03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 İstanbul gözlerin kara ‘Sevaçya İstanbul’ KARİN KARAKAŞLI Akşam kuşlarını İstanbul’un Damlar üzerinden bir kaldırıp Başka damlara konduruyoruz Dışardan yukardan gözlerimizle Bu camlar yalnızlık camları Bu camlara yağmur yağdırıyoruz Gülten Akın Yalnızlık Camları’ndan C öykü 12 MAYIS 2006 CUMA YAZI ODASI SELİM İLERİ Lale İstanbul’un Çiçeği mi? ne de geldiler. Şuradaki tülün gerisinden izlemiştik onları. ‘Muhammedini seven gâvur evi göstersin’ diye haykırdı bir ses. Bir an sessizlik oldu. Sonra komşumuz Muammer Efendi’nin gürleyen sesini duyduk. ‘Burası Müslüman mahallesidir. O dediğinizden bulunmaz’.’’ Markrit Hanım’ın yüzüne o gecenin yalazlı dehşeti sinmişti. ‘‘Ya işte kızım. Bu komşumuz kurtardı bizi. Hanımıyla birlikte eve geldi sonra, kucaklaştık. Sanki suçlu kendisiymiş gibi yüzümüze bile bakamıyordu. ‘Sen bizim kardeşimizsin’ dedi Sevaçya. Koca adam hüngür hüngür ağladı...’’ Kucağına düşüveren ellerini oynattı yavaşça Markrit Hanım. Avuçlarında saklı, hiç anı olamadan hep bugün kalmış o geceye doğru konuştu: ‘‘Sonra ne oldu, bilir misin kızım. Sevaçya bir anda pencereyi ardına kadar açtı. O gördüğü yıkıntıya doğru haykırdı ciğerleri paralanırcasına: ‘Bolis, hokis... Bolis, hokis...’ Canım İstanbulum diyordu, yârim İstanbul...’’ Bennu yine buz kesmişti kıvrıldığı koltukta. O ses, kulaklarında yankılanıyordu. Hele de bu gece, sevdiği adam bu kadar gecikmişken. Saatin akrep ve yelkovanı kanını dondurdu. Bir şey olmuş olmalıydı... Hemen yanı başında Sevaçya aşkına ve İstanbul’una kahrediyordu... Hiç haber yoktu o beklenenden... Cep telefonu aynı nakaratı tekrarlıyordu: ‘‘Aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor. Lütfen daha sonra tekrar arayınız.’’ Başını serin cama dayadı. Yakındaki şu hastane binasına takıldı gözleri. Kim bilir orada kimler ölümü bekliyor, bir teselli arıyordu çaresiz sevenleri. Sonra çıkışsız hapishaneleri düşündü, her masalsı hayatın bir diğer yüzünü anlatan meyhaneleri, sürgünlerin izbe otellerini, yuva olamayan evleri, bu şehrin kilometrelerce uzağında hâlâ İstanbul diye insanların konduğu meskenleri... Derin bir nefes aldı genç kadın. İçine İstanbul kaçmıştı. Yüreği ezildi şehrin ağırlığından. O kulağında uğuldayan ses... kapı zili. Pencereden kapıya, ölümden yaşama giden yol ne kadar uzundu ve nasıl da bir adımlık... İşte eşikteydi. Sevdiği adam karşısında ‘‘Bir tanem trafik çok beterdi, geciktim. Telefonun da şarjı bitmiş, kusura bakma’’ diyordu. Dahasını da diyecekti ama sustu. Genç kadın ölümden yaşama atladı o kollarda, birkaç ömre ağladı. Ne kadar sıksa, o kadar azdı sanki o ten, o can. Adam yüzünü avuçladı bir an kadının. Uzun uzun baktı, ‘‘Evlen benimle’’ dedi. Kadın ellerini yüzündeki avuçların üzerine kapattı. ‘‘Evleneyim’’ dedi. Gözünün yaşını, dudağının tebessümünü öptü adam. Öylece