz de kalırız yeryüzünde / New York’un gizemleri / Ve Paris’in gizemleri / Teslis’inkine (*) evladır / Küçük Ourcq (**) kanalı / Büyük Çin surları /... / İyi çocukları ve kötü kullarıyla /... / Hiç olmazsa yeryüzünde / Herkese açık / Bütün dünya harikalarıyla / Dağılmış / Kendi harikalarına hayran / Kendini göstermeye cesaret edemeyen çıplak güzel kız gibi...” Göklerdeki “aday”ımız! Kalın kaldığınız yerde, lütfen! Gelin şu fani dünyanın işini dünya sakini faniler yapsın... (*) Hıristiyan inacında Baba, Oğul ve Ruh’un birleştiği Aziz Üçlü, St. Trinite. (**) Paris’in Seine nehrini besleyen küçük kanallarından biri. ugur.hukum@gmail.com 20 NİSAN 2007 CUMA Fransa geleceğini arıyor ünyanın son 300 yıldaki gidişatına her anlamda damgasını vuran ülkelerden Fransa önümüzdeki 22 Nisan – 6 Mayıs tarihlerinde kendisi kadar Avrupa ve AB’nin geleceği açısından önemli bir sınavdan geçmeye hazırlanıyor. Fransızlar bu tarihlerde önümüzdeki 5 yıldaki politikaları belirleyecek “Birinci Mercî” , Cumhurbaşkanını seçecekler. Bu tercih 1017 Haziran’da yapılacak Genel Seçimler sonucunda ortaya çıkacak yeni siyasi iktidarın ana çizgisini büyük oranda etkileyecek. Fransız toplumunun “yakın gelecek korkusu” şeklinde özetlenebilecek işsizlik, sigorta açığı, emeklilik garantisi gibi sosyoekonomik ögelere verdiği önem, bu kez her dönemden fazla ön plana çıkmış durumda. Söz konusu etkenlerin yol açtığı tedirginlik, Fransız seçmeni 2005 Mayıs’ında ‘AB Anayasası’na yüzde 54,68 oranında “Hayır” demeye götürdü. Yüzde 69’un üstünde bir katılımdan çıkan “Hayır” AB’ye değil, ayır / Asla onların adamı olmayacağım / Çünkü onların adamı düşünen bir saz kamışıdır...” Çağdaş dünya edebiyatının, 20’nci yüzyıl Fransız şiirinin en önde gelen isimlerinden Jacques Prevert, kendine özgü bir duruluk ve şenlikle kaleme aldığı “Zamane Çocuğu” başlıklı şiirinde “güneşli aydınlık bir çocukluğun yeryüzüne sadık, hayata kenetlenmiş şarkıları”ndan tutturuyordu. Fransa geçtiğimiz 11 Nisan’da, 1977’de 77 yaşında yitirdiği bu olağanüstü sanatçıyı ölümünün 30’uncu yılında, istisnai yoğunlukta bir saygıyla andı. Tüm Fransa’yı süsleyen şiirli afişler, okullarda özel dersler, eğitim camiası ve akademik kurumlarda konferans, toplantı, sergiler, televizyon ve radyolarda gün boyu izlenebilen farklı film, belgesel, klip, duyuru ve programlar ülkenin muhtemelen en sevilen bu “anarşist”, son nefesine kadar iflah olmaz yaramaz bu evladını içten bir sevgiyle hatırladı. Prevert bugün halen 616 yaş grubunun gönüllerindeki, kafalarındaki “insan adayı”dır. İdeal babadır, ağabeydir, arkadaştır. Onlara sevecen olduğu kadar eleştirel, komik olduğu kadar gerçekçi bir dünya tasvir etmiş, yaratılarıyla güzel sanatlardan Fransız şarkıcılığı ve sinemasına kadar birçok alanı beslemiş bu eşsiz kişilik, yarının ve bugünün yetişkinlerini duyguları kadar daima akıllarını kullanmaya davet etmiştir. Hele hele insanların “aday”lardan aday seçmeye aday oldukları bir dönemde üstadın tavsiyeleri her zamankinden daha elzem oluyor. Buralardan oralara “ampul” –pardon– “ışık” tutacak halimiz yok. Kaldı ki buralardaki adayların hali de içler acısı. Kamuoyu yoklamalarına bakılırsa her beş seçmenden biri son geceye kadar kararsız. Anlaşılır bir durum. Ama hiç değilse buralardakilerin ‘seçme’ olanağı var. Halbuki oralarda “Saz kamışlarından kamış beğen!”... ??? Filmin kahramanı Michel Dedieu, ölümüne yorucu, yıldırıcı bir cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasının ardından ikinci tura kalan ikinci “aday”dır. “Aday”ın sağlığı, ailesi, dost çevresi, her şey ama her şeyi fevkalade yıpranmıştır. Büyük yarışın yüzüp yüzüp kuyruğuna gelmiştir. Takati tükenmiştir. Halbuki önünde seçmenin iradesini belirleyecek oylama gününden önce, son büyük bir “muharebe” daha vardır: “Televizyon Gösterisi”. Daha edepli deyişiyle, iki tur arasında iki gazeteci eşliğinde rakibiyle teke tek kapışacağı “Açık Oturum”. Öteki “aday” çok parlak bir konuşmacıdır. Zaten tüm araştırmalar açık farkla onu “favori” göstermektedir. Dedieu tam bir pazarlamalık “meta” misali kullanılmaktadır. Üstelik de her şeye kadir, her şeyi en “iyi bilen dayı” ve her “iki ata” da oynayan (oy “H D sosyal kazanımları elinden alınacak, büyük sermaye çevrelerinin yönlendirmesinde neoliberal yeni bir “Toplumsal Proje”ye karşıydı. Aşırı sağın sürekli kullandığı demagojik milliyetçi ‘Ulusal Egemenlik’ söyleminin de bu kararda kısmen etkili olduğu söylenebilir. Ancak bu dönem yapılan tüm araştırmalar Fransız kamuoyunun net bir çoğunluğunun ‘Sosyal Devlet’in tehlikeye gireceği kaygısıyla hareket ettiğini gösteriyor. Bu reddin AB ve Fransa içinde yol açtığı sorgulama kaçınılmaz olarak çok sayıda başka sorununun da deşilmesini getirdi. İdeolojik ‘Truva atı’ AB’nin genişlemesi, Ulusal kimlik, Hırıstiyanİslam çelişkisi, Göçmenlik ve Göçmenlerin toplumdaki yeri gibi can alıcı başlıklar, diğer sosyoekonomik endişelere eklemlendi. Fransa özelinde tartışılan altbaşlıklar arasında seyreden “Türkiye’nin Üyeliği”, özellik le sağ kesimin siyasi iradesini egemen kılacak arayışın dinkültürcoğrafya karışımlı malgamanın, adeta ideolojik “Truva atı” oldu. AB’nin, başta Irak olmak üzere, İran, Afganistan, eski Yugoslavya ve Kıbrıs gibi uluslararası sorunlarındaki beceriksizlik daha da doğrusu iktidarsızlığı; Avro’nun tedavüle girişiyle yaşanan ortalama tüketicinin satın alma gücünü sarsan süreç Fransızları alışılagelmişin ötesinde kuşkucu bir davranışa itti. Ancak gelinen noktada sıraladığımız faktörler, Fransa’yı yeni bir sol iktidar alternatifini denemeye ikna edebilecek mi? Yoksa Charles de Gaulle geleneğinin son lideri Jacques Chirac’ın 12 yıllık başkanlığı, kendi partisinden JeanPierre Raffarin ve Dominique de Villepin hükümetlerinin 5 yıllık iktidarına rağmen, siyasi seleflerini aratmaya aday Nicolas Sarkozy ve yandaşları 5 yıllığına kaptan köşküne kurulacaklar mı ? Fransa’yı bekleyen çok bilinmeyenli bu denklemin ilk katı 22 Nisan Pazar akşamı belirlenecek. Kamuoyu yoklamalarına göre Sarkozy’nin hiç yitirmediği birincilik konumunu 1. tur sonunda muhafaza edeceğine kesin gözüyle bakılıyor. Gerçekte tahmini en zor ve en heyecanla beklenen soru, 2. turda yarışacak ikinci adayın kim olacağı. Hatırlatmak gerekirse: Herhangi bir aday ilk turda yüzde 50’inin üstüne çıkamadığı sürece, seçim yasasına göre en yüksek oy alan iki aday 2. tura kalıyor. Cumhurbaşkanının halkoyuyla doğrudan seçildiği 1965 yılından beri daima 2. tur kapışması yaşanmış. Sarkozy’nin dışında, yoklamalarda Sosyalist Partisi’nin adayı Segolene Royal sürekli ikinciliğini korudu. Fakat 3. sırada gözüken aday merkez sağ, liberal François Bayrou ile arasın daki fark pek yüksek değil. Ayrıca 2002 seçimlerinin de kanıtladığı gibi sandıktan çıkan ‘irade’, ‘mekanik’ öngörülere uymuyor. 2002’de favori 2. aday, sosyalist Lionel Jospin, solun solundaki bölünmüşlüğün de etkisiyle finali kıl payı farkla aşırı sağın adayı JeanMarie Le Pen’e kaptırarak elenmiş ve sola da ehveni şer addedilen Jacques Chirac’a oy vermek düşmüştü. Solda aday bolluğu Kaldı ki şimdilerde 4. sırada gözüken Le Pen’in, 2002’de olduğu gibi son hafta içinde bir sıçrama yapması çok büyük bir sürpriz sayılmaz. Zira önceki hafta düzenlenen kamuoyu araştırmalarına göre seçmenlerin yüzde 42’si ‘mütereddit’. Ancak bu ‘tereddüt’, seçmenin kendisini sol veya sağ kesimde görme ‘kararsızlığı’ndan öteye, özellikle sol seçmenin 12 adaydan, 3’ü kadın 7 sol ‘adayın çeşitliliği ve önerileri’ karşısındaki ‘şaşkınlığı’ biçiminde yorumlanabiliyor. Adayların önerileri... SAĞ ADAYLAR François BAYROU (Liberal sağ Fransız Demokrasisi İçin Birlik / UDF) D. 25/5/1951 – Borderes. Edebiyat mezunu, Tarım – Hayvancılık sektörü işletmecisi, yazar, Avrupa vekili, UDF partisi başkanı. 1971 Fransız Edebiyatı mezunu, 1982 – Bölge İdare Kurulu üyesi; 1986 – PyreneesAtlantiques ili milletvekilli; 1993 – Milli Eğitim bakanı; 1994 – CDS partisi kurucu başkanı (1998’de UDF’e katılacak) 2002 – ilk Cumhurbaşkanlığı adayı (yüzde 6,84). Sloganı “Bütün Güçlerimizin Fransa’sı”. JeanMarie LE PEN (Aşırı sağ Milli Cephe / FN) D. 20/6/1928 – TrinitesurMer. Siyasal Bilgiler ve Hukuk mezunu, Avrupa vekili. 1949 – CORPO Öğrenci Derneği başkanı; 1954 – Hindiçini savaşında gönüllü subay; 1956 – Seine ili milletvekili; 1960 – Cezayir savaşından gönüllü subay; 1972 – FN’in kurucu başkanı; 1974 – ilk Cumhurbaşkanlığı adaylığı (yüzde 0,74); 1984 – Avrupa vekili; 1999’dan beri Avrupa vekili. Sloganı “Le Pen’le Hep Beraber Fransa’yı Ayağa Kaldıralım” Frederick NIHOUS (Muhafazakar sağ – Avcılık, Balıkçılık, Tabiat ve Gelenekler / CPNT) D. 15/8/1967 – Valenciennes. Hukuk doktorası, Avrupa vekili asistanlığı. 1981 – İlk tüfeğini alıyor ve ava çıkıyor; 1999 – Kuzey Fransa CPNT delegesi ve Avrupa Parlamentosu CPNT grubu Genel sekreteri; 2002 – Avrupa vekili asistanı. Sloganı “Önce Kırsallık”. Philippe de VILLLIERS (Fransa İçin Hareket / MPF) D. 25/3/1949 – Boulogne. Hukuk ve Siyasal Bilgiler, ENA, Üstdüzey bürokrat, milletvekili. 1978 – CharenteMaritime Valisi Öze1 Kalem Müdürü; 1985 – PR (daha sonra UDF’e dönüşecek) üyeliği; 1986 – Devlet Sekreteri; 1988 – Vendee Bölge İdare Kurulu Başkanı ve milletvekili; 1995 – ilk Cumhurbaşkanlığı adaylığı (yüzde 4,7); 1999 – Avrupa vekili; 2002 – Vendee ili milletvekili. Sloganı “Fransız Olmak Gururu”. (*) Adayların farklı slogan ve afişlerini görüntüleyebilmek için: (http://www.electionpolitique.com/pres2007.php#affiches) Seçimlere ilişkin farklı konularda bilgi edinmek için http://hukum.blogcu.com/ veya www.sansursuz.com yazılarıma bakabilirsiniz. 1) FRANSA, SOSYOEKONOMİK HAYAT ve İSTİHDAM Fransa’nın son yıllarda en hassas olduğu konu işsizliğe karşı önlemler ve sosyal kazanımların sürekliliği, hatta dokunulmazlığı. Toplumun büyük çoğunluğu yaşadığımız dünyanın acımasız bir serbest rekabet düzenine dayandığını, birey yeterli çabayı göstermediği takdirde her türlü desteği devletten beklememenin gerektiğinin bilincinde. Ancak Fransa’nın dünyanın ilk 5 zengin ekonomisinden biri olması, OECD (Uluslararası Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) verilerine göre son 10 yılda emek verimliliği en yüksek 3 ülkeden biri olması, işveren ve mali çevrelerin son yıllardaki olağanüstü fâhiş kârları solcu olsun olmasın ortalama bir Fransızın mevcut sosyal hakları ve satın alma gücüne getirilecek en küçük bir darbeye sert tepki göstermesine neden oluyor. Bu yüzden en liberal ekonomi yanlısı politikacılar bile istihdam, emeklilik, sosyal sigorta gibi konular gündeme geldiğinde ağızlarından çıkacak sözlere, seçim vaatlerine çok dikkat ediyorlar. Bu bağlamda kuşkusuz sol adaylar daha cömert. Hepsinin ortak amacı çalışma hayatında işverenlerin keyfine bırakılmış belirsizliğe, yaygın deyişiyle ‘muğlaklık’a son vermek ve ‘asgari ücret’i arttırmak. Sağ ise tam tersine çalışma hayatını düzenleyen yönetmelik ve yasalarda ‘esneklik ve özgürlük’ü (!) genişletmeyi, örneğin ‘haftada 35 saat çalışma’ yasasını kaldırmayı veya etkisini hafifletmeyi hedefliyor. Royal gençlere, genç işsizlere öncelik tanırken, yeni tipte “İş Kontratları“ öneriyor. Sosyalist adayın projesini çok yetersiz bulan Besancenot, Bove, Buffet gibi radikal sol adaylar, gençlere iş bulmada ek kolaylıklar, köklü teşvik önlemleri getirirken, Laguiller sağ iktidarların çıkarttığı tüm kısıtlamaları iptal edeceğini duyuruyor. Le Pen yeni iş ve istihdam olanaklarını ‘Milli tercih’ adına yalnızca Fransızlara sunacağını belirtiyor, oldu bitti düşman addettiği ‘Sendika oligarşisi’ni yıkacağını söylüyor. Emeklilik yaşını yükseltmek, dileyenin haftalık 3539 saat üstünde çalışma hakkı gibi maddeleri programına katan aşırı sağcı – milliyetçi liderle hem fikir olan Sarkozy’de grev hakkını kısıtlamayı, ‘ülkenin bütün aktif güçlerini seferber edeceğine’ söz veriyor. Haftalık çalışma süresi ilkesini esnekleştirmeyi savunan Bayrou ise, bu geçişin müzakereler sonucu uzlaşmayla sağlanmasından yana. Siyasi arenada, asgari ücret, SMIC’e ilk ağızda hiç dokunmayacağını duyuran sağ uçtan, bugün brüt 1200 (net 980 civarında) avro olan SMIC’i iktidara gelir gelmez, net 1500’e çıkarmayı vaat eden sol uçlara geniş bir yelpaze mevcut. Royal seçim programına asgari ücreti, önümüzdeki 5 yılda kademeli olarak brüt 1500 avroya yükselteceğini koymuş. Solun sosyoekonomik önlemler arasında en kararlı gözüktüğü kalemlerden biri de “Sosyal konut” meselesi. Sosyalist ve komünist adaylar her belediyenin yasal “yüzde 20 zorunlu sosyal konut” ilkesini hayata geçirmeyi, her yıl 120.000 sosyal konut inşaatından ve buralara yerleşmeyi kolaylaştıracak önlemleri ön plana çıkartıyorlar. Aşırı sol çok bonkör. Şu anda kötü koşullarda oturan ve yaşayan, resmi verilere göre 3 milyon kişi için, kamu veya özel kuruluşlara ait boş mekanları acilen ikamete açacağını söylüyor. Sarkozy kredi ve satın alma işlemlerini basitleştirerek “Fransa’yı evinin sahibi insanlar ülkesi” yapmayı planlarken, Bayrou mevcut konut politikasının uygulamalarını kolaylaştırmayı amaçlıyor. Le Pen ise kiralama veya ev sahibi olmada önceliğin “Fransız vatandaşlarına” verileceğini belirtmekle yetiniyor. Diğer bir hassas hususta sağlık ve emeklilik, yani sosyal güvenlik sistemi. Le Pen iktidara geldiği takdirde, hiç utanmadan Fransa’da yaşayan yabancıların sosyal ödentilerini yüzde 35 oranında arttıracağını söylüyor. Emeklilik yaşının yükseltilmesinden, bugün devlet – işçi ve işveren sendikalarının ortak ve özerk yönetimin Nicolas SARKOZY (Geleneksel sağ Halkçı Çoğunluk İçin Birlik / UMP) D. 28/1/1955 – Paris. Hukuk ve Siyasal Bilgiler mezunu, Avukat, Milletvekili, UMP Başkanı. 1974 – UDR (UMP’nin en eski adı) üyeliği; 1983 – NeuillysurSeine Belediye başkanı; 1988 – HautsdeSeine milletvekili ve RPR (UMP’nin eski adı) Gençlikten Sorumlu Ulusal Sekreteri; 1993’ten beri çeşitli hükümetlerde Bütçe, Maliye ve İçişleri bakanlıkları; 2004 – UMP Genel Başkanı. Sloganı “Birlikte Herşey Mümkündür”. deki Sosyal Sigortalar Kurumu’nun tümüyle devlet denetimine alınmasına getirdiği bir dizi öneriyle, gerçekten en basit İnsan Haklarını hiçe sayan radikal değişimler öngörüyor. Sağlık ve Güvenlik dosyasını “Kamu ve Özel Sektör”ün eşitleneceği bir alan olarak algılayan Sarkozy, özelleştirmeden, özellikle de Bireysel Emeklilik programlarının güçlendirilmesinden yana. Bu konuda doğal müttefiki nitelenebilecek Bayrou ise sağlık ve bakım hizmetlerinin daha ziyade yerelleştirilmesini, kişisel ve puanlı emeklilik sistemlerinin geliştirilmesini savunuyor. Son sağ hükümetin getirdiği reformlara dokunmak niyetinde olmadığını açıklayan Royal, ciddi hastalıklar konusunda özel araştırmalar, 1625 (bu yaşın altındakilere sağlık hizmeti bedava) arasındaki gençlere özel sağlık kartları, okul ve işyeri doktorlarını güçlendirmek gibi daha yüzeysel önlemlere ağırlık veriyor. Tüm sağlık sistemini yeniden düzenlemeyi düşünen Buffet çocuklar ve engellilerin tüm sağlık masraflarının yüzde yüz kamu tarafından karşılanması veya örneğin doktor ve hemşire sayısının hızla arttırılmasını talep ediyor. O da Besancenot gibi tam emeklilikten yararlanabilmek için 40 seneye yükseltilmiş olan ödenti süresinin 37,5 yıla inmesini istiyor. Radikal solun en popüler temsilcisi Besancenot ise programında bir adım daha ileri giderek “Serbest Doktorluk” uygulamasına son vereceğini, tümüyle kamu denetimine girecek sağlık hizmetlerinin herkese bedava olacağını söylüyor. Dar gelirli emeklilerin maaşlarına 3050 avro arası zam öngören Royal hariç bütün sol adaylar emeklilik gelirinin, her ücretlinin son 10 yıllık gelirinin yüzde 75’inden daha az olmamasını talep ediyorlar. Sol kesim, uygarlığa anlam kazandıran dayanışma felsefesinin kâr dürtüleriyle yok edilemeyeceğini savunuyor. Arkas Holding Kurumsal İletişim Koordinatörü Esra Arkas, Lucien Arkas, İtalya’nın İzmir Konsolosu Michele Tommasi ve eşi Narjis Tommasi törende. Lucien Arkas’a İtalya Liyakat Nişanı rkas Yönetim Kurulu Başkanı Lucien Arkas, Türkİtalyan ilişkilerine yaptığı katkılar ve hizmetler nedeniyle İtalya devleti tarafından, sınırlı sayıda verilen en yüksek onur ödülü İtalya Cumhuriyeti Şövalyelik Nişanı’na layık görüldü. Arkas’a liyakat nişanı, İzmir İtalya Konsolosu Michele Tommasi tarafından Arkas Holding Merkez Binası’nda sadece aile üyelerinin katıldığı bir törenle takdim edildi. İtalya’nın İzmir Konsolosu Michele Tommasi, Arkas’ın İtalya Konsolosluğu ve İzmir’de yaşayan İtalyan topluluğu ile olan iyi ilişkileri ve verdiği destek nedeniyle ödüllendirildiğini belirtti. A