Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 28 Şubat öncesinde Türkİş, TESK ve TOBB ile dörtlü platform oluşturan DİSK’in o dönemki Genel Başkanı Budak C haberler BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ 9 MART 2007 CUMA ‘STÖ’ler süreci yumuşattı’ Miyase İLKNUR ıdvan Budak, 28 Şubat sürecinde R çıkış yapan dört sivil toplum örgütünden (STÖ) biri olan DİSK’in o dönemde genel başkanlığını yapıyordu. Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın tarikat şeyhlerini Başbakanlık Konutu’na iftara davet etmesi ve Sincan’da düzenlenen “Kudüs Gecesi”nin ardından bir sivil inisiyatif geliştirilmesi konusunda görüş birliğine vardığı Türkİş, TESK ve TOBB başkanlarıyla sürece müdahil oldular. Bugün 28 Şubat sürecine yol açan zihniyetin suçladığı isimlerden biri olan Budak’la, sivil toplum örgütlerinin o süreçteki rolünü konuştuk. Bugüne kadar 28 Şubat’la ilgili ya emekli askerler ya da Süleyman Demirel konuştu. Oysa o dönemde başta DİSK olmak üzere sivil toplum örgütlerinin de bir rolü vardı. O süreci sivil toplum örgütleri açısından anlatır mısınız? Nasıl düğmeye basıldı, siz nasıl bir araya geldiniz? BUDAK Sayın Erbakan, o dönem belli bir yaşa gelmiş devlet deneyimi olan bir siyasetçiydi. O kıyafetteki insanları Başbakanlık’a çağırdığında tepkisiz kalınmayacağını, Türkiye’nin altüst olacağını biliyordu. Ekonomide ve sosyal sorunların çözümünde başarılı olamayınca alan kaydırması yaptı. Hükümetin başarısızlığını örtmeye çalıştı. İlk hadise, Erbakan’ın Başbakanlık Konutu’na hiç alışık olmadığımız, kılık kıyafet kanununa aykırı görüntüler içindeki ve tarikat şeyhi oldukları bilinen grupları iftar yemeğina davet etmesiyle patlak verdi. Lüks arabalarla Başbakanlık Konutu’na gelen bu zatların görün Bursa’da TÜYAP’la... tirmeni olarak belleklerde yer aldı. Stefan Zweig’ı kime borçluyuz? İstanbul üstüne saptamalarının önemini şimdi daha da fark ediyoruz. Ya öykülerinde anlattıkları? Günizi Yayıncılık’tan çıkan “Taşı Toprağı Altın”ı bir açıp okumalısınız... ? Bir başka kuşaktan Demir Özlü, İmge Yayınlar’dan çıkan Dalgalar’ında, Tayland’ı anlatıyor. Yazar, bir notunda şöyle diyorydu: “... Fakir halkı çok sevdim; ama tarihin verilerine de, halkı bu konumda tutan kasta da, global kapitalizmin uzanan kollarına da lânet ettim. Bu beni birçok şeyden yeniden şüpheye götürdü. İşte bu alçakgönüllü küçük roman bu travmanın sonucudur. Travmanın patolojisini de yaşadım.” Gerçek öyle! Bu romanı okuyunuz derim. ? Şiirimizde son yıllarda “lirizm” pek yokmuş gibi. Cevat Çapan’ın YapıKredi Yayınları’ndan çıkan toplu şiirleri, Bana Düşlerini Anlat’ı bizi ferahlattı. “Dostluğu, insanı, yaşantının belleğiyle kucaklayan, güleryüzlü, tenhadan seslenen, tenhayı sesleyen bir rüzgâr eser şiirlerinde.” Bu rüzgârın esişini tatmak ister misiniz? Ve isterseniz, siz de anlatınız düşlerinizi... ? “Abdülhamid kadar olumsuz koşullarda tahta çıkmış bir hükümdar az bulunur”. Öyle de olsa, “Abdülhamid, devrine damgasını vurmuş ve ardında pek çok iz bırakmış, kendi içinde tutarlı bir ıslahatçı” oldu. Büyük Türkolog François Georgeon’un kaleminden çıkmış ve Homer Kitabevi’nin yayımladığı Sultan Abdülhamid, konusunda dilimizde tek eserdir. Mutlaka okunmalı! ? “Hayal gücü, akıl gibi bir parçamızdır: Hayale dalmak, kendi içimize bir başkası gibi bakma şeklidir” diyen Gianni Rodari, dünya çapında bir masalcı. Ünlü eseri, Telefonda Masallar, nihayet dilimizde. Alkım Yayınevi’nden çıkan eseri, Demet Elkâtip’in nefis Türkçesinden okuyoruz. Düş gücünün sınırlarını zorlamayı bilenler için tam bir fırsat! D İSK’in eski Genel Başkanı Rıdvan Budak, sivil toplum örgütlerinin (STÖ) inisiyatif geliştirmesiyle askerin bir adım daha ileri gitmesini önlediklerini belirtti. Bugün bazı liberallerin ve İslami kesimin, 28 Şubat’ın sorumluluğunu o günkü iktidarın dışındaki tüm kurumlara çıkardığını anımsatarak “Sanki Erbakan hükümeti hiç yanlış yapmadı, toplumu germedi de durup dururken bu süreç yaşandı” dedi. başkanı ile oturup konuştuk ve dörtlü görüşmemizde Demirel, ‘her seferinde siyasetin kendi içindeki sorunları asker müdahalesi ile çözülemez. Her seferinde süngü dayayarak bu olmaz. Sivil toplum örgütleri olarak destek çıkın’ dedi. HEPİMİZ RADİKALİZ Askerin de daha ileri gitmeye niyeti yoktu aslında. Sincan’da tanklar yürüdü. Hatta onun Genelkurmay Başkanı’ndan habersiz olduğu o tankları yürüten komutan tarafından ifade edildi. Cumhuriyetin temel niteliklerini değiştireceksiniz, İran modelini örnek göstereceksiniz, devleti dini referans göstererek yöneteceksiniz ve buna kimse tepki göstermeyecek. Orda Çevik Bir’in radikal olmasına gerek yok. O noktada hepimiz radikaliz. Cumhuriyetçi ve laik olan herkesin rakidal olması lazım. “Efendim seçimle gelmiş bir hükümete saygı göstermek lazım’’, bunlar Türkiye gerçeği ile örtüşmeyen eleştirilerdir. Size sorarlar, “Peki Türkiye bir din devleti olsun mu”, “Hayır olmasın”, e.. o zaman tarikat şeyhleri o kılık kıyafetle Başbakanlık Konutu’na çıktılarsa söyleyeceğin bir laf olmalı. O günlerde çok önemli bir şey daha oldu. Fethullah Gülen televizyona çıkıp, “Tartışma çok büyümüştür, Erbakan emaneti teslim etmelidir” dedi. Tayyip Erdoğan’ın deyimiyle Türkiye’nin en büyük, en etkili ve en örgütlü uleması ideolojik yandaşı olan Erbakan’a çekilmesi çağrısında bulundu. ABD’ye sırtını dayayan Fettullah Hocaefendi, kokuyu almıştı anlaşılan. Ancak ABD karşıtı olan Erbakan durumu kavrayamadı. Tabii tabii... Bir kıyaslama yapıldığında Erbakan dini siyasette yükseltmek için kullanmıştır, ama bunun yanında milli bir yönü vardır. Bunların bu “Ayına yıldızına kurban olayım” demelerine karşın uluslararası alanda teslimiyetçi bir politika izledikleri ve iktidarda kalmak için Türkiye’nin çıkarlarını göz ardı ettikleri muhakkak. Erbakan, Batı’nın sultasından ülkemi kurtaracağım iddiasıyla İslam dünyasına yüzünü döndü. Bunlar gerçekçi politikalar değil. İR ARADA YAŞAMA ANLAYIŞINI DEĞİŞTİREMEZSİNİZ İslam dünyasında da Türkiye çok iyi bir örnek değil. İslam dünyasının baskı altında yaşayan ve değişim isteyen halklarına iyi bir örnek. Ancak İslam dünyasındaki baskıcı yönetimler için kuşkusuz kötü bir örnek. Erbakan hem bunu göremedi, hem de Türkiye demokratik laik bir sosyal hukuk devleti ve parlamenter sisteme sahip. Kalkıp parlamenter sisteme ve laik bir düzene sahip olmayan ülkelerle işbirliği yapmaya soyundu. Seksen yıldır Batılılaşmaya, çağdaşlaşmaya çalışan ve bunun mücadelesini veren Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin başbakanısın. Aldığın oy yüzde 21. Erbakan’ın ve Türkiye’deki İslamcıların yanlış hareket noktası şu; Türkiye’yi parlamenter sistemin dışında yönetmek mümkün değildir. Böyle bir güçleri yok. Türk halkı da böyle bir yönetim anlayışı istemez. Yanılıyorlar orda da. Anadolu halkı, İlhan Selçuk’un dediği gibi hoşgörüye dayalı bir Anadolu Müslümanlığını yaşamak istiyor. Bütün farklılıklarımızla bir arada yaşama anlayışını değiştiremezsiniz.. tüsünü hep beraber izledik. Bu olay yetmiyormuş gibi birkaç gün sonra Sincan’da ‘Kudüs Gecesi’ adı altında bir gece düzenlendi. Bütün bu olaylar üst üste gelince askerde de bir tepki başladı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel bir süre büyük bir ustalıkla ortalığı idare etti. Ben o zaman DİSK Genel Başkan’ıydım. Ama DİSK Genel Başkanlığımı o an bir kenara bıraktım ve dedim ki, “bu kılık ve kıyafet içindeki insanları Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Başbakanı, Başbakanlık Konutu’na çağırıyorsa bu büyük tartışma çıkaracaktır ülkede” ve öyle de oldu. Bir anda siyaset gerginleşti. ARLAMENTO SORUNU ÇÖZMEKTEN ÂCİZDİ Bu görüntülerden Türkiye’yi kurtar P mak lazımdı. O süreçte biz 4 sivil toplum örgütü bir araya gelerek dedik ki, “bütün bu tartışmaların ötesinde siyasetin ve parlamentonun bu işi kendi içinde çözmesi lazım”. Ama parlamento kendi içinde bu sorunu çözmekten acizdi. Türkiye’nin üreten kesimleri olarak müdahale etme kararı aldık. O arada çeşitli etkin çevrelerden de “Silahlı Kuvvetler değil silahsız kuvvetler, yani sivil toplum örgütleri bu sürecin önüne geçsinler” çağrıları gelmeye başladı. Bugün bazı liberaller 28 Şubat’ta siyasi iktidar hiçbir yanlış yapmamış, o günkü Başbakan hiç yanlış yapmamış gibi bir yaklaşım içindeler. Biz o günlerde sivil toplum örgütleri olarak “Ne darbe, ne şeriat ne de çeteler’’ diye bir slogan geliştirdik. Sivil toplum örgütleri askerin bir adım daha öteye geçmesinin önünü kesmişti. Sonuçta biz Cumhur T Sadece eleştiri var önerme yok ÜRK HASTALIĞI 28 Şubat denince basında liberal kesimlerin değerlendirmelerinde sadece andıç olayı ve Batı Çalışma Grubu gündeme geliyor ve 28 Şubat parlamenter demokrasiye bir müdahale olarak görülüyor. O ‘postmodern darbe’ denilen girişim olmasaydı Türkiye nereye giderdi? BUDAK: Bunun yanıtını vermiyorlar. Bu solcuların da hastalığıdır. Sadece eleştiri var, önerme yok. Aslında Türk hastalığıdır. Liberaller de, onların eleştirileri de o çerçeve içinde. Ne olacaktı peki? Sincan’da ‘Kudüs Gecesi’ yapılacak, İran Büyükelçisi gelecek oraya ve “Bütün dünyayı İslam yönetecek” diyecek. Bunlar 11 Eylül’ün emareleriydi. Eğer bin tane intihar komandonuz varsa bütün dünyayı tehdit edersiniz. Bu kadar da kolay bu işler. Bütün bunları üst üste koyduğumuzda ortaya çıkan manzara şu; liberaller her şeyin demokrasinin içinde çözülmesinden yana. Biz de öyle düşünüyoruz. Türkiye’deki demokrasiyi biz de yeterli bulmuyoruz. Ama biz de diyoruz ki, iyi hoş da 28 Şubat’ın müsebbibi biz değiliz. Biz tam tersine oynadığımız rol ile bunu önledik. Necmettin Erbakan ve Tansu Çiller, REFAHYOL hükümetini kurdular. B eşil Bursa’nın, bir yarım yüzyılda neler kaybettiğini anlatmak mümkün değil. Buna tanık olmanın üzüntüsü ise ayrıca tüketici bir şey. Ama, Bursa’yı görmenin mutluluğu, nice kederi unutturuyor. Her yıl TÜYAP Kitap Fuarı bunu da sağlıyor. Bu fuarın açılışında olacağız. Bu şenliği yaşayacağız... ? Kitap dünyasındaki son hareketler üstüne, elimdeki listede şunlar var: Prof. Bülent Tanör Armağanı’nı başta zikretmeli. Oğlak Yayıncılık’tan çıkan kitabı, Mehmet Ö. Alkan özenle hazırlamış. Eserin içinde, dışarıdan içeriden ünlü hukukçu ve siyaset bilimcilerinin kaleminden pek önemli incelemeler var ve çoğu da güncel içerikte. Sevgili Tanör’e her yönden yakışan bir çalışma. Bu kitabı, okurlara hararetle tavsiye ediyoruz. ? Emperyalist ve gerici ideolojilere karşı mücadelede, yeni ve ciddi bir yayınevi, Yordam Kitap da nöbete girmiş; ve son haftalarda önemli eserler yayımlamış bulunuyor: A. SaadFilho’nun Marx’ın Değeri, E. Meiksins Wood’un Sınıftan Kaçış adlı eserleri mutlak okunmalı. Yerli kalemlerden de özgün çalışmalar var: Yıldız Silier’den Özgürlük Yanılsaması. Rousseau ve Marx; bir de Haluk Yurtsever’den, Tarihten Güncelliğe Sınıf Savaşları ve Devlet önemlidir. Hatırlatma bizden... ? Adnan Binyazar, ne yazarsa yazsın önce bir denemecidir; deneme söz olduğunda da, kelimeler ve biçem öne geçiyor. Binyazar’ın Can Yayınları’ndan çıkan Duyguların Anakarası, denemeciliğimizin sınırlarını genişletip derinleştirmiş; eline aldığı konularda, Türkçe de apayrı bir güzellik içinde. Adnan Binyazar, kıskandıracak denli güzel yazıyor. Bu kitapta bunu gördüm ve kıskandım... Okuyunuz okurlar bu eseri! ? Edebiyatımızda “1940 Kuşağı”nın apayrı bir yeri vardır: Şiir yazarken, sanatın hakkını verirken çağına da ters düşmedi. O kuşağın içinde, Burhan Arpad, çevirmen, gazeteci, tiyatro eleş Y DESTEK ARAŞTIRMASI Rusya Gülen’in peşinde Bahadır Selim DİLEK ANKARA Moskova yönetiminin, Rusya Federasyonu içinde Fethullah Gülen’e dolaylı destek veren dernek, vakıf, şirket ve okulları da yakın takibe aldığı öğrenildi. Cumhuriyet’in ulaştığı bilgilere göre bugüne kadar, Gülen cemaati ile direkt bağı olan okulları ve vakıfları yasaklayan Rusya, şimdi de ülke sınırları içinde Gülen cemaatine dolaylı yoldan finansal destek veren kurum ve kuruluşları araştırma kapsamına aldı. Rusya Federasyonu’nun ilgili güvenlik ve araştırma merkezlerindeki yüksek seviyeli uzmanların söz konusu kurum ve kuruluşların faaliyetleri ve Türkiye’deki bağlantıları ile ilgili olarak hazırladığı dosyalar en üst düzeyde değerlendirmeye alındı. Ancak söz konusu dernek, vakıf ve şirketlerin Gülen’e verdikleri desteğin üçüncü kişiler üzerinden ve dolaylı olması nedeniyle, Moskova yönetimi, bu bağlantıların belgelerine henüz ulaşamadı. Aynı nedenden dolayı Gülen cemaatine destek veren kurum ve kuruluşların sayısının bile net olarak ortaya çıkarılamamış olması, Rusya Federasyonu açısından sıkıntının büyük olduğunu gösterdi. Gülen cemaatinin Rusya’daki faaliyetlerine dolaylı yoldan finansal destek veren şirketler ara ‘Bu devlet sadece solculara zulüm etmiştir’ Liberal çevrelere göre Türkiye’de siyasal İslamın gücü abartılıyor ve bu paranoya olarak toplum korkutuluyor. Sizce gerçekten siyasal İslam korkusu bir paranoya mı? BUDAK Siyasal İslam, yani şeriat isteyen siyaset anlayışının Türkiye’de çok etkili olduğunu düşünmüyorum. Ama bunlar, Türkiye’nin geçmiş siyasal tarihinde inancı siyasetin içinde var etmek isteyenler zannediyorlar ki, iktidar kendilerine iyi Müslüman oldukları için verildi. Halbuki, Sayın Demirel, 12 Eylül’den önce meydanlarda en çok Kuran ve bayrak hediye edilen liderdi. Demirel hep söylemez mi, “Türkiye’de din adamlarını devlet kadrosuna alan lider benim”. Türkiye’de en uzun dönem başbakanlık yapan siyasetçi. İmam hatip liselerinin açılmasına engel olabilirdi. Türkiye’nin ihtiyacı olduğu için açtım diyor. Ama aynı Demirel, “Türkiye’de 80 bin tane cami, 120 bin tane din görevlisi vardır ve fukara devlet fukara milletten topladığı vergilerle bunların maaşını veriyor, siz bu devletten ne istiyorsunuz?” diyor. Yani biz Sayın Demirel’den daha çok bilecek değiliz. Bu devlet Soğuk Savaş döneminde radikal İslamcı akımları da desteklemiştir. Bu devlet sadece solculara zulüm etmiştir. Bugünkü iktidar da dini mesajlar veriyor ama Erbakan gibi ileri gitmiyorlar. Vatandaşın görüşü, “Bunlar paranın tadını aliyi bir İslami düzen, yani bize Müslüman olduğumuzu hatırlatmak istiyorlar. Ilımlı İslam denen model işte bu. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı tartışılıyor. Herkes siyaseten düşünüyor. Ama ideolojik olarak düşündüğünüzde Özal için “Alnı secdeye gelen Cumhurbaşkanı” demişlerdi hatırlayın. Şimdi alnı açıktan, secdeye değen ve hacca giden bir Cumhurbaşkanı var demek için istiyorlar. Bunlar tarihi de bilmiyorlar. Hilafet’in Osmanlı’ya geçtiği tarihe kadar bir tek padişah bile hacca gitmedi. İnancın gereğini yapmak namaz ve hacdan ibaret değildir. Ben paranoyadır, değildir demiyorum. Şeriatı getirmek isteyen gruplar hep vardır Türkiye’de, bunların bir etki alanı da vardır. Zaten tarikatların bir yaşam biçimi vardır, bu özlemi orda görürsünüz. Türkiye’yi de öyle yönetmek istiyorlar. Ama bunu dert ederek Türkiye’nin diğer problemlerini ikinci plana itmemeliyiz. 12 Eylül’den sonra Türkİslam sentezi ile siyasal İslamın bir yaşam alanı bulduğu da söyleniyor. Ancak 1990’lı yılların ortalarına kadar çok da başarılı olamadılar. Merkez sağ ve merkez sol Türkiye’yi iyi yönetmiş olsalardı siyasal İslam bu kadar yükselir miydi? Yükselemezlerdi tabii. Türkİslam sentezi bir dönemin siyasal yaklaşımı olarak ortaya çıktı ama tutmadı. O anlayışı savunanlar hem MHP’de, hem RP’de hem de Büyük Birlik Partisi içinde dağıldılar. Türkiye’de 1990’lardan sonra merkez sağ ve merkez sol dağılmasaydı, tek çatı altında olsalardı İslamcılar iktidara gelemezlerdi. Eğer merkez sağ bir araya gelirse AKP’yi iktidardan indirebilirler. Solun derlenip toparlanacağına umudum yok. O nedenle sol bunu yapamaz. Sağ seçmen niye oyunu AKP’ye verdi? Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz’dan artık gına gelmişti. Onun için oy vermişlerdi. AKP, solun oyları ile iktidar olmadı. Merkez sağ ve merkez sol yenilenerek ve bütünleşerek, yeni süreci kavrayarak, demokratikleşerek seçmen önüne çıkarlarsa AKP’nin iktidar olması mümkün değil. DEVLET VEKÂLETEN YÖNETİLİYOR Şimdi siz 28 Şubat niye oldu diyorsanız, bugünkü uygulamalara karşı devletin 3 bin 500 tane üst düzey bürokratının asaleti yok. Devlet vekâleten yönetiliyor. Bakanlar Kurulu dışında herkes vekil. Bu gidişin gidiş olmadığını göreceksiniz. “Efendim bunu sivil siyaset çözsün”, tabii çözsün. Ordunun, Erbakan’ın tarikat şeyhlerine verdiği iftarın hesabını bana ne soruyorsun? Sivil toplum örgütlerinin 28 Şubat sürecindeki rolünü öveceksin. Diyeceksin ki, Demirel ve sivil toplum örgütleri olmasaydı, asker bir adım daha ileri gidebilirdi. Türkiye gerçeğini hepimiz göreceğiz. Eğer biz Almanya’da, Fransa’da ya da İngiltere de yaşasaydık farklı bir demokrasi kültürümüz olabilirdi. Ama Türkiye’de yaşıyoruz. Ben de yalnız Türkiye’nin yoklarını konuşalım demiyorum, varlarını da konuşalım. Her şeye karşın bir demokrasi işliyor mu işliyor, atama milletvekilleri tarafından doldurulmuş olsa da Türkiye’de bir parlamento var mı var, asker mi yönetiyor Türkiye’yi? Hayır asker yönetmiyor. Askeri darbelerden en çok zarar görmüş örgütün başkanlığından geliyorum. 28 Şubat’a eleştirel gözle bakanların ülke gerçeğini görmeleri lazım. Gün gelir onlar bizim de ötemizde şeyler söylemek durumunda kalabilirler. Süleyman Demirel dılar, o nedenle iktidarı bırakmamak için fazla ileri gitmezler” yönünde. Siyasal İslamın rejimi tehdit ettiği bir paranoya mı? Birtakım düşüncelere ve uygulamalara baktığınızda paranoya değil. Türkiye’yi şeriatla yönetmek isteyen grupların varlığını biliyoruz. Bunların amacı daha sında Türkiye’de çok bilinen bazı markaların sahiplerinin de bulunduğu belirtildi. Bu çerçevede Moskova yönetimi, Rusya’da faaliyet gösteren uluslararası bir okulun Gülen cemaati tarafından finansal olarak desteklendiğini ortaya çıkardı. Ancak okulun, “Rusya Federasyonu yasaları” çerçevesinde faaliyet gösteriyor olması nedeniyle, kapatılması için bir gerekçe bulunamadı. Öte yandan Rusya Federasyonu İç İstihbarat Örgütü FSB’nin 2002 yılında Gülen cemaatinin faaliyetlerine ilişkin yürüttüğü operasyonda, sınır dışı edilen Türk vatandaşı sayısının 100’ün üzerinde olduğu ortaya çıktı.