07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

9 MART 2007 CUMA bilim/vaziyet Yağmur Ekim C Yörünge vardı. Bizim gazete işte böyledir. Sayfa sayısı azdır; fiyatı çoktur; reklamı yoktur; tirajı düşüktür. Ama yazdı mı okutur; reklam verdi mi baktırır. Teras katındaki sunum sırasında aramızda şakalaşmıştık; ilk kampanyada üç bomba atmışlardı, ikincisinin en az altı bomba etkisinde olacağını varsaydık. İslamcı Başbakan tarafından hedef alındığımıza göre altıyı da aşmak söz konusu olabilir! Bu arada sokakta bedava dağıtılan “FTipi” gazetelerden Zaman da bizim kampanyaya fena halde sinirlenmiş. Yazarlarından biri “İşte buraya yazıyorum” diyerek bakın ne yazmış: “Laiklik paravanını kullanan Cumhuriyet gazetesinin aslında tehlike olarak gördüğü hadise geçen Kitap gibi kadın ama kitap okumuyor! Türkiye’deki bu Başbakan karikatüristlerden hoşlanmıyorsa da ve de karikatüristler dünyanın her yerinde kalemlerini toplumsal eleştiri adına kullanıyorlarsa da bunun istisnası aranırsa kolayca bulunabilir. Örneğin mesela Sabah gazetesinin Salih Memecan adındaki çizicisi, siyasi karikatürlerinde bu Başbakanla arasını karşılıklı güven ilişkisine oturtmayı başarmış tek örnek sayılabilir. İktidarla uyumu sayesinde karikatüristler arasında çok değerli bir isim olarak parlayan bu çizici aynı zamanda Zeytin ve Limon gibi civciv tiplemeleriyle de çocukların ve çocuklara yönelik tüketim ekonomisinin gönlünde taht kurmayı başarabilmiş ender şahsiyetlerden biridir. İşte ben, Türk Hava Yolları’nı yöneten biri olsaydım; Salih Bey’in yarattığı Zeytin ve Limon tiplemelerini teflini ödeyerek satın alır, uçakların üstüne yapıştırırdım. Fakat bu iş, ince bir sanat işi olduğu için uçakları boyama işini de Salih Bey’in değerli eşine emanet ederdim. Başta Temel Kotil ve Candan Karlıtekin olmak üzere Türk Hava Yolları’nın değerli yöneticileri arzu ederlerse bana herhangi bir telif ücreti ödemeksizin fakat ödemelerini Salih Bey ve ailesine yaparak bu fikrimi uygulayabilirler. Maksat ülkeye hizmet olsun! 17 MİT, Maliye’ye ajan yetiştirecekmiş. Artık maliyeciler de simit satar! B Ahlak, hayatta kalmanın gereksinimi Rita Urgan Immanuel Kant’ın insanın sevecenliği konusundaki yaklaşımı, A.B.D Başkan yardımcısı Dick Cheney’in enerji tasarrufuna yaklaşımından pek de farksız değildi. Cheney kişisel bir erdem olarak değerlendirdiği enerji tasarrufunu, dünyaya sanıldığı kadar iyilik ve güzellik getirmediğini ileri sürerek küçümserken; Kant, sevecenliğin "iyi" bir özellik olduğunu yadsımamakla birlikte, bu özelliğin erdemli bir yaşam için pek de önemli olmadığını öne sürüyordu. Önemli olan sevecenlik değil, görev sorumluluğuydu. Beyinsel gücün göklere çıkartıldığı bir çağda yaşıyoruz. Ne gariptir ki, yirmi otuz yıl kadar önce "hayvan"ve "biliş" sözcükleri birlikte kullanılamazken, şimdilerde hayvan davranışlarını da kapsıyor. Kıran kırana savaşların yaşandığı bugünlerde duygular yeni bir tabuya dönüşmüş durumda. Bir köpeğin "kıskançlık", "sevgi", ya da "acımasızlık" gibi duygulara kapılabileceğini öne sürenlerin adımlarını denk almalarında yarar var: zira, bilimde bu tür söylemlere hiç yer yok. Bu çok talihsiz bir yaklaşım, çünkü duygular bir canlıyı, milyonlarca yıllık bir evrim sürecine dayanarak, hızlı kararlar almaya iten ve böylelikle davranışsal uyarlamaya pencere açan bir unsur. Aynı şey, Kant’ın alabildiğine köktenci bir tavırla çarpıtmaya çalıştığı, insan ahlakı için de geçerli. Ahlakın soyut ilkelerle açıklanabileceği görüşü doğruysa, o zaman çoğu kez niçin anlık yargılarda bulunuyoruz? Virginia Üniversitesi ruhbilimcilerinden Jonathan Haidt bir araştırmasında, deneklerine kardeşler arasındaki cinsel ilişki türünde birtakım bozuk davranışlar içeren öyküler sundu. Denekler bu öykülere anında tepki gösterdiler. Haidt onların öne sürdükleri görüşlere karşı çıkınca öfkelenip, "ahlaki bir şaşkınlık" içine girdiler. Ancak bu tür davranışın yanlış olduğu konusunda ne denli diretseler de, neden yanlış olduğuna herhangi bir açıklama getiremediler. Bu da insanların çoğu zaman enine boyuna düşünmeden, salt öylesine ahlaki yargılamalarda bulunduklarını açıkça ortaya koymaktaydı. HLAKIN ÇIKIŞ NOKTASI DUYGULAR Bu konularda Kant öncesi yaklaşımların günümüzde yeniden gündeme gelmesi hiç de şaşırtıcı değil. David Hume gibi İskoç Aydınlanmacı düşünürleri ahlakın kökenini "duygulara" bağlamaktaydılar. Böylesi bir görüş, evrimsel kuram, çağdaş sinirbilim ve insanoğlunun akrabaları olan primatların davranışlarıyla da çok iyi bağdaşıyor. Georgia, Atlanta’daki Yerkes Ulusal Primat Araştırmaları Merkezi’nden primatolog Frans de Waal, maymunların ahlaki değerleri olan yaratıklar olduğunu öne sürmese de, insanoğluna özgü ahlak ve erdemin hayvan toplumsallığının bir uzantısı olduğuna inanıyor. Charles Darwin’in bu konuyla ilgili yaklaşımı şöyleydi: "İnsanın Türeyişi" adlı yapıtında Darwin,"Toplumsal içgüdülere sahip olan herhangi bir hayvan...ahlaksal güçleri insanınınki kadar, ya da onunkine yakın bir düzeyde gelişir gelişmez, ahlaki ya da vicdani değerleri de kaçınılmaz olarak kazanır," diyor. UYGUDAŞLIK VE KARŞILIKLILIK KAVRAMI İnsan ahlakını oluşturan iki temel unsura başka hayvanların davranışlarında rastlanması hiç de güç değil. Dünya kül İZİM gazetenin teras katındaki salonda toplanıp, “tehlikenin farkında mısınız”ın devamı olarak Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili yeni kampanyanın sunumunu izledikten sonra ilk tepkim “Çok kızacaklar” olmuştu. Ve kızdılar. İslamcı Başbakan, doğum günü münasebetiyle türlü çeşitli armağanlar alırken onca mutluluğun arasında sinirlerine yine hakim olamadı ve isim vermeden bu kez bizim gazeteyi hedef aldı. Demek ki bizim kampanya, holding medyasını avucunun içine alan İslamcı Başbakanı, elinin altında o kadar mevkute varken bile etkiledi. Asıl önemlisi, kâh Arabistan’da kâh Marabistan’da dolanıp duran İslamcı Başbakan, Türkiye’de bulunduğu süre içinde sınırlı sayıda televizyon kanalına verdiğimiz sınırlı saniyedeki kampanya filmlerinin farkına Mayıs ayında Ankara’nın ABD’nin yörüngesinden çıkıp tarihte ilk kez bağımsız bir duruş elde etmiş olmasıdır!” Duyduk duymadık demeyin: İktidar, geçen mayıs ayında ABD’nin yörüngesinden çıkmış ve tarihte (herhalde hicri takvime göre) ilk kez bağımsız duruş elde etmiş. İslamcı Başbakana layık gazeteye bu Başbakanın ağzıyla yanıt vermek gerekirse: Yuh be, bari ufak at da civcivler yesin! Bu arada, şu “yörüngeden çıkma hadisesi” gerçekten ilginç. Ağladığında burnundan sümükleri akan bir adam vardı; Amerika’da tedavi altına alınmıştı hani. Kaç yıl oldu tedavisi bitmedi. Amerikalılar adamı bir türlü iyileştiremediler. Hazır, Ankara’daki iktidar ABD’nin yörüngesinden çıkmışken sümüklü de yörüngedeki hicretini bitirip Ankara’ya avdet etse de bir görsek! Ahlaki değerlerin salt insanlara özgü bir özellik olduğuna, bu özelliğin öteki doğal ve kötücül özelliklerimize karşı koyduğuna inanırız. Oysa, primatologlar hayvanların da adalet ve şefkat gibi duygulara doğuştan sahip olduklarını öne sürüyor. Dolayısıyla ahlak yalnızca cezalandırılmaktan kaçınmak için canlıların arkasına sığındığı ince bir kabuk değil; tam tersi insan ve hayvanların hayatta kalmak için ihtiyaç duydukları toplumsal bir gereksinim. tür ve dinlerine egemen olan altın kural bu iki unsuru son derece incelikli bir biçimde özetliyor: "Kendine yapılmasını istemediğin şeyleri başkalarına yapma." Bu kural duygudaşlık ve karşılıklılık kavramlarını biraraya getiriyor. Bildiğimiz biçimiyle insan ahlakı, duygudaşlık (başkalarının duygularına ortak olma) ve karşılıklılık (başkaları aynı kurala uydukları sürece, size de iyi davranılması) kavramlarından soyut olarak düşünülemez. Bu iki eğilim, başka primatlarda da yaygın olarak görülüyor. Örneğin, bir şempanze bir başkasına saldırdığında olaya tanık olan üçüncü bir şempanzenin kurbanın yanına giderek onu avutmaya çalıştığına çok sık rastlanır. Bu türde belgelenmiş yüzlerce olay var. Böyle bir olayda genellikle tanık olunan tepki, duyulan üzüntünün çığlık atarak, kesik ve törelliğin insan doğasına aykırı olduğunu savunan ve "göstermelik kuram" adı verilen görüşten oldukça farklıdır. Bu kuramın savunucuları ahlaklı yaşamlarımızın doğuştan sahip olduğumuz kötücül ve bencil kişiliğimizi güç bela örtmeye çalıştığımız ince bir kabuk olduğunu öne sürerler; erdemli davranmamızın tek nedeni, cezalandırılma korkusu ve başkalarının gözüne girme kaygısıdır. Bu ilginç ve evrimsellikten uzak açıklama otuz yıl boyunca bilim insanları tarafından göklere çıkartılmaya çalışıldı. Bunu en çıplak biçimiyle tanımlayan da,"Özgeci bir insanı eşelediğinizde, ikiyüzlülüğün kanayan çehresiyle karşılaşırsınız," diyen Kaliforniya Bilim Akademisi üyelerinden dirimbilim uzmanı Michael Ghiselin oldu. Günümüzün en önemli gelişmelerinden biri ahlakı Kant’çı felsefeden sıyırma ve onu yeniden evrimle ilintilendirme çabasıdır. Bu çabayı yalnızca hayvanlar arasındaki ortaklaşa davranışı irdeleyen araştırmalar değil, çağdaş sinirbilim araştırmaları da destekliyor. Göstermelik kuram törel sorun çözme sürecini beynin son dönemlerde bulunan prefrontal korteks gibi bölgelerine bağlarken, insan beyniyle ilgili görüntüleme yöntemleri ahlaki ikilemlerin beyinde, tüm memelilerde var olan ve duygularla sıkı sıkıya bağlı, çok farklı bölgeleri devinime geçirdiğini ortaya koyuyor. Kanada McGill Üniversitesi’nde yapılan son araştırmalar duygudaşlığın farelerde de var olabileceğini gösteriyor. Toplumsal kurallar söz konusu olduğunda, insanlarla hayvanlar arasında bir sürekliliğin de olduğu söylenebilir. Yerkes Ulusal Araştırma Merkezi’nden Sarah Brosnan ödülleri bölüştürdüğünde maymunlarda adil davranış kavramının az buçuk gelişmiş olduğunu gördü. Arkadaşına daha iyi bir ödül verildiğinde, maymun, normal koşullarda bayıla bayıla alacağı bir ödülü elinin tersiyle itebiliyordu. Primatların birbirleriyle ilgili beklentileri araştırıldığında, kimi toplumsal durumların kabul edilemez olduğu yargısına varan tek canlının insanoğlu olmadığını açıkça görebiliriz. Toplumsal kural dayatmasının bile yalnızca insanlara özgü bir durum olmadığını kanıtlamak için, De Waal, yıllar önce Hollanda’daki Arnhem Hayvanat Bahçesi’nde tanık olduğu bir olayı örnek veriyor. Ilık bir akşamüstü hayvan bakıcısı büyük şempanze kolonisini içeriye çağırdığında, iki erişkin dişi şempanze içeriye girmeyi reddettiler. Hava muhteşemdi ve bu iki şempanze güzel havanın tadını çıkartmak istiyordu. Hayvanat bahçesinin kurallarına göre, tüm şempanzeler içeriye girmeden onlara yemek verilmiyordu. İçeriye girmemekte direten iki şempanze, grubun öteki üyelerinde huzursuz bir hava yarattı. Şempanzeler sonunda içeriye girmeye razı olunca da, herhangi bir ayaklanmayı önlemek üzere, farklı bir bölmeye alındılar. Ne var ki, bu önlem onları yalnızca bir süreliğine koruyabildi. Ertesi sabah, tüm koloni yemeğin geciktirilmesine neden olan suçluları döverek bunun acısını çıkarttılar. Karanlık çöktüğünde içeriye ilk giren de o iki şempanze oldu. Kaynak: New Scientist, 14 Ekim 2006 Yüksek Yerilim Hattı erdincutku?yahoo.com Kefilci Erol İşisağ: “Bush’un her sözü yalanmış. Biz, kefilinin kim olduğuna bakarız!” Ülkeye hizmet ACABA diyorum; Türk Hava Yolları’nı ben yönetsem; Türkiye’nin tanıtımına nasıl bir katkı verebilirim? Uçak deyip geçmeyin; dünyanın dört bir yanında seyyar reklam panosu gibi dolaşıyorlar. Hani; örneğin mesela Türk Hava Yolları’nın Genel Müdürü Temel Kotil’in ya da Yönetim Kurulu Başkanı ve ilaveten İcra Komitesi Başkanı Candan Karlıtekin’in yerinde olsam bu ülke için ne yapabilirim diye düşünürken bir anda kafamda bir “ampul” yandı. Ampulün ışığında aklıma, uçakları sil baştan boyama işi geldi! Boyabadana ile ülke tanıtımı olur mu diye hemen eleştiri oklarınızı fırlatmaya hazırlandığınızı görür gibiyim ama bir sabredin lütfen. Uçakları öyle bir boyayabiliriz ki, yurtdışında bunu görenler hayran kalır; hemen bir uçak bileti alıp soluğu Türkiye’de alır. Nasıl mı? Aynen şöyle: Boyama işini sanatsal bir bakışla yapabiliriz. Sanatın içine biraz da espri çizgisi kattık mı, iş tamam demektir. Burada önemli olan espri çizgisini doğru çizebilmek. Çizgi deyince aklınıza umarım karikatür gelmiştir. Çünkü işin püf noktası işte burada. Her ne kadar Talkım Nami Tepe: “RTE, Cidde’de dünyaya barış dersi vermiş. Sanki kendi ülkesinde herkesle barışıkmış gibi!” Ceza Ahmet Önen: “Sosyal işkencelere dayanamayıp intihar edenlerin bolca olduğu bir dünyada, idamın en ağır ceza olduğu düşünülemez!” Alışkanlık Işık İşgüden: “Barzani ‘Kürdistan’a alışın’ diyor. Barzani’ye kucak açan Turgut Özal ‘alışırlar, alışırlar’ diyordu!” Akif Kökçe: “Devlet kademesinde yenen rüşvet devlet sırrı kapsamına girecek galiba!” Sır Arzuhan A acıklı sesler çıkartarak, ya da başka biçimlerde yatıştırılmaya çalışılmasıdır. Gerçekten de, başkalarının kaygılarını giderme eğilimi öylesine güçlüdür ki, yüzyıl kadar önce yavru bir şempanzeyi yetiştiren Rus araştırmacı Nadia LadyginaKohts, şempanze suç işlediğinde evinin çatısına kaçtığında, yemek vermenin bile onu aşağıya indirmediğini, tek yolun oturup acı içindeymiş gibi inlemek olduğunu belirtiyordu. Şempanze ancak o zaman koşarak aşağıya iniyor ve üzgün bir ifadeyle kolunu boynuna doluyordu. Bu durum yakın akrabalarımızdaki güçlü duygudaşlık eğilimini açıkça gözler önüne seriyor. Söz konusu duygu muzun albenisini bile gölgede bırakabiliyor. Karşılıklılık eğilimine ise kendi deneyimlerimizde, kafesteki şempanzelerden birine yiyecek verip onu ötekilerden farklı kılan bir davranışta bulunduğumuzda tanık oluyoruz. Bunu yapmadan önce kimin kimle daha uzun süre ilgilendiğini, onu yalayıp okşadığını gözlüyoruz. Bu tür davranışlar rahatlatıcı ve hoşa giden davranışlardır. Bilim adamları deneylerinde, bir şempanzenin bir başkasını temizleyip yaladığında ötekinin yiyeceğine ortak olma şansını da bir hayli arttırdığı görüldü. Bir başka deyişle, şempanzeler de, tıpkı insanlar gibi, kendilerine yapılan iyiliğe iyilikle karşılık veriyorlar ve iyilikle kötülüklerin ciddi bir muhasebesini yapıyorlardı. Asil Gümüşdal: “Abaya giyerek bedevilere özenen Emine Erdoğan için, Arzuhan Doğan Yalçındağ acaba Güler Sabancı’nın da olurunu alarak Başbakan’a mektup yazar mı?” Ehven Ahmet Mete Apak: “Başbakan, muhalefeti korkuluk olarak niteledi. Korkuluk olmak, Bush’un kuklası olmaktan daha iyidir!” Maarif vekilinin beyanatı M AHLAKIN EVRİM İLE İLİŞKİSİ İnsanlar başkalarına nasıl davranılması gerektiği ve ortak çıkarların gözetilmesi konusunda dayatılan birtakım kurallara uymaya çalışsalar da, ahlakın özünde çok eskilere uzanan primatlara özgü bir ruh durumu yatıyor. Bu durum, D aarif vekilimiz Necati Bey Avrupa’daki tetkik seyahati hakkında gazetecilere aşağıdaki beyanatta bulunmuştur; “... Seyahatim bildiğiniz vechile Çekoslovakya, Almanya, Fransa, İngiltere ve İtalya'da devam etmiştir. İki ay süren bu seyahat esnasındaki müşahedelerim (gözlemlerim) neticesinde memleketten ayrılırken düşündüğümden fazla esaslar ve bilgilerle dönmüş bulunuyorum. Dünya inkılapları arasında milletimizin yapmış olduğu çok radikal ve samimi inkılap hayatı tetkik edilmiş ve muvaffakiyetle neticelenen bu mesaimiz herkesin takdirine mazhar olmuştur. Büyük liderimiz Gazi hazretlerini bütün dünya âlemi merak ve hayretle takdir etmektedir. Birçok müderrisler (profesörler) inkılap hayatımızın umumi gidişini daha esaslı tetkik edebilmek için benden birçok malumat talep etmişlerdir. Bu şükrana layık olan neticeyi milletimizin basiret (öngörü) ve izanına (sezgisine) arz ederken kalbimin gurur ve sevinçle çarptığını yazabilirsiniz. ...Meslek mekteplerinde âlemşümul (uluslararası) bir şöhrete sahip olan Belçikalı mösyö Eumeruj isminde bir profesör bir haftaya kadar memleketimize gelecek ve derhal ihtiyaçlarımızı tetkik ve programlarımızı tespit ile faaliyete geçecektir. Biz de her mahallin ihtiyacını tetkik ve meslek mekteplerini bir usul dahilinde yavaş yavaş tesis edeceğiz. Garp’ta (Batı’da) bu işler için açılmış ve büyük takdirlerle gördüğümüz mekteplere yakında birçok talebe göndereceğiz. Darülfünunlar, müzeler, kütüphaneler, milli matbaalar ve tiyatrolar, resim sergileri, Garp’ta her milletin temsilcisi ve bayrağı olacak alametlerdir (göstergelerdir). Binaenaleyh, müze binasını, büyük kütüphanemizi, darülfünunumuzu, milli matbaayı azami beş sene zarfında inşa etmek mecburiyetindeyiz. Memleketimizde bulunan fakir talebeye karşı halkımızın gösterdiği muaveneti (yardımı) bir şükran lisanıyla kaydederim. Maarif Vekili olarak İstanbul’a ilk geldiğim zaman burada ilk mekteplerde 4 bin talebenin öğle yemeği yemediklerini öğrendiğim zaman, bunu milletin muavenetine arz etmiş, buna ait teşkilat yapmalarını rica etmiştim. Şükranla görüyorum ki, bu talebe şimdi öğle yemeklerini yemektedirler. Bu gösterir ki, kabiliyetli milletimiz her hususta fedakârlık göstermektedir. 19 Mart 1927 Cumartesi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle