Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 EVET/ HAYIR C olaylar ve görüşler 9 MART 2007 CUMA İrtica Tehlikesi Vardır... üyük dost ve müttefikimizin, tüm İslam ülkelerinde uyguladığı “Suudileştirme” ya da “Ilımlı İslam” politikasına karşı, ABD’de yaşayan, Musevi kökenli etkin ve yetkin bir İslam tarihi bilgini, adını vermeden, bir yayın kuruluşuna ilettiği demeçte, “Laik ve Kemalist Türkiye’ye yazık oluyor” demişti. ABD yönetimine egemen olan ve “Yeni Muhafazakârlar” (NEOCON) diye adlandırılan Cumhuriyetçi Parti hizbi tarafından hazırlanıp uygulama alanına konulan “Büyük Ortadoğu Projesi”nin gerçekleştirilmesi bağlamında, bu ‘bilgin’in ciddi katkıda bulunduğu öğrenilmiştir. Ülkemizde, “Süper Güç”e hizmet etmeye hazır olduğunu göstermek isteyen ve çember sakalları ile sarıklarını kafalarının içinde saklayan, fakat karanlık zihniyetlerini eşlerinin türbanlarına yansıtan politikacılardan birisinin, Cumhurbaşkanımız ile üst rütbeli komutanların, “ülkemizdeki irticai faaliyetlere ilişkin” olarak dile getirdikleri endişeler konusunda, ABD Büyükelçisi Ross Wilson’un, diplomatik dilde, vulgar (bayağı) sayılabilecek “kakofonik” sözcüğünü kullanma pervasızlığını takdirle karşıladığını belirtmesi, olayların seyri ve nedensonuç ilişkisi yönünden dikkat çekmiş ve ABD yönetimine, “Ben sizin cumhurbaşkanı adayınız olabilirim” yollu bir mesaj gönderdiği izlenimini vermiştir. Bunlar olsa olsa, medrese benzeri okullarda yetişmiş takıyyeci inanç tacirleri olmanın ötesine geçemezler. Medreselerde bilim: Osmanlı Devleti’nin temel eğitim kurumları olan medreseler, mollalar tarafından öğretilen dinsel ağırlıklı derslerin ezberletildiği kurumlardı. Bu medreselerin toplamı, Üçüncü Murat döneminde (1564 1595), 1200 kadardı. Türklerin İslamiyeti kabul ettiği tarihten başlayarak, değişik bilim PENCERE OKTAY AKBAL Argoca... ılın üçüncü ayındayız... Ülkemiz bu sene sessiz, sakin, dengeli, güvenli bir süreç mi yaşayacak?.. Yoksa maraza, çıngar, hır, kavga, gürültü toplum yaşamında ve siyasette ağır mı basacak?.. Suat Taşer’in 1955’te yazdığı “Abuzettin Bey” şiiri argonun çarpıcı örneklerindendir: “Toriğini çalıştır kaşalot Gır geçme Çaparize gelirsin sonra zıngadak... ........................ Her gün ağzın dört köşe Ama çıngırağı çektiğinin resmidir Kim dedi sana rüzgâra karşı işe 16 Mayıs Çıkmazı Öncesinde... Mayıs’a kaç gün kaldı? Bo16 şuna mı, gazetemizin günlerdir kara başlıkla çıkması? Başbakan dayanamadı; “Bazıları karalar bağlıyor” dedi. Bir yas günü mü olacak o gün? Bir bitiş noktası mı? Seksen dört yıl önceye dönüş mü? “Farkında mısınız?” Uyuyor mu herkes? Hangi büyüyle, hangi masalla uyutuluyor tüm toplum? Radyolar, televizyonlar yabancılara geçiyor. Kimi ortaklıkla, kimi doğrudan doğruya! Gazeteler arada bir uyanır gibi yapıyorlarsa da, tehlikeyi görür gibi oluyorlarsa da, bir çaresizliğin uyuşukluğundan kurtulamıyorlar. Çoğunlukla çıkar, kişisel yarar, para pul, meslek, aile, çoluk çocuk kaygısı mı? Gerçekleri yazmak “vatan hainliği” mi oldu? Karalar bağlamak mı, iki ay sonra ülkenin bir çıkmaza saplanacağını, içinden zor çıkılır ya da çıkılmaz bir duruma düşeceğini yazmak, söylemek; Atatürk Türkiyesi’nin bambaşka bir Türkiye’ye dönüştürüleceğini durmaksızın yinelemek, bir işe yarayacak mı? Özgürlüğe, eşitliğe, kardeşliğe, dostluğa, barışa adanmış bir toplum yaratmak isteği, kararlılığı gereksiz bir davranış mı? İçi boş bir özlem mi? Niye 1950’den bu yana hep gerilere düşüyoruz, hep elimizdeki değerleri yitiriyoruz, uygarlık yolunda boyuna yenik düşüyoruz? Aydınlık bir ülkenin çocuğu olarak yaşadım hiç değilse!.. Ya sizler, yaşadınız mı, yaşayacak mısınız? Demokrasi, çok partili düzen, Avrupa Birliği, bilmem ne lafları arasında, benim çocukluktaki onurlu, güvenli yaşantıma özlem duymaya başlayacak mısınız? Böyle eli kolu bağlı, olayların akışını seyretmekle yetine yetine!.. “Yaşın ilerledi, ondan bu denli karamsarsın” mı diyorsunuz? Benim halkım niye karamsar olsun, niye umutsuz olsun! Kurtuluşun yolları, çareleri varken... Ne demiş Mustafa Kemal’e İsmet İnönü Şişli’deki evde, “Yollar çok, çareler çok”. Umutsuzluktan kurtulmanın da yolları, çareleri çok, hepsi ortada duruyor... Atatürk’ün partisi CHP’nin, solundaki partilere, politikacılara, aydınlara, halka yaklaşması, onlarla bütünleşmesidir gerçek bir demokrasi, gerçek bir aydınlık, bir güven yaratmak başarısı, öncülüğü!.. Görünen, Çankaya’ya hiç de yakışmayan birinin çıkma tehlikesidir. Ülkenin yıllarca emir kulu insanların elinde kalmasıdır... Bunu önlemenin yasal, demokratik yolu, CHP’nin tüm Kemalist kadroyu toparlayarak tarihsel görevini yerine getirmesidir. B dallarında zaman zaman kısa süreli bilimsel kıvılcımlar olmuşsa da, bunların temel eğitim kurumlarına yansıtılmaması ya da irticai (gerici) engellemeler yüzünden, “nakil” karşısında “akıla” ve “bilime” süreklilik kazandırılamamıştır. 15. yüzyılın en parlak astronomi ve matematik bilgini olan Ali Kuşçu’nun öğrencilerinden Molla Lütfi, Doğa Bilimleri, Matematik ve Felsefeyi kapsayan “Akli Bilimler” üzerinde çalışmalar yapmışsa da, Hazreti Ali’nin ünlü bir söylemini dile getirerek, “İnsanın namaz kıldığı sırada vecd ve huşu içinde bulunacağından, savaşta vücuduna saplanabilecek bir okun çıkartılmasının namaz kıldığı an’a rastlatılması yolundaki istemini boş yere yapmadığını” söylediğinde, çevresindeki mürteci yobazlar, Molla Lütfi’yi dinsizlikle suçladıklarından 1494 yılında At Meydanı’nda (Sultanahmet) idam edilmesine neden olmuşlardır. Tarihimizde astronomiyle uğraşan Türk bilginleri daha çok, namaz vakitlerinin ya da dinsel yönden önemli sayılan tarihlerin saptanmasına ya da “müneccimler için gerekli verilerin toplanmasına!” yönelik araştırmalar yapmışlardır. Osmanlı tarihinin en parlak Matematik ve Astronomi bilginlerinden olan Takiyüddin Efendi (1520 1585) Sultan Üçüncü Murat’ın hocası Sadettin Efendi’nin de desteğiyle, Tophane sırtlarında, bir rasathane kurduğu zaman, dönemin şeyhülislamı Ahmet Şemsettin Efendi, “Gözlem yapmak uğursuzluk getirir... Evrenin sırlarını küstahça anlamaya teşebbüsün vahim sonuçları çok açıktır!” biçiminde bir fetva verince, iradedilen bir padişah fermanı ile, Kaptanı Derya Kılıç Ali Paşa, bu rasathaneyi topa tutarak yıkmıştır (1580). Osmanlı topraklarında tekrar rasathane kurulması ancak 1911 yılında mümkün olabilmiştir. Hıristiyan bir papaz olan ve Ma Arif ÇAVDAR car kökenli bir aileden gelen İbrahim Müteferrika, Müslümanlığa döndükten sonraki yapıtlarında, “devletlerde uygulanan yasaların, şeriat ilkelerine dayanmaması gerektiğini” söylediği zaman çevresinde bunları algılayabilecek düzeyde hiçbir kimse bulamamıştır. İbrahim Müteferrika, bugün bile, cahil tarikat şeyhlerini ulema diye niteleyen ve bunların önünde diz çöküp masal dinleyen ya da Afganistan’ın ünlü mollası K. Hikmetyar’ın dizi dibinde, anı fotoğrafı çektirmeyi şeref sayan yöneticilerin görüş ufuklarını fersah fersah aşabilecek düzeyde beyanlarda bulunmuş ve “Cahil kişilerin yönetimindeki İslam ülkelerinin bir gün, Avrupa devletlerinin egemenliği altına girebileceğini” öngörmüştür. Cumhuriyetimizi kuranlar, toplumumuzun çağdaşlaştırılmasında ilk adım olarak, 3 Mart 1924 tarihli üç önemli yasa ile Öğretim Birliği’ni Laik Dünya Düzeni’ni öngörmüşlerse, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti’ni, ortaçağ karanlığına götürmek isteyen mürteciler de, amaçlarına ulaşabilme yolunda önce, Cumhuriyet okullarının medreseleştirilmesine girişmişlerdir. Nitekim günümüz köktendincileri, sınırsız petrodolar desteği ile öğretime açacakları özel okullarla, laik Cumhuriyet okullarını, İslami Vakıf ya da tarikatların etki alanındaki medreselere dönüştürmek ve başlattıkları “özel okul kampanyası” ile de tüm ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarını petrodolar desteğiyle medreseleştirmeyi planlamaktadırlar. Ancak, Afganistan’ın jeostratejik önemi nedeniyle, bu ülkedeki toplumların “Ilımlı İslam”a dönüştürülmesi yolunda ABD desteğiyle oluşturulan “molla mekteplerinde” Vehhabi eğitimini başlatmışlarsa da arkasından, bu talebelerin (taliban’ın) New York’ta giriştikleri köktendinci terör faaliyetleri karşısında, ABD yönetiminin, tüm dünya ülkelerini imdada çağırması ve daha sonraki Irak bozgunu, büyük dost ve müttefikimizin, emperyalist politikalarında sonun başlangıcını getirmiştir. ÜNÜMÜZÜN KÖKTENDİNCİLERİ Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni temsilen dış toplantılara katılan bir bakan, (Sn. Onur Öymen’in TV ekranlarındaki beyanlarından öğrendiğimize göre) dış ülkelerdeki siyasal çevrelere, ordumuzdan yakınabiliyormuş. Toplumları Tanrı yerine kendilerine kul ederek adeta güdüleyebilen ve seçim zamanlarında, Hıristiyan ya da Musevi efendilerinden aldıkları talimata göre bu toplumları yönlendirebilen cahil şeyhlere ulema denilebiliyorsa ve İngiltere’nin kontrolündeki Nakşibendi Şeyhi Nazım Kıbrısi, “Mektep medrese varken, okul da ne demekmiş!” diyebiliyor ve KKTC’deki Türk Barış Gücü’ne “İşgalci” diyebiliyorsa ve ülkemizdeki Nakşilerin uzantısı olarak Yavruvatan’a gönderilen, sadece Arapça Dil ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdiği için, dini bilgileri tarafımızdan pek bilinmeyen KKTC’deki yeni Dışişleri Bakanı, günlük politikaya bulaşabiliyor ve milletvekillerini çıkar karşılığında ayartıp hükümet devirebiliyorsa ve Anavatan’daki cumhurbaşkanı adaylarımız, büyük dost ve müttefikimizin beğenisini kazanabilmek için, “Ben ılımlı ve uyumlu (itaatkâr) İslam olma yolunda sizlere daha iyi hizmet verebilirim” gibilerden mesajlar gönderebiliyorsa, “ülkemizde irtica tehlikesi” vardır. Y G Asma sakal takma bıyık Behey ıspanakzâde Bu gidişin sonu karanlık Tenhalarda bocurgat yaparsın İşin gücün haminto Bilirim her taşın altında varsın Fazla viraj alıyorsun ağır ol Eşekten düşmüş karpuza dönersin sonra Aheste çek kürekleri kendine gel” ? Ne var ki kimsenin laf maf dinleyeceği, kürekleri aheste çekeceği, büyük sözüne kulak vereceği, toplumda dengeyi koruyacağı, ülkeyi sakinleştirecek çözüm yolları arayacağı yok... Yüzde 25’le Meclis’in yüzde 65’ini ele geçiren, bir başka deyişle “sivil darbe” yapanlar diyorlar ki: Bu fırsat bir daha ele geçmez!.. Birinci sivil darbeyle “Hükümet”i ele geçirenler, ikinci sivil darbeyle “Devlet”i de kafakola almayı kafalarına koymuşlar... Sonra ne olacak?.. Hayal perdesinde önce Hacivat görünüp çığırmaya başlar: Yâr bana bir eğlence!.. Karagöz bir süre sonra seslenir: Geliyorum patlama!.. ? 2007 anlaşılıyor ki kıyak geçecek... Yüzde 25’le yüzde 65’i ele geçiren takıyyeci takımı anlaşılıyor ki kafaya takmış, hükümet mükümet, devlet mevlet, fırsat mırsat, bu ortam bir daha ele geçmez; laik Türkiye Cumhuriyeti’nin icabına bakmak için tarihsel an gelmiş çatmıştır... “Meze koydum tepsiye Taze pişti hepsi, ye Bizi dünyada var mı Bastıran mandepsiye” Koskoca bir milletin ve halkın çok partili devletini ve de laik Cumhuriyetini fırsat bu fırsat diye mandepsiye bastırmak isteyen takıyye harekâtının eni boyu, sağı solu, içi dışı bir süreden beri apaçık sergileniyor... Türkiye mandepsiye basacak mı?.. Yâr bana bir eğlence medet... Geliyorum patlama!.. Devlet hayatımız yine ramazan eğlencesine mi dönecek?.. HARBİ SEMİH POROY Kenan Evren mi, ABD’nin BOP’u mu? enan Evren’in, “eyalet sistemi”, “Kerkük” ve “Kuzey Irak” konularındaki açıklamaları bazılarını şaşırtıyor, bazılarını da “tencere yuvarlandı kapağını buldu” atasözü ile haklı tepkilere götürüyor. Hatırlanacağı gibi, 12 Eylül sabahı CIA İstasyon Şefi Paul Henze Türkiye’deki darbe üzerine “Bizim oğlanlar işi yaptı” diye sözler sarf etmişti. Şu anda da ABD’nin “oğlanları” ve kukla rejimleri işlerini yapmaya devam ediyorlar. Asıl sahiplerine yeni hizmetler sunmak üzere kendilerine yeni “görev alanları” açıyorlar. “Durumdan görev çıkartmanın” böylesine, ne değme Atatürkçüler ne de CIA ajanları şahit olmuştur. Emperyalizmin telinden çalan tüm “sivil toplumcular” ve etnik kışkırtma planında piyonluk yapanlar dün Özal’a bugün Evren’e alkış tutuyorlar. Böylelikle 12 Eylül darbesinin maskesi bir kez daha düşmüş oldu… Dün Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda halkların birlikte mücadele ruhunun simgesi Kuvvayi Milliye’ye bugün şiddetle karşı olduklarını kendi parti kongrelerinde ilan ediyorlar. Oysa kafatasçılık da, sahte ulusalcılık da, (kendilerinin bağlı olduğu) sivil toplumculuk da aynı emperyalist güç merkezlerine bağlı işletiliyor. 12 Eylülcü Kenan Evren, emperyalizmin federasyon tezini dile getiriyor. Kimi sahte ulusalcı ordu fosilleri, halkçı Kuvvayi Milliye’ye karşı kafatasçı sözde Kuvvayi Milliye’yi pompalıyor. Bazı aklıevveller de bunu örnek gösterip halkı iç savaşa teşvik ediyor. Böyle bir ses ve söz birliği, böyle bir iş ve güç birliği, en kör gözlere ve en sağır kulaklara bile gerçekleri gösterip duyurtacak tarihi bir örnek... Ancak tüm bu örnekler artık sonun sonuna geldiğimizin belgeleri. Hrant Dink yurttaşımızın öldürülmesi ile bir taşla 5 kuş vurmayı amaçlıyorlardı. Henüz genel bir provokasyonda pek başarılı olabilmiş değiller. Şimdi daha çok insanımızın canına mal olacak daha büyük provokasyonlara mı K ihtiyaçları var?! Ya da tetikçileri ile A. Öcalan’ı öldürtüp bir TürkKürt çatışması mı yaratılmak isteniyor? Dostdüşman herkes bilsin ki hiçbirisi Türkiye’de iç savaş çıkaramaz. Kimse boşa kan dökmesin, boşa gayret etmesin. Buna kimsenin gücü yetmeyecek… MossadCIA bağlantılı sahte milliyetçiler, sözde vatanseverler olduğu gibi bugün ABDAvrupa emperyalizminin kucağına oturmuş sahte solcuların da maskeleri böylece düşüyor. Artık yüzeysel düşmanlıklar yaratılarak ne gençliğimiz ne de halkımız kolay kolay birbirine kışkırtılıp horoz dövüşü oyununa gelmiyor. Gerçek vatanseverliğin ancak bilfiil üretken halkın yanında olmakla, gerçek demokrasinin ulusal gelirin adaletli bir şekilde dağılması ile oluşacağı görülüyor. Mevcut dışa bağımlı ekonomik ilişkileri savunmakla ulusalcılıkvatanseverlik olmuyor. Kuru bir etnik milliyetçilikle bu gerçeklerin üstü örtülmek isteniyor. Geçmişi kahramanlıklarla dolu ordumuzun vatansever subaylarının, ordu gençliğimizin, 12 Mart ve 12 Eylül’de olduğu gibi şerefi ile bir kez daha oynanmasına müsaade etmeyeceğine, içerisinden yeni bir “Amerikan oğlanları” çıkmasına tarih ve ulus birliğimiz açısından fırsat vermeyeceğine inanıyoruz. Ulus dışına düşmüş, yabancı ortaklı “yerli” finans oligarşisinin “parlamentarizm” ya da “Çağdaş Atatürkçülük” oyunlarına gelmeyeceğine inanıyoruz. Hepimiz biliyoruz ki, gerçek vatanseverliğin ve ulusalcılığın ölçeği, vatanımızı ve halkımızı etnik ve dini kışkırtmalarla bölüp ülkemizi ebedi olarak sömürgeleştirmek isteyen emperyalist şirketlere ve yerli ortaklarına karşı tepkiye göre belirleniyor. Bu anlamda sormak gerekir: Mevcut parlamento çatısı altında bu vatansever ve ulusalcı yani antiemperyalist tavrı koyan, koyabilen bir güç var mı? Ne yazık ki, birkaç milletvekili haricinde böyle bir güç yok. O halde halkımızın görmek istediği böyle bir yapılanmaya bugün dünden de çok ihtiyaç var. Artık bula Dr. Engin Gençler nık suda balık avlamanın zamanı geçti. Emperyalizme ve yerli ortaklarına karşı direnen güçlerin en etkinleri Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer ve ordu gençliğimizdir. Özellikle bu iki Cumhuriyet kurumundan gelen az çok kararlı duruş karşısında “yerli” işbirlikçiler açıkça olmasa da kıvrakça tepkilerini gösteriyorlar. Tarihsel benzerlik açısından ülkemiz 1919’lardaki kuşatılmışlıktan daha da vahim bir kuşatma