kaldılar. Sevaçya, siyahbeyaz fotoğraftan âşıklara ve hayata gülümsüyordu. S onsuz anlar var ya da anlık sonsuzluklar... İstanbul bir ateşböceği seli gözünün önünde. Bennu, o selin yakamozuna saldı kendini, İstanbul yanar döner ışıklarıyla biraz da onun hikâyesini anlatır gibiydi. Önünde bir pencere boyu uzanıyordu şehir. Herkesin kendi gerçekleri ve yalanlarıyla bir yanan bir sönen ışıklı nehir. ‘‘Hiç olmadığı kadar bekliyorum, benim gerçeğim bu’’ diye düşündü genç kadın, ‘‘aşkımı bekliyorum.’’ Uzaklardan göz kırpan İstanbul’a gülümsedi. Denize komşu mahalledeki bu eski binanın en üst katındaki daireye taşınması rastlantı değildi. O taş basamaklı, yüksek tavanlı, geniş apartman girişinden adımını attığı anda anlamıştı burasının kendi yeri olduğunu. Asansörün ince, demir oyalı nazlı kapısı, bineni yukarılara değil de başka bir zamana taşıyordu sanki. Tepedeki camdan sızan gün ışığıyla birlikte girmişti daire kapısından içeri ve geniş pencerelerle çerçevelenen karşı kıyıyı görünce, İstanbul’un kendisine ev arkadaşı olacağını anlamıştı. Uzun uzun seyretmişti can yoldaşını. ‘‘Sevaçya da sizin gibi böyle dalgın bakardı kaşı kıyıya’’ derdi hep evsahibi Markrit Hanım. Başkalarına karşı son derece ketum olan bu hanımefendinin sıra kendisine geldiğinde, uzun yıllar bu evde yaşamış rahmetli kızkardeşini bu denli anlatmasının bir nedeni olmalıydı. Çatı katındaki dolapta Sevaçya’nın siyahbeyaz fotoğraflarını görünce o nedeni de anlamış oldu. Tuhaf bir benzerlik vardı o kadının fotoğrafta donmuş gençlik hali ile aralarında. Tenlerinin sedef beyazlığından mı, içinde sırlarla dolu bir yıldızın yanıp söndüğü kara gözlerinden mi bilinmez, ifadeleri birbirini bütünlüyordu sanki. ‘‘Bu dolaptaki eşyalar Sevaçya’nın genç kızlığından hatıra. Bugüne kadar hiçbir kiracı itiraz etmeyince ben de boşaltmadım. Mahzuru yoksa sizinle de kalabilir mi?’’ diye sormuştu Markrit Hanım. ‘‘Onunla birlikte kendimi daha iyi hissedeceğime eminim’’ demişti Bennu. Zaten bir süre sonra Sevaçya’nın fotoğrafı dolaptan çıkmış, gümüş bir çerçevede yerini almıştı. Sevaçya, evin görünmez sakiniydi. Bennu akşamüstü iş dönüşü vapurdan inip evine vardığında, trafik keşmekeşine girmeden köşesine çekilebildiği için minnet duyuyordu. Yemekten önceki bu saatler, mahremiydi bir anlamda. Bordo koltuğuna gömülür, cama yansıyan aksi eşliğinde İstanbul’a bakardı. Kim bilir kimlerin neleri beklediği İstanbul’da o da, gelsin ya da gelmesin, sevgilisini beklerdi. Aynı evi paylaşmıyorlardı henüz ama gitgide onun eksikliğini duyar olmuştu kendi evinde. Korkuyordu da bu bağdan ama aynı zamanda bağımsızlıkla yalnızlık hissediyorum...’’ ‘‘Mamam, kızkardeşimin Ay’dan geldiğini düşünürdü’’ demişti bir keresinde Markrit Hanım gülümseyerek. ‘‘Sürpriz bir bebekti. Doğumundan önceki yıl ailemiz için ölümler ve başka başka sıkıntılarla dolu zor bir dönem olmuştu. Bu bebeği uğur saydık hepimiz.’’ ‘‘Adı ne kadar melodik, anlamı ne?’’ diye sorduğunu anımsıyordu. ‘‘Kara gözlü demek. Tam da onu anlatıyor, değil mi?’’ Sonrasında Sevaçya’nın masalsı çocukluğu, genç kızlığı akmıştı ablasının dilinden. Benzersiz bir özsu olarak bir yürekte daha kendisine yeni bir yatak bulmak üzere... ‘‘Sevaçya için aklıma ilk gelen kelimeyi sorsan ‘kişilikli’ derim. Yaşlarla çözüldü dolaşık dili Markrit’in, dinlemeye hazır bir yüreğe çağladı: ‘‘Savaş yıllarıydı. Ani bir emirle gayrimüslimlerden özel bir vergi talep edildi, Varlık Vergisi... Yokluk Vergisi de desek olur kızım. Ödenemeyecek meblağlardı. Bir günde silindi nesiller boyu biriken servetler. Bizim Yeram zaten kendi halinde bir zanaatkârdı. Borcunu ödemek için her şeyini sattı. Sonra da bir küskünlük geldi üzerine. Kendini ülkesinde ecnebi hissetti sanki. ‘Bunu hak etmedim’ der dururdu sürekli. Bir gece Sevaçya pencerede eşini beklerken ölüm haberi geldi. Kaldırıma yığılıvermiş...’’ Sevaçya’nın kitabı, Yeram’ın taşı yarım kalmıştı. O kara gözlerin yıldızını bir daha parlar Ç KİM KİMDİR? 5 Ekim 1972’de doğdu. Sankt Georg Avusturya Lisesi’ni ve Boğaziçi Üniversitesi Yabancı Diller Yüksek Okulu Çevirmenlik Bölümü’nü bitirdi. İlk öyküsü Sis’in Ötesi Adam Öykü dergisinde yayımlandı. Karakaşlı 1994’te Gençlik Kitabevi öykü yarışmasında birincilik, 1995’te yine Gençlik Kitabevi öykü yarışmasında üçüncülük ödülü aldı. Karakaşlı 1998 yılında da Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nün sahibi oldu. Küçücük boyuyla bile istediklerini ve istemediklerini ifade eden, tercihlerini de saydıran bir çocuktu. Bir de onca arkadaşına rağmen, an gelir kendi dünyasına çekilirdi. O andan itibaren de ulaşılmaz olurdu.’’ Markrit Hanım, okumaya çok meraklı Sevaçya’nın zamanın koşullarına göre çok iyi bir eğitim aldığını anlattığından beri, o gencecik kadının değişik dillerden sayısız kitap barındıran kütüphanede heyecanla ciltleri karıştıran hali gözünün önünden gitmiyordu. Kendisinin de kitaplarla özel bağı olduğundan, o irili ufaklı ciltlerin yalnızlaştırıcı etkisini tahmin etmek hiç güç değildi. Hayatın enginliğini fark etmiş duyarlı bir yürek, bu koca keşfini paylaşacak ruhdaşın özlemini çekiyordu için için. Sevaçya o özlemi, ken gören olmadı. Yalnızca uzun uzun pencereden dışarı bakar, sessizce İstanbul’uyla söyleşirdi Sevaçya. Nice acılarla sınalı bu kadim şehrin kendisini anladığını biliyordu sanki. Sohbetleri, kıyıcı bir sonbahara dek sürecekti. ‘‘1955 yılıydı kızım. Ortalık Kıbrıs olaylarından gergin. Selanik’te Atatürk’ün evine bomba konulmuş diye bir haber yayıldı. Galeyana gelen bir kalabalık, o gece İstanbul’u cehenneme çevirdi. Sonradan anlaşıldı, her şey önceden ayarlanmış ama ne önemi var? Yakılan yıkılan kiliseler, gayrimüslimlere ait dükkânlar, evler... En çok da yürekler yandı. Bizim evin önü arasındaki o incecik çizgiyi iliğinde biliyor ve yalnızlığa mahkum edilmemiş bir bağımsızlık arzuluyordu. Geçen gece yine özenle akşam sofrasını hazırlamışken alt kattaki komşusu belirmişti kapıda. Elinde küçük bir kap, pirinç istemeye gelmiş. Pirinç bahane, o ferfecir gözler, yüzündeki heyecanı yakalayıp arkadaki sofranın üzerinde odaklanıverdi bir anda. Bir selamla geçiştirmişliğin intikamını alıyor o an. ‘‘Şekerim uygunsuz zamanda geldim herhalde, biraz pirincin var mı?..’’ Elinde pirinciyle merdivene yönelmişken de son hamlesini yapıyor: ‘‘Benden sana büyük nasihati. Bu erkek milletine fazla yüz vermeyeceksin. Sen sen ol, ağırdan sat biraz kendini.’’ Buz kesmiş elleriyle öylece kalakalmıştı. Sonra garip bir içgüdüyle Sevaçya’nın o güzelim fotoğrafını eline almış ve sohbete başlamıştı. Sanki o an dünya üzerinde kendisini, bu zaman ve mekânın dışına çıkmış kadından öte anlayabilecek hiç kimse yoktu. ‘‘Âşıkken oyun nedir bilmem ben Sevaçya. İçimdem geldiği gibi davranırım. Naz etmem, doyasıya severim. İma etmem, doyasıya kavga ederim. Biliyor musun, bazen bu halimle kendimi başka bir gezegenden gelmiş gibi hayatı zanaatıyla biçimlendiren kuyumcu ustası Yeram’da dindirmişti. İnceliklerin adamıydı Yeram, en çok da sabrı, özeni ve hayatı güzelleştirme mahareti ile büyülemişti o kırılgan ruhu. Dolapta düğün fotoğrafları vardı. Birbirlerinin gözüne bakarken hareli bir ışık yayan iki genç insan... Bir umut güzellemesi, müjdeli günler habercisiydiler sanki. O yüzden yakıştıramamıştı ya Bennu, o haşin sonu aşklarına. Başka dünyanın gerçeklerinin onların masalında işi neydi?.. Markrit Hanım’ın titrek sesi kulağında uğulduyordu bir kez daha: ‘‘Bilmem ki kızım, belki de göz değdi kara gözlüme. Çok mutluydular, pek bir muhabbetli. Sanki Sevaçya hayatının kitabını bulmuştu, Yeram da hayatının taşını... Öyle kadir kıymet bildiler. Sonra kızım o günler geldi, ne diyeyim.’’ Susmuştu Markrit Hanım. Sanki anlatacağı gerçekler için gereken sözcükler hiçbir dilde yoktu. Öyle susmuştu. Ellerini tutmuştu Bennu bu güngörmüş kadının. Bir anlık bir hareket... ocukluğumda ilkyazla birlikte laleler Gülhane Parkı’nda boy gösterirdi. O Gülhane Parkı bugünkünden çok farklıydı. Gülhane Parkı’nın laleleriyse günümüzün lale zenginliğinin yanında pek cılız kalır... Laler ortaya çıkmayagörsün, lalenin İstanbul’dan, Osmanlı’dan nasıl Hollanda’ya götürüldüğü tartışması patlak verir; herkes bitkibilimci ve tarihçi kesilirdi. Okuryazar geçinen kişiler, hemen ikiye ayrılırlardı. Bir kesim, lalenin özbeöz OsmanlıTürk çiçeği olduğu kanısındaydı. Şimdilerde lalesiyle övünen Hollanda Hollanda’ya Felemenk diyenler de vardı laleyi bizden aşırmıştı. Öteki kesim, lalenin zaten Felemenk’te hep yetiştiğini ileri sürer, ilk kesimi şovenistlikle suçlardı. Onlara göre, lale herkesin çiçeğiydi. ??? İlk kesim iddialara güler, lalenin sanatımızdaki bereketini öne sürerdi. Çinide, demirde, giysikumaş motifinde, minyatürde hep lale! Felemenk’te bu bereket var mı?.. Lale tartışmaları bu kadarla kalmıyordu. Çiçeğin anılışıyla birlikte, Lale Devri’nin gürültüsü patırtısı başlıyordu. Lale Devri uygarlığımızın inceliklerle donanmış bir sayfası mıydı, yoksa, uyruğunu hep ezmiş Osmanlı saltanatının ala ala hey sayfaları mıydı?.. Bunları çok dinledim. Okul kitaplarımızdaki Lale Devri’ni okumak zorunda kaldım. Tarihin her dönemi gibi, bu dönem de bana sorarsanız pek lezzetsiz yazılmıştı. Geçen zamanda okuyabildiğim başka yapıtlar, Lale Devri’ne daha nesnel yaklaşıyordu. Bu dönemde yükselişi ve çöküşü bir arada, iç içe yakalamamız gerektiğini söyler gibiydi nesnel değerlendirişler. Belki lalenin Osmanlılığı ya da Felemenkliği için de böyle düşünmek gerekir. Karagöz’ün Türk mü, Yunanlı mı, yoksa Çinli mi olduğu konusundaki bitmez tükenmez tartışmaları da lalenin yedeğine ille katarak... Resim tarihinde Rembrandt dönemini bilenler, lalenin Hollanda’da şaşırtıcı, baştan çıkartıcı, göz alıcı çiçekler arasında yer aldığını bilirler. Bu çiçekler, yüksek fiyata satılıyor, ayrıca başka ülkeler için pazar oluşturuyordu. Çiçek ressamları yüksek fiyata satılan çiçeklerin resimlerini yapıyorlardı. On yedinci yüzyılın verimi harikulade resimler günümüze kadar varlığını korudu. ??? 1625’ten sonra, Felemenk’te bizdekini andırır bir lale çılgınlığı yaşandı: Tulipomania. Tulipomania iktisadî çökütüye bile yol açtı. Geriye o harikulade lale resimleri, yani sanat eseri kalacaktı. İktisat tarihimizi büyük bir romancının kudretli kalemiyle yaşatmış Sabri F. Ülgener, Tarihte Darlık Buhranları’nda ‘‘ihtikâr’’dan söz açarken laleyi örnek olarak sunar. ‘‘Yiyecek, giyecek ve yakacak maddeleri’’nin ötesinde, ihtikâr, bazan ‘‘varlıklı sınıfların rağbetini çeken lüks eşyada’’ da patlak verebilir. On sekizinci yüzyıl ortalarında lale iptilasının hırsa, tamaha yol açtığına işaret ediyor Ülgener, Ahmet Refik’i kaynakları arasında göstererek. Ülgener, bir şeylerin yoldan çıktığı iktisadî düzende bu soydan hırsların, tamah edişlerin daima saltanat kuracağını ve pek çok yıkıma sebep olacağını her eserinde dile getirmiştir. Lale Devri adı, yanılmıyorsam, Ahmet Refik’in adlandırmasından sonra yaygınlık kazanmış. Kanlı bir ihtilalle noktalanan dönem öyle anlaşılıyor ki yarın da bin çeşit yoruma açık olacak. Ama bir laledan içindeki güzelim lale resimleri, epey uzun bir zaman evlerde göz okşamış laledan, dile incelikler sunmuş nice lale ismi bizi hep etkileyecek. Lale isimlerinin tümü hoppalıklar donanmıştır. Tümü şenliklerden söz açar gibi. Kimi elması kıskandırmış, kimi sevinç getirmiş, kimi keyfi arttırmış. Lem’aı Feyz, yani bolluk pırıltısı. Toplumlardan bolluk el ayak çekmişse, yine Ülgener’i bol bol okumalı... Öneriler: Kitap / Tarihte Darlık Buhranları, Sabri F. Ülgener, Derin Yayınları, 2006.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle