Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 ? Geyşaların dünyası yoto aynı zamanda geyşaların merkezi. Evet geyşa kurumu buK gün de devam ediyor. Ama ‘‘turistler için’’ olan, belli başlı gösteri merkezlerindeki geleneksel gösteri alanlarını saymazsak, gerçek geyşa dünyasını tanımak için bir servet yatırmanız gerek. Kyoto’da geyşalara ‘‘Geiko’’ deniyor. Geikonun tercümesi ‘‘güzel sanatların çocukları...’’ Çok sıkı bir eğitim alıp edebiyatta, geleneksel danslarda, ‘‘şamizen’’ denilen üç telli sazı çalmakta ustalaşmaları gerek ‘‘geiko’’ olabilmek için. Ustalaşmadan önce staj dönemlerinde yalnızca ‘‘maiko’’ olabiliyorlar. Çok pahalı, çok kapalı devre, çok özel tavsiye ya da pistonla girilebilen, geyşaların mesleklerini icra ettikleri mekânlara ben giremedim. Gösteri merkezindeki gösterilerle yetindim. Tam olarak nedir ‘‘meslekleri’’ diye sorduğumda, yanıt hiç şaşmadı: ‘‘Aldığı o muhteşem ve zorlu eğitimle, müşteriyi eğlendirmek ve sırlarını paylaşmak’’... Hayır kimse onlara ‘‘kötü kadın’’ gözüyle bakmıyor. Tam tersine müthiş bir saygı uyandırıyorlar. Zaten ‘‘mesleğin’’ sınırları nerede başlıyor, nerede bitiyor orası da belli değil. Herkes o sınırları hayal etmekle yetiniyor. ‘‘Geyşanın Anıları’’ kitabını okuduysanız ya da filmini izlediyseniz, Japonya’ya gitseniz bile, daha fazlasını öğrenmek zor. Japonlar bu filme çok kızıyor ve sadece kötü bir karikatür olduğunu söylüyorlar. Geyşa olmak pahalı bir iş! Büyük yatırım gerek. O giysiler, o peruklar, o sandaletler, o aksesuvarlar neredeyse apartman katı fiyatına. (Japonya’da bildiğimiz tokyo, hani ayağınıza geçirdiğiniz parmak arası sandalet 1800 bin sekiz yüz Amerikan Doları’na satılıyor desem...) Kyoto’da, Kamo nehrinin doğu yakasındaki Gion bölgesi, geyşaların merkezi.. Dapadar sokaklarda onları yürürken, aralık bir kapıdan içeri süzülürken, iki ahşap paravan arasında ya da dapadar dehlizlerde kaybolurken görüyorsunuz. Gerisi de artık sizin hayal gücünüze kalmış! Bir ayrıntı: Geyşaların ensesi, bedenin en, en, en, en özel yeriymiş. Saçın bitimi, peruğun bitimi ile beyaz boyanın arasında kalan, tenin kendi rengini gösteren o minicik ara yok mu... İşte orası... C gezi SÖZDEN YAZIYA GÜRAY ÖZ 12 MAYIS 2006 CUMA Olanaklar, Olasılıklar ve Rastlantılar ağdalı ve kirli bir su gibi ortalığı kaplıyor, kokutuyorsa yine de iyimser olunabilir mi? Olunabilir. Tam da böyle zamanlarda daha çok ayağa kalkmak, saldıranların aczini görebilmek ve kör iyimserlikle değil, bilinçli bir dirençle doğrulmak gerekir. Bahçenize bomba atmışlarsa, size gözdağı vermeye kalkışmışlarsa olanaklar, olasılıklar ve rastlantılar hesabına yeniden oturmanızın zamanı gelmiş demektir. Değerlerinizi yeniden gözden geçirir ve onlara daha sıkı sarılmanın yolunu bulursunuz. Sömürüye karşı daha bir bilinçle söylersiniz söyleyeceğinizi. Ülkenizin bağımsızlığını korumayı yeniden başa alırsınız. Geriliğin ortalığı yabani otlar gibi sardığı saptamasını yapmışsanız, toplu bir temizlik için konuyu komşuyu tarlaya çağırırsınız. Durum umutsuz değildir. Sadece tehlikelidir. Bahçesine bomba atılan gazete bunun için ‘‘Tehlikenin farkında mısınız’’ dedi zaten. ??? Tehlike gerçekten de pek büyüktür. Örneğin imama muhtarın yanında yönetsel görevler yükleyen anlayış bile tek başına bu tehlikenin büyüklüğünü göstermeye yeter. Peki tehlike yalnızca hasımların gerçekten güçlü ve önlenemezmiş gibi görünen yükselişinde, her yere sızan ve zihinleri ele geçiren stratejilerinde mi? En iyisi olanakları, olasılıkları yeniden gözden geçirmek, rastlantılara olumlu olsun, olumsuz olsun hazırlıklı olmak ve durmamaktır. Duranlar hep düşüyor çünkü. guray.oz?cumhuriyet.com.tr D GEÇMİŞTEN KOPMADAN GELECEĞİN PEŞİNDE OLAN JAPONLAR İÇİN: Güzellik uyum demek Y aşasın şinkansen! Şu çılgın Japonlar iyi ki şu şinkansen’i yapmışlar da oradan buraya uçup duruyorum! Hayır uçmuyorum, ayaklarım bir an olsun yerden kesilmiyor ama insana yine de uçuyor duygusu veriyor! Şinkansen, saatte 200 kilometre hız yapan trenler. (Aslında 300 kilometre hızla da gidermiş ama bana rastlamadı) Tokyo Olimpiyatları’ndan (1964) beri ülkenin her yerine vızır vızır işliyor. Burunları jet uçaklarınki gibi, biraz da yunus balıklarını andırıyor. Bembeyaz, gıcır gıcır, her istasyonda bir iki dakika durup karanlığı, gün ışığını yara yara ilerliyor. Tiyatro Konferansı’nda işim biter bitmez atladım bir ‘‘şinkansen’e, doğru Kyoto’ya... Tokyo’dan ayrılırken yine Fuji eşlik etti. Üstelik yine kendini olanca berraklığıyla gösterdi... İki, iki buçuk saat sonra Kyoto’dayım. ‘‘E skiyi aramak, yeniyi bulmaktır’’ demiş Konfüçyüs... Anlaşılan, Kyotolular onun izinden gitmiş. Yangınlar, depremler, salgın hastalıklar tarafından defalarca hırpalanan kentlerinde eskiyi ararken yeniyi bulmuşlar, yeniyi yaratırken eskiyi gözbebeklerinin nuru saymışlar. ‘‘Erik çiçek açtığında, cehennem donar’’... Kyoto’da çoktan donmuştu, cehennem. Yani erik ağaçları çoktan çiçek açmıştı. len bir yerleşim sistemi... Aynı meslekten, aynı işle uğraşanların ortak yaşam alanları... Dokumacılar, tahta oymacıları, seramikçiler, tüccarlar vb... Aş evleri, ticarethaneler, eğlence evleri vb... Aynı yerde kümelenip bloklar oluşturuyor. Bu kolektif yaşam güvenliği de sağlıyor. Tapınaklar olsun, evler olsun, tüm geleneksel yapılar ‘‘tatami’’ ölçeğindeydi. ‘‘Tatami’’ halen kullanılan bir metreye iki metre boyutlarında hasırdan örme halılar. Bir tatamilik oda, beş tatamilik salon, yüz tatamilik tapınak... Tatamileri, her dört yılda bir değiştirmek gerek. Eskisini atıp yenisini seriyorlar. Japon erkekler ‘‘keşke eşlerimiz de tatami gibi olsa’’ diye şakalaşırlarmış. Benim Kyoko, çok kızıyor bu tür laflara! İSTEKLER SAATİ Tapınakları gezdirirken ‘‘Bizde din artık dilekler, istekler saatine dönüştü; ölümden ölüme gerekli din şimdilerde’’ diye yakınıyor rehberim Kyoko. Dağ yamaçlarına kurulu Şinto tapınaklarına ‘‘Tori’’ adı verilen ve mutlak kırmızı ya da turuncu boyalı ahşap yüksek takların altından geçip giriliyor. (Tam fotoğraflık!) Açık mekânlar, kapalı mekânlar birbirinden ayrı değil, hepsi doğayla sonsuz bir uyum içinde. Her yanda tütsüler yanıyor. Gonglar vuruluyor. İş hayatında başarılı olmaktan, sınav geçmeye, ev sahibi, çocuk sahibi olmaya, her şey aklınıza gelebilecek her şey tanrılardan isteniyor. İstekler gerçekleşsin diye de tahtadan oyulmuş, kâğıttan katlanıp kıvrılmış, minicik şekiller, biçimler, yazılar, tapınağın her köşesine iliştiriliyor... Bağışlar yapılıyor, adaklar adanıyor. Fallar, niyetler çekiliyor. (Kötü çıkarsa, fal kâğıdınızı tapınağın bir köşesine bağlıyorsunuz ki, Tanrılar, müdahale edip durumu değiştirsin.) Ama bütün bunları yaparken daha önce belirttiğim o önkoşul asla ama asla akıllardan ve yüreklerden çıkmıyor: Doğaya saygılı olmak... İnsana saygılı olmak... Şansınız varsa, bu tapınak ziyaretlerinizin birinde mutlak bir düğüne de rastlarsınız. Ben rastladım. (Dedim ya, Fuji o sabah bana kendini göstermişti diye!) O zaman bu yukarıda anlattıklarım, gonglar, davullar, çanlar, tütsüler vb. bin kat daha yoğunlaşıyor. ünya ile ilgili tasavvurlarımızın, ütopyalarımızın kökeninde olanaklar, olasılıklar ve rastlantılar yer alır. Gerçekleşmesini istediğimiz ve uğrunda savaştığımız sistemler, dizgeler, paradigmalar da bunlarla oluşur. Karşı karşıya olduğumuz tehlikeleri savuşturmak için de yine olasılıkları, olanakları ve birdenbire karşımıza çıkıverecek rastlantıları dikkate almak zorundayızdır. Ama olanaklar, olasılıklar ve rastlantılarla örülü dizgelerimizi, sistemlerimizi seçerken, uğrunda bir mücadeleye girişirken bize yön veren temel ve sağlam değerlerimiz vardır. Örneğin sömürüye karşı çıkarız. Yurdu savunmanın değerli bir iş olduğunu biliriz. Değerlerimizi öğrendikçe çoğaltırız üstelik. Doğayla ilişkimizin talan eden ve hırpalayan bir kötülük değil, karşılıklı bir aşk olması gerektiğini kavramaya başlarız. Bu savaştan başarıyla çıkıp çıkamayacağımızı anlamak için olanakların var olup olmadığını araştırır, olasılıklar hesabını yapar, rastlantıları bir yana bırakmamak gerektiğini öğreniriz. Tarih böyle bir şeydir. ??? Her koşulda ayakta kalabilmenin, her koşulda olanakları tartabilmek, olasılıkları nesnel bir şekilde görebilmek, rastlantıları, yani riskleri ve ansızın ortaya çıkabilecek olumlu olumsuz durumları değerlendirebilmek iyimserliğimizin kaynağıdır. Determinizmin rehavetine kapılmamak ve mücadele etmenin iyimserliğini içselleştirmek de işte böyle bir şeydir. ??? Peki her şey kötüye gidiyorsa, hasımlar her geçen gün biraz daha ilerliyor, kara bir bulut ya da ERİKLER ÇİÇEK AÇTIĞINDA Kyoto muhteşem, Kyoto cennet, Kyoto güneşin, ayın, rüzgârın, mevsimlerin, çiçek açan meyve ağaçlarının ritmiyle yaşıyor... Kyoto, bir zamanlar Japon İmparatorluğu’nun başkenti (819. yüzyıllar arasında) , sonra Samuray’ların merkezi, sonra Zen Budistlerinin merkezi, sonra geyşa ve çay seremonisinin merkezi... Bugün hâlâ Japon geleneksel sanatlarının en iyi korunduğu ve meraklılarına sunulduğu yer... Bütün bunlar bir yana, Kyoto, tapınaklar, saraylar, bahçeler ve sular kenti. ‘‘Eskiyi aramak, yeniyi bulmaktır’’ demiş Konfüçyüs... Anlaşılan Kyotolular onun izinden gitmiş. Yangınlar, depremler, salgın hastalıklar tarafından defalarca hırpalanan kentlerinde eskiyi ararken yeniyi bulmuşlar, yeniyi yaratırken eskiyi göz bebeklerinin nuru saymışlar. AĞLAMAYIP NE YAPACAKSINIZ! ‘‘Erik çiçek açtığında, cehennem donar’’... Kyoto’da çoktan donmuştu, cehennem. Yani erik ağaçları çoktan çiçek açmıştı. Ben daha önce dünyanın başka hiçbir yerinde insanların saatlerce oturup bir ağacı, bir çiçeği seyrettiğini görmemiştim. Kyoto’da gördüm... Akın akın insanların, bir parktaki en güzel ağacın önünde fotoğraf çektirmek için sıraya girip kuyruk oluşturduklarını da görmemiştim. Kyoto’da gördüm. Japon bahçe mimarisinin en mükemmel örneği sayılan, 17. yüzyıldan kalma Katsura Sarayı’nın bahçelerini gezerken Japon bir genç kızın büyük bir aşkla hangi ağacın nereye niçin dikildiğini anlatırkenki heyecanı, duyarlığı karşısında gözyaşlarımı tutamadım. O kadar güzeldi ki (hem bahçe, hem o anlatış) insan olsa olsa sadece ağlayabilirdi... ‘‘Cennet bahçe’’ diyorlar bu tür bahçelere. Dünyadaki elementleri bir araya getiren bir microcosmos... Su, toprak, taş, kaya, bitki, çiçek, ağaç ve bunları birbirine bağlayan köprüler... Gözün izlemesi gerektiği ‘‘yolu’’ size sunan, öyle şraktadak apaçık ortaya koyan değil, gıdım gıdım, azar azar, içinize sindire sindire algılayabileceğiniz, sonra içinizde damıta damıta yoğunlaştırabileceğiniz görüntüler sağlayan düzenlemeler... Ağlamayıp ne yapacaksınız! Kısa süreye Kyoto, Nara ve Hiroşima’yı sığdırmak istediğimden, rehbersiz olamazdı. Şansıma (gelirken Fuji’yi sissiz pussuz gördüm ya) galiba Japonya’nın en muhteşem rehberine düştüm. Kyoko Tanabe, 60 yaşlarında bilge bir hanım... ‘‘Kyoto’da kaybolmak imkân Nâzım’a yapılan ağır hakaret Pirinç ve ‘sake’ tanrısı İnari’ye adanmış Fuşimi Tapınağı, işadamlarının bağışladıkları binlerce ‘tori’yi bir araya getiriyor. Esenyurt’un AKP’li Belediye Başkanı Necmi Kadıoğlu’nun ünlü şair Nâzım Hikmet’in heykelini 9 Eylül 20005’te de sökmeye çalıştığı, ancak tepkiler üzerine geri adım attığı vurgulandı. İstanbul Haber Servisi Esenyurt’ta Nâzım Hikmet heykelinin AKP’li Belediye Başkanı Necmi Kadıoğlu tarafından kaldırılması, beldedeki siyasi parti ve sivil toplum örgütleri tarafından protesto edildi. Eski Esenyurt Belediye Başkanı Gürbüz Çapan, heykelin kaldırılmasının şairimiz Nâzım Hikmet’e ağır bir hakaret olduğunu belirterek ‘‘Bu olay, aynı zamanda AKP zihniyetinin bir göstergesidir’’ dedi. Esenyurt Belediyesi, ‘‘Memleket Şairi’’ olarak bilinen Nâzım Hikmet’in adını taşıyan kültür merkezi önündeki heykelini kaldırarak, Deniz Gezmiş Parkı’na koydu. Siyasi parti temsilcileri ise heykelin kaldırılmasını protesto etti. Siyasi partiler ve kitle örgütleri adına konuşan sözcü Şükrü Engin, Esenyurt Belediye Başkanı Kadıoğlu’nun 9 Eylül 2005’te heykeli sökmeye çalıştığını, ancak tepki üzerine geri adım attığını anımsattı. Büstün kaldırılmasının Nâzım Hikmet gibi büyük bir şairin fikirlerine karşı saldırı olduğunu anlatan Engin, ‘‘Heykelin sökülmesinden dolayı, 12 Eylül 2005’te Belediye Başkanı Kadıoğlu ile yaptığımız görüşmede, ‘Biz Nâzım’a karşı değiliz, eğer istemiyorsanız biz de sökmeyiz’ diye yanıt vermişti. Şimdi, Kadıoğlu’na soruyoruz. Heykelin kaldırılmasını 6 Mayıs tarihine denk getirerek kimlere, neyin mesajını vermek istiyorsunuz. Eğer, gerçekten Nâzım Hikmet’e karşı değilseniz ve samimiyseniz, neden büstü söktünüz’’diye konuştu. Şükrü Engin, Nâzım Hikmet gibi dünyaca tanınan bir şairin siyasi malzeme olarak kullanılmasını nefretle kınadıklarını söyledi. Açıklamaya CHP, DSP, SHP, ÖDP, İP, EMEP, DİSK Bölge Temsilciliği, Emekli Sen, Güney Kültür Merkezi, Karadenizliler Derneği, Esenkent Toplu Yapı Kooperatifi, DİSKEmekli Sen de destek verdi. Gençler yeniyi ararken eskiyi tanıma çabasında. O ağacın tam da o noktaya neden dikildiğinin binlerce nedenini açıklayabilir size bu Japon genç kız. sızdır’’ dedi, doğma büyüme Kyotolu Kyoko. ‘‘Başınızı kaldırıp etrafa bakın. Alçak dağlar doğunuzda, yüksek dağlar batınızdadır. Böylece yönünüzü hep bulursunuz’’ dedi. Ve hiç kaybolmadım. Güzel sanatlara duyduğum ilgi karşısında, ‘‘Bizde sanat, bir ürün, bir sonuç, bir amaç değil, bir yoldur, bir araçtır’’ diyen de oydu. (Bundan güzel tanımlama mı olurmuş...) YILDA 40 MİLYON TURİST Bir buçuk milyon nüfusu olan Kyoto’ya yılda 40 milyon Japon turist, 2 milyon yabancı turist geliyor. Tapınakları, sarayları, bahçeleri görmeye... Kyoto’nun eski mahallelerini gezerken dapadar sokaklarda, iki yana birbirine yapışık dizilmiş tek ya da iki katlı ahşap evleri görüyorum. ‘‘Maçinami’’ sistemi diyorlar: Yüzyıllar öncesinden ge Itsukushima Tapınağı ‘tori’si güzelliğin simgesi. Miyaşima Adası’nda gelin ve damat turdalar. Türk gençleri Atina’daydı MURAT İLEM ATİNA Üsküdar Amerikan Lisesi öğrencileri Atina’da yaptıkları gösteriyle Yunanlıların büyük beğenisini kazandı. İdareci, öğretmen ve öğrencilerden oluşan 28 kişilik kültür elçisi grup, Yunanlı dostlarına sundukları halkoyunları ve halk müziğiyle dakikalarca ayakta alkışlandı. İki yıl önce ağırladıkları Atina’daki S. Avgoulea Linardatou Lisesi’ne bu defa kendileri konuk olan liseli gençler, Yunanlı ailelerin yanında kaldılar. Öğrenciler ilk gün yapılan yüzme yarışlarının ardından aynı gece Yunanlı dostlarına halkoyunları oynayıp Türk halk müziğinden örnekler sundular. Avrupa Birliği’nin desteklediği SokratesComenius Eğitim Programı çerçevesinde Yunanistan’ın ev sahipliğinde düzenlenen etkinliklere, Türkiye’nin yanı sıra İtalya, Finlandiya, İngiltere ve İspanya’daki lise öğrencileri katıldılar. B İ T T İ Kötü çıkan falları tapınakta bırakıyorsunuz.