altında. Bugün dış emperyalist sermaye ile et ve tırnak gibi birleşmiş olan TÜSİAD, MÜSİAD gibi kuruluşlar ve de onların iktidarlı muhalefetli siyasi uzantıları, açıkça emperyalist devletlerin stratejilerine uygun tavırları ile ulusal birliğimizin ve vatan bütünlüğümüzün dışına düşmüşlerdir. Şu anda açıkça AB ve Büyük Ortadoğu Projelerini, her yerde yayımlanan yeni Ortadoğu haritalarını destekliyorlar ve sanki demokratikleşme ancak AB ve Batılı devletlerle olurmuş gibi “Dış Mihrak Muhipliği” yapıyorlar. Batılı devletlerin etnik ve dini bölücülük oyunlarına karşı sessiz kalıyorlar. Ulusal çıkarlarımız ve vatan bütünlüğümüzün garantörü Cumhuriyet kurumlarını halktan koparmak ve sanki demokrasi karşıtıymış gibi göstermek için ellerinden geleni yapıyorlar. Vatanımızın bölünmezliği, halkımızın birliği onlar için hiç de önemli görünmüyor. Bu anlamda tüm halkçı, ulusalcı ve samimi milliyetçi kesimlerin, Hrant Dinklerin öldürülmesine gerçekten karşı olan, gerçekten demokrasi ve adalet isteyenlerin, kendisini “sivil toplumcu” ya da “demokrat” hatta AB’ci kesimlere daha yakın bulan ve samimi olarak halkını ve ülkesini düşündüğü için bu görüşte olduğuna inanan, Hrant’ın cenazesine de bunun için katılan insanlarımızın, sendikaların, kooperatiflerin, meslek kuruluşlarının ve cumhuriyetçi kurumlarımızın Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten örnek alarak yeniden Kuvvayi Milliye Ulusal Halk Meclisi’ni oluşturmaları ve halka gitmeleri gerekmektedir. Böylesi yeniden bir Kuvvayi Milliye Seferberliği’nin önlenmesi için en son Mersin’de uygulamaya konulan sahte Kuvvayi Milliyeciliğin kime hizmet ettiği bellidir. Cumhurbaşkanımızın yetkileri, ulusal birliğimizi ve siyasi bağımsızlığımızı koruma konusunda açık ve nettir. Bu durumda mevcut parlamento milleti temsil edemediği için derhal lağvedilmelidir. Ancak böyle bulanık suda balık avlamalar engellenir, halkımız “sivil toplumculuk” – “sahte ulusalcılık” cehennemine mahkum olmaktan kurtulabilir. Böylesi bir demokratik halk meclisi, dünyaya ve tüm mazlum halklara örnek teşkil edebilir, Türkiyemizin Ortadoğu’da, Asya’da ve dünyadaki saygın yerini güçlendirebilir. Vatansever aydınlarımızla, işçisiyle, mühendisiyle, çalışkan köylüsüyle, esnafı ve ulusal sanayicisi ile, yurtsever memuru, halktan yana polisi ve askeri ile, samimi solcusu, içten sağcısı ile, Kürdü, Arabı tüm Türkiye halkı bu yapılanmayı kendi kafasıyla ve eliyle gerçekleştirecek birikime ve beceriye sahiptir. Kimseden, hele hele hiçbir Batılı devletten demokrasi dersine ihtiyacımız yoktur. Onların demokrasi ve reformdan ne anladıkları çok açık: Bölünme, parçalanma, özelleştirme ve sömürgeleştirme. Ancak böylesi bir Ulusal Halk Meclisi, geçmişte vatanımızın, halkımızın, cumhuriyetimizin ve ordumuzun şerefini lekeleyenlerden hesap sorabilir. Vatanımızı ve halkımızı, halk içinde ve halk ile birlikte “çağdaş medeniyetler seviyesine” ulaştırabilir. Bizim muradımız, bağımsız ve demokratik bir cumhuriyet mücadelesinde ordu gençliğimizin uyanık, dinamik ve kararlı tutumu ve kuvvayi milliye ruhudur. CUMHURİYET 02 CMYK