Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 Üç kişilik ordu! SÖNMEZ TARGAN C haberler ? Deniz Gezmiş (25): 12 MAYIS 2006 CUMA Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın MarksizmLeninizm yüce ideolojisi! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği! Yaşasın işçiler, köylüler! Kahrolsun emperyalizm! BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ Akıp Giden Günlerde... rış da yıkılmıştır. Irak’ta yerlerde çiğnenen başka nedir? Ne var ki, güzellemenin pulları düşmeye başlamıştır: Başta Avrupa’da küreselleşme bunalım içine düşmüştür. Neoliberal ekonomi politikaları, özellikle Fransa ile Almanya’da olumsuz sonuçlar sergiliyor. Örneğin, sermaye yatırımdan uzaklaşıyor ya da ülke dışına çıkıyor. Bunun getirdiği ise işsizliktir ve bu yöntemle giderilemez. Peki liberalizme mahkum muyuz? Hayır! Avrupa’da uç veren bunalımda gerçeklere eğilmeliyiz (Cumhuriyet Strateji Dergisi’nin 96. sayısında Yıldız Sertel’in ‘‘Avrupa’da Küreselleşme Bunalımı’’ adlı yazısı önemlidir). Bize gelince, elindekini avucundakini satıp savuran mirasyedi durumundayız. ABD’nin kucağında dünyaya gelen bu garibe, ardında korkunç bir miras bırakacağa benzer. Daha korkuncu da şu: Laik ve demokratik Cumhuriyete ihanetin örneklerini sıralıyor. Ancak muhalefet de gitgide genişliyor. Ona bir yenisi eklenmiştir. ? Süleyman Demirel, parti liderliği, başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yapmış ünlü bir siyasetçimizdir. 1960’lardan beri sahnede olmuştur, bugün de öyle. Sağcı bir politikacıdır; ve dine inanır, ama dinci değildir. Bu niteliğiyle, AKP iktidarına karşı, Cumhuriyete ve onun laik ilkesine sahip çıkıp gerçekten etkili bir muhalefet başlatmıştır Demirel. Okurlar, bunu izliyordur... Söz konusu muhalefette, maddi bir hesabın olduğu düşünülemez. İlkeler adına söyledikleri ise sağlam ve yerine oturuyor. Karşısındaki AKP iktidarı ise, dindar değil, dincidir ve iliklerine kadar laik Cumhuriyetin düşmanıdır; aptalca şeyler yaptı ve bunu sürdürüyor. Böylece, iktidarı onun elinden kurtarmak yaşamsaldır. Demirel’in bugün söyledikleri önemlidir ve ses getiriyor. Gazetemizde, İlhan Selçuk’un 3 Mayıs günlü önemli yazısındaki sorusunu biz de tekrarlayalım: Demirel’in muhalefeti, AKP iktidarına karşı, siyasetimizde bir ‘‘toparlanma işlevi’’ni yerine getiremez mi?.. 1 ? Hüseyin İnan (23): Ben şahsi hiçbir çıkar gözetmeden halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım! Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım! Bundan sonra bu bayrağı Türk halkına emanet ediyorum! Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler. Kahrolsun faşizm! O rdu tanımlaması genellikle askersel alanda kullanılan bir sözcüktür. Açılımını ise şöyle özetlemek olası: Örgütlenmiş, büyüklüğü, teknik donanımı ve asker sayısı ile belirli bir sınıra ulaşmış silahlı kuvvetler topluluğuna ordu denir. 60’lı yıllarda bu sözcüğün sivil yaşama da taşındığına tanık olmaktayız. Geniş bir tabana oturan demokratik kitle örgütlerini tanımlarken de bu sözcüğün kullanıldığını görmekteyiz. Örneğin öğretmenler topluluğunun toplum yaşamındaki gücünü vurgularken ‘‘eğitim ordusu’’, teknik elemanları anlatırken ‘‘teknik elemanlar ordusu’’, yaşamlarını emeği ile kazananları ‘‘emek ordusu’’ olarak betimlemenin o yılların alışılagelmiş ordu tanımlamasından birkaçını oluşturduğunu bugün bile anımsarız. ? Yusuf Aslan (25): Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için şerefimle bir defa ölüyorum! Sizler bizi asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz! Biz halkımızın hizmetindeyiz! Sizler Amerika’nın hizmetindesiniz! Yaşasın devrimciler! Kahrolsun faşizm! İZ BIRAKANLAR... Ordu tanımlamasının nitelikten çok, bir niceliği anlatıyor olması ve her iki alanda da sayısal üstünlüğü belirtmek için kullanılıyor olmasının bu sözcüğün doğasına da uygun düştüğü son derece açıktır. Ama sayısal üstünlüğü (aritmetik toplam) bir ordu olmasını gerektirecek yoğunluğa ulaşmamış olsa bile, toplumun geniş kesimlerini etkilemiş, tarihe iz bırakmış birkaç kahramanın geometrik etkisini belirtmek için de mecazi ordu sözcüğü kullanılarak o kişilerle somutlaşan eylemlerin gücüne vurgu yapılabilmektedir. Adeta bir ordu gücünde toplumsal tarihimizde derin izler bırakan Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan’ı anlatırken üç kişilik ordu nitelemesinde bulunmakla, sanırım ben de bir haksız yakıştırma yapmamışımdır. İdamla noktalanan kısacık yaşamlarına o denli çok ürün sığdırmayı başaran bu üç insanın en büyük özelliklerinin başında Kurtuluş Savaşı ile bağımsızlığını kazanan Anadolu topraklarında ikinci bir kurtuluş savaşını başlatmaları gelir. Emek eksenli bir savaşım doğrultusunda, ABD başta olmak üzere emperMare Nostrum yalizmin her En uzun koşuysa elbet türlü baskı ve Türkiye’de de Devrim, sömürüsüne O, onun en güzel yüz karşı 60’lı yılların ortalarınmetresini koştu da başlattıklaEn sekmez lüverin rı bu savaşınamlusundan mın hamufırlayarak... runda yurtseEn hızlısıydı hepimizin, ver duruşları En önce göğüsledi ipi... yatar. Acıyorsam sana anam avradım olsun, BİR TÜRKÜ Ama aşk olsun sana GİBİ... çocuk, Aşk olsun! Can Yücel Bugün bile dilden dile etkisi hiç eksilmeyen bir türkü gibi bütün canlılığıyla belleklerde tazeliğini koruyan Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan, kökleri Anadolu toprağının derinliklerine uzanan ulu bir çınar ağacının birbirini tamamlayan üç dalı gibidirler. 1972 yılının 6 Mayıs sabahı idam sehpasına çıktıklarında bile son sözleriyle topluma vermek istedikleri ileti birbirini tamamlayan yapı taşları gibidir. Bu üç kişilik ordunun her birinin çok kısa sürmüş yaşamöykülerini anlatmak yerine onların idam sehpasında dile getirdikleri son sözlerini anımsamak bile inanç ve uğruna verdikleri savaşımın içeriğini açıklamaya yeter. 1947 yılında Ankara’nın Ayaş ilçesinde doğan Deniz Gezmiş daha sonra ailesinin İstanbul Selimiye’ye gelmesiyle ortaöğrenimine Haydarpaşa Lisesi’nde başlar. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girişi ile biçimlenmeye başlayan siyasal yaşamı, daha yirmi beş yaşındayken idam sehpasındaki şu son sözleriyle noktalanır: ‘‘Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın MarksizmLeninizm yüce ideolojisi! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği! Yaşasın işçiler, köylüler! Kahrolsun emperyalizm!’’ ÜÇ KİŞİLİK BİR ORDU... Üç kişilik ordunun ikinci kahramanı Hüseyin İnan 1949 yılında Kayseri’nin Sarız ilçesinde doğmuştur. Liseyi Kayseri’de okuyan İnan, 1966 yılında ODTÜ İdari Bilimler Bölümü’ne girer. Sol siyasetle burada tanışan İnan’ın yirmi üç yaşında idam sehpasına uzanan kısa yolculuğu da şu sözlerle noktalanır: ‘‘Ben şahsi hiçbir çıkar gözetmeden halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım! Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım! Bundan sonra bu bayrağı Türk halkına emanet ediyorum! Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler. Kahrolsun faşizm!’’ Üçüncü kahramanımız Yusuf Aslan ise 1947, Yozgat doğumludur. O da Hüseyin İnan gibi ODTÜ öğrencisidir. İdam sehpasına çıktığında Deniz gibi yirmi beş yaşındadır. Ama inançlarıyla koca bir dünyayı kucaklamaktadır. Ve şu son sözleriyle yaşama veda eder: ‘‘Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için şerefimle bir defa ölüyorum! Sizler, bizi asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz! Biz halkımızın hizmetindeyiz! Sizler Amerika’nın hizmetindesiniz! Yaşasın devrimciler! Kahrolsun faşizm!’’ Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan... İdam sehpasında dile getirdikleri son sözlerini anımsamak bile inanç ve uğruna verdikleri savaşımı açıklamaya yeter... DENİZ’LERİ UNUTMAK OLMAZ Devrim ateşinin alevleri GÜRAY ÖZ T uhaf zamanlardan geçiyoruz. Uğrunda savaştıkları değerleri terk edenlerin bıkıp usanmadan günah çıkarttıkları zamanlarda yaşıyoruz. ‘‘Anılarını’’ anlatırken onları günümüzün ‘‘renklerine’’ uydurabilmek için bin dereden su getirenleri ciddiye almak zor, ama yine de üzülüyor insan. ‘‘Hayır!’’ demeyi unuttukları için, ‘‘hayır’’ demenin haksızlıklara isyan etmek olduğunu artık hiç hatırlamadıkları için, şimdi üst üste, yüz kere, bin kere ve her şeye ‘‘evet’’ deyip duruyorlar. Ağızlarından çıkan ‘‘evet’’ler, önünde diz çöktükleri sahte ikonlarının çevresine dizilmiş sönük mumlardır. Oysa anılar güzeldir. Acıyla hatırladığımız anılar bile, birer isyan ateşidirler ve güzeldirler. ??? Deniz uzun boyuyla bir bayrak gibiydi. Kalabalığın içinde yalnızca onun başı yükselirdi. Hatırlıyorum ve bu hatırada ikonlar ve mumlar yok: Fikir Kulüpleri Federasyonu İstanbul Sekreterliği’nin Sultanahmet’teki merkezindeydik. FKF’nin kendini Türkiye İşçi Partisi’ne daha yakın hisseden kesiminin elinde yalnızca İstanbul Sekreterliği kalmıştı. FKF, DevGenç olma yolundaydı. Deniz’in önderliğini yaptığı Devrimci Öğrenci Birliği’nden arkadaşlarla o binanın salonunda oturuyor ve kim bilir ne konuşuyorduk. Herhalde herkes neden kendisinin daha haklı olduğunu anlatıyordu. Denizler devrim ateşinin en alevli yanıydılar. Bizim ise korumamız gerektiğini düşündüğümüz bir parti, bir yerlerde düzen haline gelmiş ve nasıl vereceksek, eylemlerimizle zarar vermememiz gereken bir sosyalizm ve galiba pek de haklı olmayan aklıselimimiz vardı. Şimdi düşünüyorum da devrimcinin isyanı ve heyecanı hep aklından önce gelmelidir. Yoksa aklına yenilebilir ve akla yenilmek her zaman pek kötü bir şeydir. Çünkü isyanla, ‘‘hayır!’’la beslenmeyen akıl, muhafazakâr bir akıldır. Telefon çaldı ve üniversiteye baskın yapan MTTB’lilerin, hukuk ve iktisat fakültelerinin bulunduğu binaları işgal ettiklerini öğrendik. Deniz kalktı ve ‘‘Yürüyün arkadaşlar’’ dedi. Bense FKF İstanbul Sekreterliği’nin o saatlerde orada bulunan tek yöneticisiydim ve elbette ben de yürüyecektim. Yürüdük. Deniz bir adım attığında benim iki adım atmam gerekiyordu yetişebilmek için. Ana kapıdan içeri girdiğimizde nefes nefeseydim. O ise Can babanın dediği gibi ‘‘en uzun koşunun en güzel yüz metresini’’ çoktan koşmaya başlamıştı. Sonra 12 Mart’ın karanlığı çöktü üstümüze ve Denizler’i uzun koşudan alıkoydular. 6 Mayıs’ta, Kalyoncu Kulluk’la Simitçi Sokağı’nın kesiştiği köşede üflesen yıkılacak iki katlı ahşap bir evdeydim. Karşı apartmanın penceresinde bir tuhaf, bir garip duran Tassula, ağlayarak gösterdiğinde Deniz’in fotoğrafını, yüz metrenin koşulup bittiğini anladım. ??? Şimdi işte bakıyorum da, o günlerden birilerine hiçbir şey kalmamış. ‘‘Değişmek gerektiği, çağın değiştiği’’ gibi saçma sapan sözlerden başka bir şey çıkmıyor kalemlerinden. Oysa Denizler’den bize kalan, ‘‘hayır’’ demeye, karşı çıkmaya devam etmektir. Haksızlık sürüp gidiyorsa, sömürü gittikçe artıyor, ülkeler utanmazca işgal ediliyor, halklarla alay ediliyorsa isyan etmek gerekir. İsyan edemiyorsanız susabilirsiniz en azından. İnsanın üstüne bir kere gölge düştü mü, bir daha güneşi görmek zordur. İnsanın üstüne bir kere gölge düştü mü, insan kendine yalnızca karanlığın imparatorluğunda yer beğenebilir. O zaman, işte o zaman ikonların önünde diz çöker ve mumlarınızı peşpeşe yakmaya başlarsınız. Ve ne çoktur o mumlar. Yaşadıkları bütün zamanları yanlış yaşadıklarını düşünenler genellikle kandırıldıklarını söyler ya da gençliklerinde bulurlar kabahati. Bu, günah çıkartmanın girizgâhıdır. Sonra ‘‘değişen dünyanın değişen koşullarından’’ söz ederler; değişmeyen, tam tersine yoğunlaşan sömürü umurlarında bile değildir, ‘‘siz hâlâ oralarda mısınız’’ diye dalga geçmeye kalktıkları bile olur. Onlara gülüp geçeceksiniz. Onlara artık bir şey anlatamazsınız. Onlar ‘‘Artık yeter, biraz da yaşa’’ diyen akıllarına çoktan yenilmişlerdir. Yaşamanın ne kadar değerli bir iş olduğunu hiç ama hiç anlamadıkları halde, ‘‘yaşamak’’ diye bir şeyden söz ederler. Yalnızca yemek, içmek ve nasıl olunuyorsa rahat olabilmek gibi bir şeydir onların yaşamak dedikleri. Oysa yaşamak, başka, bambaşkadır. Denizler’in iyi bildiği bir şeydi yaşamak. Nâzım’dan öğrenmişlerdi ve öğrendikleri gibi de yaşadılar. Çok da iyi yaşadılar. Gıpta bile edemeyeceğiniz kadar iyi... Mayıs’ı, anılar ve özlemlerle geçirdim. O gün İzmir’den İstanbul’a dönerken, 1970’lerin İstanbul’u zihnimde canlanmıştı: Beşiktaş’ın sırtlarından hareketlenen yüz binler, Dolmabahçe’den Taksim’e doğruluyordu; başka yönlerden yola çıkmış yine yüz binler, denize kavuşmak hasretinde ırmaklar gibi, Taksim’de birleşiyorlardı. Taksim, gerçekten bir denizdi... 1 Mayıs emeğin bayramıdır, o kutlanıyordu. O gün, ‘‘dünya işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü’’ydü. İşçi sınıfının hedefi de, daha insanca, onurlu ve eşitlikçi bir yaşam için mücadeleydi. Ona, güncel sorunlar da ekleniyordu. 1 Mayıs bir okuldu ve öyle kaldı... Bugün de öyledir. 2 Mayıs günlü gazetemiz, ‘‘Sömürüye küresel yanıt’’ diye niteliyordu onu; tüm dünyada 1 Mayıs kutlamaları, ‘‘Sosyal devlet ve özgürlük’’ isteyenleri meydanlarda birleştirmiş; ABD’de yaşayan göçmenler de en geniş çaplı protesto gösterisini yapmışlar... Bizim hayatımıza ise 70’lerde giren 1 Mayıs, toplumumuzu etkilemiş ve özgürlüklerimize somut bir içerik kazandırırken; 1977 yılında düşmanlar, onu kana bulamış ve 34 cana kıymışlardır. Niçin? Çünkü, demokrasiye paydos etmek kararında olanlar, kan istiyorlardı. Başardılar da... Bu kıyımın sorumluları mutlaka ortaya çıkarılmalı ve gelecek yıl da 1 Mayıs’ı Taksim Alanı’nda kutlamalıyız. ? Söylemeliyiz de: Emeğin yolları kesilmiş, sosyal devlet de yıkılmıştır. Başlarda, ‘‘küreselleşme’’ şarkıları söyleniyor ve bakışlar büyüleniyordu. Beyinlere akıtılan da şu idi: Mümkün olan yegâne ekonomi politikası, ‘‘yeni liberalizm’’ ve ‘‘piyasa’’dır. Yeryüzünde bir toplumun ayakta kalmasının tek çaresi artık budur. Bu ‘‘tek boyutlu’’ ideoloji, doğaya ve yaşamaya ilişkin her şeyi metalaştırıp pazarlarken belki daha da korkuncu, ‘‘ortaklaşa olmamız gereken’’i yıkmış; ‘‘kamusal’’la, ‘‘sosyal’’i de piyasanın emrine vermiştir. Bunun uğruna, uluslararası ba ÖLÜMLERİNİN 34.YILDÖNÜMÜ ‘Üç fidan yaşıyor’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Gençlik önderleri Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan, ölümlerinin 34. yıldönümünde Türkiye’de yüzlerce kişinin katılımıyla gömütleri başında anıldı. Gezmiş ve arkadaşları anısına düzenlenen törene, aralarında CHP, SHP, ÖDP, DTP ve EMEP’in bulunduğu siyasi parti temsilcilikleri ile Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, DİSK, Halkevleri, Ankara 78’liler Derneği ve 68’liler Dayanışma Derneği’nin de yer aldığı birçok demokratik kitle örgütünün üyeleri katıldı. Yüzlerce kişi, Karşıyaka Mezarlığı önündeki buluşmanın ardından, ‘‘Faşizme karşı omuz omuza’’, ‘‘Deniz Gezmiş yaşıyor, Hüseyin İnan yaşıyor, Yusuf Aslan yaşıyor’’, ‘‘Mahir, İbo, Deniz, sürüyor sürecek mücadelemiz’’, ‘‘Hainler, işbirlikçiler 6. Filo’yu unutmayın’’ sloganları ile ellerinde Gezmiş ve arkadaşlarının fotoğraflarının yer aldığı ‘‘Unutmadık’’ pankartları taşıyarak Gezmiş’in gömütü başında toplandı. Deniz’lerin avukatı Halit Çelenk burada yaptığı konuşmasına ‘‘Değerli Deniz sever, Yusuf sever ve Hüseyin sever dostlar’’ diye başladı. ‘BUGÜNÜ GÖRDÜLER’ Çelenk şunları kaydetti: ‘‘Onları uzun ve ışıklı yolculuklarına uğurlayışımızın 34. yılındayız. Ama ben ve değerli meslektaşım avukat Mükerrem Erdoğan, sizlerden bir yıl önce Ankara’da Ulucanlar Merkez Cezaevi avlusunda idam sehpasının altında onları uğurlamıştık. Deniz, Yusuf ve Hüseyin yaşamları boyunca demokrasi, bağımsızlık ve sosyalizm için mücadele verdiler. Deniz ve arkadaşlarının mahkemedeki savunmaları, bugün burada size ileteceğim düşüncelere ilham kaynağı oldu. Onlar sıkıyönetim askeri mahkemesinde son savunmalarında şunları söylüyorlardı: ‘Toplumların tarihi, ezenler ve ezilenler arasındaki mücadelenin tarihidir. Çağımıza kadar, bu mücadelelerde ezilenler daima yenilmişlerdir. Fakat 20. yüzyıl tarihimiz, ezenlerin barbarlığına ve bütün baskılarına rağmen ezilenlerin kurtuluşuna sahne olmaktadır. Günümüzde ezenleri temsil eden ve çıkarları uğruna yoksul ulusları boyunduruğu altında tutan emperyalizmdir.’ EMPERYALİZM SİLİNİNCEYE KADAR YAŞAYACAKLAR... Günümüz dünyasına bakacak olursak Deniz’lerin daha o günlerde bugünü öngördüklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Deniz’ler bugün TÜPRAŞ ve diğer sendikaların neoliberal politikalara karşı savaşımlarında KESK, DİSK, TMMOB, TTB’nin Sosyal Güvenlik Yasası’na karşı mücadelesinde, Türkiye’nin dört bir yanında sendika hakkı için, işten atılmalara ve taşeronlaşmaya, işyerlerinin kapatılmasına karşı, düşük ücretler ve ağır çalışma şartları için savaşım veren, grev yapan işçilerin direnişlerinde ve yine Sinan köylülerinin çığlıklarında yaşıyorlar. Emperyalizm yeryüzünden silininceye kadar da yaşayacaklar. Çelenk’in konuşmasının ardından konuşan Ankara 78’liler Derneği Başkanı Ruşen Sümbüloğlu da bir konuşma yaptı. Tören Gezmiş, Aslan ve İnan’ın idamlarından önce ailelerine ithafen yazdıkları son mektuplarının okunması ile son buldu.