Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 KAMU İHALE YASASI’NDA TÜRK ŞİRKETLERİNE TANINAN AVANTAJLARIN KALDIRILMASI İSTENİYOR C ekonomi İŞÇİNİN EVRENİNDEN ŞÜKRAN SONER 21 NİSAN 2006 CUMA AB’den ilk ‘kısıtlama’ T arama süreci tamamlanan ‘kamu alımları’ konusunda Türkiye’ye ilk kalıcı kısıtlama (benchmark) uygulaması gündemde. Buna göre, AB şirketleri kamu ihalelerine katılabilecek, ama Türk şirketleri AB’deki ihalelere giremeyecek. MAHMUT GÜRER ANKARA Avrupa Birliği (AB), tarama süreci tamamlanan ‘‘kamu alımları’’ konusunda Türkiye’ye ilk kalıcı kısıtlamayı (benchmark) uygulamaya hazırlanıyor. AB kaynaklarından edinilen bilgilere göre, kamu alımları konusunda AB’nin istemlerini yerine getirmeyen Ankara’ya, AB ülkelerindeki kamu ihalelerine giriş konusunda kısıtlama konacak. Bu durumda Avrupalı şirketler Türkiye’deki kamu ihalelerine katılabilecek, ama Türk şirketleri AB ülkelerindeki kamu ihalelerine giremeyecek. Şu anda AB’deki kamu ihalelerine girebilen Türk firmaları da bu haklarını kaybedecek. AB’nin kısıtlamayı kaldırmak için başlıca istemleriyse ‘‘yabancı şirketlerin de kısıtlama olmaksızın kamu ihalelerine katılabilmesi, Türk şirketlerine sağlanan yüzde 15’lik farkın kaldırılması ve Kamu İhale Kurumu ile Rekabet Kurulu’nun yeniden yapılandırılması’’ olarak sıralanıyor. Üst düzey bir AB yetkilisi, Cumhuriyet’e yaptığı değerlendirmede şunları belirtti: ‘‘İlerleme Raporu’nda çok sayıda değişiklik yapılması istendiği halde henüz bir gelişme sağlanamadı. Aksine bazı düzenlemeler geriye bile götürüldü. Örneğin UNIVERSIADE oyunları sırasında Kamu İhale Kanunu’nda, beş sektörel yasa aracılığıyla bazı istisnalar yürürlüğe konuldu, yasanın bütünlüğü bozuldu. Kamu İhale Yasası Türk firmalarını kayırıyor. Bu durum, hem eşit rekabeti bozuyor hem de birlik olma ruhu ile çelişiyor. Türkiye’nin kısıtlamalardan korunabilmesi için müktesebatta öngörülen uzlaşma ve ispat hakkı usullerini kendi yasalarına aktarması gerekiyor.’’ AB’nin, katılım ortaklığı ve müzakere çerçeve belgelerine koyduğu madde sayesinde Türkiye’ye çeşitli müzakere başlıklarında kalıcı kısıtlama uygulama hakkı bulunuyor. Bunların en önemlilerini de kişilerin serbest dolaşımı ve tarım oluşturuyor. Bu kapsamda AB tarımda Türkiye’ye doğrudan destek vermeyi reddediyor. Kişilerin serbest dolaşımı konusunda ise vizesiz olarak AB ülkelerine gidebilme özgürlüğü tanınırken çalışma izni verilmemesi öngörülüyor. Gazaba Gelmek saplanıyorlar. Tabii ki asıl bedel yoksul güney ülkelerinde ödeniyor. Yoksullaşmayoksunlaşma, eğitimsağlık gibi en temel insan haklarından yararlanamama, çaresizlik, öfke.. ırk ve din ayrımcılığı üzerinden, kanlı çatışmalar vahşeti tırmandırdıkça tırmandırıyor.. En sıcak, Irak bataklığında ırk ve mezhep çatışması üzerinden yaşıyoruz. Turhan Selçuk ustanın gazetemizin karikatürü, ABD silahları ile iki caminin minaresinden birbirine ateş eden Iraklıların görüntüleri, iç savaşın aldığı boyutu ne çarpıcı anlatıyor.. Nedense gerek ırk, gerekse din üzerinden ülkemizdeki tehdidin, tehlikenin boyutlarını anlamak istemeyenlerimiz çoğunlukta. Gazetemizin reklamında kullandığımız ‘‘Tehlikenin farkında mısınız?’’sloganından, rahatları kaçan, komplo teorileri üreten aydınlarımız oldukça fazla. Keşke bizim gibi kaygı duyanların kaygıları abartılı olsa.. Ülkemize yönelik her iki tehdit gerçekte bizden çok ırak kalsa.. Diyarbakır’daki Kutlu Doğum Haftası’nda çekilmiş fotoğrafa, yanındaki kısacık haberdeki bilgilere bakıyorum da, bu ülkenin kendilerini demokrat, aydınlanmacı sayan insanlarının duyarsızlıklarına, rahat olma hallerine akıl erdiremiyorum..‘‘ On binlerce kişinin katıldığı mitingde, kadın ve erkeklerin yan yana gelmemesi için, sadece gözlerinin yarısı dışarıda kalmış kara çarşaflı, eldivenli kadınlar, sakallı, şalvarlı erkeklerden oluşan görevliler çok büyük çaba göstermişler.. KürtçeTürkçe ilahilerin okunduğu, tekbirin getirildiği mitingde alkış tutulmaması konusunda kitle sık sık uyarılmış..’’ Tarikat, mezhep, ırk, aşiret ayrımcılığında gelinen çağdışı noktayı sergileyen bu tablodan korkmadınız mı? İsterseniz aynı günün Bakırköy bombalı eyleminin haberine bir göz gezdirelim.. Pazar günü tıklım tıklım sokakta insanları, ayrımsız, düşman algılaması bile olmadan hedef alan canilik. Yetmiyor bombanın patlamasından sonra aynı ilkellikte karşı refleks.. Polisin büyük olasılıkla tanıklık için götürmeye çalıştığı bir insan, canlı bomba yargılamasıyla linç edilmeye kalkışılıyor. Yetmiyor, kimi televizyon kanalları birkaç ölü, birkaç katı yaralı haberi veriyorlar. Olay yerinde dolaştırılan birkaç bomba, sayısız ölü, yaralı haberleriyle oluşturulan öfkeyi varın siz düşünün.. soner@cumhuriyet.com.tr S BİR SÜREDEN BERİ BOŞ KALAN MERKEZ BANKASI BAŞKANLIĞINA DURMUŞ YILMAZ ATANDI Merkez’de orta yol bulundu ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Merkez Bankası Başkanlığı’na, Banka Meclisi ve bankanın faiz politikalarını belirleyen Para Politikası Kurulu’nun üyesi Durmuş Yılmaz’ın atanmasına ilişkin kararnameyi onayladı. Merkez Bankası’na 1980’de giren ve muhafazakâr kişiliğiyle tanınan Yılmaz’ın Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün İngiltere’den sınıf arkadaşı olduğu belirtildi. Yeni Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, Başkanvekili Erdem Başçı ile beraber Merkez Bankası İdare Merkezi girişinde kısa bir açıklama yaptı. Yılmaz, ‘‘ilan edilen enflasyon hedefleri ile çelişmeden, hükümetin büyüme ve istihdam politikalarının destekleneceğini’’ belirtirken dalgalı kur rejiminin de, temel uygulama çerçevesi korunmak suretiyle devam edeceğini kaydetti. Yılmaz, 1980’de çalışmaya başladığı Merkez Bankası’nın değişik kademelerinde görev aldığını, o günden bu yana, Türkiye’nin para politikası alanında elde ettiği en büyük kazanımın ‘‘Merkez Bankası bağımsızlığı’’ olduğunu belirterek ‘‘Fiyat istikrarına giden yolda, enflasyon hedefi hükümet ile birlikte belirlenmektedir. Bu hedefler, bu yıl için yüzde 5, 2007 ve 2008 için yüzde 4 olarak belirlenmiş ve ilan edilmiştir. Bu hedeflere ulaşmak temel amacımızdır. Bununla çelişmemek kaydıyla, hükümetimizin büyüme ve istihdam politikalarını da desteklemeye devam edeceğiz’’ dedi. İYİ TEKNİSYEN 1947 yılında Uşak’ta doğan Yılmaz, üniversiteyi İngiltere’de The City University of London’da tamamladı. 1980 yılında Merkez Bankası’nda Dış Borç Erteleme Servisi’nde işe başladı. 1995 yılında müdür, 1996 yılında ge nel müdür yardımcısı oldu. 2002 yılında İşçi Dövizleri Genel Müdürü olan Yılmaz’ın, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün de İngiltere’den sınıf arkadaşı olduğu ifade edildi. ANKA’nın haberine göre, Merkez Bankası’na yakın çevreler Durmuş Yılmaz ismini, ‘‘böyle bir ortamda Merkez Bankası Başkanlığı’na atanabilecek en iyi isim’’ olarak değerlendirdiler. Bir eski Merkez Bankası Başkan Yardımcısı, Süreyya Serdengeçti’nin Piyasa lar Genel Müdürlüğü döneminde Durmuş Yılmaz’ı ‘‘iyi bir teknisyen’’ olduğu için genel müdür yardımcılığına seçtiğini belirtti. Yılmaz, Merkez Bankası’nın üst yönetiminde bulunmuş bazı isimler tarafından, ‘‘insanlarla dostça ve iyi ilişkiler kuruyor, inançları olan, ancak siyasetle ilgisi olmayan, titiz, piyasaları iyi tanıyan, öne çıkmayan, işini ciddiyetle yapan iyi bir teknisyen, eşinin başı örtülü’’ sözleriyle tanımlandı. Galataport’a yine gireceğiz Ekonomi Servisi Global Yatırım Holding AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Kutman, yeniden yapılması beklenen Galataport ihalesine gireceklerini ancak Ofer’le girip girmeyeceklerinin belli olmadığını belirterek ‘‘İhalenin hiçbir şekilde taksitli olması taraftarı değiliz. Umarım peşin parayla açılır. Pamuk eller cebe olur’’ dedi. Mehmet Kutman dün, holdingin üst düzey yöneticilerinin de hazır bulunduğu basın toplantısında Galataport ihalesine ilişkin soruları yanıtladı. Rahmi Koç’un ‘‘Haberimiz olsaydı biz de girerdik’’ açıklamasının hatırlatılması üzerine Kutman, ‘‘Kendisini yeni ihalede bekliyoruz’’ dedi. Kutman, Galataport’u maalesef kamuoyuna anlatamadıklarını ifade ederek şöyle konuştu: ‘‘O günlerde TÜPRAŞ ihalesi oldu, ertesi gün bu oldu. Ondan sonra Star televizyonu oldu, şu oldu, bu oldu... Birdenbire maalesef çok şey üst üste geldi. Bu, Galataport’a mal oldu. Acısı bir yerden çıkacaktı. Galataport’tan çıktı.’’ Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’la hiçbir gizli görüşmeleri olmadığını belirten Kutman, ‘‘Davos’ta görüşme oldu. Ondan sonra Ankara’da bir tek görüşme oldu. O görüşmede de 56 bakan vardı’’ dedi. Yeni ihaledeki fiyat konusunu da değerlendiren Kutman, ‘‘Taksitli toplam rakam 3.5 milyar Avro’ydu. Peşin rakamın öyle bir rakam olma şansı sıfır, yok. 1 milyar olma şansı da yok’’ diye konuştu. Kutman toplantıda, holdingin, sektöründe yerli ve yabancı ortaklarla finans, enerji, altyapı ve gayrimenkul alanlarında yaptığı yatırımlarla büyüdüğünü ifade ederek geçen 10 yılda aracı kurum olarak 10 milyar dolar portföy yatırımının Türkiye’ye gelmesine aracılık ettiklerini söyledi. Finans sektöründe kalmayacaklarını, stratejik ortaklarıyla birlikte önümüzdeki 5 yılda 5 milyar dolarlık doğrudan yatırımın Türkiye’ye gelmesine imza atma sözünü verdiklerini belirten Kutman, gaz dağıtımı ve ticareti, elektrik üretimi ve dağıtımını önemsediklerini, grubun kömür bazlı elektrik üretimine yönleneceğini bildirdi. endikaların anlamlı örgütlü oldukları yıllarda, eğitim seminerlerinde çok tehlikeli gördüğüm bir eğilimi anlatmak için işçilere, ‘‘Susup, susup gazaba gelmenizden bıktım. Gazaba gelinen olayların çok haklı nedenleri olduğu kadar, bazen çok anlamlı kazanımları da olabilir. Ancak kalıcı haklar örgütlü, bilinçli, serinkanlı çıkışlarla elde edilir’’ derdim. Tabii benim işçilere, belki de Türkçe tanımlama anlamında yanlış sözcüklerle anlatmaya çalıştığım, sorunlar karşısında, uzun süreli tepkisiz kalınıp yasal hakların, örgütlülüğün kulanılmaması, sonra da sonucu düşünülmeden, patlama anlamında şiddeti de içeren tepki verilmesiydi. Şimdi yaşadıklarımız yanında ne kadar da masum kalıyormuş.. Eğitim, bilinç akılcılığı öne çıkarırken eğitimsiz ya da ırksal, dinsel güdülerle yönlendirilen birey ve kitlelerde gazaba gelme halleri, insanlık dışı boyutlar kazanıyor. Tabii eğitimi, bilimsel teknolojik devrimin bilgilerini almak olarak algılamadan, aydın olma anlamında kullandığımın altını çizmek isterim. Yoksa en ileri teknolojili uçaklarla Irak’ta bombalama yapan ABD’li askerlerin, hafta sonu televizyon haberlerinde izlediğimiz üzere, binaları yerle bir ederlerken ölen insanları düşünmeden, iğrenç kahkahalar atabilme isterilerini açıklamanın bilimsel olanağı yok. Paralı askerin, ölüm korkusu, özel eğitim, düşman, üstün, büyük Amerikalı, din düşmanı, terörist koşullandırmaları da bu hali açıklamaya yetmiyor. 21. yüzyılda, bilimselteknolojik devrim çağında, kendi kendine dünya düzeninin jandarmalığını üstlenmiş ABD emperyalizminin, güç kullanma yöntemi, geldiği nokta, tüyleri diken diken ediyor. Zengin kuzeyde çirkin çıkarlar, ne zamandır bilimsel teknolojik devrimin bilgi dağarcığından yararlanma ile aydın insan yetiştirme arasında uçurum yaratılarak kollanıyor. ??? İnsanlar bilgiye giderek daha kolay ulaşırlarken gerçeklerden, aydınlanmadan uzaklaştırılmak üzere yönlendiriliyorlar. Medya, ilişkilendirilmiş gazetecilik bunun için var. Eğitim sisteminde bireyler meslek alanlarına yönelik en ileri teknoloji, bilgiyle donatılırlarken aydın, insan olma hallerinden uzaklaştırılmaya yönelik her şey yapılıyor. Sonuçları ortada: Demokrasinin beşiği olan ülkelerde de sandık, siyaset, kirlendikçe kirleniyor, bireyler ötekilerbiz ayrımcılığında, ırklar, dinler, kültürler çatışmasında bataklığa GÜNEYDOĞU’DAN IRAK’A IHRACAT Türkiye Irak’a açılan kapı oldu Ekonomi Servisi Amerika’nın Irak’ı işgalinden sonra Türkiye, bu ülkeyle ticaretin merkezi konumuna geldi. Nitekim, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden Irak’a yapılan ihracat, AB üyesi 25 ülkeye gerçekleştirilen ihracatı geçti. Şimdi, Türk şirketleri Irak’la ticarette yeni bir atağa hazırlanıyor. İşgalden beri yapılamayan uluslararası Bağdat Fuarı’nın yerini tutacak olan ilk fuar, Gaziantep’te açılacak. AA’nın haberine göre, Irak Ticaret Bakanlığı, TOBB ve Forum Fuarcılık tarafından 711 Haziran tarihleri arasında Gaziantep’te düzenlenecek olan fuara, 30 ülkeden binin üzerinde firmanın katılması bekleniyor. ‘TÜRKİYE’DE YAPILMASI ÖNEMLİ’ Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen, uluslararası Irak Fuarı’nın Türkiye’de yapılmasının önemine dikkati çekerek ‘‘Irak’ın ihtiyacı olan ürünlerin sergileneceği fuarın Türkiye’de Gaziantep’te yapılması çok önemli. Irak’a mal satmak isteyen Türk ve dünya firmaları Gaziantep’te buluşacak. Bu, Türkiye’nin önemini gösteriyor. Önümüzdeki dönemde Irak’a ticaretin ana merkezi Türkiye olacak. Türkiye hem ihracattan hem de transit ihracattan önemli kazanç sağlayacak’’ dedi. Irak Uluslararası Fuarı’na Avrupa’dan Afrika’ya, Amerika’dan Asya’ya 52 ülkenin davet edildiğini kaydeden Bakan Tüzmen, fuara ilginin yoğun olduğunu, ilginin önümüzdeki günlerde daha da artacağını bildirdi. Fuarda Irak’ın ihtiyaç duyduğu tüm ürünlerin sergileneceğini ifade eden Tüzmen, fuara en çok Türk firmalarının ilgi gösterdiğini söyledi. Savaş öncesinde Bağdat’ta yapılan fuara katılan ülkeler arasında da ilk sırayı hep Türk firmalarının aldığını hatırlatan Tüzmen, aynı durumun devam ettiğini kaydetti. Türkiye’nin 2005 yılında Irak’a ihracatının 2.7 milyar dolar olduğunu ifade eden Tüzmen, bu fuarla birlikte Irak’a ihracatın daha da artacağını söyledi. Uluslararası Irak Fuarı’nı gerçekleştirecek olan Forum Fuarcılık Yönetim Kurulu Başkanı Bilgin Aygül de fuarın savaş sonrasında Irak’a yönelik en büyük fuar olduğuna dikkati çekerek ‘‘Şu ana kadar gerçekleşen katılımdan çok memnunuz. Fuara katılım için Türkiye içinden ve dışından sözleşme imzalayan firma sayısı 500’ü, başvuru sayısı da bini aşmıştır. Fuara katılan yerli ve yabancı firma sayısının 1200’e ulaşmasını bekliyoruz’’ dedi. Nisan, Köy Enstitülerinin 66. kuANKARA ruluş yıldönümüydü. Enstitüler, 17 kaldırılmalarından bu yana yarım asırdan fazla bir süre geçmesine karşın tartışılıyor. Enstitülerin yıkım süreci, kuruluşlarından altı yıl sonra, 1946’da başladı; 1953’te de tamamlandı. Enstitüleri ortadan kaldırma işlemi, oy kaygısıyla sağcılara ödün veren CHP iktidarınca başlatıldı; sağcı nitelikteki Demokrat Parti yönetimince tamamlandı. Enstitüler, önce ‘‘cumhuriyetçilerin’’, sonra da ‘‘sağcıların’’ tutumlarıyla kapatıldı. Aslında, her iki düşünce dünyası da, Köy Enstitülerini yıkmakla, kendileriyle çelişkiye düşüyordu. Cumhuriyetçiler, devrimin temelini dinamitlediklerinin farkında değildi; sağcılar da ulusal bütünleşmeye darbe vurduklarının. ??? Eğitim, bilginin kitleselleşmesinin aracıdır. Enstitüler, ülke eğitiminin bilimsel temellere dayandırılmasını amaçlamaktaydı. Enstitüler, yalnızca ‘‘olgulara ve deneylere’’ dayalı bilginin öğretilmesini esas almaktaydı. Bu nedenle de bilgiye, bilginin kaynaklarına eleştirel bakılabilmesi, eğitimin temel ilkesiydi. Bilimsel bilgi, yanlışlanabilir; daha doğrusu yan PAZARI Enstitü ‘Çelişkileri’ yerel dillerin yerini Türkçe alıyordu. Örneğin, Beşikdüzü/Trabzon’da, çevre illerden gelen ve ailelerinde Rumca, Lazca, Gürcüce, Ermenice sözcükleri öğrenmiş olan çocuklar, okullarında Türkçeyi en iyi biçimde öğreniyordu. Aynı süreç, belki farklı yerel diller için, Ernis/Erciş (Van), Ortaklar (Aydın), Dicle (Diyarbakır), Pulur (Erzurum), Yıldızeli (Sıvas), Hasanoğlan (Ankara), İvriz (Konya), Akçadağ (Malatya), Cılavuz (Kars), Çifteler (Eskişehir), Kızılçullu (İzmir), Akpınar (Samsun), Pazarören (Kayseri), Düziçi (Adana), Gönen (Isparta), Savaştepe (Balıkesir), Aksu (Antalya), Arifiye (Sakarya), Gölköy (Kastamonu) ve Kepirtepe (Edirne) için de geçerliydi. Böylelikle, ülkenin tüm illeri, tüm ülke düzeyine dengeli dağılmış 21 eğitim ve kültür merkezinde birleşiyordu. YAKUP KEPENEK lışlığı kanıtlanabilen bilgidir. Bilimsel nesnellik budur. Bunun ötesi inanç dünyasıdır; inanç, yanlışlanamaz; eleştirilemez; tartışılamaz; bu nedenle de bilim dışıdır. Cumhuriyet, eğitimi bu temel üzerine kurmuştu. Enstitülerdeki eğitim anlayışı, adım adım, 1946 sonrasında esen sağcı rüzgârlara kurban verildi. ??? Aşırı sağın, özellikle de ırkçı sağın Köy Enstitülerine düşmanlığı da kendi içinde çelişkilidir. Enstitüler, ‘‘ulusal bütünlüğün’’ tabanıydı; ülke insanlarını birbiriyle kaynaştıran oluşumlardı. Yaşları 1112 olan kız ve erkek çocuklar beş yıl süreyle birlikte eğitim görüyordu. Derste, işlikte, yemekte ve oyunda, kırsal kesimden gelen çocuklar kaynaşarak gelişiyor; aynı becerilerle aynı amaç için birleşiyordu. Bu çocukların kullandığı Köy Enstitülerini yıkanlar, nitelikli eğitimin tüm ülkeye yayılmasını engelleyerek yalnız toplumu her bakımdan ‘‘geri bıraktırmakla’’ kalmadılar, Türkçenin ortak dil olarak kullanımını da engellemiş oldular. Dinci sağ bir tarafa, ırkçı sağın Türkçenin kullanımının yaygınlaşmasını engellemesinin düşünsel bir temeli bulunamaz. Enstitülerdeki Türkçe öğrenme sürecinin görülmemesi, tam bir düşünsel körlüktür. Ancak Enstitülerde eğitimin niteliği, ırkçı ya da faşizan değildi. Aşırı sağın Enstitü düşmanlığı bu nedenden kaynaklanıyor olmalıdır. ??? Kurucuları, özelde Enstitüleri kapatarak, genelde de sağa ödün vererek ‘‘oy alamayacaklarını’’ anlayamadılar; sağcılar da Enstitülerin ulusal birliğe yapacağı olumlu katkıyı göremediler. Sonuçta, Enstitüler, bilinçsizliğin çelişkilerinin ve düzeysizliğin kör bıçağının kurbanı oldular. Ancak bu kör bıçağı kullananların karanlığı, günümüzde de bütün acımasızlığı ile yayılıyor ve güçleniyor. Bilim dışı olduğu her gün yeniden kanıtlanan sözüm ona kuramlar, ‘‘yaratılış’’ adı altında, gencecik beyinleri, içinden ve dışından, sarıp sarmalıyor.