07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 GÜNCEL C haberlerin devamı 21 NİSAN 2006 CUMA ABD’ye 3 deniz üssü Baştarafı 1. Sayfada İSKENDERUN VE URLA KESİN: Amerikalılar çalışmalarını iki temel hedef üzerine oturttu; mevcut limanlardan yararlanılması ya da yeni bir liman kurulması. Bu bağlamda İskenderun’un deniz derinliği ve İncirlik Üssü’ne olan yakınlığı öncelik aldı. İkinci olarak da Urla’nın liman kurmaya elverişli olduğu kararına varıldı. Amerikalılar, yabancılara toprak ve mülk satışının serbest olmasını sağlayan yasadan da yararlanarak Urla ve çevresinde arazi satın almak için girişim başlattı. Bu girişim devam ediyor. MORDOĞAN OLASILIĞI: İlk iki yerin kesinleşmesinin ardından, üçüncü olasılık olarak yine İzmir yakınlarındaki Mordoğan öne çıktı. Karaburun Yarımadası’nın çevresindeki kıyıların özellikle derinlik olarak ABD’nin istemlerine uygun olduğu öğrenildi. UÇAK GEMİSİ YANAŞACAK: ABD, söz konusu 3 limana ağır tonajlı gemilerini, savaş gemilerini ve uçak gemilerini de yanaştırmayı planlıyor. ABD’nin ağır tonajlı gemileri, Türkiye’deki mevcut limanlarına zaman zaman yanaştığında, açıkta demirlemek durumunda kalıyor. BUNDAN SONRAKİ SÜREÇ: ABD’nin 3 limanı belirlemesinin ardından buralarda kurulacak tesislerin büyüklüğü, hedefi ve personel durumu gündeme gelecek. İlk aşamada İncirlik Üssü’nün işleyişi benimsendi. Buna göre, Türkiye ABD’nin yaptığı her çalışmadan haberdar olacak. Tesiste bir Türk yetkili de bulunacak. ABD’nin bu tesisleri kullanarak yapacağı her dış harekât Türkiye’nin iznine bağlı olacak. KARADENİZ BEKLENTİSİ: ABD, Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu hâkimiyetinin bir bütün olarak tamamlanması için Türkiye’nin Karadeniz kıyılarında üs istiyor. Bu istem ABD’nin Irak operasyonu öncesinde de gündeme gelmişti. Türkiye, Montrö Antlaşması’nın delinmesini istemediği için bunu kabul etmemişti. Montrö’ye göre Karadeniz’e boğazlardan giren bir savaş gemisi, Karadeniz’de kıyısı olmayan bir ülkeye aitse 3 haftada burayı terk etmek zorunda. ABD antlaşmanın kendisine uygulanmamasını istiyor. Türkiye ise özellikle Rusya’yı karşısına almamak için buna yanaşmıyor. ABD’nin ilk aşamada Romanya ya da Gürcistan’da üs kurmayı, devamında da ortamı oluşturup Türkiye’yi ikna etmeyi planladığı belirtiliyor. ÜS MÜ TESİS Mİ: ABD’nin 1950 sonrasında Türkiye’de kurduğu üsler genel olarak ‘‘tesis’’ olarak sunuldu. ABD, yeni dönemde de aynı anlayışın devam etmesinden yana. Son birkaç yıldır ABD, Türkiye’den yeni bir üs isteminde bulunduğunda bu tür haberleri ‘‘Bizim hiçbir üs istemimiz yoktur’’ açıklamasıyla yalanlıyor, bunların tesis olduğunu öne sürüyor. YENİ ÜSLER ESKİ ANLAŞMALARIN İÇİNE: Türkiye 17 Nisan 1951’de Londra Protokolü’nü kabul ederek NATO’ya girdi. Türkiye’nin NATO’ya üye olmasının ardından ABD ile yaptığı bir dizi özel anlaşma bulunuyor. Bu anlaşmaların bir bölümü NATO ile Türkiye arasında, önemli bir bölümü de NATO’ya dayalı olarak ABD ile Türkiye arasında. Bunların en geniş kapsamlısı 29.3.1980 tarihinde imzalanan Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması (SEİA). Bu anlaşmanın 3 tamamlayıcı anlaşması bulunuyor. Tamamlayıcı anlaşmaların en geniş kapsamlısı da o dönemin (Mart 1980) ABD Büyükelçisi James W. Spain’le Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen’in altına imza koyduğu 3 numaralı anlaşma. İncirlik’in son statüsü bu anlaşmayla biçimlenmişti. 14 maddeden oluşan 3 numaralı tamamlayıcı anlaşmanın da ekinde uygulama anlaşmaları bulunuyor. İncirlik, Pirinçlik ve Sinop üslerinin işleyişi konusunda tek tek uygulama anlaşması var. Uygulama anlaşmalarının altında ise ABD adına yine Büyükelçi Spain’in, Türkiye adına dönemin Genelkurmay Plan ve Prensipler Başkanı Korgeneral Necdet Öztorun’un imzası bulunuyor. Bu anlaşmalarda da üs sözcüğü yerine tesis sözcüğü kullanılıyor. ABD, Türkiye’de kuracağı tesislerle ilgili yeni bir ana anlaşma yapmak yerine alt bir uygulama anlaşması yapmayı istiyor. Böylece yeni tesisler için Meclis, Bakanlar Kurulu gibi mekanizmalar devrede olmayacak, doğrudan hükümet başkanının iradesiyle iş tamamlanmış olacak. GÜNDEM MUSTAFA BALBAY CÜNEYT ARCAYÜREK Ya Huuuu! Belki inanmayacaksınız ama gerçek. İktidarın göze çarpan son savı; gelmiş geçmiş iktidarlardan hiçbirinin AKP kadar engelle karşılaşmadığını ve buna karşın AKP iktidarının saçını süpürge yaparak ulus için çalıştığını söylüyor. Çalışıyor da sonuç nereye varıyor? Yolsuzlukla mücadele edeceğim diye iktidara geleceksin. Bir zaman sonra; mücadele sıfır, yolsuzluk diz boyu. Örneğin ihaleler hep bana hep bana diyen bir alay AKP yöneticisini yine bir iktidar milletvekili kamuoyuna duyurdu. Hatay’da başlayıp ülkede yaygınlaşan ihale rezaleti adı Ali Dibo virüsü hemen her çevreyi sarınca merkezdeki AKP büyüklerinden D.M.M. Fırat olayı açığa çıkaran milletvekilini, ihaleleri bal gibi üzerine çeviren milletvekili ile bölgesel çekişme içinde olduğu için bu tür açıklamalar yapmakla suçlayıverdi. ??? AKP en iyi savunma saldırıdır diye artık Türk siyasetinde bayatlamış bir stratejiyi; örneğin Sosyal Sigortalar Kurumu gibi milyonları ilgilendiren 50 maddelik tasarıyı temel yasalardandır diyerek 4 saat gibi rekor bir sürede Meclis’ten geçirirken kullandı. Ana muhalefet; RTE gibi aynı üslupla başlayalım ya huuu insaf et! Her maddede ancak 20 saniye konuşma hakkı bağışlıyorsun. Bu sürede hangi gerekçe, hangi gerçek söylenebilir diye itiraz etti. Kabul görmedi. IMF emir buyurmuş. Ankara’da bu yasayı geçirmek için hükümetin yaptıklarını, yapacaklarını denetleyen bir de adam bırakmış. Ana muhalefetin bu yasayla kimin maaşı azalıyor, kimlerin yükseliyor? Bu konuları irdelemek, doğruları halkımıza aktarmak çabasına hükümet hayır yanıtı verdi ve sonra: Bu kadarı da olmaz demeyin, oluyor. RTE aslan kesildiği kongrelerden birinde çıktı kürsüye. Muhalefetin Meclis’ten kaçtığını söyledi. Boş sıraların fotoğraflarını çektirmiş. Seçimde halkımıza gösterecekmiş. Cartlı curtlu başarı nutuklarının yanı sıra yolsuzluk, yoksulluk ve işsizlikle son olarak terörle mücadelede yaya kaldığını gören halkımız: RTE’nin ya huuu diye başlayan hemen her biri sanki kavga ediyormuş ses tonuyla başlayıp biten nutuklarına gün gelecek inşallaahhh itibar etmeyecek ve sen, kim? Ben mi filan diye sormaya kalkışma sakın. Gideceksin ya huuu. ??? RTE’nin siyasal yolculuğunda son durak kuşkusuz Yüce Divan. Açılacak ilk dava laik Cumhuriyet rejimini değiştirmeye girişmenin hesabını vermek olmalı. Daha sonra sırada içten dışa çeşitli konularda davalar. Hesap verecek mi? Yineleyelim. 2007’de Çankaya’ya sığınmazsa mutlaka! RTE’nin Çankaya’ya çıkmasını engellemek gerekiyor. Bu, sadece Yüce Divan’da hesap vermesinin önünü açmak için gerekmiyor. Bu, rejimin selameti için de zorunlu. Zira Cumhurbaşkanlığı’na çıkan RTE ile Kasım 2007’deki genel seçime kadar 6 aylık sürede 350 milletvekilli çoğunlukla AKP; bugün şikâyetçi olduğumuz girişim ve gelişmeleri aratacak, kat be kat aşacak içerikli yasalarla, kararnamelerle laik rejimin canına okuyacak. Bu olasılığı görenler Adalet Bakanı Çiçek’in kimi sözlerinden çıkarak AKP’nin Cumhurbaşkanı Sezer’in yetkilerini kısıtlayacağına inanıyor. Ne kadar saf bir görüş! Kuzum RTE gibi ılımlı İslamı bugünkü konumundan daha da derinleştirmeyi kafasına koyan bir siyasetçi, şayet Çankaya’ya çıkarak gizlediği planları uygulamayı düşlüyorsa... yetkilerin genişletilmesinin yolunu arayacağı yerde neden anayasanın tanıdığı yetkileri daraltmaya çalışsın? Bir kez daha vurgulayalım; 2007, laik Cumhuriyet’in kader yılı. Gelecek yıl; Ya devlet başa, ya kuzgun leşe! Cari Açık Faydalı mı? Fay Dalı mı?.. Ekonomideki gelişmeler siyasi çalkantının gölgesinde kalıyor. Arada bir öne çıkan haberler de rakamların iyimser yüzüne dönük. İhracat arttıysa haber, ithalat arttıysa haber değil. Kapasite kullanımı arttıysa haber, cari açık arttıysa haber değil! Türkiye’nin 1990’lı yıllarda ve 2000’lerin başında yaşadığı ekonomik krizlere baktığımızda şöyle bir durumla karşılaşıyoruz: Krizlerin öncesinde uzun süre cari açık yaşanmış. Rakamlarla örnek vermek gerekirse 1993 yılı boyunca cari açık bir önceki yılın 5 katına çıktı. 6.4 milyar dolar oldu. Hemen ertesi yıl 94’te ciddi bir ekonomik kriz yaşandı. 2001 yılında da yine benzer bir tabloyu görüyoruz. 1999 yılında 1.3 milyar dolar olan cari açık 2000 yılında 10 milyar dolara çıktı, 2001’de bilinen ve hâlâ etkisini yaşadığımız kriz patladı. Bugünkü duruma gelirsek... AKP iktidarı birçok alanda olduğu gibi cari açık konusunda da sözcüğün tam anlamıyla dikensiz bir gül bahçesi aldı. 2002 yılında 1.5 milyar dolar cari açık devralan AKP, bunu 2003’te 8 milyar dolara, 2004’te 15 milyar dolara, 2005’te ise 23 milyar dolara çıkardı. 2006 yılı öngörüleri muhtelif. 30’dan başlayıp 40 milyar dolara kadar çıkıyor. ??? Başbakan Erdoğan’ın cari açık konusundaki görüşü net: ‘‘Bu açıktan korkmuyoruz!’’ Çok doğru bir saptama. Başbakan pek çok şeyden korkmadığı gibi, cari açıktan da korkmuyor! Devlet kurumlarıyla birbirine girmekten korkmuyor... Kıbrıs’ta ödün vermekten korkmuyor... Türkiye’nin itibarını pazara düşürmekten korkmuyor... Bunca şeyden korkmayan insan tabii ki cari açıktan da korkmaz. Başbakan’ın bu değerlendirmesindeki başlıca dayanak şu: ‘‘Bu açığı karşılayacak gücümüz olduktan sonra korkmaya da gerek yok.’’ Başbakan’ın sözünü ettiği başlıca güç, satışlar. Peki, günün birinde satacak bir şeyimiz kalmayınca ne yapacağız? Dış gelirimizin önemli dayanaklarını oluşturan pek çok sektör zorda. Tekstilcilerin hali ortada. KDV indiriminin ne kadar işe yaradığı belli değil. Turizmciler ciddi rezervasyon iptallerinden endişe ediyorlar. Kimileri duruma kara mizahla yaklaşıyor: Rezervasyon iptali olması için önce rezervasyon yaptırılması lazım. Rezervasyon yok ki, iptal edilsin! İç pazarımız tamamen korumasız. Başta Çin olmak üzere tüketim malları piyasasını yabancı ürünler doldurdu. Örneğin oyuncak sektörünün yüzde 90’ını Çin ele geçirmiş. Hani ekonomimiz Çin’in elinde oyuncak oldu desek yeridir. Ekonomideki bu gidişe siyasetçiler bir yana, pek çok ekonomist de dikkat çekmeye başladı. Sağduyusuna güvendiğimiz ekonomi yazarları, cari açığın tehlikelerinden söz ederken ne yazık ki rakamların güvenilmezliğine de vurgu yapmak durumunda kalıyorlar. Türk İstatistik Kurumu’nun ikide bir rakam değiştirmesi kuşkuları arttırıyor. İşadamlarından da sesini yükseltenlerin olduğunu görüyoruz. Örneğin Eski TÜSİAD Başkanı Tuncay Özilhan, cari açığı fay hattına benzetti ve kırıldığı zaman çok büyük tahribatın olacağını vurguladı. Ama bu hükümete tehlikenin ciddiyetini anlatabilene aşk olsun. Hani desek ki ‘‘Cari açık ciddi bir fay dalı’’, AKP’liler gülümseyerek karşılık verecekler: Haklısınız. Cari açık faydalı! BAĞCILAR’DA İLKÖĞRETIM OKULUNDA YAŞANAN SKANDAL Hükümette seçim hazırlığı Baştarafı 1. Sayfada kenlerden daha çok, seçimlerin zamanında mı, erken mi yapılacağı konusunda Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde oluşacak siyasi atmosfer ve kamuoyu tepkisi belirleyici olacak. Siyasi kulislerde AKP’nin A ve B planı hazırladığı ve gelişen olaylara göre, ‘‘her an erken seçim kararı alabiliriz’’ ihtimali nedeniyle hazırlık yaptığı belirtiliyor. Son iki ayda hükümetin aldığı bazı kararlara ve Başbakan’ın söylemlerine bakıldığında erken seçim ihtimalinin hiç de uzak olmadığı görülüyor. Yılın ilk iki ayında 5.9 milyar dolar olarak gerçekleşen cari işlemler açığı 1993, 2000 ve 20022005 dönemi hariç bir yılda bile verilmedi. Ekonomiyi kırılgan bir hale getiren cari açığın giderek büyümesine karşın hükümet ancak seçim dönemlerinde izlenebilecek ekonomik kararları arka arkaya alıyor. Hükümetin son günlerde aldığı kararlar, kitleleri hoşnut etse de IMF’yi rahatsız ediyor. Hükümet, ekonomik programdan ilk tavizi tekstil sektöründe KDV oranını 10 puan indirerek verdi. IMF’nin ‘‘Alınan bu karar, programdan sapma yaratır’’ ikazına karşın Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, aynı indirimin başka sektörler için de düşünüldüğünü açıkladı. Mart ayı sonunda da kredi kartı mağdurları için bir yasa tasarısı hazırlandı. Serbest piyasa mantığına aykırı bulunan bu yasa tasarısı ile icra takibine uğramış kredi kartı mağdurları için taksitlendirme ve bileşik faizde indirim öngören yasa meclisten geçti. Yasa ayrıca Merkez Bankası’na kredi kartlarında uygulanacak faizlerin üst limitlerini belirleme görevini verdi. Nitekim Merkez Bankası geçen hafta üst faiz oranını 5.75 olarak açıkladı. Yıllardır ne zaman ve ne şekilde ödeneceğine bir türlü karar verilemeyen Konut Edindirme Yardımı hesaplarındaki paranın hak sahiplerine verileceği müjdesi hükümet tarafından geçen hafta verildi. Ücretli çalışanlardan 1995 yılına kadar 9 yıl boyunca kesilen KEY paralarının nakit olarak geri dağıtılması için yasa taslağı hazırlanması için düğmeye basıldı. Birkaç gün geçti geçmedi bu kez Başbakan evi olmayan dar gelirlilere peşinatsız 100 milyon taksitle konut verileceğini açıkladı. Üstelik parası olmayan evsiz ailelere fonden destek verileceğini belirtti. Yeni Sosyal Güvenlik Yasası’nda 18 yaşına kadar her çocuğun sağlık hizmetlerinden ücretsiz yararlanacağını açıkladı. Her ne kadar yasada katkı payı ödenmesi koşuluna bağlansa da hükümet sağlık hizmetinin bedelsiz karşılanacağını duyurdu. Kurumlar vergisini yüzde 30’dan yüzde 20’ye indirmek için yasa taslağı hazırlayan hükümet, gelir vergisinde de en üst ve en alt dilimi 5 puan indirdi. Bu indirimlerin ardından stopaj (vergi kesintisi) oranları da aşağı çekilecek. Hükümetin seçim ekonomisi uygulamasının yanında AKP’nin çoğunluğu genç olan seçmene ulaşma çalışmaları tam hızla sürüyor. Özellikle İstanbul’da il örgütü, 1620 yaş gençleriyle buluşmak için 400 toplantı planlandı. Toplantılara sadece AKP’li gençler değil, farklı görüşlere mensup gençler de davet ediliyor ve öncelikle söz hakkı bu gençlere veriliyor. Başbakan’ın AKP’nin il ve ilçe kongrelerine katılması ve kongrelerin birer mitinge dönüştürülmesi de seçimin habercisi olarak değerlendiriliyor. Hükümetin Merkez Bankası Başkanlığı için Köşk’ten onay görmeyeceği biline biline İslami kesime hizmet veren faizsiz bankacılık sektöründe yöneticilik yapmış ve eşi türbanlı olan birini önermesi de muhafazakâr kesime mesaj olarak yorumlanıyor. Erken seçimin işaret fişekleri: Tekstilde KDV oranının 10 puan düşürülmesi KEY paralarını hak sahiplerine ödeme sözü Dar gelirlilere 100 YTL taksitle konut vaadi Gelir vergisi stopojda oranların aşağı çekilmesi Gecekonduya karşılık konut vaadi Başbakan’ın ilçe kongrelerine katılması 1620 yaş grubu gençlerle toplantılar yapılması Köşk’ten onay görmeyeceği bilinmesine karşın faizsiz bankacılıktan gelen birinin Merkez Bankası Başkanlığı’na önerilerek İslamcı kesime mesaj verilmesi 18 yaşına kadar olan çocukların genel sağlık sigortası kapsamına alınması İcra takibine uğramış kredi kartı mağdurlarını koruyucu yasa ‘Vakit haddini aştı’ Baştarafı 1. Sayfada ik Cumhuriyet yandaşlarını hedef göstermesiyle bilinen Vakit gazetesi de geçen cuma günü yayımlanan manşet haberinde Sezer’i İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’la kıyaslamış ve ‘‘İki Ahmet Farkı’’ başlığını atmıştı. Haberde Ahmedinecad’ın sömürgecilere karşı savaşmasına karşın Sezer’in halkın inancıyla kavgalı olduğu öne sürülmüştü. Cumartesi günü ‘‘Özür Dile Sezer’’ başlığını sürmanşetten yayımlayan gazete, Sezer’i terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’a benzetti. Haber ‘‘Apo da Sezer Gibi Düşünüyor’’ başlığıyla verildi. Gazetenin son günlerdeki yayınlarına tüm duyarlı kesimlerden tepki geldi. Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Emin Alıcı, Sezer’in Atatürk çizgisinde olduğunu belirterek, ‘‘Türk ulusunun Cumhurbaşkanı’na çok büyük sevgisi ve saygısı vardır. Bu tür yakıştırmaları şiddetle kınıyorum’’ dedi. Ege Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ülkü Bayındır da, Cumhurbaşkanı Sezer’e yapılanları yakışıksız bulduğunu belirterek, Sezer’in Atatürk’ün izinde bir anlayış sergilediğini vurguladı. İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Erol Akıncılar da, şu görüşlere yer verdi: ‘‘Sezer’in irtica ile ilgili sözlerini kınayan ve Apo ile kıyaslayan yayınlar haddini aşan yayınlardır. Bu yayınlar Cumhurbaşkanı Sezer’e ve onun gibi düşünenlere hakarettir. Sezer, ‘irtica en büyük tehlike’ derken dinin siyasetten uzak tutulmasını amaçlamıştır. Bugün ülkenin en büyük sorunu irticadır. İrtica korunmakta ve kollanmaktadır. İrtica hepimizin gözü önünde siyasete, eğitime ve devlete giderek yerleşmektedir. Türk toplumu hiçbir dönemde irticaya taviz vermemiştir. Bundan sonra da vermeyecektir.’’ Türk Kadınlar Birliği İzmir Şube Başkanı Şermin Akman, bu tür yayınlara karşı laik kesimin artık tepki koyması gerektiğini söyledi. İzmir’de çeşitli derneklerin oluşturduğu Ulusal Eylem Platformu’nda bunu dile getireceğini söyleyen Akman, ‘‘Türkiye artık ılımlı islam cumhuriyetine doğru götürülmek isteniyor. Biz de onlara karşı diyoruz ki, iyi ki varsın Ahmet Necdet Sezer!’’ dedi. Yapılan yayınların basın özgürlüğüyle bağdaştırmanın mümkün olmadığını da söyleyen Akman, ‘‘Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, kendisine yönelik yapılan karikatürler için dava açıyor. O zaman basın özgürlüğü yok da, şimdi mi var? Türkiye için en gerekli olan kişiye bu saldırıları şiddetle kınıyoruz’’ diye konuştu. ‘KİLİT NOKTALARDALAR’ Eğitim İş Sendikası Genel Başkanı Yüksel Adıbelli de, Türkiye’de en güvenilir kurum olan Cumhurbaşkanlığı’na saldırarak ılımlı islam modelinin dayatıldığını söyledi. Sezer’in yıpratılmaya çalışıldığını söyleyen Adıbelli, ‘‘Cumhurbaşkanımız, ‘kökten dinciler, kilit noktalarda yer alıyor’ açıklamasının ardından, AKP’nin yanı sıra tüm dinci kesim rahatsız oldu. Bundan sonra da saldırıya geçtiler. Bu yapılanlar tepkisizleştirmeye yönelik çabalardır. Daha önce 1992 yılında Hasan Mezarcı Atatürk’e laf söyledi diye yer yerinden oynamıştı. Ama gelinen süreçte AKP milletvekilleri dahi neler söylüyor ama kimseden ses çıkmıyor” dedi. ERDOĞAN’IN KARİKATÜR DAVASI Yargıtay, ‘kedi’ kararını bozdu ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Yargıtay, Başbakan Tayyip Erdoğan’ı ‘‘kedi’’ şeklinde betimleyen karikatür nedeniyle çizerimiz Musa Kart ile gazetemizin Başbakan’a 5 bin YTL ödemesine ilişkin kararı esastan bozdu. Mahkeme, karikatürde Erdoğan’ın kişilik haklarına saldırı bulunmadığına dikkat çekti. Çizerimiz Musa Kart’ın, Erdoğan’ı ‘‘kedi’’ şeklinde betimleyen bir karikatürü gazetemizde yayımlanmıştı. Bunun üzerine Başbakan Erdoğan’ın avukatı Fatih Şahin, karikatürle Erdoğan’ın ‘‘kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu’’ savıyla 10 bin YTL tutarında manevi tazminat istemiyle dava açmıştı. Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesi, bu istemi kabul ederek gazetemiz, Musa Kart ve sorumlu yazıişleri müdürü Mehmet Sucu’nun müteselsilen 5 bin YTL manevi tazminatı Erdoğan’a ödemesine karar vermişti. Karar, gazetemiz tarafından temyiz edilince dosya Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’ne geldi. Davanın temyiz duruşmasında gazetemiz adına savunma yapan avukat Seçil Özdikenli, karikatürün imam hatip liseleri sorununu dile getirmek için çizildiğini söyledi. Başbakan Erdoğan’ın kedi şeklinde betimlenmesinin kişilik haklarının ihlali olmadığını vurgulayan Özdikenli, Türk Dil Kurumu’na göre ‘‘karikatürün ne anlama geldiğini’’ anlattı. ‘‘Başbakan’ın alkışlanma kadar eleştiriye de tahammül etmesi gerekir’’ diyen Özdikenli, siyasi hayatta yer alanların sert eleştirilere de açık olması gerektiğini söyledi. Başbakan Erdoğan’ın avukatı Şahin ise karikatürün müvekkilinin kişilik haklarına saldırı içerdiğini savunarak yerel mahkemenin kararının onanmasını istedi. Duruşmanın ardından dosyayı inceleyen 4. Hukuk Dairesi, karikatürde Erdoğan’ın kişilik haklarına saldırı bulunmadığına işaret ederek tazminat isteminin reddedilmesi gerektiğini belirtti. Daire, yerel mahkemenin kararını esastan bozdu. Başbakan Erdoğan’ın avukatı, bu karara karşı karar düzeltme isteminde bulunabilecek. Bu istem de yine aynı daire tarafından karara bağlanacak. Daire, istemi reddederse dosya yerel mahkemeye gidecek. Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesi, bozma kararına uyabileceği gibi, ilk kararında direnirse dosya bu kez temyiz edilmesi halinde Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na gelecek. ‘AKP ordudan kaygı duyuyor’ Haber Merkezi ABD düşünce kuruluşu Stratejik ve Uluslararası İlişkiler Merkezi’nce (CSIS) yayımlanan son Türkiye raporunda AKP’nin, Genelkurmay Başkanlığı’nda bu yaz beklenen görev değişikliği sonrasında askerle ilişkiler konusunda kaygı duyduğu savunuldu. NTV’nin haberine göre, ABD’de CSIS tarafından yayımlanan Türkiye raporunda İran krizinin TürkAmerikan ilişkilerine olası etkisi ve Türkiye’de hükümetasker ilişkileri irdelendi. CSIS’in Türkiye Projesi direktörü Bülent Alirıza tarafından yazılan raporda Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün, en başından itibaren AKP iktidarıyla çalışma arzusu gösterdiği yorumu yapıldı. Raporda bu durumun bazı generallerde ve daha alt rütbeli subaylarda ise rahatsızlık uyandırdığı ileri sürüldü. Orgeneral Özkök’ün görevinin, ağustosta Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt tarafından üstlenilmesinin beklendiği anımsatılan raporda, Büyükanıt’ın hükümetle rahat bir ilişkisi olmadığı yorumu da yapıldı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle