07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

21 NİSAN 2006 CUMA çevre YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY İSTAÇ’IN KAPASİTESİNİN ÜZERİNDE ÇIKAN GÜNLÜK TIBBİ ATIĞIN NEREYE GİTTİĞİ MEÇHUL C Parodi mi, Prodi mi? şeriatçıydı, iyi de, bunlara iktidar yolunu kim açtı? Solu bitirenler olmasın? Biz İtalya’da kalalım: Berlusconi’den İtalyan egemenleri de yaka silkiyordu zaten. Bizdekilerden farksızdı. Cem Uzan, Trneğin. Berlusconi ile arasında teknik bazı uyuşmazlıklar dışında önemli bir ayrılık yok; biliyoruz. Fakat Berlusconi sonuçta bir karikatürdü, Uzan da en fazla bu karikatürün karikatürü olabildi. Ortada. Peki, Romano Prodi ile Bülent Ecevit veya Gerhard Schröder arasında siyasal bir fark var mı? ??? Tarihte bazı kişi ve olayların tekrar edebileceğine yönelik Hegel’in bir vurgusunu, Marx’ın, ‘‘Biri trajediyse diğeri maskaralıktır’’ diye tamamladığını biliyoruz. ‘‘Faşistoid çizgileriyle’’ Berlusconi bir siyasal maskara, önünü çektiği siyasal hareket ise bir siyasal maskaralık olarak görülebilir. Peki, ya onun Türkiye’deki taklitçilerine ne diyeceğiz? Benzer sahnelere, kendisini solcu veya sosyal demokrat olarak tanıtan yıldızlar çerçevesinde de rastlıyoruz. Ama tersinden bakalım: Prodi, şimdi siyaseten örneğin, Gerhard Schröder’in karikatürü olmayacak mı? Ya da Blair’in? Bir parodinin içindeyiz gerçekten; gülünç ve trajik: Solun yarattığı ve yaratacağı taban desteğini kullanarak, geniş halk yığınlarının nefesini kesmek ve böylece sermayeye yeni hareket alanları açmak... İtalya’da büyük sermayenin Berlusconi’den yüz çevirdiğini ve Prodi’ye oynadığını görmek için Roma’da yaşamak gerekmiyor. Berlusconi’nin faşistoid çizgileri (‘‘kırbaç’’) ile halka kabul ettirilemeyecek birçok şey, anlaşılan Prodi’yle (‘‘havuç’’) kabul ettirilebilecektir. Ecevit’le denendi, Blair ile denendi, Schröder ile denendi, Brezilya’da hatta Arjantin’de de deneniyor. Demek ki, oluyor. Olan, solu kullanarak halkın boğazını sıkmak ve ‘‘neoliberal gereksinimleri’’ karşılamaktır. Olmayan şey ve yerler de var: Nitekim Venezüella’da Hugo Chavez, karşı devrimci darbenin dördüncü yıldönümünde katılımcı demokrasi atılımıyla bir kez daha gösterdi. Güney Amerika’da yükselen yeni sol iktidarlar, Avrupa’daki bu yolun tam tersini deneyebilir. Chavez, sola iyice yaklaşarak bambaşka bir yol izliyor. Türk siyasal düşüncesinin unutulmaz adlarından Doğan Avcıoğlu’nu hatırlatıyor: Sola yaslanıyor ve onu destekliyor; ‘‘önünü kesmiyor’’. Prodi’li bir iktidarın, Berlusconi’den daha aydınlık olacağının hiçbir garantisi yok. Beklenmiyor da. Ama bazen, ağır bir kirin Berlusconi kimliğiyle ortalıkta gezinmesi bile insanın içini kaldırıyor ve bu ‘‘tür’’ sahneden çekilinceye bir biçimde rahatlıyoruz. cutsay?web.de 7 Tonlarca atık sır oldu zmanlar, İSTAÇ’ın imha edemediği ve nereye gittiği bilinmeyen yaklaşık 10 ton civarındaki tıbbi atığın birçok hastalığa davetiye çıkardığını söylediler. U SİBEL BAHÇETEPE İstanbul’daki tıbbi atıkları yakarak imha eden İstanbul Çevre Koruma ve Atık Maddeleri Değerlendirme Sanayi AŞ’nin (İSTAÇ) kapasitesi 24 ton olmasına karşın, toplam 202 hastaneden günde ortalama 34 ton tıbbi atık ortaya çıkıyor. Geri kalan yaklaşık 10 ton civarındaki atığın ise nasıl yok edildiği bilinmiyor. Tıbbi atıkların, birçok hastalığa davetiye çıkarabileceğini belirten uzmanlar, ayrı toplanması gereken tıbbi atıkların diğer atıklarla birlikte toplanma olasılığına dikkat çektiler. Tıbbi atıkların ayrı ayrı toplanması amacıyla 2005 yılında Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından ‘‘Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliği’’ çıkarıldı. Yönetmeliğe göre, tıbbi atıkların diğer atıklardan ayrı toplanması ve geçici depolanması sağlık kuruluşlarına; depolardan alınarak taşınması ve imha edilmesi belediyelere; denetimi ise Çevre Bakanlığı’na verildi. İstanbul Eczacılar Odası Başkanı Zafer Kaplan, tıbbi atıkların toplanması konusun da ülkemizde organizasyon ve denetim sorunlarının olduğunu öne sürerek, bu konuda yerel yönetimlere ciddi görevler düştüğünü söyledi. Kaplan, ‘‘Tıbbi atıkların büyük kısmının normal çöplerle birlikte toplanıp imha edildiğini biliyoruz. Bu şekilde bertarafı sağlıklı olmaz ve vahim tablolara yol açabilir’’ dedi. ‘DENETİMLER YETERSİZ’ Özel hastanelerin tıbbi atıklarının toplanmasında denetimlerin yetersiz kaldığına dikkat çeken Kaplan, ‘‘Yeterli denetim yapılmadığı zaman bu atıklar Tuzla’da ortaya çıkan variller gibi toprak altına gömülebilir. Bunların kaynak sularına, tarlalara karışması hepatit başta olmak üzere birçok hastalığa da davetiye çıkarır’’ diye konuştu. Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü öğretim üyesi ve Katı Atık Türk Milli Komitesi Başkanı Prof. Dr. Günay Kocasay, yaptıkları araştırmadan geçen yıl İstanbul’da günde 30 ton olan tıbbi atığın bu yıl yaklaşık 34 tona çıktığını anımsatarak Kemerbur gaz’daki İSTAÇ’ın tıbbi atık yakma tesisinin kapasitesinin de yetersiz kaldığını ifade etti. İSTAÇ’ın çözüm olarak yeni fırın yapmayı planladığını dile getiren Kocasay, ‘‘Bunun yerine hastane, sağlık ocağı gibi kurumların biriktirdikleri atıkları toplayan mobil seyyar sterilazasyon araçları yapılmasını da önerdik. ’’ dedi. Türkiye Kimya Sanayicileri Derneği (TKSD) Çevre Danışmanı ve İstanbul Sanayi Odası Çevre İhtisas Kurulu Başkanvekili Dr. Caner Zambak ise Türkiye’de yılda 2 milyon ton atık çıktığını, ancak İzmit Atık Yakma ve Depolama Şirketi’nin (İZAYDAŞ) kapasitesinin 4050 bin ton olduğunu belirterek bunun yetersiz olduğunu söyledi. Zambak, ‘‘Belediyeler, üniversiteler, hastaneler... Herkesin arka bahçesinde gömülü bir iskelet vardır. İZAYDAŞ tek başına yetersiz. Tuzla’daki olay çok eski değil. Gömme yok orada, bu işi yapan öyle düzgün kazıp gömmez. İZAYDAŞ sanayiciden atık alamıyor. Boğazına kadar dolmuş durumda. Atık getirmek isteyen sanayiciye 1, 2 ay sonra getirmesi söyleniyor.’’ E Kazdıkça varil çıkıyor İstanbul Haber Servisi Tuzla’da bulunan zehirli atık varilleriyle ilgili olarak gözaltına alınan 4 kişi serbest bırakıldı. Tuzla Jandarma Komutanlığı, Aydınlı beldesi Konaşlı mevkii ve Mescit Mahallesi’nde toprağa gömülü olarak bulunan zehir dolu varillerle ilgili olarak Orhanlı Belediyesi’nde bir süre geçici işçi olarak çalışan Şerafettin E, taş ocaklarında bekçi olarak çalışan Turan Y, olayın ihbarcısı olarak bilinen Mehmet S. ve S. ile birlikte nakliye şirketi işleten Ali A. gözaltına alındı. Şüphelilerden bazıları, Tuzla Adliyesi’ne götürülürken, gazetecilere ‘‘UNIFAR Türkiye Batı çöplüğü TÜREY KÖSE ANKARA İstanbul Tuzla’da ortaya çıkan variller çevremizi hedef alan ‘‘içerden’’ tehditleri ortaya koyarken; Türkiye’yi Batı’nın çöplüğüne dönüştürmeye yönelik ‘‘dışardan’’ tehditlere de dikkat çekildi. İspanyolların İskenderun Körfezi’nde batan M/V Ulla gemisindeki zehirli atıkları, Karadeniz’de İtalyanların 18 yıl önce bıraktığı variller, Aliağa gemi söküm tesislerinde yabancı bayraklı gemilerin içerdiği zehirli maddeler ve son olarak Irak’tan ithal edilen rad 2 yıl önce erteledi, şimdi suçluyor EMİNE KAPLAN ANKARA Yeni Türk Ceza Yasası’nın (TCY) çevrenin kasten ve taksirle kirletilmesinin cezalandırılmasını öngören 2 maddesinin uygulamasını, ‘‘3 bin 200 belediye başkanı hapse girer’’ diyerek 2 yıl erteleten Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe, şimdi zehirli atıklar konusunda belediyeleri suçluyor. Yasanın 181. maddesinin birinci fıkrası, ‘‘İlgili yasalarla belirlenen teknik usullere aykırı olarak ve çevreye zarar verecek şekilde atık veya artıkları toprağa, suya veya havaya kasten veren kişi 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır’’; yasanın 182. maddesinin birinci fıkrası ise, ‘‘Çevreye zarar verecek şekilde atık veya artıkları toprağa, suya veya havaya verilmesine taksirle neden olan kişi adli para cezası ile cezalandırılır. Bu atık veya artıkların, toprakta, suda veya havada kalıcı etki bırakması halinde 2 aydan 1 yıla kadar hapis cezasına hükmolunur’’ hükmünü düzenliyor. TBMM Genel Kurulu’nda, TCY’nin söz konusu maddelerinin yürürlüğünün ertelenmesiyle ilgili önergenin görüşmeleri sırasında söz alan CHP’li Orhan Eraslan, şu görüşleri dile getirmişti: ‘‘Bu tür talepler, çevre duyarlılığı olmayan, yeni palazlanmaya çalışan kimi sanayiciler tarafından bize de getirildi. Doğrudur, sanayileşelim, istihdam alanı da yaratılsın, ama Yatağan’daki insanlara da zehir solutmayalım, denizlerimizi kirlettirmeyelim. 2 yıl, haraç mezat ‘Buyrun, kirletebildiğiniz kadar kirletin, Yatağan’ın anasını ağlatın, denizlerin anasını ağlatın, salın kimyasal atıkları, yaptığınızı yapın, 2 yıl ceza takibi yoktur’ noktasına getirmeyelim.’’ (Fotoğraflar: AA) ruma göndereceğim’’ dedi. Albayrak, jandarmanın bu olayla ilgili telefon dinleme iznine de sonuç çıkması mümkün olmadığı için izin vermediğini ifade etti. İstanbul İl Tarım Müdürü Ahmet Kavak, Tuzla’da atık varillerin bulunduğu bölgeden alınan su ve sebze örneklerinin tahlil sonuçlarında, zehirli atıklardan etkilendiklerine dair bir belirtiye rastlanmadığını açıkladı. İZAYDAŞ’ın kepçe operatörü Erdal Çelen’in önceki gün gazdan etkilenerek rahatsızlanması üzerine ara verilen varillerin çıkarılma çalışmaları, gereken önlemlerin alınması üzerine yeniden başladı. yasyonlu hurdalarla ilgili kuşkular ‘‘çevremiz’’ açısından Ziraat Mühenkaygı verici bir tablo ortaya koyuyor. disleri Odası Çevremiz içerden ve dışardan ciddi tehditlerin kuşatma(ZMO) İstanbul sı altında kalıyor. Tepkileri hiçe sayarak mavi yolculuk duŞube Başkanı Ahraklarından birine Gökova termik santralını kurmaktan çemet Atalık, yaptığı kinmeyen iktidarlar, bugün de Sinop’ta nükleer santral kuryazılı açıklamada, ma noktasına geldi. yasaların, çevreyi CHP İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü, Enerji Bakanı Hilmi bitirenlerin ülke sıGüler’in yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde nırları dahilinde Çevresel Etki Değerlendirmesi raporu hazırlanmadan nükömür boyu iş yaleer santral için en uygun yerin Sinop olduğuna nasıl karar şamını bitirmek verilebildiğini sordu. Çernobil nükleer santralındakı patlaüzere yeniden yamadan bu yana çevreye yönelik ‘‘dışardan’’ tehditler dikpılandırılması gekat çekici boyutlara ulaştı. rektiğini bildirdi. Kimya bizi kullandı’’, ‘‘UNIFAR Kimya bizi yaktı’’ dedi. Tuzla Cumhuriyet Savcısı Bayram Albayrak tarafından ifadeleri alınan 4 kişi serbest bırakıldı. Bayram, olayla ilgili TCK’nin ‘‘çevrenin kasten kirletilmesi’’ başlıklı 181. maddesinin uygulanması gerektiğini ancak maddenin yürürlük tarihi 12 Ekim 2006 olduğu için bunun mümkün olmadığını söyledi. Albayrak, ‘‘O nedenle kim olursa olsun, kim gelirse gelsin bu soruşturmayla ilgili ifadesini aldıktan sonra görevsizlik kararı verip soruşturma dosyasını ilgili idari ku h, bugünleri de gördük, nur topu gibi bir solcumuz oldu: Romano Prodi. Bu solcu, önümüzdeki günlerde İtalya’nın kaderini eline almaya hazırlanıyor. Brüksel’in büyük isimlerinden, bu arada halkların reddettiği AB anayasa tasarısının sorumlularından biri, sol adına hükümet kurmaya hazırlanıyor. Bu konuda Silvio Berlusconi’nin büyük desteğini aldığı söylenmelidir. Nasıl mı? Bizim tarihimizde de bol bol var, ama ikisi Demirel ve Özal, özellikle öne çıkarılabilir; elbette Almanya’daki ünlü Helmut Kohl’lü 16 iktidar yılını da unutacak halimiz yok. Toplum bunlardan bıkmıştı ve sonuçta bir biçimde değiştirildiler. Ancak gelen gideni arattı. Gelenler gidenlerden daha acımasız çıktı. Demirel, Özal, Kohl gibilerin toplumsal muhalefet korkusuyla cesaret edemediği barbarlıkları, bizzat karşıtları uygulamaya soktu. Halkın sadece kemeri değil, boğazı da sıkılabildi ve yaprak kımıldamadı. İsteyen, hiç de kötü bir şair olmayan ve kişisel dürüstlüğü ise kuşku götürmeyen Ecevit’e, ya da Almanya’daki Gerhard Schröder’e, İngiltere’deki Blair’e bakabilir. Bunlar, neoliberal saldırı döneminde çalışan sınıfların boynuna ilmeği geçiren ‘‘taban destekli akil adamlar’’ oldular. ??? Bulaştığı cinayetlerin sayısını herhalde kendisi de bilmeyen Oral Çelik, art arda açıklamalar yapmaya başladı. Etrafında ve bizim henüz göremediğimiz çember, daralmaya başlıyor olabilir. Çelik, iç içe olduğu pislikleri, bu arada MHP’yi de anlatıyor. Bülent Ecevit, işte o faşist partiyi koalisyon ortağı olarak elleriyle iktidara taşımış, yerleştirmiş ve herhalde istemeden Türkiye Cumhuriyeti projesinin temellerini sarsmıştı. Kötü değildi, okuyan bir adamdı, aydınlanma düşüncesine yabancı da değildi, dürüsttü, ama ileride bir gün yakın tarihimizi yazacak olanlar, büyük çöküşümüzün başlangıcını 1973’lere, ‘‘Umudumuz Ecevit’’ yıllarına kadar çekerlerse eğer, kimse şaşırmasın: Ecevit, kendisini iktidar yolunu açan solu yerle bir etti ve bunu yegane siyasal işlev olarak algıladı. Sonra da, birkaç yıl önce, bunu açıkça söyledi: Siyasal yaşamındaki en büyük katkısının komünizmin önünü kesmek olarak görüyordu. ‘‘Başarılı’’ oldu. Ama işte bugünlere geldik ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kalıcılığına dair program, plan veya projeler, ‘‘yedi düvelin’’ unutulmuş çekmecelerine kadar düştü. Görünen, o. Solu olmayan Türkiye, diz çökertilmeye hazır. Türk halkını bile, kendi cumhuriyetinin temel ilkelerine yabancılaştıran bir çürümenin içinde, Türk faşistlerinin önünü başka kim açabilirdi ki? Türkiye projesinin ve Türk halkının en büyük düşmanları, faşist Türkçüler ve her cinsten Pasaportta çip dönemi başlıyor ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) AB’ye uyum süreci içinde başlatılan ‘‘pasaport değişikliği’’ çalışmalarında son aşamaya gelindi. Yeni pasaportlar 2007 yılı başında kullanımda olacak. BİRDEN FAZLA GÜVENLİK KATMANI BULUNACAK... Yeni pasaportların üzerine çip yerleştirilecek ve barkod sistemine uygun hale getirilecek. Birden fazla güvenlik katmanı bulunacak yeni pasaportların sahtesinin yapılması olanaklı olamayacak. Kamuoyunun ‘‘lacivert pasaport’’ olarak bildiği umuma mahsus pasaportların rengi değişerek bordo olacak. 2007 yılı başından itibaren kullanılmaya başlanacak olan pasaportlara çip konulacak. Pasaportu alacak kişiyle ilgili tüm bilgiler çipe yerleştirilecek. Artık pasaport bürolarında, pasaportlarla ilgili bilgiler, bilgisayar ortamında tutulacak. Yeni pasaportlar barkod sistemine uygun hale getirilecek. Özellikle turizm sezonunda ve belli dönemlerde havaalanlarındaki yoğunluk ortadan kalkacak. Pasaport görevlileri giriş ya da çıkış yapan kişilerin pasaport bilgilerini bilgisayara işlemek yerine, yeni pasaportları optik cihazlardan geçirecekler. Yurttaşların pasaport almaları için sadece nüfus cüzdanı yeterli olacak. Pasaport almak isteyen kişilerin bürolarda stüdyo ortamında dijital fotoğrafları çekilecek, bu fotoğraflar pasaport defterine yapıştırma yerine bir yazıcı ve laminasyon cihazıyla yerleştirilecek. Pasaport almak isteyen kişilerden formlara atılan ıslak imzanın yanı sıra dijital imzalar da alınacak. Yurttaşların ped üzerine atacakları imza, dijital olarak pasaportlara işlenecek. Pasaportların defter kısmında güvenlik katmanları olacak. Birçok aşamalı planlanan güvenlik katmanlarında yer alan figür ve resimler, morötesi ya da kızılötesi ışınlarla görülebilecek. Böylelikle pasaportların sahtesini yapmak olanaklı olamayacak. YENİ PASAPORTLAR 10 YILLIK OLACAK Pasaportların boyutu küçülürken AB ülkelerinde kullanılan ICAO (Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü) standardı, pasaportlarda esas olacak. Hizmet pasaportunun gri olan rengi ile özel pasaportların yeşil olan rengi korunacak. Yeni pasaportlar artık 10 yıllık olarak alınabilecek. Önümüzdeki yılın başında kullanılması planlanan pasaportların yanı sıra daha önceden verilen pasaportlar da süresi içinde kullanılabilecek. Halen en fazla 5 yıllık alınabilen pasaportlar nedeniyle en son verilen pasaport esas alınarak yeni pasaportlara tümüyle geçiş dönemi, 5 yılda tamamlanabilecek. N etameli bir konuda düşünce üretmeye çalışmak yerine susup oturmak mümkün. Böylece ne Kürt milliyetçilerinin, ne Türk milliyetçilerinin hedefi olur, ne ‘‘omurgasız’’ların öfke ve nefretini çekersiniz. Bundan başka, ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki egemenlik hesaplarını kurcalamaz, başınızı derde sokmamış olursunuz. Fakat ben böyle yapmayacak, geçen haftaki yazımın konusu üstüne düşünce üretmeyi sürdüreceğim. Çünkü söylediklerimin ve söyleyeceklerimin, bu ülkede sağduyunun, hangi etnik kökene ait olunursa olunsun sessiz ve büyük çoğunluğun sesi olduğuna inanıyorum. İnanmaktan da öte, bunun böyle olduğunu biliyorum. Halk insanlarının bulunduğu yerlerde konuşmalara kulak kabartın, onları suskunluklarını bozup konuşmaya yönlendirin, duyacağınız sözler farklı olmayacaktır. Bu ülkede büyük çoğunluk, etnik kökeni ne olursa olsun, kendini Türkiye Türkü olarak hissediyor. Bu kavram, geçen hafta da yazdığım gibi, dar bir etnikçiliği değil, kültürel, sosyal bir aidiyeti ifade ediyor. Türkiye Türklüğü Türkiye’deki ulusal sentezin adıdır. Tıpkı Fransa’da, Kuzey Amerika’daki sentezler gibi. Ve bence o ülkedekilerden daha güçlü, daha köklü olarak... CUMARTESİ YAZILARI ATAOL BEHRAMOĞLU ‘Türkiye Türklüğü’nü Parçalamak (2)... tik kişilerimize kendilerini ‘‘kim’’ olarak hissettikleri soruluyordu. Bu yazar, çizer, artistlerimizden kimileri ‘‘Türk’’ (ya da herhangi bir ulusal, siyasal, kültürel aidiyet) sözünden özenle kaçınarak ‘‘kedi severlik’’, “pul koleksiyonculuğu”, ‘‘mavi yolculuk tutkunluğu’’ vb. kimlik özelliklerini öne çıkarmaktalarken, ‘‘Türk asıllı’’olmayan büyük sanatçımız, fotoğraf sanatımızın en büyük adı Ara Güler, ‘‘Türküm’’ demekteydi... İspanyol asıllı Fransız ressam Picasso’nun ve onun Rus asıllı ilk eşinin torunu olan zat, Picasso sergisi nedeniyle İstanbul’a geldiğinde, bir gazetenin kimlik konusundaki sorusunu aklımda kaldığınca şöyle yanıtlamıştı: Dedem ve ninem İspanyol ve Rus asıllı. Ben Fransız, hatta Parisliyim... Fransa’nın Kanal 5’inde izlediğim bir açıkoturumda, Paris Belediye Başkanı ‘‘melezleşmiş kimlik’’(identit´e m´etis´ee) diye, bence çok ilginç bir kavram kullandı. Bu kav Fransa’da Fransızca duyduğum bir cümle hep aklımdadır. Türkçesi şöyle: ‘‘Ermeni asıllı Fransız’ım’’. Bunu söyleyen Ermeni asıllı Fransız, ‘‘Ermeni’’ sözüyle etnik aidiyetini dile getirmiş oluyordu. ‘‘Fransızlık’’ ise onun sosyal, kültürel, kısaca ulusal aidiyetinin adıdır. Bu cümledeki Fransızlık kavramı, yurttaşlık kavramına indirgenemez. Hem yurttaşlık kavramını, hem etnik aidiyet kavramını içeren daha geniş ve derin bir bağın, ulusal sentezin adıdır. Charles Aznavour’un anıları Türkçeye de çevrildi. Ben okumadım, fakat onun bir cümlesini Oral Çalışlar arkadaşımızın gazetemizdeki bir yazısından aynen aktarıyorum: ‘‘Ben Fransa’da doğduğuma göre Ermeni asıllı Fransız’ım. Annem Ermeni asıllı Türk’tür’’ Hürriyet gazetesi pazar ekinde bir süre önce kimlik konusunda bir soruşturma yapılmıştı. Ünlü ya da medya ramda ve onun böylece dile getirilebilmiş olmasında, Fransa’nın, Fransız kültürünün büyüklüğünün gizli olduğunu düşünüyorum... Benim ‘‘Türkiye Türklüğü’’ derken düşündüğüm de böyle bir şeydir... ??? Ve bu nedenle ‘‘Türk’’ ve ‘‘Kürt’’ sözcüklerini iki dar etnisitenin adı ve iki karşıt kavram gibi kullanan herkes (iki tarafın milliyetçileri, şovenleri, serüvencileri, hayalcileri, Pantürkçüler, Pankürtçüler ve her türden ‘‘omurgasız’’) bana öfke duyacaktır. ‘‘Türkiye Türklüğü’’ kavramı yerine ‘‘İslamcılığı’’ koymak isteyen ve bu alanda epeyce de yol alan Panislamcılar rahatsız olacaklardır. Ortadoğu’yu ve bu arada Türkiyeyi bölüp parçalamada ‘‘Kürt’’ kartını oynamakta olan ABD emperyalizmi, birleştirici, bütünleştirici, çağdaş (ve zaten sosyalkültüreltarihsel süreçlerin doğal sonucu) ‘‘Türkiye Türklüğü’’ kavramının altının çizilmesinden hoşlanmayacaktır... Tartışmaya ve (elbette belli düzeydeki eleştiriye açık olarak) bu konuda yüksek sesle düşünmeyi sürdüreceğim... ataol b?cumhuriyet.com.tr. Faks: (0212) 513 85 95
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle