03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 MAYIS 2006 CUMA P E R V A S I Z P E R kitap T A V S I Z KULE CANBAZI SUNAY AKIN C İNSANLIĞIN GERÇEK HAZİNESİ 15 Enis BATUR Çizgili kâğıt üzre kalemle ilerlemeye dair ğumlu bir delifişek. CartierBresson onu ‘yukarıda’, ‘boşluk’ta asılı iken değil de, güpegündüz sokakta yürürken fotoğraflamış; demek ki, yineliyorum, sırrı uzaktaki bir siluette aramamış, iki kaçamak bakış odağının deldiği yüzmaskeye, maskeyüze bakmayı yeğlemiş. Katedralin iki kulesi arasına gerdiği telde yürüyen, havada denge sopasıyla ilerlemeye koyulan adamın ustalığı hiçbir deneyime dayanmıyormuş: İşinde ağır ağır pişmiş, adım adım riziko çatısını yükseltmiş, evreden evreye geçmiş biri yokmuş 26 Haziran 1971 günü, tepede: CartierBresson’u, Açlık Sanatı’nın yazarı Paul Auster’i, Cerra Torre’nin yönetmeni Herzog’u büyüleyen, Sanat’ın kurallarını tersyüz eden bir girişimle karşılaşmaları mıydı acaba? Philippe Petit’nin boşluğa adım atış biçimi, Notre Dame serüveninden World Trade Center’ın ikiz kulelerine, oradan Eyfel’e ya da Grand Canyon’a uzanan repertuvarı anımsanacak olursa, bugün geri dönüp baktığımda, en çok Rimbaud’nun beyaz kâğıda yürüyüşünü andırıyor. YA ŞİMDİ ÖLECEKSİN, YA ŞİMDİ CAMBAZ OLACAKSIN... Bu uz’un, hüner’in; o gözüpekliğin, hercai atılımın; şu "denge uzmanlığı"nın net bir açıklaması yok elimizde. Auster, onu izleyen kitle karşısında sessiz, dilsiz, neredeyse varlıklarına kayıtsız biçimde işini görmeye koyulan Philippe Petit’nin bir tür hipnoz olayı gerçekleştirdiğine değinirken, "palyaço" ve "iblis" figürlerinin arasına kendi cümlesinde bir tel gerer ve onun üstünde yürür. İkinci seçtiğim fotoğraf, bu "ilk" kalkışım ânına denk geliyor: Ya şimdi öleceksin, ya şimdi cambaz olacaksın. Karar ve kararlılık yeterli olabilir miydi, Herzog’un deyişiyle, bir adamı "Hava’nın İmparatoru" kılmaya? Bundan fazlasının, ötesinin gerektiğini gösteriyor Petit’nin yaptıkları. Tel cambazlığı, hiçbir sanat dalında bunca somut biçimde bedelin ölüm olamayacağı bir alana götürüyor insanı. Karşıkefede, panzehir cephesinde ölçü’ler var. Denilebilir ki: Resim sanatından, Musikî’den, Sinema’dan ya da Tiyatro’dan tanıdığımız ölçülerden daha mı zalim, buradakiler? Philippe Petit’nin soğuk ve sıcak terler dökerek okuduğum iki kitabından anladığım kadarıyla, cambazlığın matematiğe, meteorolojiye, fiziğe, psikolojiye, düğüm sanatına, gövdenin kimyasal haritasına ve pek çok başka ölçü evrenine bağlı kurallarını en ince ayrıntısına dek hâkim olma yolunda getirdiği tek bir bileşik ölçü söz konusu: To be or not be. Philippe Petit’yi bir serüvenciye indirgemek, en hafifinden Hayat’ı hafife almak olur. KORKUNUN TANIMI... Şüphesiz, dudak uçuklatıcı bir serüven boyutu var, ip cambazlığının, tel cambazlığının böylesinde. Bu serüven türünü, Serüvencinin Portresi başlıklı derin kitabında Roger Stephane derinlemesine incelemişti. Korkunun tanımının değiştiği bir alana açılıyoruz orada. Philippe Petit "Korku, ayakları yeryüzüne basanlardadır" demişti. Otuz beş yıldır yaptıklarına baktıkça, kanıtı başka yerde aramıyorum kendi payıma. Denklemin ürpertici tuhaflığı belki şöyle kurulabilir: Yerden yüzlerce metre yükseklikte, iki nokta arasına gerilmiş boşlukta salınan bir telin üstünde cambaz yürüyüşüne koyulduğunda, aşağıdan seyredenlerin yüreği hopluyor, içlerini alt edilmesi güç bir vertigo duygusu kaplıyor. Bakanlar duruyorlar; ötekisi, bakılan hareket halinde, asıl seyreden o. Aşağıdakilerin hanesinde hiçbir doğrudan riziko payı yok gerçekte. Cambaza gelince, gereği neyse onu yerine getirmiş, getirmeyi sürdürüyor: Ondandır, kendisine sorulsa, riziko payını en aza indirgediğini, işinin bu olduğunu söyleyecek. Gene de anlaşılmaz bir değiştokuş gerçekleşiyor burada: Heyecanın hemen tümünü aşağıdan bakanlar üstleniyor, onu öylesine yoğun bir biçimde çekip kendilerinde topluyorlar ki, yukarıdakine kırıntı kalmıyor. Robinson’un Adası... ngiltere’nin York kentinde tanınmış bir aile olan Robinsonların kızı, Almanya’nın Bremen kentinden gelen Kreutznaer soyadlı bir yabancı ile evlenir. Çiftin üçüncü çocuklarına annesinin ve babasının soyadlarından oluşan ‘Robinson Kreutznaer’ adı verilir. Ancak, babanın Almanca olan soyadı İngilizcede ‘Crusoe’ diye okunur. Böylelikle, bütün ıssız ada kahramanlarının kralı sayılan Robinson Crusoe doğmuş olur. Daniel Defoe her ne kadar ünlü kahramanın doğuşunu kitabın ilk sayfalarında yukardaki gibi anlatsa da, okurun önüne bir temcit pilavı koyduğunu çok iyi bilir. Çünkü, ıssız bir adada tek başına yaşamak zorunda kalan bir insanın öyküsü, o dönemde en çok işlenen konuların başında gelir. Defoe’nun elli dokuz yaşındayken yarattığı ünlü kahramanın ‘Cinque Porte’ adlı geminin mürettebatından Alexander Selcraig olduğu söylenir. İ GERÇEK BİR TEMCİT PİLAVI... 1703 yılında, İngiltere’den Atlas Okyanusu’na açılan geminin kaptanı Charles Pickering, Brezilya’da ölünce, onun yerine geçen Thomas Stradling ile Selcraig sürekli olarak kavga ederler. 1704 yılının Eylül ayında, Stradling’den kendisini Şili açıklarındaki Juan Fernandez adasına bırakmasını isteyen Selcraig, ‘Duke’ adlı gemi tarafından 1709 yılının Şubat ayında kurtarılana kadar bu ıssız adada kalır. Alexander Selcraig, ünlü bir roman kahramanı olacağından habersiz ülkesine dönerken, ıssız adada yaşadığı olayları geminin kaptanı Woodes Rogers ve gemide görevli subaylardan Edward Looke’a anlatır. Bu iki denizcinin, anlatılanlardan etkilenip birer kitap yazmalarının ardından, dönemin ünlü yazarlarından Richard Steele de, bir denemesinde Selcraig’in öyküsüne yer verir. Daniel Defoe’nun, 1719’da, Robinson Crusoe’yu yayımlamasından yedi yıl önce okura sunulan ‘Güney Denizleri ile Dünya Çevresinde Bir Yolculuk’ adlı kitapta da, Selcraig’in başından geçenler anlatılır. Bu kitabın yazarını, kitabını okumamış olsak da yakından tanırız: Kaptan Cook!.. Görüldüğü gibi Daniel Defoe’nun, kahramanı ıssız bir adada yaşayan romanı gerçek bir temcit pilavıdır. Ama ne Defoe’dan önce ne de sonra yayımlanan bu tür roman kahramanlarından hiçbiri Robinson Crusoe kadar ünlenemez. İngiliz yazarın hakkını verirken, 12. yüzyılda yaşamış Endülüslü Arap filozof Ebu Cafer İbn Tufeyl’in ‘Hayy İbn Yakzan’ adlı öyküsünün 1908 yılında İngilizce olarak yayımlandığını da şuracığa yazmış olalım. Bu öyküde, insanların dışarıdan hiçbir bilgi almak sızın doğa olaylarını çözümleyebileceğine inanan İbn Tufeyl, ıssız bir adada yaşayan bir insan sunar okura. Defoe, Selcraig ıssız adasında kurtarılmayı beklerken ülkesinde yayımlanan bu kitaptan etkilenmiş olabilir mi?.. Kim bilir; belki evet, belki hayır!.. Robinson Crusoe ilk kez okurla buluştuğunda dokuz yaşında bir çocuk olan Jean Jacques Rousseau, Defoe’nun romanını uygarlığın yeniden üretilmesi ve doğanın yeniden altedilmesinin bir başarısı olarak görür. Eşitsizliğin nedenini özel mülkiyetin kurulmasında gören ve eğitimin emeğe saygı gösteren bir anlayışla gerçekleşmesini savunan Fransız düşünürün etkilendiği Robinson Crusoe’dan bir bölüm okuyalım: ‘‘Ekini biçmek için bir orak ya da tırpan yokluğu çekiyordum. Tek yapabildiğim şey, gemiden kurtardığım silahlardan büyük bir kılıcı tırpan yerine kullanmak oldu.’’ Defoe’nun roman kahramanı, Selcraig gibi kendi rızasıyla ıssız adaya bırakılmaz. O, gemisinin batması sonucu yüzerek ulaşır adaya. Orada da, barış içinde yaşamaya başlar. Öyle ki, insan öldürmek için üretilen kılıcı bile tırpan yerine kullanmaya başlar. Kılıcın amacından çok farklı bir şekilde kullanımına tanık olduktan sonra, oturup iyice düşünmek kalır biz okurlara!.. Yanıt arayacağımız soru şudur: Barış, iki savaş arası olarak anılmaktan ne zaman kurtulacak? İp ve tel cambazlığının şüphesiz dudak uçuklatıcı bir serüven boyutu var. S ayısız fotoğraf karesi, sayısız görüntü (biri Werner Herzog imzalı pek çok filim) arasından üçünü seçip önüme koydum. Sanatçının genç bir adam olarak portresi, CartierBresson’un objektifinden.An’ın belirleyici yanını işinin püf noktası saymış, fotoğraf çekmek ile ok atmak arasında "karar" noktası açısından bir çakışma görmüş ustayı bu yüze, bu yüzde toplanan ele avuca sığmaz anlama yaklaştıran dürtü üzerinde düşünmek gerek. Portredeki genç adam, Philippe Petit. 1971’de gizli saklı, Notre Dame katedralinin iki kulesi arasına gerdiği çelik tel üzerinde, çevresini kuşatan güvenlik görevlilerinin ve aşağıda toplanan coşkulu kalabalığın önünde ilk cambazlık girişimini gerçekleştiren, 1949 do ‘Tele kötülük yapma’ T el, tam kıvamında çekilmiş olmalı. (Fitzcarraldo öyküsünün çekimleri sırasında, gemiyi çeken bir çelik kablonun aşırı gerilmesi üzerine, bir Amazon yerlisi Herzog’a “Tele kötülük yapma” demiş: “ruhu acıyabilir”.) Rüzgâr doğru ölçülmüş olmalı. (Yönü ve gücüyle gövde, yol boyu, onunla giyinecek.). Denge sopası özenle hazırlanacak. (Bunun için, her seferden önce, ne yapıp edip, Turgut Uyar’ın ‘Dünyanın En Güzel Arabistanı’ hatmedilecek: "Tel cambazı istiyordu ki dünya istediği gibi olsun. Bile bile aldanmaya vardırıyordu işi. Ama olmuyordu kendisi vardı".) Philippe Petit, büyük olasılıkla Turgut Uyar’ın adını duymamıştır; şairin de cambazı duyduğunu sanmıyorum. Gelgelelim, birinin bütün gökyüzü programı, çok önceden Büyük Saat’te yazılmıştı. Yaban fizik için yabanın yabanı bir Metafizik: "Böylesi daha yakışıyor bildiklerime." Bütün bunlar gerçek olabilir mi? Hakikat’in tam neresinde duruyordur, duruyorsa Philippe Petit? KAYBOLAN ŞEYLERLE OYNAMAK... Son fotoğraf, Hayat’ın çekirdeğinde saklı illüzyonun bir karşılığı, işin içinde düşün, düşselin, düşlem düzlemine ait olanın payı ağır basmasa, şu durum karşısında kalınmazdı: 7 Ağustos 1974 günü sabah saatiyle 07.10’da Philippe Petit iki kule arasına gerdiği telin üstüne adım attığı andan başlayarak fotoğrafçılar işe koyulmuş, Seçtiğim görüntü karesini neden seçtiğimi açıklamayı ise okura hakaret sayarım. Üzerinde düşünmemizi gerektirecek soru canalıcı, buna karşılık: Olan ile kaybolan arasındaki ilişkiye nasıl sokulabiliriz? CartierBresson bir dayanak noktası veriyor: "Her birimiz için, görünüşten yola çıkarak sonsuza doğru genişleyip giden boşluk, az ya da çok, yoğunluğuyla bizi etkileyen ve hemen amaçlarımızın içine gömülen havada biçim değiştiren şeyi bize sunar. Bütün anlatım araçları içinde, yalnızca fotoğraf belirli bir anı saptayabilir. Biz kaybolan şeylerle oynuyoruz ve kayboldukları andan başlayarak, geri getirmek olanaksızlaşıyor. "Bütün bunlar yan yana geldiğinde, bütün elimde avucumdaki uçup gidiyor. Philippe Petit’nin teması, gökyüzündeki yürüyüşü, bundandır, bana başlangıçta bembeyaz, bomboş, dilsiz bir sayfaya yerleştirilen ve orada harflerini bekleyen çizgileri anımsatıyor. Haftanın Kitabı: Kahvehane ve İktidar/Server Öztürk/Kırmızı Yayınlar Yanıt ise uzaklarda değil, Robinson Crusoe’dadır elbette. Ne diyordu Robinson: ‘‘Tek yapabildiğim şey, gemiden kurtardığım silahlardan büyük bir kılıcı tırpan yerine kullanmak oldu.’’ Silahların emek araçlarına dönüştüğü, emeğin saygınlık kazandığı bir dünyada barış, gerçek yerini bulacaktır. Sorun, tüm dünya Robinson’un adasına dönüşünce çözülecektir. Robinson Crusoe’daki şu sözlerin değerini anlamadıkça sürüp gidecektir savaşlar: ‘‘Bu sırada bulduğum geminin marangoz sandığı benim için bir hazine değerindeydi.’’ İnsanlığın gerçek hazinesi emektir. Savaşları çıkartan da, onu sömürme politikalarıdır. Bu gerçeğin ayrımında olan Haldun Taner şunları yazar: ‘‘Bir ada arıyorum. Rakamlardan uzak mı uzak. Para, pul, kâr, zarar konuşmak yasak. Bir ada ki bankeri yok, yüksek faizi yok. Tahvil, senet, karşılıksız bono, sertifika, çifte faiz bilinmez. O adada akıllılar yolunu bulup safdilleri sömürmez. Dargelirli her fırsatta okkanın altına gitmez. Dargelirli yok ki zaten, herkes eşit, tok gözlü. Tüketim hırsı yok edilmiş.’’ Robinson’un adası tüm dünya olana dek, Barış sözcüğünün anlamı iki savaşın arası olacaktır!.. Yönetmen Atıf Yılmaz ‘ı son yolculuğuna uğurladık İstanbul Haber Servisi Türk sinemasının ustası, unutulmaz filmlerin yönetmeni Atıf Yılmaz Batıbeki son yolculuğuna sevenlerinin gözyaşları arasında uğurlandı. Dostları, Türk sinemasının duayenini Emek Sineması’ndaki törenin ardından İstiklal Caddesi boyunca yürüyüşle uğurladılar. Atıf Yılmaz’ın cenazesi daha sonra Teşvikiye Camisi’nde kılınan öğle namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi. Atıf Yılmaz için Beyoğlu Emek Sineması’nda düzenlenen törende eşi Deniz Türkali, kızı ressam Kezban Arca Batıbeki, torunu Ceren, Yeşilçam’dan dostları, sevenleri ve yurttaşlar katıldı. Sunuculuğunu Müjde Ar’ın yaptığı törende, Nebil Özgentürk’ün ‘‘Bir Yudum İnsan’’ adlı programda Atıf Yılmaz Batıbeki’yi konu aldığı bölüm sunuldu. Törende konuşan Müjde Ar, ‘‘Sinemamızın daima genç kalmış bir ustasını yolcu etmek için buraya geldik. Yılmaz, biz oyunculara unutulmaz karakterleri canlandırma fırsatı verdi’’ dedi. Türkân Şoray da usta yönetmenin ölümünden duyduğu acıyı ifade ederek ‘‘Öncelikle bir yakınımı, dostumu kaybettim’’ dedi. ‘‘Mine’’ filmiyle başlayan dostluklarının bugünlere kadar geldiğini anlatan Cihan Ünal, ‘‘Her zaman dünyaya ve ülkemize karşı sorumluluk bilincinde olan bir insandı. Çevremizde karşılaştığımız kabalıklara ve kalınlıklara karşın daima ince, zarif bir çiçek gibiydi’’ diye konuştu. On gün önce Yılmaz’ın ziyaretine gittiğini söyleyen yazar Atilla Dorsay, usta yönetmen için ‘‘Yaşasaydı, yüz yaşına kadar film yapardı’’ dedi. Dip Dalgası/ Vural Savaş/ Bilgi Yayınevi/ 310 s. “‘Dip Dalgaları’ yüzeysel, varlıkları ve boyutları çok uzaktan görülebilen dalgalardan değildir. Onların kalıcı ve görkemli etkilerini kıyıya vurduklarında görürüz. İşbirlikçilerin oluşturduğu ihanet yuvalarının, bir ahtapot gibi medyayı, üniversitelerimizi ve Cumhuriyetimizin tüm kurumlarını kollarına aldığını gören gerçek Türk aydınları, milletimizi bilinçlendirerek gerçek bir ‘Dip Dalgası’ yaratmayı başardılar. Çok yakın bir gelecekte, işbirlikçilerin korkulu rüyası olan bu ‘Dip Dalgası’ kıyıya vuracak ve Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün sağlığında olduğu gibi devrimci, milliyetçi ve anti emperyalist yoluna kaldığı yerden devam edecektir” diyor yazar Vural Savaş. Hınç Ayları/ Pascal Bruckner/ Çeviren: Mustafa Balel/ Ayrıntı Yayınları/ 224 s. Bir aşk ilişkisinde eşler, birbirine tapınarak monotonluktan kaçınabilir mi? Erotizme sığınmak bıkkınlıktan kurtulmanın bir yolu olabilir mi? Pascal Bruckner bu romanında, kahramanlarını Akdeniz’de, Marsilya’dan İstanbul’a doğru yol almakta olan bir yolcu gemisinde, bu üstü örtülü soruların etrafında bir araya getiriyor: Tekerlekli sandalyeye mahkum Franz, karısı Rebecca’yla yaşadığı ilişkiyi bir başka gemi yolcusu Didier’ye anlatır. Hem de ta en baştan ve ortak yaşamlarının en mahrem noktalarını da es geçmeden... Sakla Yamalarını Kalbim/ Yılmaz Odabaşı/ Alkım Yayınları/ 144 s. “‘Kentlerde ve yaşamda hâlâ kiracı’ olanlar bilir en çok, hayata dair ne varsa; sürgün yıllar, küskün aşklar, kapanmayan yaralar, yitik anılar, tükenmeyen umutlar, solgun yalnızlıklar, inatçı direnişler, ‘lime lime’ yoksulluklar, çoğalan suskunluklar...” Yılmaz Odabaşı, şiirlerinden yaptığı özel bir seçkiyi bir araya getiriyor ‘Sakla Yamalarını Kalbim’de. Kitap 2005’te İrlanda’da Munster Literature Centre tarafından İngilizce olarak da yayımlandı. Uygur Karızlarına Yolculuk/ Dursun Özden/ Kaynak Yayınları/ 128 s. Araştırmacıgezgin Dursun Özden, gittiği ülkelerde ve Anadolu’da, kaybolan etkin kültürleri araştırıyor. Son olarak Çin Halk Cumhuriyeti ve SincanUygur Özerk Bölgesi’ne yaptığı gezi kapsamında; Orta Asya’da birlikte yaşama kültürünü ve 2500 yıl önce Türkler tarafından yapılan ve “Bir Uygarlık Harikası” diye adlandırılan tarihi Karızları araştırdı. ‘Uygur Karızlarına Yolculuk’ta, Dursun Özden’in bu araştırması yer alıyor. ‘SİNEMANIN YARATICISINI KAYBETTİK’... Yılmaz’ın pek çok filminin de senaryo yazarı olan Yaşar Kemal, Türk sinemasının yaratıcısını kaybettiğini dile getirdi. Teşvikiye Camisi’nden son yolculuğuna uğurlanan Yılmaz’ın cenaze töreninde, aralarında Ali Özgentürk, Bedri Baykam, Kartal Tibet, Yavuz Özkan, Sadık Gürbüz, Rahmi Saltuk, Zülfü Livaneli, Mustafa Alabora, İlyas Salman, Nejat Yavaşoğulları, Orhan Aydın, Betul Mardin, Halit Kıvanç’ın da bulunduğu çok sayıda sanatçı, aydın, yazar yer aldı. Atıf Yılmaz’ın cenaze törenine Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin, İstanbul Valisi Muammer Güler, CHP Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Sevigen de katıldı. Törende CHP Milletvekili Bülent Tanlı, SODEV Onursal Başkanı Ercan Karakaş’ın da aralarında bulunduğu siyasetçi ve devlet erkânı da yer aldı. Atıf Yılmaz Batıbeki son yolculuğuna sevenlerinin gözyaşları arasında uğurlandı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle