23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 Kan ve inanç çağında Türkiye Haritasıyla tanınan Albay Peters’ın yazısına eşlik eden resimde, ABD ve Avrupa arasında, kasaturaya takılı Türk bayrağı yer alıyor. Sullivan da Türkiye’yi, Kerkük ve Basra’yı bir an önce almaya çağırıyor Ergin YILDIZOĞLU LONDRA Türkiye, kimi neocon çevrelerde “kan ve inanç çağı” olarak betimlenmeye başlanan “en yeni” dünya düzenindeki fırtınanın merkezine doğru hızla kayıyor. USA Today ve Petroleumworld sitelerinde yayımlanan iki yazı bu yöndeki olası gelişmelere işaret ediyor. Türkiye ve Ortadoğu’yu küçük parçalara bölen o meşhur haritadan tanıdığımız Albay Ralph Peters, USA Today’da yayımlanan yorumunda, ideolojiler (komünizmkapitalizm) çatışması çağının yerini, dinler ve etnik aidiyetler arası savaşlar çağının aldığını ileri sürdü. “Bugünkü savaşların kökleri” başlıklı yazıda Türkiye’ye doğrudan değinilmiyor ama, yazıya eşlik eden resimde, ABD ve Avrupa arasındaki denize saplanmış bir kasaturaya takılı bir Türk bayrağı var. MERKEZİNDE en şiddetli güçle Kerkük ve Basra’yı alması gerektiğini savunan yazısında, 10 gerekçe sunuyor: 1. ABD, yeni Irak petrol yasasıyla, bağımsız Kürdistan’dan ve Kerkük’ün Kürtlere verilmesinden yana olduğunu gösterdi. 2. ABD, PKK ve Kürt sorunu konusunda Türkiye’ye yalan söylüyor. 3. Türkiye, Kürtlerin ve İran etkisi altındaki Irak’ın, Kerkük konusunu kendisiyle görüşeceğini sanıyorsa aldanıyor. 4. ABD ve İran destekli Kürtlerin Türkiye ile anlaşmak için nedenleri yok. 5. Zaman geçtikçe Kerkük’te durum Kürtlerden yana şekilleniyor. 6. PKK, Kerkük’te savaşma kapasitesini güçlendiriyor. 7. Türkiye Kerkük’ü şimdi alırsa Suudi Arabistan ve Suriye’nin desteğini garanti edebilir. C dış haberler ATİNA’DAN MURAT İLEM 9 MART 2007 CUMA Peynir Kavgası! Aslında nedeni basit, çünkü İsviçreli bakan seni resmi makamında kabul etseydi, cumhuriyetini de kabul etmiş olacaktı. Onun için görüşme bir enstitünün 10 metrekarelik odasına alındı. Üstelik sen de bunu kabul ettin. İsviçreli bakan, “Aman Talat Efendi, Kıbrıs Cumhuriyetini (GKRY) kızdırmamak için bu görüşmeyi şehrin merkezindeki parkta yapalım” deseydi kim bilir bu teklifi de kabul edecektin. O zaman neyin savaşını veriyorsun. Talat, siz ve adamlarınız, kan vererek, can vererek kurduğumuz KKTC’yi satıyorsunuz. Evet hem de hiç utanmadan, yüzünüz kızarmadan satıyorsunuz. Yaptıklarınız, davranışlarınız, tutumunuz, başka türlü değerlendirilemez. Peynir için gösterdiğiniz tepkinin, onda birini cumhuriyetinizin tanınması, varlığının kabul edilmesi için gösterseydiniz Türk halkı sizi sırtında taşırdı. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması konusundaki girişimlerinizin göstermelik olduğunu 70 milyon Türk biliyor. Kimseyi kandıramıyorsunuz. Ne olduğunuzu anlamak istiyorsanız Türkiye’de halkın katılımı ile yapılan toplantılardan birine katılın ve görün. Alacağınız tepki “sizin ne olduğunuz” ile doğru orantılı olacaktır. Sen ve kukla takımın, KKTC’nin ilk Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın binde biri olamazsınız. Sayın Denktaş’ın Türkiye’de katıldığı toplantıları televizyonlardan izleyip (bazı kanallar ambargo uygulasalar da) görmüşsündür. Sevgi seli ile karşılanıp, saygı görüyor. Çünkü o buna layık. Konuştuğu zaman ses getiriyor. Çünkü anavatandaki Türk halkı onu seviyor, ona inanıyor ve güveniyor. Daha da ötesi, o tam bir Türk oğlu Türk. Talat, seni hak etmediğin Cumhurbaşkanlığı makamına oturtan AKP hükümeti bile Denktaş’ın yaptığı konuşmalardan rahatsız olup, ürküyor. Bu durumu çekimden de dile getiriyorlar. Başbakan Erdoğan’ın “Denktaş bizim ülkemizi karıştırmasın, gitsin ülkesinde konuşsun” sözleri boşuna değildir. İddia ediyorum, Rauf Denktaş (Türk vatandaşı olup) bir parti kursa ve bu yıl sonunda Türkiye’de yapılacak genel seçimlere katılsa, kesinlikle parlamentoda yerini alır. Peki ya sen, sen ve takımın ne yapmayı düşünüyorsunuz? Ben size söyleyeyim: Anavatan Türkiye ve KKTC’ye daha fazla zarar vermeden bulunduğunuz makamlardan istifa ederek, bir daha adınızdan söz edilmeyecek şekilde inzivaya çekilin. Çünkü sizler Türkiye Cumhuriyeti var olduğu müddetçe hiç de iyi anılmayacaksınız. murilem@otenet.gr ‘PKK SAVAŞI KAZANACAK’ hem de Avrupa emperyalizminin arkada bıraktığı hatalı sınırlarla uğraşmamız gerekiyor” diyor ve ekliyor: “Irak’ta birçok şeyi anlayamadık, ama en kapsamlı hatamız, tarihteki kendi yerimizi anlamamış olmakla ilgiliydi”. Yazıya konan resim ise bu “kötümser ve kanlı çağın”, “hatalı sınırlardan” oluşan coğrafyanın, dahası Avrupa’nın ABD’ye bıraktığı mirasın merkezinde Türkiye’nin olduğunu ima ediyor. Scott Sullivan’ın, Petroleumworld sitesindeki “Türkiye, Kerkük ve Basra’yı almak için hemen vurmalı” başlıklı yazısıysa bu yeni dönemde Türkiye’yi nelerin beklediğini gösteren çok korkutucu bir örnek. Sitenin eski bir Washington devlet görevlisi olarak sunduğu Sullivan, Türkiye’nin en kısa sürede, mümkün olan HATALI SINIRLARIN Peters’e göre, Bush’un “Irak’ta ideallerimiz savaşıyor” tezi zamanın ruhuna uygun değil. İsyancıların kazanmaya devam etmesinin arkasında da Bush yönetiminin bu hatalı perspektifi var. Peters, tarihe bakıldığında, asimetrik savaşları, ideolojiler çatışması dönemi dışında isyancıların hiçbir zaman kazanamadığını savunuyor. Artık ideolojiler çatışması dönemi sona erdiğine göre, tarihte isyancılara karşı uygulanan taktiklere geri dönmek gerekiyor. Peters’e göre, tarih, uzlaşmanın ve pazarlığın değil, taviz vermeden acımasızca kan dökme ve çekinmeden saldırmanın sonuç verdiğini gösteriyor. Peters, “Kötümser bir çağa girdik. Şimdi, hem eski tarz kanlı savaşlarla, 8. Petrol yasası devreye girince Kerkük’e yağacak para, Kürtlerin askeri olarak daha da güçlenmesini sağlayacak. 9. Zaman geçtikçe Kürt devletinin meşruiyeti ve AB desteği güçleniyor. 10. “En önemlisi” diyor Sullivan, “gün geçtikçe PKK’nin Türkiye içinde, Kerkük’ün savunması bağlamında bir ayaklanmayı örgütleme becerisi artıyor. Yakında Türkiye Kerkük’e müdahale olasılığının kaybolduğunu, PKK’nin Kerkük ve Türkiye’de savaşı kazandığını görecek.” Sullivan’ın yazısında, başlıktan sonra bir daha Basra’ya değinilmiyor. Ama, sanırım, İngiltere’nin çekilmesiyle oluşmaya başlayan boşluğu Türkiye’nin doldurmayı kabul etmesi durumunda, Kerkük’te harekât serbestliği elde edebileceği ima edilmek isteniyor. Her iki yazı da Türkiye’nin yeni dönemde önünün nasıl tehlikelerle ve tuzaklarla dolu olduğunu gösteriyor. Filistinli Mervan Cabir, 2004’te Pakistan’da tutuklandıktan sonra gördüğü işkenceyi anlattı CIA’nın gizli tutukevinde iki yıl HRW, Bush’a yazdığı açık mektupta, CIA’nın gizli tutukevlerinde tutuldukları sanılan terör zanlılarının 38’inin hâlâ kayıp olduğuna dikkat çekti. Dış Haberler Servisi “Çırılçıplak soydular, ellerime kelepçe geçirdiler... Ufacık, daracık bir hücrede, bilmediğiniz bir yerde, yapayalnızsınız...” 2004 yılının Mayıs’ında Pakistan’ın Lahor kentinde tutuklanan 30 yaşındaki Filistinli Mervan Cabir, Amerikan Merkezi Haberalma Örgütü’nün (CIA) gizli tutukevlerinden birinde geçirdiği 2 yılı İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne (HRW) böyle anlattı. Ürdün’de dünyaya gelen, Suudi Arabistan’da yetişen Cabir, 1994’te Pakistan’a yerleşti. HRW’nin yayımladığı ifadesine göre Cabir 1998’de Afganistan’da eğitim gördü ve 2003’te Pakistan’a sığınan Arap militanlara yardımcı oldu. El Kaide’ye yardımla suçlanan Cabir, 9 Mayıs 2004’te Lahor’da tutuklandı. “Kâbus gibi” geçen 4 günün sonunda İslamabad’da tutukevi haline getirilmiş bir eve götürüldü, burada ABD’liler tarafından sorgulandı. 1 ay sonra uçakla başka bir tutukevine nakledilen Cabir’e nerede olduğu söylenmedi, ancak Afganistan’da olduğu izlenimini edindi. düğünde Cabir, acı veren pozisyonlarda elleri kelepçeli saatlerce bekletildi. Bazen de Cabir’e 1 hafta boyunca, bangır bangır çalan rock müzik dinlettirildi. ÖPEK KAFESİYLE’ KORKUTTULAR ABD’liler Cabir’i 11 Eylül saldırılarının beyni olduğunu söyledikleri Halit Şeyh Muhammed’i bile konuşturan “köpek kafesine”, 1 x 1 metre boyutlarında ahşap bir sandığa sokmakla tehdit etti. Cabir’in yaşam koşulları zamanla az da olsa iyileşti. Bir Kuran, 3 ay sonra da bir seccade verdiler. Giysilerini de teslim ettiler. 6 ay sonra daha büyük hücreye nakledildi. Haftada bir yıkanabiliyordu. 1 yıl geçtikten sonra ise film seyredebiliyordu ve tutukevinin kitaplığını kullanabiliyordu. Gardiyanlardan satranç oynamayı bile öğrenmişti. Ca ELİ KELEPÇELİYDİ Yeni “mekânda” Cabir’i soyup penceresiz 2 metrekarelik bir hücreye tıktılar. Hücredeki lamba 24 saat yanıyordu. Bir eli yerdeki halkaya kelepçelenen Cabir, iki kamera ve duvardaki mikrofonla sürekli gözetim altındaydı. Ertesi gün saç ve sakalını tıraş ettiler. Sorgu odasına götürülen Cabir’in çıplak vücudunun ayrıntıları filme alındı. Aynı şeyi, iki yıl sonra tutukevinden ayrılırken de yapacaklardı. Kadınlı erkekli ABD ajanları, yüzlerce fotoğraf göstererek kimlerle görüştüğünü, neler yaptığını sordular, sordular... İşbirliği yapmadığı düşünül ‘K bir’e bir de minik bir “gameboy” verdiler. Ancak gün ışığını görebilmek için 18 ay bekleyecekti. Cabir, bu süre boyunca karısı ve kızlarına haber yollayamadı. Geçen temmuz sonunda Ürdün’de tutukevine nakledildi. Daha sonra İsrailli yetkililere teslim edildi. Kendisine bir de avukat tutulan Cabir, mahkemeye çıkarıldı, kasımda da özgürlüğüne kavuştu. HRW, ABD Başkanı George Bush’a hitaben yayımladığı açık mektupta, CIA’nın gizli tutukevlerinde tutuldukları sanılan terör zanlılarının 38’inin hâlâ kayıp olduğunu bildirdi ve Washington’a bu kişilerin akıbetinin açıklaması çağrısında bulundu. Gizli tutukevlerinde tuttuğu çok sayıda kişiye ne olduğunun bilinmediğini kaydeden örgüt, mektupta CIA’nın elinde bulunan ya da bulunduğu sanılan kayıp 38 kişinin listesini de verdi. ani “rezillik diz boyu” derler ya, bunlarınki de aynısı. Her şeyleri tamam, şimdi de işi gücü bırakmışlar “peynir” kavgasına başladılar. Neymiş efendim, Rum yönetimi “Hellim” peynirinin ismini tescil ettirmek için harekete geçmiş de, bizimkiler yani KKTC’nin Cumhurbaşkanı dahil tüm yetkilileri bu konuda gerekli yerlere müracaat yaparak, çok sert tepki gösterme kararı almışlar. Bu konuda bir de demeç veriyor bizim çok bilmiş (!) KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat: “AB’nin Hellim’i Kıbrıs Rum kesimi ürünü şeklinde tescil etmesi olasılığı bizim için çok büyük tehlike. Oysa Hellim, bizim en önemli ihraç ürünlerimizden biri. Her ne kadar zararına ihraç yapıyorsak da, devlet olarak sübvanse etsek de, Hellim bizim için çok önemli. Hayvancılık sektörümüz açısından desteklenmesi gereken bir ürün. Bu bakımdan bu peynirin ismini Rum kesimine kaptırmamak için her türlü mücadeleyi vereceğiz.” Bilen bilmeyen de bir şeyler olacak zanneder. Peki Talat bunları söylemiş de AB yetkilileri ne demişler: “Peynirin ismi konusunda itirazı olanlar, Kıbrıs Cumhuriyeti (GKRY) Tarım Bakanlığı’na başvuruda bulunabilirler.” Yani AB yetkilileri kısaca şunu söylüyor: “Siz kimsiniz? Biz sizi Kıbrıs Cumhuriyeti (Rum yönetimi) içindeki Türk azınlık olarak tanıyoruz. Bu durumda devletiniz ile bir sorununuz varsa gidin bu devletin tarım bakanlığına başvuruda bulunun. Önce çözümü bağlı olduğunuz devlet içinde halletmeye çalışın, itirazlarınız devam ediyorsa, bakarız...” Yani “Siz bizim için sadece Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşısınız. Sizin başkanınız ise Tasos Papadopoulos. Bu nedenle hakkınızı önce ülkenizin tarım bakanlığı nezdinde arayın, sonrası Allah kerim” diyorlar. Buna “rezillik” denmez de ne denir? ??? Ancak AB yetkilileri haklı, hem de yerden göğe kadar. Ben de olsam aynı şeyleri söyler, aynı adresi gösterirdim. Çünkü bu M. Ali Talat denen kukla Cumhurbaşkanı ile onun kukla hükümeti, kendi ülkelerinin varlığını, birliğini, bütünlüğünü temsil edecek en önemli sembolleri bile benimseyememiş varlıklar. Daha geçen hafta bunu kanıtlayan davranışlar gözlemedik mi? Kıbrıs basınındaki haberlere göre, AB Komisyonu yetkilileri ile yaptığı görüşmelerde Talat’ın odasında, masasında, KKTC’yi belirten hiçbir sembol bulunmuyordu. O zaman neden ağlayıp, sızlıyorsun. Peki İsviçre Dışişleri Bakanı ile nerede görüştün? Bakanlıkta mı? Hayır, bir enstitü binasında. H Fransa’ya Kıbrıs’ta hava ve deniz üssü! Reşat AKAR LEFKOŞA Güney Kıbrıs ile Fransa arasında savunma ve askeri alanlarda işbirliği yapılmasını öngören anlaşma, Türkiye’nin uyarılarına karşın Paris’te imzalandı. Politis gazetesinin haberine göre, Rum Dışişleri Bakanı Yorgos Lillikas ile Fransa Dışişleri Bakanı Michele Alliot Marie tarafından imzalanan anlaşma uyarınca, Güney Kıbrıs, Fransız askeri güçlerine ‘Zigi’ (Terazi) bölgesinde bir deniz üssü ile Baf’taki “Andreas Papandreu” hava üssünü kullanma hakkı veriyor. Anlaşma çerçevesinde Fransız gemi ve uçaklarının Güney Kıbrıs’ta konaklayabilmelerine olanak sağlanacağı gibi, iki ülke arasında ortak askeri tatbikatlar ve eğitim amacıyla karşılıklı personel değişimi yapılacak. Fransa ile 2005 yılında ‘prensip anlaşmasına’ varıldığını anımsatan gazete, anlaşmanın Fransa Cumhurbaşkanı ile Rum meclisi tarafından onaylanması gerektiğini kaydetti. orsa yatırımcısı olun olmayın, bankadaki tasarrufunuz üç kuruş da olsa bu hafta para ve sermaye piyasalarındaki gelişmeleri muhakkak izleyin. Çünkü yakın gelecek kimin Cumhurbaşkanı, kimin Başbakan olacağı kadar küresel piyasalardan gelen dalgalara da bağlı. Başka deyişle, Şanghay borsasındaki 8.8’lik depremin yarattığı tedirginlik geçmez de birbirini tetikleyen dalgalara dönüşürse 4 Kasım seçimleri bile enkaz altında kalabilir. Bunu bir öngörü olarak değil, erken bahar sarhoşluğu yaşanan bir ülke için uyarı olarak kabul edin. Yine de birçok okurumun “Gene mi kriz tellallığı?” diye söylendiğinden eminim. Ama, bu uyarı ne eski FED Başkanı Greenspan’ın “Resesyon olasılığı küçük de olsa var” sözlerinden ne de Rusya ve İran’ın gündemde tuttuğu yeni bir sıcak savaş arifesi yaşanmasından kaynaklanmakta! Küresel piyasaların likidite bolluğu içinde yüzdüğü şu sırada Çin borsasındaki sarsıntıyı önemsememek.. ya da sarsıntıyı yaratan etkenlerin olası küresel bir mali krizin habercisi olabileceğini düşünmemek mümkün değil. Çünkü: • Petrol fiyatlarındaki artış ve faiz politikaları küresel piyasalardaki likiditeyi artırırken… • Ortaya çıkan likidite bolluğu finans sektöründeki yatırım araçlarının hem çeşitlenmesine neden oldu hem de bu araçlara talep yarattı. B GÖZ UCUYLA TÜRKEL MİNİBAŞ 8.8’lik Çin Depremi Kriz Habercisi mi? fazlası var!.. Öte yandan Çin’in ucuz emekle yakaladığı küresel rekabet avantajı Türkiye gibi azgelişmiş ülkelerin dış ticaret açıklarını artırırken.. ABD’nin 800 milyar dolara yakın dış ticaret açığı ve 880 milyar dolar cari açığını da bileşik kaplarda olduğu gibi finanse etmekte! Yani Çin, yüksek döviz rezervleriyle küresel sistemin gözden çıkarılmayacak bir finansörü. Çin’de yaşananların süreklilik kazanıp kazanmayacağı biraz da bu hafta ABD’de de açılanacak verilere bağlı. Özellikle de konut sektöründeki gelişmeler, işsizlik rakamları eski FED başkanının vurgusunu da netleştirecek. Altın ve diğer madenlerin fiyatlarındaki artışı da takibe almak da yarar var. 8 Mart’taki Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB)’nın, 1920 Mart’taki Japon Merkez Bankası’nın (BOJ) ve de 20 Mart’taki Amerikan Merkez Bankası’nın (FED) toplantılarından çıkacak faiz oranlarıyla ilgili kararlar da belirleyiciler arasında. ECB’nin kısa vadeli Avro Bölgesi faizini yüzde 3.5’ten 3.75’e çıkarması • Sermaye sınır tanımaz yapı kazandıkça finansal piyasalardaki risk de daha geniş bir yatırımcı tarafından paylaşılmaya başlandı. Ne var ki paydaşlarının artması, bu paydaşlara ait bilgileri de karmaşıklaştırdı. • Risk paydaşlarının bilinmiyor olması mali piyasalara gizemli bir üstünlük sağlarken reel üretimi gerçekleştiren sektörler üzerinde baskı kurma olanağı da verdi. • Küresel piyasalardaki likidite genişledikçe bu bilinmezlik daha da arttı, borçlanma kararlarını etkiledi. Riski yüksek ülkeler de yatırımcının tercih alanına girdi. Kısacası, finansal bir kriz için gerekli ortam 2006’dan beri oluşmaya başlamıştı! Dolayısıyla, salı günü Çin borsasından gelen 8.8’lik deprem şaşırtıcı değildi. Kaldı ki Çin borsası geçen seneyi gayet başarılı kapamış, yılbaşından beri de rekor üstüne rekor kıran bir borsa. Bu rekorların temelinde de ucuz emeğe dayalı Çin üretim modelinin yarattığı tasarruf beklenirken.. BOJ’un şubat ayındaki faiz artışını yinelemeyeceği, FED’in de faiz artırımına gitmeyeceği şimdilik de olsa biliniyor. Özetle, gelişmiş ülke merkez bankaları küresel sistemin sorunu likidite bolluğu deyip, bolluğu çekmek için faiz oranlarını artırarak resesyon riskini yükseltmek istemeyecekler. Özellikle de büyümenin yavaşladığı şu süreçte! Bu arada bizim Merkez Bankası’nın Para Politikası Kurulu toplantısının da 15 Mart’ta olduğunu anımsamakta yarar var. Ne de olsa Türkiye küresel piyasalara 319 milyar dolar tahvil borcu olan bir ülke! Dolayısıyla, riskin yüksek ve pahalı olduğu ülkelerden. Financial Times gibi yayın organlarının analizlerine bakılırsa “Türkiye uluslararası piyasalarda oluşan hisse senedi balonunun altında kalabilir”. Ne var ki, İMKB’deki çöküşün küresel bir çöküş olduğunu… Türkiye piyasalarının Çin’e daha çok reel piyasalar cephesinden baktığı için böyle bir sallantıya hazırlıksız yakalandığını... Adres değiştirmek isteyen yabancıların farkına varacak kadar da gelişmiş bir finansal kurumsallaşması olduğunu unutmamak lazım. Dahası, küresel bir resesyon belirginleşmemişken Türkiye üzerine kurulu bu tür kriz senaryolarına temkinli yaklaşmakta da yarar var. Özellikle de İran köşede dururken! turkmini@superonline.com www.turkelminibas.net ANKARA, TANIMADIĞINI AÇIKLADI Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, Fransa’nın Türkiye’nin haklarını yakından ilgilendiren böyle bir antlaşmadan bir an önce “vazgeçmesi”nin istendiği belirtilerek anlaşmanın, 1960 anlaşmalarına aykırı olduğu vurgulandı. Polisin yüzde 25’i kadın BRÜKSEL (AA) Belçika’da görev yapan polis memurlarının yüzde 25’ten fazlasının kadınlardan oluştuğu bildirildi. Federal Polis Personel Müdürü Alain Duchatelet’nin açıklamasına göre 47 bin kişilik personeliyle ülkenin en büyük işverenleri arasında bulunan polis teşkilatında, yönetim kadrosundaki kadınların oranı ise yüzde 45’i buluyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle