03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 MAYIS 2006 CUMA dizi BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN UZUNCA BİR SÜRE KONUŞULAN SÖZLERİ, BUNDAN YILLAR ÖNCE DE GÜNDEME GETİRİLMİŞTİ Kimlik tartışmasının dünü bugünü G aliba ‘‘Vatandaş Türkçe Konuş’’ kampanyasının yeniden canlandırıldığı 1950’lerdeki Türkçeyi ArapçaFarsça sözcüklerden temizleme furyası sırasında hüviyet cüzdanı deyimine karşılık olarak bulunmuş bu ‘‘kimlik’’ sözcüğü, gerçekten dilimizde de ‘‘ben, öteki; alt kimlik, üst kimlik; azınlık kimliği, çoğunluk kimliği; ekonomik kimlik, ulusal kimlik, cinsel kimlik vb’’ gibi parçalanarak acaba ne zaman çoğaltılmıştır? Bu ‘‘alt kimliküst kimlik’’ deyimleri ilk ne zaman kullanılmıştır? İzledikleri politikanın kaynağının İslamiyet olduğunu açık açık belirten Sayın Başbakan ve danışmanlarının da dört elle sarıldığı bu kimlik tartışması gerçekten nedir acaba? Savlandığı gibi salt kişiye yönelik bir bilimsel çalışma mıdır? Ülkemizde de ilk ne zaman ve kimler tarafından başlatılmıştır? C 5 Frenkçe sözcükle tanışmamız A B aşbakan Recep Tayyip Erdoğan, üstelik bu konularda yeterli bilgisi olduğu da kuşkuluyken ‘‘Kürt’’ sorununa böylece bir nokta koyacağını sandığı için mi ‘‘alt kimliküst kimlik’’ deyimlerini kullanarak ‘‘Türklük de Kürt, Laz, Süryani, Rum, Çerkez, Ermeni, Arap gibi bir alt kimliktir’’ demiştir, yoksa hemen ardından ‘‘bizi birleştiren üst kimlik dindir, toplumumuzun mozaik yapısının çimentosu Müslümanlıktır’’ diye ekleyebilmek için mi kullanmıştır bu deyimleri? Çünkü, gördüğümüz kadarıyla ne ‘‘kimlik tartışmasını’’ ülkemizde ilk başlatan, ne de ‘‘alt kimliküst kimlik’’ deyimlerini ilk kullanan kişiler Başbakan veya danışmanlarıdır. KİMLİK TARTIŞMASI VE ‘12 EYLÜL’ Doğrusu, Prof. Dr. Cengiz Güleç’in 1992 yılında Verso Yayınları arasında ‘‘Türkiye’de Kültürel Kimlik Krizi’’ adıyla çıkmış, Hacettepe Üniversitesi’nde 1989 yılında tamamladığı ‘‘Türk Düşüncesinde UlusalKültürel Kimlik Konusu’’ başlıklı tez çalışmasındaki bilgilere bakılacak olursa, ilginçtir ‘‘kimlik tartışması’’ da ülkemizde ilk kez 12 Eylül döneminde 1980’li yıllarda başlatılmıştır. Prof. Güleç’in de ‘‘Anadolucular, Atatürkçüler, Çağdaş Kültür Sentezcileri’’ diye adlandırdığı Cevat Şakir, Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol, Melih Cevdet, Suat Sinanoğlu, Attilâ İlhan, Hilmi Yavuz gibi yazarların daha önceki yıllarda yayımlanmış Anadolu kültürü ile ilgili çalışmaları, 12 Eylül döneminde eski Marksist, genç globalist aydınlarımızca önce ‘‘ben, öteki, benlik, kendilik, benlik kimliği’’ gibi psikanalitik sözcüklerle bir aydın kimliği tartışması şekline dönüştürülmüş, kısa bir süre sonra da ‘‘ulus devlet bitmiştir’’ savı ile ‘‘bir yeni toplum modeli araştırması’’ yaftası altında Atatürk devrimleri ile Cumhuriyetin ve laisizmin sorgulandığı bir saldırı halinde getirilmiştir. İlginçtir, aynı süreçte yayımlanmış İbrahim Kafesoğlu ile İsmet Özel’in ‘‘Türk İslam Sentezi’’ ve ‘‘Zor Zamanda Konuşmak’’ adlı kitaplarıyla da ‘‘bir yeni toplum modeli araştırması’’ haline dönüştürülmüş, tartışmaya dinsel bir boyut da kazandırılmıştır hemen. Türkiye’ye Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bugün de Batılılarca ‘‘ılımlı İslam devleti’’ adı altında yeni bir yönetim biçiminin önerildiği düşünülürse, Ortodoks Müslümanların bu ‘‘Türk İslam Sentezi’’ adlı modelinin de toplumsal düzenin tereyağından kıl çekilircesine sessizce allak bullak edildiği 12 Eylül döneminde gene Batılılarca kimlik tartışması ile birlikte planlanıp ihraç edildiğinden de kuşkulanmamak gerektir galiba. Çünkü bugünden geriye bakılınca daha berrak görüleceği gibi, 12 Eylül döneminde güya bireysel bir kimlik araştırması şeklinde başlatılan bu çalışma, kesinlikle salt aydınlar arasında bırakılmayıp sanki planlı bir biçimde bu süreçte hızla topluma da yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. Gerçi daha önce kaleme alındığı için Prof. Güleç’in kitabında adı geçmiyorsa da Fikri Sağlar’ın Kültür Bakanlığı sırasındaki danışmanlarından Hasan Bülent Kahraman’ın kimlik tartışmasının edebiyat dergilerine de taşınmasındaki büyük katkısını unutmak gerçekten olanaksızdır. Örneğin, Sayın Kahraman daha 1988 yılında, Hürriyet Gösteri dergisinin Ocak sayısında, herhangi bir kanıt göstermeye de gerek duymadan, sonuçta basit bir askeri darbe olan l2 Eylül’ü sanki bir devrimmiş gibi değerlendirerek ‘‘toplumumuzun bütün değer yargılarının 80’li yıllarda yaşanan bu ihtilalle değiştiğini’’ ve ‘‘son on yıl içinde bir kimlik bunalımına düşen’’ aydınlarımızın da 12 Eylül darbesi sayesinde ‘‘yumuşak bir inişle kimlik ve kamp değiştirip, bu yeni kimlikleri içinde mevcut iktidar ideolojisiyle özdeşleşmeyi başardıklarını’’ yazmakta bir sakınca görmemiştir. SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ Daha sonraki yıllarda da tıpkı kimlik ve kamp değiştirmiş öteki arkadaşları gibi, başlangıçta psikanalitik kimlik sorunu olarak sanki salt aydınlarla ilgili kişisel bir olgu imiş gibi ele aldığı bu tartışmayı hızla ‘‘yeni bir toplum modeli’’ araştırması şeklinde bir rejim sorunu haline dönüştürmekte de gecikmemiştir doğrusu... Örneğin, 1996 Ekim tarihli Varlık dergisindeki ‘‘Kemalist Cumhuriyetçilik, Yurttaşlık ve Demokrasi İlişkisi Üstüne’’ adlı yazısında, laiklik gibi yönetsel bir terim ile ideolojik bir kavram olan dini (İslamiyeti) aynı değerdelermiş gibi hallihamur edip, laik Cumhuriyetin ‘‘İslami gelenekleri dışladığından tarihsel bir kopukluk içine düşerek, dünyadaki değişime karşı yetersiz kaldığını’’, dolayısıyla ‘‘bugünkü Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı kimliğinden demokratik bir kimliğin yaratılamayacağını’’, bu yüzden de ‘‘Cumhuriyetin yeniden İslami gelenekle özdeşleşmesinin zorunlu olduğunu’’ yazabilmiştir. İlginçtir, gene aynı yazısında İngiliz tarihçi Eric Hobsbawm’ın da ‘‘Identity kavramının kimlik anlamında ta 1960’ların sonlarından itibaren kullanılmaya başlanıldığını yazdığını’’ söyleyerek, dolaylı bir dille de olsa kimlik tartışmasının Soğuk Savaş döneminde başladığını belirtmektedir. Yani, bu tartışmanın geçmişi Batı’da da 1950’lerden geriye gitmemektedir. 12 Eylül döneminde globalist aydınlarımızca kimlik konusunda ardı ardına kitaplar yayımlanırken, tartışma bir yandan Türkiye Sorunları, Saçak, Birikim, Bilim Sanat, Gergedan vb. gibi politik veya magazin dergilerinde sürdürülmüş, ilginçtir, öte yandan da edebiyat dergilerine taşınıp, aynı süreçte edebiyatçılarımızın da bir kimlik sarmalına düşürülmesi ustaca başarılmıştır. 12 Eylül darbesinin mimarı Kenan Evren. nımsadığım kadarıyla bu Frenkçe Identity sözcüğü, ülkemizde de ‘‘kimlik’’ anlamında galiba ilk kez 12 Eylül döneminde, İstanbul’daki Alman Kültür Merkezi Müdürü Sayın Albert Wassener tarafından kullanılmıştır sanki... Çünkü, nasıl unuturum... 12 Eylül cuntasının açtırdığı dava Sıkıyönetim Mahkemesi’nde tam 5 yıl sürmüş, Türkiye Yazarlar Sendikası yeniden çalışmaya ancak 1987 yılı sonbaharında başlayabilmişti. Demek, 1988 sonbaharı veya 1989 baharı olsa gerek. Alman Kültür Merkezi’nden bir bayan telefon etmiş, yeni müdürleri Albert Wassener’in benimle bir konuyu görüşmek üzere öğle yemeği yemek istediğini söylemişti. Beyoğlu’nda Halep Pasajı’nın üstündeki Beyoğlu Pub adlı lokantanın terasında, güneşli bir bahar günü öğleyin buluşmuştuk. Sayın Wassener, Batı’daki yeni kültür tartışmalarından söz açmış ve İstanbul’da da Almanya ile Türkiye arasındaki kültürel ilişkiler üzerine bir çalışma yapmayı düşündüğünü söyleyerek, Türkiye Yazarlar Sendikası adına Aziz Nesin’le birlikte böyle bir çalışmaya katkıda bulunup bulunmayacağımızı sormuştu. Öneriyi Yönetim Kurulu’nda görüşmüş ve hemen kabul etmiştik. Nasıl unuturum... Çünkü Alman Kültür Merkezi’nden gelen yazıda ‘‘Kültür Kavramı ve Kültürel Kimlik Sorunları’’ adlı çalışma grubunun amacı ve tartışacağı konular açıklanırken ‘‘identity’’ diye Frenkçe bir sözcük kullanılıyordu ısrarla. İngilizceTürkçe sözlüklerde ise bu Frenkçe sözcüğün karşılığı ‘‘özdeşlik, aynilik, birlik’’ olarak veriliyordu. Sözcüğün bu metin içinde hangi anlamda kullanıldığını bir türlü çıkaramadığımızdan şaşırıp kal mıştık Aziz Nesin’le. 12 Eylül’ün o olağanüstü günlerinde can havliyle mahkeme mahkeme koşuşmaktan, demokrasi kavgası uğruna özgürlük dilekçesi, emek dilekçesi hazırlamak için Aziz Nesin’in öncülüğünde gizli toplantılar düzenlemekten Batı’daki gelişmeleri de izlediğimiz yoktu. Yani, ne Batı’da önce ‘‘ben, öteki, beriki’’ gibi sözcüklerle aydınlar arasında bireysel kimlik arayışı şeklinde başlatılmış tartışmanın hızla siyasallaştırılarak ideolojik bir rejim sorunu haline dönüştürüldüğünden ve öteki ülkelere de ihraç edilmeye çalışıldığından haberimiz vardı, ne de ‘‘identity’’ sözcüğünün artık kimlik anlamında da kullanıldığını duymuştuk. Büyük bir olasılıkla da bu yüzden, tartışmasının amacı ile konukların konuşmalarındaki iletileri tam kavrayamadığımız gibi çalışmanın bir kimlik tartışması haline dönüştürüldüğünün farkına varamadığımız için üzülerek belirteyim ki toplantılarda ne bir not tutmuşum, ne de gönderilen yazıları, oturum tutanaklarını filan saklamışım... 12 Eylül’de sendika binamız da faili meçhul bir yangınla yakılıp kül edildiğinden güya yeni bir yere taşınmıştık, ama parasızlıktan ancak küçücük bir oda kiralayabildiğimiz için, sanmam ki sendika arşivinde de bu toplantılarla ilgili bir belge bulunsun... Doğrusu, bu tartışmaların kamuoyunun dikkatini çektiğini ve basında önemli bir yankı uyandırdığını söyleyebilmek de olanaksızdır. Dolayısıyla günümüze ulaşmış bu konudaki tek belge, galiba gene Alman Kültür Merkezi’nce hazırlanıp 1990 yılında teksirle çoğaltılmış ‘‘TürkAlman Kültür Diyaloğunun Sorunları ve Perspektifleri’’ adlı kitapçık olsa gerek... Wassener kavramı ortaya atıyor T oplantılar kaç gün sürmüştü, şimdi çıkaramadığım gibi, ne yazık ki broşürde de bu konuda bilgi verilmemektedir. Ama İstanbul Üniversitesi merkez binasında 1989 baharında yapılan, çok sayıda Türk ve Alman uzmanın katıldığı, günlerce sürmüş, Kültür Kavramı ve Kültürel Kimlik Sorunları, Eğitim Politikaları Sorunları, Politik Kültür Sorunları, Kitle İletişim Araçları ve Filmcilik Politikalarının Sorunları, Yazın ve Dil Öğretimi Alanındaki İletişim Sorunları ve Çevre Sorunları başlıkları altında 6 ayrı grup halindeki bu toplantılar, anımsadığım kadarıyla Sayın Wassener’in tasarladığı şekilde başarıyla gerçekleştirilmiştir. Ancak söz konusu broşürün incelenmesinden de anlaşılacağı gibi, ilginçtir, gerek toplantının adında, gerekse çalışma gruplarının başlıklarında, ilk çalışma grubunun adındaki ‘‘kültürel kimlik’’ (kulturellen identity) deyiminin dışında kimlik sözcüğü geçmektedir. ilgili kuruluşlara önümüzdeki 5 yıl içinde öncelikle ele almaları gereken konular, önlemler ve etkinliklerin önerileceği’’ açık açık belirtilmektedir. Görüldüğü gibi, salt bu bilgilere bakılarak bile çalışmanın asıl amacının başlığındaki gibi ‘‘Türkiye ile Almanya arasındaki kültürel ilişkilerin geliştirmesine katkıda bulunmak’’tan çok, ‘‘kimlik tartışmasının’’ bir an önce Türkiye’de de başlatılmasını sağlamak olduğundan galiba gerçekten kuşku duyulmasa gerektir. TYS DÜZENLEYİCİLERDE YOK Bu nedenle, Sayın Wassener’in bu çalışmayı gerçekten göreve başlar başlamaz İstanbul Alman Kültür Merkezi adına kendi istenciyle mi planladığı konusunda kuşkuya düşmemek de olanaksızdır doğrusu... Çünkü kitapçığın kapağındaki toplantıyı düzenleyen kuruluşlarla ilgili bilgiler bile bu kuşkulara hak verdirtmektedir sanki. Örneğin, anımsadığım kadarıyla Sayın Wassener’in o günkü konuşmamızda bir başka kuruluştan söz etmemesine bakılırsa, desteğini istediği ilk kuruluş TYS olsa gerektir, ama TYS’nin adı düzenleyiciler arasında yoktur. İlginçtir, 12 Eylül döneminde sıkıyönetim mahkemesinde yıllarca yargılandığı için TYS’nin adının sakıncalı görülmüş olabileceği varsayılsa bile, düzenleyiciler arasında İstanbul Üniversitesi’nden başka bir Türk kuruluşunun da adı yoktur. Oysa bu çalışmanın kamuoyunca benimsenmesi açısından Aziz Nesin’in toplumdaki saygınlığı ve uluslararası büyük ününden dolayı TYS’nin ne büyük bir öneme sahip olduğu, Sayın Wassener ve dilmaçlığımızı yapan bayanca da çok iyi bilinse gerek ki, güvenimizi kazanmak için sanki, o yemekte yeni müdürü hakkında bilgi verirken Sayın Wassener’in de zaten solcu olduğu ve İstanbul’a bu nedenle sürgün edildiği gibisinden bir şeyler anlatmıştı, gene anımsadığım kadarıyla... Biraz da dilmaç bayanın bu sözlerini yönetim kurulu toplantısında aktardığım için galiba, Sayın Wassener’i desteklemek amacıyla çalışmalara öteki arkadaşlarımızın katılmasına da karar vermiştik. Nitekim, söz konusu broşürde de toplantılara TYS adına yönetim kurulu üyelerimiz Mehmet Başaran, Prof. Dr. Cahit Tanyol, Cengiz Bektaş ile Mahmut Tali Öngören, Aydın Boysan ve Yurdanur Salman’ın da etkin biçimde katıldıkları belirtilmektedir. Gerçekten, toplantılara gene bu kitapçıktaki bilgilere göre kimler katılmamıştır, kimler... Örneğin Mimarlar Odası, Film Yapımcıları Derneği ve Yayıncılar Birliği başkanları, vakıf yöneticileri, parti temsilcileri, kütüphane müdürleri, yayınevi sahipleri, sinemacılar, film yönetmenleri, radyocular, gazete ve dergi yazıişleri müdürleri, gazeteciler, lise müdürleri, hatta öğretmenler bile katılmıştır toplantılara. Broşürdeki bilgilere göre bir özel ilaç firması sahibi dahi vardır toplantılara katılanlar arasında. Gerçekten, bir dernek yöneticisince bunca bakan, daire başkanı, profesör, uzman ve sanatçının yurtdışındaki bir toplantı için zamanlarının denk düşürülmesinin ne demek olduğu da bir yana, bunca insanın yol ve ağırlama giderlerini kim karşılamıştır acaba? Goethe Enstitüsü’nün çok sayıda yurtdışı şubelerinden biri olan Alman Kültür Derneği’nin bütçesi gerçekten bunca konuğun ağırlanmasına elverecek büyüklükte midir? Söz konusu tarihlerde, Sovyetler Birliği henüz dağılmadığı için dünyanın hâlâ iki kutuplu ve iki ayrı Almanyalı olduğu düşünülürse, ‘‘kimlik tartışmasının’’ Türkiye’de de bir an önce başlatılması için bu toplantının da büyük bir olasılıkla ABD’nin yönlendirmesiyle Federal Alman hükümetince görevlendirilen Berlin Senatosu Kültür İşleri Dairesi ile Zentrum für Türkeistudien’in, Goethe Enstitüsü’nün İstanbul şubesi Alman Kültür Merkezi’ne düzenlettirilmiş olabileceği varsayımı üzerinde de ciddi ciddi durulsa gerektir sanırız... Kısacası, Frenkçe ‘‘identity’’ kavramını, başlangıçta ‘‘kültürel kimlik’’ şeklinde de olsa ‘‘kimlik’’ anlamında düşüncemize ilk girdiren ve ülkemizde ilk kullanan kişi galiba gerçekten de Sayın Wassener’dir... KİMLİK SORUNU... Oysa, ilk grubun toplantılarında, bu kitapçıkta verilen bilgilere göre bile yalnız kimlik sorunu tartışılmıştır sanki. Örneğin, grubun çalışma konusu dahi kitapçıkta ‘‘toplumların ve bireylerin kültürel kimliklerinin hangi etkenlerce oluşturulduğu’’ şeklinde tanımlanmaktadır. ‘‘Toplumların ve bireylerin kültürel kimliklerini oluşturan etkenlerin’’ belirlenebilmesinin de ‘‘halkların önce kendilerini, geçmişlerini ve çevrelerini sorgulamalarını, ardından da komşuları ve ülkedeki azınlıklarla hesaplaşmalarını’’ gerektirdiği, ancak hemen ardından da güya dinsel ve etnik yapımız özetlenerek ‘‘Türk toplumunda henüz böylesi bir evrimin’’ gerçekleşmemiş olduğu vurgulanıp öncelikle bu sorgulama ve hesaplaşmanın yapılabilmesi için ‘‘kimlik sorununun’’ tartışılacağı ‘‘herkese açık’’ sempozyum, panel gibi toplantıların düzenlenmesi, bu toplantılarda ‘‘çok kültürlü toplum oluşumunda yöresel kültür ve etnik azınlıkların nasıl bir rol üstlendiği’’ konusunun ele alınarak ‘‘bütün kültürlere kendilerini ifade etme fırsatı verilip azınlıkların kültürel çeşitliliğinin yansıtılmasına ve aykırılıklarla çelişkilerin gösterilmesine çalışılması’’ önerilmektedir. Nitekim, kitapçığın Wassener imzalı Önsöz’ünde de ‘‘Çalışma grupları için iki hedefin belirlendiği: Önce sorunun betimleneceği, ardından da Aziz Nesin S Ü R E C E K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle