08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

9 MART 2007 CUMA spor BİLARDONUN BİLARDONUN ‘SAYGINER’İ ‘SAYGINER’İ Bu gençlere dikkat Ahmet YAZICI C 19 S E M İ H Görkem ÇÖTELİOĞLU lkemizde ‘bilardo’ deyince akla gelen ilk ve maalesef genellikle tek isim Semih Saygıner olagelmiştir. ‘Maalesef’ diyoruz, çünkü ‘tek’ olmayı inanın o da istemiyor. Türk bilardosunda onun kadar olmasa da başarı yakalayan isimler var, ama hiçbiri Saygıner kadar ses getirmeyi veya ününü yaymayı henüz başaramadı. Alışılagelen samimi tavrını söyleşimiz sırasında da ortaya koyan şampiyonla, antrenmanlarını yaptığı Büyük Kulüp’ün bilardo salonunda buluştuk. Ustası olduğu sporun mevcut durumunu, insanların yaklaşımlarını ve yakın gelecekteki hedeflerini bizlerle paylaştı. Buyurun ıstakanın ucundakilere... İsmi bilardoyla birlikte anılan biri olarak bu sporun Türkiye’deki konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Semih Saygıner: 1993’te kurulmuş bir federasyon var. 1995’te faaliyete geçti. Yani yaklaşık 12 yıllık bir fedrasyon... Tabii ki bir takım eksiklikler var mutlaka. Bu federasyonumuzun kendisinden kaynaklanan olaylardan değil sadece. Ama yapı itibariyle genç bir federasyon. Bilardonun Türkiye’de uygulanış şeklinde hâlâ bazı sıkıntılar var ki bu gerçekten artık beni bile sıktı. Bilardo bir spordur. Ama aynı zamanda hobi olarak da yapılan bir spor olduğu için bunu hobi olarak yapanları sporcu olarak nitelememek lazım. Onlar bu işin gırgırında. Nasıl ki mesela tenis oynuyorlar keyif için, masa tenisi ya da bowling oynuyorlarsa bilardo da böyle bir şey... Bilardonun bu yorumu alması adına tek dezavantajı hobi olarak da yapılabilecek türde bir spor olması. Bugün zevk için halter kaldırıp indiren bir adam göremezsiniz. Halter öyle bir spordur. Ya da zevk için güreşen var mıdır? Ama bazı sporlar hayatın içine entegre olmuştur. İnsanların hobi duygularını da karşılayabilecek nitelikte sporlardır. Bilardo da bundan nasibini alıyor. Biz Türk toplumu olarak bu işi spor ve hobi şeklinde yapanları ayırt A Ü Başarılara Doymuyorum Peki başarı anlamında bir doymuşluk söz konusu mu? S.S: Olabilir, bir dönem belki öyle birşey olmuş olabilir ama hırslı bir yapım var. Hırsın anlık birşey olmadığını da çok iyi biliyorum. Hırs, yapmanız gereken şeyleri uzun vadeye yayıp onlar üzerinde inat etmektir. Örneğin menemen yapacaksın, domates gerekiyor. Hırs yapmışsan belki de 5 km. yürüyüp domates tarlasına gideceksin, domatesini alacaksın. Hırs bence böyle bir şey... Dolayısıyla ileride yapılacak tüm turnuvalar için yeterli hırsa sahibim. 2007’de Ekvador’da Dünya Şampiyonası oynayacağım. Dünya kupaları, çok önemli turnuvalar var. Hazır olacağız. Mart başında Ulusal Takımlar Dünya Şampiyonası var. Adnan Yüksel’le birlikte bir takım oluşturup gidiyoruz oraya. Umarım başarıyla döneriz. Ama tabii ki sadece başarılı olmak yetmiyor. Yani gidelim dünya şampiyonu olalım, her türlü birinciliği alalım aldık da nitekim yetmiyor. Basınla ilişkilerin çok iyi düzenlenmesi, Türkiye’deki turnuvaların halkın çok kolay ulaşabileceği yerlerde olması lazım. Halkın Sevgisi Bir Başka Yurtdışında bu spora nasıl bakılıyor? S.S: Bilardonun tutulduğu ülkelerde organizasyonlar tabii ki çok farklı. Basının takibi, TV’lere yansıması çok farklı... Mesela en son Belçika’daydım ben. Orada Süper Kupa oynandı Jan Max’la Daniel Sanchez arasında... Yorumunu Torbjorn Blomdahl yaptı. TV’de canlı yayında sayı çizimlerini de ben yaptım. Sonra Sanchez’le oynadık ve kazandım, TV de canlı verdi. Bizde de bir zamanlar vardı bu. Federasyon öncesi, 90lı yılların başları Türkiye’de bilardonun altın çağıydı. Çünkü o zaman Star, TeleOn gibi kanallar yeni açılmıştı. Çok ciddi maçlarımızı veriyorlardı ve bilardo hâlâ o günlerin ekmeğini yiyor maalesef Türkiye’de. O noktaya gelmiş bir yapılanmayı artık göremiyorum. Yani basında sürekli yazı yazan, aktivitelerden haber veren bir yapı maalesef yok. Ancak burada tek başına basını da suçlayamayız. Halk zaten şampiyon olduğum, Türkiye’yi temsil ettiğim, gidip orada ulusal marşımızı dinlettiğim, bütün bunların dışında da iyi bir adam ve sporcu olduğum, oturup kalkmasını bildiğim için beni seviyor. Ayrıca örneğin ben şarkı söylemiyorum. Üzerimdeki bir şarkıcı popülerliği değil. Yani insanlar üstünü başını yırtmıyor ama insanlar beni seviyor. Ve ben bu sevgiyi o kadar güzel alıp yoğurabiliyorum ki içimde, karşılığını çok net bir şekilde veriyorum. rtık Avrupa’da başarı o kadar da imkansız değil... Bir çok branşda olduğumuz gibi tenis ve yüzmede iddalıyız. Teniste Çağla Büyükakçay, yüzme serbest stilde mücadele eden Çağlar Gökbulut gündüzlerini gecelerine katıp kort ve havuzda adeta devleşiyorlar. Niye mi? Ülkemizi Avrupa arenasında en iyi şekilde temsil etmek için... Genç sporcularımızla hedefleri ve yaptığı branşların ülkemizdeki yeri hakkında konuştuk. Soyak sponsorluğunun katkılarını da anlattılar. Çağla Büyükakçay tenise ne zaman başladı? 8 yaşında yaz okullarıyla başladım. Kulübe gidip tenis oynamak için hafta sonunu iple çekiyordum. 9 yıldır tenis oynuyorum. Çok keyif alıyorum. Hiçbir zaman takım sporlarına ilgi duymadım. Tenis bireysel bir spor diye ilgimi çekti. Takım sporu bir sorumluluk gerektiriyor. Kortta ise yalnızım. Başarı da başarısızlık da bana ait. Alaaddin Karagöz’ün size nasıl bir katkısı oluyor? Uzun bir hazırlık dönemi geçirdik. Turnuvalara yeni başlıyorum. 10 binlik turnuvalara katılacağım. Bu turnuvalarda amacım 6 puan kazanabilmek. Bu puanı alırsam dünya büyükler sıralamasında 550. sıraya çıkacağım. Genel hedefim ise Grand Slam’da ana kadroda yer almak, ilk 100 içine girmek. Alaaddin Karagöz’le 3 aydır çalışıyorum. Bana çok şey kazandırdı. Onunla çalıştığım için şanslıyım. Çalışmaya yeni başlamamıza karşın farkı hissetmeye başladım. Örnek aldığım tenisçi Justine Helen Hardenne. İpek Şenoğlu’nun da bana her konuda desteği oldu. SOYAK’ın sponsorluğu hakında ne düşünüyorsunuz? SOYAK’ın sponsorluğu sayesinde Türkiye’de tanındım ve dünyaya açıldım. Bir tenisçinin yılda 30 turnuva oynaması gerekli. Bana bu olanağı SOYAK sağlıyor. SOYAK olmasa şu an bulunduğum yerde olmayabilirdim. Türk tenisi hakında ne düşünüyorsunuz? İpek Şenoğlu ve Pemra Özgen turnuvalarda ses getirmeye başladı. Arkamızdan yetişen iyi tenisçiler var. Basının ilgisi çok güzel. Türk tenisinin iyiye doğru gittiğini düşünüyorum. Kendinizi geliştirmek için neler yapıyorsunuz? Günde çift antrenman yapıyorum. Sürekli bir gelişim içindeyim. İdman bittikten sonra sürekli ip atlıyorum. Annem tenis oynuyor ve bu sporu biliyor. Ailem de destekliyor. Yüzerken dünyayla bağım kesilir Çağlar Gökbulut yüzmeye nasıl başladı? Küçükken sudan korkuyordum ama korkumu yendim. Türkiye Yüzme Şampiyonası’nda birinci, Avrupa Gençlik Olimpiyatları’nda da ikinci oldum. Yüzme olmasa tenis oynardım. Sürekli Çağla’yı izlemeye gidiyorum. Yüzmeye annem sayesinde başladım. Yüzerken çok zevk alıyorum ve bir şey düşünmüyorum. Mutsuz olduğum zaman daha iyi yüzüyorum. Bu ay içinde Dünya Yüzme Şampiyonası var. Türkiye rekorunu kırmak istiyorum. Geçen yıl çok iyi antrenman yapmama karşın performans düşüklüğü yaşadım. Yeni antrenörümle iyi çalıştık. Turgay Biçer’in de mental (Zihinsel) yardımları sonucu şu an performansımın zirvesindeyim. SOYAK sponsorluğu hakkında ne düşünüyorsunuz? SOYAK sponsorluğu deyince sadece maddiyat düşünülmemeli... Manevi olarak da destek oluyorlar. Türkiye’deki yüzme branşını nasıl değerlendiriyorsunuz? Yüzme Türkiye’de tanınan bir spor değil. Sporcular eğitim yüzünden yüzmeyi bırakıyor. Ülkemizde antrenör yetersizliği var. Bu yüzden de dünyanın gerisinde kalıyoruz. Kendimi geliştirmek için antrenman ve yarış sonrası videolarımı izleyip hatalarımı görüyorum. Mesela ben suya ayaklarımı iyi vuramam. Bu yönümü geliştirmek için antrenörümle beraber özel çalışmalar yapıyoruz. Ailenizin katkısı nedir? Ailem hep yanımda, sürekli destekliyorlar ama yarışlarıma gelmiyorlar. Çünkü bir kez yüzerken annemle göz göze geldim. O gün de kötü yüzmüştüm. Böyle bir inancım gelişti. Onlar gelmek istiyorlar ama ben çağrmıyorum. Yarış sonunda telefonla arıyorum ve sonucu söylüyorum. Yarışlarımı videodan izliyolar, sonra da tebrik ediyorlar. etmeliyiz. Biz bu işin sporcularıyız. Bilardo bir spor dalıdır. Bütün dünyada da öyledir. Hatta şu anda ‘Que Sports’ yani ‘ıstaka sporları’ olarak Olimpiyat Oyunları’na girmesi için çalışmalar yapılıyor. Bu aşamadayken bizim hâlâ bunu tartışmamamız gerekir. Kaldı ki bu ülkede dünya şampiyonluğu kazanmış, ülkesinin ulusal marşını bütün TV’lerde dinletmiş sporcular da var. Sadece ben değilim, Ulusal takım bazında Tayfun Taşdemir’le 2 kez üst üste dünya şampiyonu olduk. Onun dışında Murat Naci Çoplu arkadaşımız 2004’te Avrupa şampiyonluğunu elde etti. Yani bu örnekler varken insanların bilardonun spor olup olmadığını tartışmalarını gereksiz buluyorum. Ama her yerde de bu soru karşıma çıkıyor. Tesisleşme ve sponsorluk ne durumda? S.S: Bir takım tesisler var ama tabii ki bu da maddi imkanlara bağlı... Sporun büyüme trendiyle de çok ilgisi var. Yani bir spor ne kadar büyükse o ülkede o kadar fazla firma bu işe para yatırır. Sporsorluk sistemi de maalesef bizde çok iyi çalışmıyor. Sponsor olabilecek firmalar daha çok reklam yapmak için bir takım sporlara para yatırıyor. Oysa ki sponsorun görevi sporu kalkındırmaktır. Ama zaten var olan büyük bir sporun her türlü reklamını yaparsanız herkes futbolcu olur bu memlekette. Dolayısıyla o ülke kendini dünyaya açamaz. Her spor dalında başarılı insanlar çıkacak, müzikte başarılı insanlar çıkacak, oralara destek verecekler ki ülke bir bütün haline gelebilsin. Burada biraz eksiğiz. Ve bilardo da yara alıyor. Ama buna karşın Türkiye’de bilardo kulüpleri var. Ama çok daha iyi olmasını arzu ediyoruz. Y ıllardır yazıp dururum. Dilimizde tüy bitti... Ama futbol profesörlerine anlatamadık... Zaten birbirimizin dilinden pek de anlamıyoruz!... Bizim, bugünkü futbol düzenimiz içinde, antrenörlerimiz yerlilerden olmalı. Bu, milliyetçilik falan değil, gerçekçiliktir. Futbolumuzun, hazan yaprağı gibi döküldüğü bugünlerde, futbol profesörlerinin ağızları değişti... Yani eski ağıza yeni tat geldi. Yabancı antrenörler faydalı olamıyor, yerlilere dönelim buyuruyorlar. Bazılarını da örnek gösteriyorlar. Sanki Amerika’yı yeniden keşfetmiş edası ile!... Bütün dünya, antrenörlerin kulüplerine ancak yüzde 15 oranında katkı yapabileceklerini söylüyor. Çoğumuz da bunu kabul ediyor ve zaman zaman da söylüyoruz. Peki, neden ülkemize gelen antrenörlerden, GÖRÜŞ HALİT DERİNGÖR Aziz Nesin Haklı mı? zannettik, ancak hemen hemen aynı işi yaptık. Bugünlere dek geldik. Eğer büyük takımlarımızın ‘dramatik’ halleri meydana gelmeseydi, daha uzun yıllar yerli antrenörler gündeme gelmeyeceklerdi. Bazı futbol profesörlerine göre futbol bir ilimdir. Bu kuram, kendilerini âlim göstermek istendiğinde kullanılır... Oysa ilim falan değildir futbol. Bir oyundur... Fiziği ve aklı normal olan herkes bunu yapabilir. Bu sporu yönetenlerin de âlim, büyücü, kâhin olmalarına gerek yoktur. B büyücülük ve kâhincilik istiyoruz. Bunun olmadığı için de çorap değiştirir gibi antrenör değiştirmekteyiz. Havaya uçan milyon dolarlara yazık oluyor... en, bizim F. Bahçe’yi biliyorum. 1980’den itibaren 20’den fazla antrenör değiştirdiler... Ortalama, aldıkları trilyonlar karşısında ancak bir iki yıl görev yapabilmişler. Sonra da ülkelerine gönderilmişler... Çok tuhaf... Bütün bunlara karşın her yıl değişik bir iş yaptığımızı Bu meslekte deneyimi olan herkes yönetebilir. Sanırım, dünyadaki antrenörlerin çoğu futbolcu eskisidir. Futbol hayatı bittikten ve bir ciltten fazla tutmayan futbol kitabını okuduktan sonra evrensel kulvara girerler... Sonra da antrenör olurlar. Bizimkiler de böyledir elbette. Ama neden bir türlü önemseyemiyoruz ki onları? Çünkü her şeyde olduğu gibi küçüklük duygularımız var. Eski yıllarda olsaydı, yabancılar ile aramızda fark düşünülebilirdi. Teknolojinin akıl almaz duruma geldiği şimdiki dünyada, bu fark da ortadan kalktı. Futbolcularımızın içinde, Avrupa ve Dünya kupalarında oynayanlar da var. Neden bunlara güvenemiyoruz da yabancılara güveniyoruz? Aziz Nesin’in tespiti doğru mu? hderingor?hotmail.com 005’ten beri genç ve gelecek vaad eden, bireysel branşla uğraşan sporculara yardım ettiklerini belirten SOYAK iletişim takım lideri Fatma Çelenk, “Amacımız 2008 Pekin Olimpiyatları’nda başarılı olabilecek sporcularımıza destek olmak. SOYAK olarak sporcularımızın yanındayız. Sporcularımızın yurtiçinde ve dışında tanınması için iletişim çalışmaları içindeyiz. Bizim bu davranışımız da diğer kurumlara örnek olacak” dedi. Sporcuların eğitimlerini yarıda bırakmak 2 HEDEF 2008 PEKİN zorunda kaldıklarına dikkat çeken Çelenk, “Milii Eğitim Bakanlığı yeni bir düzenleme yapmalı. Ulusal sporcular antrenmanlar yüzünden okullarını aksatıyor. Antrenmanda olsalar bile akıllarında okula geç kaldım kaygısını yaşıyorlar. Bu yüzden sporcular antrenmana kendisini veremiyor. Aynı şekilde sporcu okuldayken de antrenmana yetişeceğim diye derse konsantre olamıyor. Bakanlık ulusal sporcular için biraz daha esnek program hazırlamalı” diye konuştu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle