28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 MAYIS 2006 CUMA ‘KEMALİZM’İ SORGULAYANLAR BU YAZIYI OKUSUN: kültür BRÜKSEL GÜNLÜĞÜ ELÇİN POYRAZLAR C Garip bir meyve... 13 Çekin elinizi çocuklardan etmeyi, faiz alıp vermeyi serbest saymanın; 17 Allah’a mahsus olan hakimiyyet hakkını, kanun koyma yetkisini millete tanıyıp, milleti putlaştırmanın; 18 Putlar önünde divan durup, saygı duruşu yapmanın; 19 Devleti dinden, dini devletten ayırıp, dini devletsiz, devleti de dinsiz bırakmanın; 20 Elhasıl küfrün ve kafirleşmenin, putun ve putperestliğin temellerinin atıldığı günlerdir. işte; Mustafa Kemal’in getirdiği inkılaplar, devrimler ve devirmeler bunlardır. Ve işte, Kemalistlerin, övmekle bitiremedikleri devrimler bunlardır!.’’ EVET KEMALİST DEVRİM Bu yirmi maddeden sonrası da var yazının: Bugüne dek bu ‘‘kara günleri’’, bayram diye kutlayanların başlarına gelecekler anlatılıyor, tehditler savuruluyor, ancak tövbe eder bir daha bu bayramlara katılmama kararı alınırsa ve daha şunlar bunlar yapılırsa... Azdılar! Evet azdılar! 23 Nisan’da Bülent Arınç’ın açıklamalarından sonra, ne denli cesaretlendiklerini görmüyor musunuz? Eğer ortalığı bulandırmak, sürekli türban konusunu kaşımak, kadınlar üzerinden, çocuklar üzerinden politika yapmak, yapanlara müsamaha etmek, bütün bunlar kendi siyasi tabanlarına göz kırpmak içinse, oy sayısını çoğaltmak içinse yazık değil mi bu güzelim memlekete! Milli Eğitim Bakanı, Milli Eğitim Müdürü ne yapıyor, nasıl önlem alıyor, ne yapmayı düşünüyor, doğrusu çok merak ediyorum okullardaki bu yaygın şeriat propagandasına, öğrencilere yönelik Atatürk düşmanlığına? Bir de ricam olacak: Ricam, kafa yapılarını, zihniyetlerini, dünya görüşlerini, emellerini her an yeterince ortaya koyan dinci iktidardan ya da yandaşlarından değil. Ricam aydın, çağdaş, uygar geçinip de her fırsatta ‘‘Kemalizmin’’ zararlarını, yanlışlarını anlatmak için birbiriyle yarışanlara: Lütfen şu yukarıdaki yirmi maddeyi bir kez daha okuyun... Sonra da kendinize sahi neyin bayramı diye bir zahmet soruverin... www.zeyneporal.com faks: 0212. 257 16 50 D Eylül askeri darbesi, sol olmasın da ne olursa olsun diyerek; gençleri ‘politika dışında tutacağını’ sanarak; gençliği bugünlere taşıdı. Bugünkü iktidar ise politikasını en çok kadınlar ve çocuklar üzerinden sürdürüyor. İşte okullarda dağıtılan 20 maddelik ‘Neyin Bayramı?’ yazısı... 12 aha yalın, daha açık seçik nasıl söylenebilir bilemiyorum: Çekin ellerinizi çocuklardan! Meclis Başkanı, Başbakan, Milli Eğitim Bakanı, vazgeçin çocukları kullanmaktan, kendi politikalarınıza alet etmekten! İlköğretim okul çocuklarının topluca iktidar partisinin Adıyaman İl Kongresi’ne götürülmeleri... Sonraki açıklamalarda özrün, kabahatten daha büyük ve vahim olması... İmam hatipli kız öğrencileri ‘‘türbana özgürlük’’ haykırışlarıyla gövde gösterisi yaparken; İstanbul Üniversitesi yemekhanesinin özelleştirilmesini istemeyen gençlerin polis tarafından kıyasıya dövülmesi... Adıyaman’daki rezilliğin ayyuka çıktığı günlerde, bir anne, ağlayarak, ne yapacağını bilemeyen şaşkın bir halde elindeki kâğıdı bana uzatıyordu. Çocuğu İstanbul’da Ambarlı İlköğretim Okulu’ndaydı. Bir gün teneffüste öğretmenler tüm çocukların ellerinde matbu bir kâğıt gördüler. Alıp okuduk larında neye uğradıklarını şaşırdılar. Bu kâğıt Avcılar ve Ambarlı’nın hemen hemen tüm okullarına dağıtılmış ve apartmanların girişine asılmıştı. Tepesinde koskoca harflerle ‘‘Neyin Bayramı?’’ yazılı kâğıtta şunlar yazılı. Aynen iletiyorum (imla yanlışları bana değil, yazanlara aittir.) NEYİN BAYRAMI? 23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim ve benzeri günler neyin bayramlarıdır? Bunlar Müslümanlar için birer bayram günü değil, birer kara gündür. Zira: 1 ‘‘Devletin dini islam’dır’’ maddesinin anayasadan kaldırılmasının; 2 Allah kanunlarını ve Kur’an hükümlerini kaldırmanın; 3 Şeriat’ı ve şer’iyye vekaletini lağvetmenin; 4 Hilafet’i kaldırıp, Ümmeti Muhammed’i Halife’siz bırakmanın; 5 Mahkemelerden, ailelerden ve mekteplerden Kur’an’ı ve Kur’an hükümlerini kaldırmanın; 6 Cuma günkü tatili kaldırıp milyonlarca müslümanın cumaya gitmesine engel olmanın; 7 Medrese ve tekkeleri kapatıp, Ümmeti Muhammed’in ilim ve feyz almalarına mani olmanın; 8 Kur’an harflerini kaldırıp yerine latin harflerini getirmenin; 9 Mekteplerden din derslerini kaldırmanın; 10 islam takvimini kaldırıp, yerine islam olmayan miladi takvimi kabul etmenin; 11 Kılık kıyafeti değiştirmenin; 12 Kadınların ve kızların namusundan ibaret olan başörtülerine el uzatmanın; 13 Kafir şapkasını giymenin; 14 Halk evlerini açmanın, diskotek ve dans evlerine müsaade etmenin; 15 19 Mayıs’larda gelinlik kızları soyup soğana çevirerek mayısa bulaştırmanın; 16 Meyhaneler açıp şarap içmeyi, fuhuş yuvalarında zina Bir süredir geleceğini arayan Avrupa’nın kafası bir hayli karışık. AB Komisyonu’nun ardından ‘‘Avrupa’nın Geleceği’’ tartışmalarına katılan Avrupa Parlamentosu’nda da geçen hafta bu konuya yönelik olarak düzenlenen iki günlük toplantıda yine bu ümitsiz konu ele alındı. Avrupa, geleceği konusundaki arapsaçını çözebilecek mi? Bugüne kadar AB içinde bu konuda olumlu ve somut bir öneriyle gelen henüz olmadı. Aksine her kafadan bir ses çıkıyor. Genişleme, küreselleşme, güvenlik, işsizlik, çevre ya da başka bir konuda bir şikâyetiniz mi var? AB’nin tam da durakladığı bu sırada getirin getirebileceğinizi. Türkiye’ye müzakerelere başlama kararının verildiği 3 Ekim gecesi pandoranın kutusundan çıkarılan ‘‘AB’nin sindirme kapasitesi’’ kavramı gibi. O gece hangi dahi akıldan bu kavramı Türkiye’ye yamama fikri çıktı bilinmez ama AB bu sözcüğe bugün can yeleğine sarılır gibi tutunuyor. O gün bugündür AB içinde biri ‘‘Türkiye’’ demeyedursun, hemen bir başkası ‘‘sindirme kapasitesi’’ diyor. İn midir, cin midir? Nedir bu sindirme kapasitesi? AB’nin garip bir meyvesi. Bundan önceki genişlemelerde adından bu kadar sıkça söz edilmeyen bu kavram, aslında 1993 yılındaki Kopenhag Doruğu sonuç bildirgesinde Doğu Avrupa ülkelerinin AB’ye katılımları çerçevesinde gündeme geldi. Doruk bildirgesinde Türkiye’nin üyelik sürecinde daha da ünlenen Kopenhag Kriterleri’nin yanı sıra yeni üyelerin katılımında AB’nin sindirme kapasitesinin de göz önünde bulundurulmasının önemine değinildi. Yani AB bu kavramdan söz edeli 13 yıl olmuş. Brüksel’e gidin ve ‘‘Nedir bu sindirme kapasitesi? Bu nasıl ve kim tarafından ölçülecek? Neden bu daha önce bu kadar önemli değildi’’ diye bir sorun. Alacağınız yanıt ‘kem küm’den öteye gitmez. Çünkü AB içinde hiç kimse sindirme kapasitesinin ne olduğunu bilmiyor. Bazılarına göre bu Türkiye’yi itelemek için ortaya atılmış bir kavram. Yani Türkiye’nin hazır olduğu gün katılımına karşı çıkan ülkeler ‘‘Kusura bakmayın, öyle doyduk ki sizi sindiremiyoruz’’ mu diyecekler? Türkiye’ye bu yanıtı veren AB mi geleceğini iyi kurmuş olacak? Kendi halkını tatmin ve ikna edemeyen, dış politikada tek seslilikten uzak, kendi bütçesinde kavgalı, anayasası doğmadan gömülmüş, kurumlarının hızla reforma ihtiyacı olan bir AB, bugün oturmuş ‘‘sindirme kapasitesi’’ni konuşuyor. Bu, önündeki canavara bakmadan sinek kovalamak gibi bir şey. Türkiye’nin katılımını engellemek için taklalar atmak yerine asıl sorunlarına odaklanan bir AB, hem kendisi hem de örnek oluşturması gerektiği çevre ülkeler için sağlam bir gelecek kurabilir. Ancak o AB Türkiye’nin önem ve değerini anlayabilir. Ancak o AB Türkiye’ye örnek oluşturabilir. RenkArt gurubunun açılış resepsiyonuna aralarında işadamı Hüseyin Özer ve politikacı Ayfer Orhan’ın (sağda) da bulunduğu seçkin bir grup hazır bulundu. (Fotoğraf: MUSTAFA ÇETİNKAYA) 53 YIL ÖNCE YİTİRDİĞİMİZ ORHAN BURİAN, YAPITLARI VE ÇEVİRİLERİYLE YAŞIYOR Yürekli bir aydınlanmacı: Burian ZEKİ ARIKAN* yazında Prof. Orhan Bu1952 rian (19141953) bilinmez bir aceleyle bitirmeye çalıştığı yurt gezilerinden birine daha çıkıyordu. Bir yıl önce Orta Anadolu’yu, Hititlerin başkentini gezmiş, Torosları aşarak Antakya’ya kadar uzanmıştı. O yıl ise Troya’yı dolaştı ve oradan Edremit’e giderek Başaranlar’ın konuğu oldu. Sonra Mehmet Başaran’la birlikte Bergama’ya gitti. Müze müdürü Osman Bayatlı kendilerine büyük ilgi gösterdi. Orhan Burian’ın programında Çavdarhisar’ı da gezmek vardı. Gittiği her yerde ilkokul öğretmenleriyle yakın iletişim kuruyordu ki bunlar genellikle Köy Enstitüsü çıkışlı gençlerdi. Gezilere çıkmadan önce göreceği yerlerle ilgili derin araştırmalar yapıyordu. Nitekim Çavdarhisar’da kendisini tanıyan Mustafa Ertaş, köyünün tarihini o gün ondan öğrenmişti. Arşivinde bulduğum bir nottan anlaşıldığına göre, Çavdarhisar’la ilgili bütün yerli ve yabancı kaynakları belirlemiş ve bunları gözden geçirmiştir. ‘ÖLÜMDEN KORKMUYORUM, ÇÜNKÜ O BİR ÇİZGİDİR’ Ankara’ya dönen Burian, midesin Sanatseverler RenkArt’ta buluştu MUSTAFA KEMAL ERDEMOL LONDRA Sanatı, sanatçıyı ve sanatı yakından izleyenleri buluşturmak amacıyla bir araya gelen bir grup sanatsever, ‘‘RenkArt’’ı kurdu. RenkArt’ın tanıtım resepsiyonuna çok sayıda sanatçı katıldı. Muharrem Aslan ve Refika Bakır’ın sunuculuğunu üstlendiği gecede açılış konuşmasını yazar Abdullah N. Yılmaz yaptı. Türkiyeli ünlü yazar Moris Farhi ve Saime Göksu’nun da birer konuşma yaptıkları gecede, yönetmen Melih Korçelik’in ‘‘Yolculuk’’ adlı filmi ile Emel Yılmaz’ın dans gösterisi beğeniyle izlendi. Şair Zeynel Can, saz sanatçı Hüseyin Kaplan, fotoğraf sanatçısı Kadir Aktay, müzisyen Necmi Cavlı ve tiyatro oyuncusu Umut Ulaş, gecede çalışmalarından örnekler sundular. Güzel sanatların bütün dallarında faaliyet gösteren ve İngiltere’de yaşayan Türk, Kürt ve Kıbrıslı Türkleri bir araya getirmeyi amaçlayan RenkArt, İngiltere’de ya da dünyanın her hangi bir bölgesinde yaşayan ve sanatsal kaygısı olan kişileri çeşitli düzlemlerde buluşturmayı hedefliyor. Kurucular arasında Abdullah N. Yılmaz, Dilber Akgöz, Doğan Örs, Emine Tatlıses, Erdoğan Güccük, Feride Baycan, Hülya Öztürk, Hüseyin Kaplan, Hüseyin Düzgün, Kemal Külahçı, Melih Kançelik, Muharrem Aslan, Öznur Karakaş, Serpil Ersan, Sevil Kotan, Ufuk Uyanık ve Zeynel Can bulunuyor. Renk Art’ın yazışma adresi renkartcentreİgmail. com. rhan Burian’ın kısa yaşamı inanılmayacak kadar verimli geçti. Ülkede hümanist ve özgür bir düşüncenin kökleşmesine çalıştı. Pek çok büyük yazarın yapıtlarını Türkçeye kazandırdı. O le genç bilim ve genç erdem büyük bir kayba uğramıştır’’ derken ne kadar haklıydı... Burian’ın kısa yaşamı inanılmayacak kadar verimli geçti. Ülkede hümanist ve özgür bir düşüncenin kökleşmesine çalıştı. Shakespeare’in ve daha nice ünlü yazarın (Barrie, Miller, Huxley, O’Neill, Synge) kahramanlarına Türkçe konuşturdu. Tagore’un ‘Bahçevan’ı da onun güzelim Türkçesiyle dilimizde yepyeni bir anlam kazandı. Burian, deneme ve eleştiri türünde dikkate değer örnekler verdi. Bütün bunların ötesinde bilimsel alanda özgün araştırmalara imza attı. Ufuklar (sonradan Yeni Ufuklar), dergi yayıncılığında ileri atılmış bir adımdır. İNGİLTERE’DEN LATİN AMERİKA’YA Yabancı dergilerde yazdığı makalelerle Türk romanını, şiirini ve tiyatrosunu İngiltere’den Latin Amerika’ya kadar bütün dünyaya tanıttı. Yazıları İspanyolcaya bile çevriliyordu. Thomas Hardy üzerine yaptığı kitap boyutundaki İngilizce araştırması İngiltere’de büyük bir ilgiyle karşılandı. Bugün çok güncel olan bir konu, yani Batı dünyasında ‘‘Türk imgesi’’ de yıllar önce, sistemli olarak onun tarafından ele alınıp işlenmiştir. Ünlü İngiliz doğubilimcisi H. Bowen’dan çevirdiği ‘‘Türkiye Hakkında İngiliz Tetkikleri’’ imzasız çıktı. Bütün Avrupa ülkelerinin edebiyatını kapsayacak bir antoloji çalışması ise ne yazık ki yarım kaldı. deki rahatsızlığın giderek artması üzerine hekime başvurdu. Şüphelerinde haklıydı. O menhus hastalık içini kemirip duruyordu. Hemen ameliyat olması gerektiği kendisine söylendi. Ertesi gün ameliyat olacaktı. Evdekiler hiçbir şeyden habersiz onu bekliyorlardı. Sofraya oturulacaktı. Durumu kısaca anlattı. Şimdi hastaneye gideceğini, ertesi gün gelmelerini söyledi. Bu duyarlı insan, aile bireylerini üzdüğü için perişandı. Çantasını hazırladı. Birkaç maddelik vasiyetnamesini yazdı. Günlüğüne son cümlelerini ekledi: Ölümden korkmuyordu, ama hastalığın uzun sürmesinden ve ölümün yavaş gelmesinden kaygılanıyordu. Yıllar sonra, ölümle pençeleşen Buri an’ın yakın arkadaşı Vedat Günyol da bu satırların yazarına ‘‘Ölümden korkmuyorum, çünkü o bir çizgidir’’ diyecektir. Burian, ilk ameliyatından sonra ayağa kalktı, öğrencilerine, kitaplarına ve Ufuklar’ına kavuştu. Bu mutlu günler ne yazık ki uzun sürmedi. Mart 1953’te yeniden hastaneye yattı. İğne ipliğe dönmüştü. Öyle ki kendisini hasta yatağında, kapı aralığından gören Ataç, ürpermiş, artık bu acıyı çekmemesi için bir an önce ‘‘kurtulması’’ dileğinde bulunmuştu. Beklenen saat 5 Mayıs’ta çaldı. Kırkın eşiğindeki genç adam son nefesini vermişti. Öğrencileri, arkadaşları, yabancı dostları derin bir acıya boğuldu. Doktor Adnan Adıvar, ‘‘Orhan Burian’ın ölümüy Ödüllü oyun Viyana’da Kültür Servisi Viyana’da düzenlenen ‘Interkulttheatre Festivali’ kapsamında 11 ve 12 Mayıs tarihlerinde saat 20.00’de Dinçer Sümer’in yazıp yönettiği ‘Mavi Bisikletim’ adlı oyunu sahnelenecek.Türkiye’nin birçok yerindeki temsillerinin yanı sıra Almanya, Hollanda, Belçika ve İsviçre’de sergilenen oyun, ‘Sanat Kurumu’, ‘Enka’ ve ‘Homeros’ ödüllerine değer görüldü. Dinçer Sümer’in rol aldığı bu tek kişilik oyunu; çocukluğun gençliğe döndüğü yıllarını anlattığı; neşesi, özlemi, kırılganlıklarıyla ilk aşkın çırpıntılarıyla mavi bir bisiklette gezinen anılarla dolu. Bu anıların odak noktasını ise ilk gençlik aşkı oluşturuyor. Oyunlarının yanı sıra radyo ve televizyon için dramalar, senaryolar, öykü ve romanlar yazan Dinçer Sümer’in basılmış 12 kitabı var. Bazı yapıtları İngilizce, Çekce, Almanca, Yunanca ve Lehçe’ye çevrilip dış ülkelerde yayımlandı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle