02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 BAKAN TÜZMEN, HAKKINDAKİ İDDİALARA YANIT VERİRKEN İSİM VERMEDEN ERDOĞAN’I ELEŞTİRDİ C a ekonomi İŞÇİNİN EVRENİNDEN ŞÜKRAN SONER 12 MAYIS 2006 CUMA Hükümette akaryakıt çatlağı Devlet Bakanı, Başbakanlık’ın başlattığı inceleme ve akaryakıt kaçakçılığı raporuyla ilgili devleti zarara uğratmadığını savundu. Tüzmen, Başbakan tarafından niçin bilgilendirilmediği sorusuna, ‘‘Bunu iddia makamlarına sorun, Başbakan ile henüz konuşmadık’’ yanıtını verdi. lara izin verildiğini belirterek şunları söyledi: ‘‘Petrol ticaretinin devlet kuruluşları yerine özel sektör firmalarına yaptırıldığı ve bu nedenle devletin zarara uğratıldığı yönündeki iddiayı tartışmayı bile lüzumsuz addediyorum. Irak ile ilgili yaptığımız bütün işler hukuk kurallarına titizlikle uyularak gerçekleştirilmiştir. Irak’ta yaptığımız, devlette çalıştığım süre içerisinde ülkem için yaptığım ve şeref duyduğum en önemli projedir.’’ ‘İDDİA SAHİBİNE SORUN’ Devlet Bakanı Tüzmen, bir gazetecinin, kendisi ile Başbakan Erdoğan’ın Türk kimliği konusundaki konuşmalarının bir tezat teşkil etmesinden dolayı mı uğraşıldığını sorması üzerine şöyle konuştu: ‘‘Benle uğraşılmasının nedeni sadece bu değildir. Ben Türklük tanımını anayasadaki Türklük tanımı, Türk vatandaşlığı tanımı anlamında kullanıyorum. Genlerimizin nereden geldiğini bilemeyiz. Ama konuştuğumuz dil Türkçedir, arkamızdaki bayrak da Türk bayrağıdır. Türkiye’de Çerkez, Kürt kökenli Türk olabilir. Ama bizim ortak paydamız, ortak çimentomuz Türklük çimentosudur. Başka yerlerde konuşulurken Rusyalı, Arapyalı deniyor mu? Ben Türklüğümü, Türk olmaktan gurur duyduğumu severek söylüyorum her defasında.’’ Tüzmen, Akaryakıt Komisyonu raporu üzerine Başbakan’a bağlı Teftiş Kurulu tarafından inceleme başlatılmasından niçin haberdar edilmediğinin sorulması üzerine de, ‘‘O konuyu iddia makamlarına sorun’’ diyerek Başbakan Erdoğan’ı adres gösterdi. ‘‘Hakkınızdaki iddialar siyaset nedeniyle mi’’ şeklindeki soru üzerine Tüzmen, ‘‘Ben bütün bu olanlardan sonra siyaseti öğrenmeye başladığımı düşünüyorum. Ama daha kat edeceğim çok yol var, onu da anlamış durumdayım’’ dedi. Tüzmen, ‘‘Bunun arkası gelecektir. ‘Kurşun bir yerlerden geliyor ama tam olarak tespit edemiyoruz’ diye daha önce de dedik. Bu olacaktır, bunlar siyasette olağan karşılamamız gereken, daha sonrasına da hazırlıklı olmamız gereken şeylerdir’’ diye konuştu. Başbakan ile bu konuda görüşmediğini söyleyen Tüzmen, daha önceden Başbakan’a ‘‘kendisine bel altı vurulduğunu’’ söylediğini de kabul etti. Tüzmen, Başbakan Erdoğan ile her ikisinin de karşılıklı yoğun programları nedeniyle görüşemediğini ileri süren Tüzmen, ‘‘İstifaya mı zorlanıyorsunuz?’’ şeklindeki soruya da, ‘‘Hayır hiç zannetmiyorum. O, bu şekilde olacak bir şey değil. Onu açık açık herkes konuşur. Ama bu şekilde hareketlerle olmaz o’’ yanıtını verdi. ‘BENİM İÇİN ŞEREFTİR’ Tüzmen, ‘‘CIA raporunda yer almanızı nasıl değerlendiriyorsunuz’’ şeklindeki soruya karşılık verirken de, kendisinin rapor olarak Türk askeri istihbaratının, Türk milli istihbaratının ve Türk emniyet istihbaratının raporlarına güvendiğini belirterek ‘‘Onun dışındaki başka ülkelerin raporlarında yer almak benim için sadece şereftir’’ dedi. Haktan Sadakaya kitap vermekle siyaseten göz boyamayı seçmiş, aynı okulların en yaşamsal gereksinimlerini, öğretmen açığı, bina, dershane, ısınma, su, laboratuvar, bilgisayar.. eğitim için olmazsa olmaz tüm gereksinimlerine boşvermiş iktidar icraatlarıyla karşı karşıyayız. Milli Eğitim Bakanlığı matematik öğretmeni kadrosu açmama kararı alıyor. Aynı günlerde eğitimde dibe vurmuş okullardan yapılan haberlerde, yıllardır hiç matematik öğretmeni yüzü görmemiş öğrencilerden sayısız örnek veriliyor. KARA DELİK KAPATMA OPERASYONU Erdoğan hükümeti, devlet okullarında eğitimin kalitesini dibe vurduran icraatlarıyla rekorlar kırmakla yetinmiyor. Sağlık sisteminde, sosyal güvenlik haklarının dibe vurulması, gasp edilmesi anlamına gelen genel sağlık sigortası yasasını daha yeni Meclis’ten geçirmeye bakıyor. Paralı sağlık sistemi için geri dönülmez adımlar atılıyor. IMF’nin istediği, kara delik kapatma operasyonu yapılıyor. Özetle yoksul, yoksun kitlelerin, emekçilerin, sandıklarıyla güvenceye alınmış hakları gasp ediliyor. Sosyal devlet, sağlık, eğitimde en yaşamsal haklar milyonların ellerinden alınıyor. Hak yerine sadaka ile günde üç öğün karın doyurma sisteminden söz açılıyor. Hakların gasp edilmesinin yerine sadakayla açık kapatılabilir mi? Hakkın değil sadakanın geçerli olduğu hangi düzende insan hakları, sosyal devlet kriterlerinden söz edilebilir ki? Milyonlar, milyarlarla yoksul, zenginyoksul uçurumunun, sosyal devlet yerine diktatörlüğün egemen olduğu İslam ülkelerinde acaba neden yerlerde sürünüyorlar? ‘BİZ HANGİ ÇAĞDA YAŞIYORUZ’ Hak kavramı, demokrasilerin geçerli olduğu düzenlerde, insan haklarının olmazsa olmazı olarak gelişmiştir. Yasalar, hukuk düzeni içinde herkes için geçerlidir. Sadaka adı üzerinde, ahlak dinlerinin tümünde zenginin Tanrı katında yer edinmek üzere çevresindeki insanlara rasgele yaptığı, lutfettiği bağışlar niteliğindedir.. Kişi hakkını arar, hesabını sorar, onurla haklarını kullanır. Sadakada sadece minnet duygusu, kişiliğin yok edilmesi geçerlidir. Sahi biz hangi çağda yaşıyoruz? Erdoğan hükümeti, AKP iktidarı, hangi kazanılmış, yerleşik hakları gasp edip, kitleler için hangi sadaka düzenini öneriyor?.. S NKARA (Cumhuriyet Bürosu) Dış ticaretten sorumlu Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen, hakkındaki iddialara yanıt verirken ad vermeden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı eleştirdi. Türklüğü, anayasada yer aldığı şekliyle kabul ettiğini belirten Tüzmen, ‘‘Çerkez kökenli Türk, Kürt kökenli Türk olabilir ama Rusyalı, Arapyalı deniyor mu? Ben Türklüğümle gurur duyuyorum’’ diyerek ‘‘Türkiyeli’’ tanımı nedeniyle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı hedef aldı. Devlet Bakanı Tüzmen, Dış Ticaret Müsteşarlığı’nda düzenlediği basın toplantısıyla, Akaryakıt Kaçakçılığı Komisyonu Araştırma Raporu’nda yer alan kendisine yönelik suçlamaları yanıtladı. Irak ile gerçekleştirilen ham petrol ticaretinde, bazı özel firmalara izin vererek devleti zarara uğrattığı iddiasının dayanaktan yoksun olduğunu ileri süren Tüzmen, bu suçlamalar üzerine Başbakanlık Teftiş Kurulu tarafından başlatıldığı ifade edilen inceleme ile ilgili kendisine henüz intikal eden bir bilgi bulunmadığını söyledi. Tüzmen, Irak ile ticaretin yeniden başlatıldığı dönemde, petrol ithalatı için başvuruda bulunan ve sınır ticaretinin düzenlenmesine ilişkin Bakanlar Kurulu kararındaki şartları yerine getiren firma tadyumlarda yapılan AKP kongreleri medya tarafından erken seçim hazırlığı olarak algılanıyor. Bir adım öte, bende Demokrat Parti’nin Meclis çoğunluğu ile diktatörlük oluşturma, ‘‘Vatan Cephesi’’ girişimlerini çağrıştırıyor. Meclis çoğunluğuyla her istediğini yapma gücünü elde ettiği yanılsaması içine düşmüş iktidarın anayasa, hukukun üstünlüğü, güçler ayrılığının anlamını, demokrasinin kriterlerini tanımayan icraatlarının ardı arkası kesilmiyor. İktidar gücüyle stadyumları doldurmanın en büyük tehlikesi, iktidar gücünün anlamı ve sınırları üzerine yanılsama olmalı. En gelişmiş demokrasilerde, demokrasiyi en iyi sindirebilmiş siyasi kadrolar için bile en büyük tehdit, iktidar icraatlarında, çevrenin şakşakçılarca kuşatılması, toplumla ilişkinin kopması değil midir? İktidara geldiği ilk günlerden, ‘‘her şeyi en iyi ben bilirim’’ havasına girmiş Başbakan Erdoğan’ın sadece şakşak bekleyen, eleştiriye katlanamaz kimliği, kalabalıklar karşısında giderek daha çok açığa çıkıyor. BAŞBAKAN GİDEREK DAHA ÖFKELİ... Kitleler önündeki konuşmalarında, Başbakan giderek daha öfkeli, daha argo sözcüklerle, daha çok tehdit saçan bir uslup içinde. Besbelli kendisi ve danışmanları ya da kaçınılmaz olarak daralan iktidar, çıkarcılar çemberi içinde destek görüyor. İktidar gücünün pekiştirilmesinde geçerli, halkla yakınlaşmanın doğru kriterleri algılaması var. Bir diğer olasılık iktidar zorlukları içinde önlenemeyen öfke, kişilik davranışları olabilir ki... Öyleyse kokusu çok yakında çıkar. Erdoğan hükümetinin Cumhuriyet rejimi ve laiklikle olan savaşımında değil sadece ekonomik, sosyal politikalarında da giderek boyutlanan bir pervasız gidiş var. Geçen hafta Hürriyet’te çıkan ‘‘İsteyene üç kap yemek devletten’’haberine takıldım. İsteyen 81 ilde kurulan aşevlerinden yemek alacakmış. Fatih’in vasiyetine uygun bir proje geliştirilmiş. Gerçek olabilmesi halinde projenin boyutlarını bir algılamaya çalışın hele... Türkiye’de en yoksul yüzde yirmilik dilimin içindeki nüfusu, günde üç kap yemeğe gereksinimi olan en yoksul kitleleri bir düşünün... Devletin tümüyle bağış düzeni içinde bu yemeği karşılamaya kalkışması halinde bütçede açılması gereken kara deliği... Sakın ha bu işin bağışlarla, vakıflarla olabileceğini hayal bile etmeyin... Okullara bedava (TAM) VE (APIM), SİVİL TOPLUM KURULUŞLARINDAKİ POTANSİYELİ HAREKETE GEÇİRECEK Meslek eğitimi atağı sürüyor Faruk Şen ESSEN (Cumhuriyet ) Sadece yeni meslek eğitimi yerleri yaratmayı değil, özellikle Ruhr bölgesinin daha az gelişmiş bölgelerinde yaşayan Türkleri meslek eğitimi konusunda bilinçlendirmeyi hedefleyen APIM (Göçmenlere Ait İşyerlerinde Meslek Eğitimi Projesi) ile yeni bir çıkış denemesi yapılıyor. Türkiye Araştırmalar Merkezi (TAM) bünyesinde gerçekleştirilen ve önümüzdeki iki yıl boyunca süreceği kaydedilen APIM’in, daha önceki deneyimlerden hız aldığını, ancak yeni kanallara açmak zorunda olduğunu belirten TAM Direktörü Prof. Dr. Faruk Şen, ‘‘Alman kurumlarının yanı sıra Türkler başta olmak üzere göçmen örgütlerini de bu çıkışa artan oranda ortak etmeyi amaçlıyoruz’’ dedi. APIM için 2006 başından itibaren yoğun bir toplantılar dönemi geçirdiklerini kaydeden proje ve TAM uzmanlarından Turan Küçük, bu tür toplantıların eski deneyimlerin daha da derinleştirilmesi anlamına geldiğini belirterek, ‘‘Türk toplumu genç bir toplum ve işsizlik oranı çok yüksek. Meslek eğitimi, nemde proje içinde özel bir ağırlık kazanacağını vurguladı. Koch, şöyle konuştu: ‘‘Bu proje daha önceki meslek eğitim projelerinden farklı olarak göçmen kesimin oluşturduğu sivil toplum kuruluşlarını öne çıkarıyor. Türk sivil toplum kuruluşlarının meslek eğitimi konusunda harekete geçirmek zorundayız. Onları bu alanda yeni bir gönüllüler topluluğu halinde görmek istiyoruz. 2 yıllık bu proje, 8 şehirde son derece başarılı bir hazırlık toplantıları dönemi geçirdi. Şimdi aldığımız sonuçları derinleştirmeye çalışıyoruz. Ekonomik durgunluğun bir sorun olarak yerini koruduğu bu dönemde, işsizlikle mücadelede girişimlerimizle yeni sonuçlara ulaşmamız gerekiyor. Türk toplumundaki genç nüfus, bu alanda son derece duyarlı bir kesit yaratmış durumda. Dolayısıyla Türk toplumunun sivil oluşumları üzerinden bilinç düzeyini ileriye taşımak zorundayız. Ancak atağımızın yankıları olumlu oldu.’’ Turan Küçük bu toplumun en ciddi sorunları arasında ilk sırada yer alıyor. O nedenle yeni, yaratıcı çözümler geliştirmemiz gerekiyor. APIM, geçmiş deneyimlerden yararlanarak yeni girişimler içermek zorunda. Bölgedeki birçok yerleşim bölgesinde yüksek katılımlı toplantılardan iyi sonuçlar aldık. Biz burada, kurumsal uzmanların yanı sıra gönüllülere de ayrı bir önem vereceğiz. Proje bünyesinde ortaya çıkacak gönüllülerin Katharina Koch meslek eğitimi için yeni yerlerin açılmasında özel bir katkıda bulunacaklarını düşünüyoruz’’ dedi. ‘‘OLANAKLARI HARMANLAYACAĞIZ’’ Yine proje çalışanlarından ve TAM uzmanı Katharina Koch, bölgesel düzeyde yeni bir harmanlamaya gidildiğini hatırlatarak, Ruhr bölgesindeki sivil toplum kuruluşlarının yeni dö [email protected] TÜRKİYE’DE 17.9 MİLYON KİŞİNİN YOKSUL Arkadaşım Erdal Öz’e şükranlarımla... 13 yabancı bankanın bankacılık sektöründeki payı yüzde 28.3’e çıkmış!.. Denizbank, Şekerbank, Oyakbank gibi alıcı bekleyenler de satılınca bu pay yüzde 50’yi bulacakmış! Yabancı bankaların 2004’te 241 trilyon lira olan kârları bir yılda yüzde 111.6 artarak 510 trilyon liraya çıkıvermiş! Bir yılda topladıkları mevduatlar ise yüzde 97 artmış! Anlaşılan, biz ‘‘Enflasyon düştü, büyüme arttı’’ diye avunurken... küresel sermaye cebimizdeki paranın patronu oluvermiş. Hem de bir sene gibi kısacık bir zamanda! 1970’lerde, 1980’lerde olsaydı böyle rakamları söylediniz mi adamı asarlardı. ‘‘Türkiye’de bankacılık sektörü yabancıların eline geçiyor’’ diye düşünmek bile suçlanmak için yeterliydi. O günleri unutmuş olanlar sevgili dostum Erdal Öz’ün Kanayan, Yaralısın, Gülünün Solduğu Akşam kitaplarına bakmalı. O kitaplar 60’lı, 70’li yıllardaki gençliğin yabancıların ülke kaynaklarını ele geçirişine karşı çıktıkları için nasıl susturulduklarını anlatır. Gelin görün ki, bu kez çığlık büyük yerden. Türkiye’nin başkentinin Ticaret Odası ATO’dan geliyor. Yani, kendini bilmez birkaç anarşistin halkı yanıltmak için uydurduğu bir öykü değil. ATO’nun devletin Merkez Banka GÖZ UCUYLA TÜRKEL MİNİBAŞ Paranın Patronu Yabancı Olunca!.. polistik yapı gösterdiğinden banka sayısının azlığı sermayenin dağılmadığını, belli şirketlerin elinde toplandığını... dolayısıyla, ülkenin yatırım ve üretim politikaları üzerinde ne denli etkin olduklarını göstermekte. Özetle, yabancı bankaların finans sistemi içindeki payının artması: Kârın ülke içinde yeni yatırımlarda değerlendirilmesi yerine daha çabuk nemalanacağı piyasalara transfer edilmesini sağlamakta; dolayısıyla, sermaye birikiminin süresini ve niteliğini olumsuz etkilemekte, Gelen bankalar genellikle ulus ötesi firmaların faaliyet gösterdikleri alanlara kredi açmayı tercih etmekte; böylelikle hem yerli üreticinin rekabet gücünü kırmakta hem de sermayenin el değiştirmesini hızlandırmakta, Ulus ötesi şirketlerle olan organik bağları nedeniyle denetim zorluklarına neden olmakta, Hem kendileri gibi yabancı hem de yerli bankalarla rekabet ettiklerinden sı’nın verilerine dayanarak hazırladığı ‘‘Paranın Yabancı Damatları Raporu’’na bakılırsa Türkiye sermayesi uluslararasılaşma sürecini tamamlamak üzere!.. Tabii ki, Türkiye sermayesinin dışa açılmasında, uluslararası finans kesimiyle ortak faaliyet göstermesi küreselleşmenin doğal sonucu. Kapitalistleşme açısından geç bile kalındığını söylemek mümkün. Ne var ki, 13 sayısı göze az görünse de 13 yabancı bankaya yerli bankalarla olan iştirakleri de kattınız mı yabancıların bankacılık sektöründeki payı şimdiden yüzde 50’lere çıkıyor. Geçen yıl Fransız BNP Paribas’ın TEB Mali Yatırımlar’ın hisselerinin yüzde 42’sini aldığını... Garanti Bankası’nın yüzde 25.5 hissesinin General Electric Capital Corporation’a... Yapı Kredi Bankası’nın yüzde 57.4’ünün UniCreditoKoç ortaklığına... Dışbank’ın yüzde 89.3’ünün Fortis’e satıldığını hatırlayın. Kaldı ki, bankacılık sektörü oligo büyük ölçekli, risk unsurunun düşük olduğu işletmelerle çalışmayı tercih etmekte; bu da küçük ve orta ölçekli işletmelerin piyasadan silinmesine neden olmakta, Yerli bankalara göre daha ileri teknoloji kullandıkları ve ürün çeşitlendirmesine sahip olduklarından yerli bankaların rekabet gücünü kırmakta, Ülkenin ulusal çıkarları aleyhine oluşan durumlarda geldikleri ülkenin devletine karşı uluslararası tahkim mekanizmasını sürekli bir tehdit aracı olarak kullanmakta, Hal böyle olunca... Gelin de yabancı bankaların bankacılık sektöründeki payının artmasını gelişmenin göstergesi olarak kabul edin. Mümkün mü? Ne var ki, 1972’nin Hıdrellez sabahındaki üç genç ve diğerleri bunları söyledikleri için yok edilmiştiler. Türkiye onların söylemlerini ‘‘düzene karşı çıkış’’ diye algılayacağına; Erdal Öz’ün ‘‘Gülünün Solduğu Akşam’’ın önsözünde yazdığı gibi: ‘‘Görünüşün ardında yatan büyük ve gizli girişimi görmezden gelerek’’ yargılayacağına... Kapitalizmin yeni dünya düzeninde Türkiye’ye biçtiği yer olduğunu görebilseydi bugün raporlara giren geç kalmış ahvahları yaşamazdı. turkmini?superonline.com www.turkelminibas.net Şener: Türkiye’de kişiden biri yoksul E ğitim düzeyi arttıkça yoksulluk oranının azaldığına işaret eden Başbakan Yardımcısı Şener, yoksullukla mücadelede eğitime büyük önem verildiğini söyledi sayısı ve oranını değişik yöntemlere göre hesaplayıp yayımladığını belirterek bu yöntemlerden biri olan gıda ve gıda dışı harcamaları içeren yoksulluk sınırı altındaki nüfusun, 2004 yılında 17 milyon 991 bin kişi olduğunu bildirdi. Bu rakamın 2003 yılında 19 milyon 458 bin kişi olduğunu kaydeden Şener, TÜİK’nin tüm hesaplama yöntemlerinde yoksulluk oranlarında düşüş görüldüğünü kaydetti. ‘‘Yoksulluğun azaltılmasında, öncelikle genel refah düzeyinin arttırılması için sürdürülebilir büyümenin sağlanması esastır’’ diyen Şener, ‘‘Makro ekonomik istikrar ve büyümenin yanı sıra eğitim, sağlık, çalışma hayatı, sosyal güvenlik gibi sektörel politikalarla da yoksulluk sorununa çözüm aranmaktadır’’ dedi. Şener, eğitim düzeyi arttıkça yoksulluk oranının azaldığına işaret ederek yoksullukla mücadelede eğitime büyük önem verildiğini, bu amaçla özel sektör ve sivil toplum katkısının teşvik edildiğini bildirdi. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türkiye’de 4 kişiden 1’i yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, 2004 yılı rakamlarına göre 17.9 milyon kişinin yoksulluk sınırının altında olduğunu açıkladı. Şener, yoksulluk sınırı altındaki nüfusun toplam nüfusa oranının 2004 yılında yüzde 25.6’ya gerilediğini söyledi. Şener, Anavatan Partisi Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir’in soru önergesine verdiği yanıtta, Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yoksul
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle