07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

21 NİSAN 2006 CUMA haberler AYDINLANMA EMRE KONGAR 1940’TA YAŞAMA GEÇİRİLEN EĞİTİM VE EŞİTLİĞİ SAĞLAYAN KÖY ENSTİTÜLERİNİN 66. YILI C Erdal İnönü Haklıydı Samimiyetlerine inanan İnönü, bunlardan 22 kişiyi Meclis’e taşıdı, çünkü anılarında da açıkça belirttiği gibi, ‘‘Kürt kökenli milletvekillerinin ayrı bir partide değil de SHP’de bulunmalarının sorunların çözümüne yardımcı olacağını’’ düşünüyordu. Ben de bu konuda aynen İnönü gibi düşünüyorum. ??? Ama ne yazık ki bu 22 milletvekili Meclis’te ‘‘milletin vekili gibi’’ değil, ayrılıkçı bir biçimde davrandı, SHP’den istifa edip DEP’i kurdu ve sonunda bir bölümünün dokunulmazlıkları kaldırılıp tevkif edildi; İnönü’ye verdikleri sözü tutmamışlardı, bu nedenle de deneme, başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Ama bunun sorumlusu İnönü değil, sözlerini tutmayanlardı. Böylece en azından ‘‘neyin olamayacağı’’ görüldü. ??? İnönü, bugünlerde Türkiye’ye dayatılmaya çalışılan, ‘‘masaya oturma’’ gibi yöntemlerin, çözüm üretilmesinde kullanılmasına ortak zemin ve olanak hazırlayabilecek bir yaklaşımı, bundan 15 yıl önce, büyük bir yumuşaklık ve gerçekçilikle denemiş, ama karşı tarafın yanlışları yüzünden başarısız kalmıştı. ‘‘Kürt Sorunu’’ dediği soruna çözüm arayan Başbakan’ın, İnönü ’yü ve SHP’yi, yukarda anlattığım çabasından dolayı kınayacağına, oluşturacağı politikada onu örnek göstermesi, onun deneyimlerinin olumlu ve olumsuz sonuçlarından yararlanması gerekir. Başbakan ’ın politikalarını eleştiren ve onun İnönü ve SHP’ye yönelttiği suçlamaları, ‘‘Ben o dönemde sorumlu değildim’’ gerekçesiyle savuşturmaya çalışan Deniz Baykal’ın da, ‘‘reddi mirasta’’ bulunacağına, o deneyimden öğrendiklerini gündeme taşıması doğru olur. İnönü’nün girişimi, haklıların, haklı da olsa tek taraflı çabaların her zaman başarılı olamayacaklarını gösteriyor. Eleştirileceğine, yararlanılmalı. ??? Ulusal bir soruna çözüm bulma çabaları particilik ve hizipçilik anlayışına kurban ediliyor. Ne kadar yazık! [email protected]. tr; www.kongar.org 5 Anadolu’nun aydınlanma ışığı 1940’ta yaşama geçirilen Köy Enstitüleri’yle köylerde okumayazma öğretebilmenin yanında, modern tarım teknikleri, marangozluk, sağlık, müzik, spor gibi birçok alanda yol gösterecek ve bu alanlarda bilgi birikimi sahibi öğretmenlerin görevlendirilmesi hedeflendi. Her öğrencinin yılda 25 kitabı okuma zorunluluğunun olduğu enstitülerde isteğe bağlı olarak öğrencilere donanımlı müzik öğretmenleri tarafından keman, mandolin, akordeon, bağlama ve saz dersleri de verilirdi. TARKAN TEMUR 1940’ta yaşama geçirilen ‘‘Cumhuriyet devriminin feodaliteye karşı son taarruzu olan Köy Enstitüleri’’ 14 yıllık aydınlanma savaşının ardından bilinçli bir politika izlenerek 1954 yılında kapatıldı. Köy Enstitülerinden, aydınlanma meşalesini taşıyarak ulusun geleceğine damgasını vuran Fakir Baykurt, Mehmet Başaran, Dursun Akçam, Mahmut Makal, Talip Apaydın, Adnan Binyazar gibi örneklerin bulunduğu ‘‘köylü aydınlar kuşağı’’ yetişti. Yaşamını eğitime adamış, eğitimci Hasan Âli Yücel, milli eğitimde devrim niteliğinde projeler gerçekleştirdi. Milli Eğitim Şurası’nda Köy Enstitüleri projesini tartışmaya açan Yücel, yasa taslağı hazırlatarak ülkeyi, tarım koşullarına göre her bölge 34 ili kapsayacak şekilde 21 bölgeye ayırdı. Bu ayrımda, ulaşım nedeniyle tren istasyonlarına yakınlık, ancak şehirlere uzak köyler tercih edildi. EN ÜCRA YERLERE EĞİTİM Projede, köylerde okumayazma öğretebilmenin yanında, modern tarım teknikleri, marangozluk, sağlık, müzik, spor gibi birçok alanda yol gösterecek ve bu alanlarda bilgi birikimi sahibi öğretmenlerin görevlendirilmesi hedeflendi. Ülkenin en ücra köşeleri olan köylerde ‘‘yerel önder aydınlar’’ yetiştirilmesi amaçlanan projeyle köyden şehre göç önlenecek, geri kalmış bölgelerin kalkınması sağlanacaktı. Enstitülerde, ‘‘bilgi’’yi ‘‘iş’’e dönüştürecek bir eğitim sistemi öngörülüyordu. Projenin uygulanması ve geliştirilmesi amacıyla Yücel, İsmail Hakkı Tonguç’u görevlendirdi. Tonguç, bu amaçla İsveç ve Alman eğitimbilimcilerin, yoksul çocukların topluma kazandırılması ve okutulması konularındaki kitaplarını Türkçeye tercüme etti. 1940’ta düzenlenen yasa taslağı Meclis’te görüşüldü. Kâzım Karabekir ve bazı milletvekilleri tasArifiye, AntalyaAksu, BalıkesirSavaştepe, IspartaGönen, AdanaDüziçi, KayseriPazarören, SamsunAkpınar, TrabzonBeşikdüzü, KarsCılavuz, MalatyaAkçadağ. Konyaİvriz (1941), AnkaraHasanoğlan (1941), SıvasYıldızeli (1941), ErzurumPulur (1942), DiyarbakırDicle (1944) AydınOrtaklar (1944), VanErnis (1948). 1940’ta Köy Enstitülerinin kurulmasının ardından 1942’de de Köy Enstitülerinin öğretmen gereksinimini karşılamak amacıyla iki yıllık ‘‘Yüksek Köy Enstitüsü’’ kuruldu. Köy Enstitüleri mezunlarının yurdun dört bir yanına aydınlanma ışığını yayacağı umuluyordu. Bu umudu, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nü ziyaretinde el yazısıyla okulun anı defterine yazdığı şu sözlerle yansıtmıştı: ‘‘Köy Enstitülerini Cumhuriyetin eserleri içinde en kıymetlisi ve en sevgilisi saydım. Köy Enstitülerinde yetişen evlatlarımızın başarılarını ömrüm boyunca yakından ve candan izleyeceğim.’’ GELECEĞE DAMGALARINI VURDU İsmet İnönü, Köy Enstitüsü öğrencisi Meliha’yı dinliyor. İsmail Hakkı Tonguç, Hasan Âli Yücel ve Reşat Şemsettin Sirer öğrencilerle. lağı eleştirdiler. Onlara göre, ‘‘köyşehir arasındaki uçurum’’, bu yasa ile iyice derinleşecekti. Yücel ise bu görüşe karşı çıkarak ‘‘asıl amacın köylünün eğitiminin sağlanması ile kentliköylü arasındaki ayrımın ortadan kaldırılması’’ olduğunu söylüyordu. Sonuçta kabul edilen yasa ile EskişehirÇifteler’de (1937), İzmirKızılçullu’da (1937), EdirneKaraağaç’ta (1938) (bu okul daha sonra KırklareliKepirtepe’ye taşındı) ve KastamonuGölköy’de (1939) köy eğitmen okullarına ek olarak 17 enstitü açıldı: Sakarya Menderes iktidarı kapattı K Enstitülerde, kahvaltının ardından okuma saati başlardı. Klasiklerin, yerliyabancı yazarların kitaplarından oluşan zengin bir kütüphanesi bulunan enstitülerde her öğrencinin yılda 25 kitabı okuma zorunluluğu vardı. Okuma etkinliklerinin dışında isteğe bağlı olarak öğrencilere donanımlı müzik öğretmenleri tarafından keman, mandolin, akordeon, bağlama ve saz dersleri de verilirdi. Âşık VeyKitap okuyan, mandolin çalan, sel’in de aralarında bulunduğu mahalli âşıklar örgü ören öğrenciler... da Köy Enstitülerinin yetenekli öğrencilerini çalıştırırdı. Bu aydınlanma çabasının ürünü olarak ulusun geleceğine damgasını vuracak olan, aralarında Fakir Baykurt, Mehmet Başaran, Dursun Akçam, Mahmut Makal, Talip Apaydın, Adnan Binyazar’ın da bulunduğu ‘‘köylü aydınlar kuşağı’’ yetişti. öy Enstitülerinde eğitimin yüzde 25’ini uygulamalı tarım dersleri oluşturuyordu. Eğitim araştırmacılarının yıllarca üzerinde durduğu ‘‘uygulamalı eğitim’’, Köy Enstitülerinin eğitim işlevinin ayrılmaz bir parçasıydı. Teknik eğitim de enstitülerin derslerinin yüzde 25’ini oluşturuyordu. Bu eğitim kapsamında erkek öğrencilere yapı, demir, marangozluk işlerinde; kız öğrencilere ise biçkidikiş, elişi, yemek vb. işkollarında eğitim veriliyordu. Kısacası enstitü öğrencileri ‘‘yaparak, yaşayarak, uygulayarak’’ öğreniyorlardı. Enstitü öğrencileri eğitim gördükleri bölgenin koşullarına uygun olarak arıcılık, balıkçılık, hayvancılık gibi çeşitli alanlarda da bilgi sahibi oluyor; bölge özelliklerine göre sebze ve meyve üretimi yapabiliyorlardı. Öğrenilen zirai tekniklerle elde edilen ürünlerin bir kısmını ‘‘üretenler tüketiyor’’, kalanı ise değerlendirilerek gelir elde edilmesi, projenin özünü oluşturuyordu. ÇANTADAN ÇIKAN KLASİKLER Kapatılan enstitülerden bugüne ise sadece amacını belirgin kılan anılar kaldı: ‘‘İsmet İnönü, Kepirtepe Köy Enstitüsü’nde bir kız öğrenciye çantanda ne var, görebilir miyim’’ diye sorar. Öğrenci çantasından ekmekköfte ve dünya klasiklerinden bir eseri çıkararak gösterir. İnönü sevinerek çevresindekilere, ‘‘Ne zaman Türkiye’de erinden generaline, sade vatandaşından cumhurbaşkanına kadar herkes ‘ekmekle kitabı’ bir araya getirebilirse gerçek kalkınma başlamış demektir’’ der. ‘‘Demokrasiye sahip çıkacak ve genç Cumhuriyetin devrimci kadrolarını genişletecek’’, ulusal ve devrimci niteliğiyle öne çıkarak ‘‘köyü ve köylüyü aydınlığa ulaştırma çabası ve sorumluluğu içinde eğitim veren Köy Enstitüleri’’ ‘‘komünist yuvaları’’ olduğu gerekçesiyle DP iktidarı tarafından 1954’te kapatıldı. dına ister ‘‘Kürt Sorunu’’, ister ‘‘Güneydoğu Sorunu’’, ister ‘‘Ayrılıkçı Etnik Sorun’’ deyin, isterseniz sadece ‘‘PKK Terörü Sorunu’’na indirgeyin, önümüzde, tarihten gelen, başta emperyalist güçler olmak kaydıyla, komşularımızın ve uluslararası camianın gırtlağına kadar içine girmiş olduğu son derece önemli bir sorun bulunduğu açık. Bu sorunun tarafları arasında pek çok dış güç ve hatta bütün uluslararası camia olsa da, çözümün ‘‘ulusal irademizden’’ geçeceği açık. Peki ‘‘ulusal irademiz’’ nerede tecelli ediyor? Meclis’te. O halde sorunla ilgili iç güçlerin ve tabii bunlar arasında yer alan Kürt kökenli vatandaşlarımızın da Meclis’te yer alması gerekmez mi? Gerekir. Meclis’te Kürt kökenli milletvekillerimiz yok mu? Var. Bunlar sorun hakkında, Kürt kökenli vatandaşlarımızın sahip olduğu tüm görüşleri Meclis’te yansıtıyorlar mı? İşte orası kuşkulu. Çünkü Kürt kökenli vatandaşlarımız, hem içte hem de dışta parçalı bir yapı sergiliyor, iç ve dış pek çok farklı örgüt çerçevesinde bölünmüş görünüyor. Bu örgütlenmelerin en önde gelenleri arasında dıştan da destek alan, terör örgütü PKK var. Bir de etnik Kürtçülük üzerine örgütlenmiş görünen, bu nedenle de anayasaya aykırı bulunduğu için kapatılıp sürekli yeni isimler alarak siyaset sahnesine çıkan bir siyasal parti: DEP, HEP, HADEP, DTP; gibi isimler alan bu partinin PKK ile ilişkileri, PKK ile bütünleşmiş olup olmadığı hep bir tartışma konusu. ??? İşte Erdal İnönü’ye yöneltilen eleştiriler tam bu noktadan kaynaklanıyor: 1989 yılında Paris’te yapılan Kürt Konferansı’na SHP’nin katılmama kararına karşın iştirak eden, bu nedenle partiden ihraç edilen ve HEP adlı partiyi kuran Kürt kökenli milletvekilleri, 1991 genel seçimlerine yine SHP’den katılmak istediler ve İnönü ’ye kendi partilerinden ayrılarak yeniden SHP’li olmayı arzuladıklarını, HEP’in kapatılmasını önereceklerini belirttiler. A Modern giyimli öğretmen, görev yerine kağnı arabalarıyla giderken Hasanoğlan Köy Enstitüsü levhası yerleştiriliyor. (1941) Köy Enstitülerinin 66. yılı kutlandı Türkiye’nin gelişmesine önemli katkılar sağlayan Köy Enstitülerinin 66. yılı kutlandı. Yıldız Teknik Üniversitesi Oditoryumu’nda dün gerçekleşen etkinlik, Köy Enstitülerinden yetişen sanatçı Ruhi Su’nun türküleriyle başladı. Köy Enstitülerini Araştırma ve Eğitim, Geliştirme Derneği (KAVEG) Başkanı Doç. Dr. Güler Yalçın, Köy Enstitülülerin Türkiye’nin 21 bölgesinde çadırlara, camilere, ilkokullara yerleşerek eğitim devrimini başlattıklarını söyledi. Doç. Dr. Yalçın, enstitü mezunlarıyla ilgili olarak ‘‘Enstitülüler, güne halaylarla, türkülerle şiirlerle hikâyelerle başladılar. Orkestralar kurdular, Beethoven, Vivaldi enstitülerde yankılandı. Kendileri üretti, kendileri tüketti. Köy Enstitüleri kısa ömürlü oldu, fakat toplumumuzu çok derinden etkiledi’’ diye konuştu. Enstitü mezunlarının emeğe saygı duymayı bildikleri için her zaman genç kaldığını belirten Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Rıfat Okçabol da ‘‘Enstitüde yetişen öğrenciler, küçük yaşta okuma, soru sorma ve sorgulama alışkanlığı kazandıkları için genç kaldılar. Türkiye’yi 68’li ruhuna götüren, üniversitelerin ve öğretim sisteminin halka dönük olması gerektiğine inanan ve bunun için mücadele eden Köy Enstitüsü mezunlarıdır’’ dedi. Cumhuriyetin ilk öğretmenlerinden Refet Bele, Köy Enstitüleri mezunları ve il milli eğitim müdürlüğü yetkililerinin de katıldığı etkinlikte, İstanbul Müzik Öğretmenleri Çoksesli Korosu tarafından seslendirilen ‘Ziraat Marşı’na mezunlar da eşlik etti. (Fotoğraf: EMEL KILIÇ) LLAH’IN şu işine bakın: İktidara gelir gelmez taa Kıbrıs’lara seslenip ‘‘Denktaş danışmanını değiştirmelidir!’’ diyen Sayın Başbakan’ın kendisi danışman konusunda öyle durumlara düştü ki, feleğin böylesine ağır bir ceza vermesine üzülmeden edemiyor insan. Anadili gibi İngilizce bildiği ve Amerikalıların ciğerini okuduğu söylenen danışman, parti liderinin büyük müttefike karşı işlediği kusurların etkisini onarmak üzere çıktığı seferde ettiği sözler yüzünden uzak diyardaki Karagöz oyununu yüzüne gözüne bulaştırdığı gibi, ülkesinde de yıktı perdeyi eyledi viran. Çünkü, her şey basının gözü önünde ve kulağı dibinde olmuş, kötü niyetliler tez elden buralara duyurmuşlar. Aslında toplantı basına kapalıymış fakat danışman, gazetecilerin de alınmasını kendisi istemiş. ‘‘Saklayacak bir şeyim A AÇI MÜMTAZ SOYSAL Danışman Döngüsü... yoktu’’ diyor. O da çok üzgün. Amerikalı muhatapları ne demek istediğini gayet iyi anlamışlar ama, Türk basınına anlatamamışmış. Anlatamadığı şuradan belli ki, herkes olayın özüne bakmayıp aklını sözcüklere taktı. ‘‘Ne demek efendim, koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanını kullandırmak, ondan yararlanılabileceğini söylemek, hatta hakkında lağıma süpürmek gibi deyimlerle konuşmak?’’ diye söylenenler, nutuk çekenler, bu ‘‘infial’’lerini yazıya dökenler çok mu çok. B Öze inen pek olmadı. ereket, danışman bir başka kişiye danıştı da konu aydınlandı. Danışmanın danışmanı, Amerikan filmlerinde çetelerce işlenen cinayetlerin ‘‘kanıt temizleyicileri’’ varmış; bunlar polis gelmeden ‘‘vak’a mahalli’’ne koşar ve cinayetin bütün izlerini silerlermiş. Amerika’ya gidip dönen danışman da onlara benzetiliyor. Kendisine verilen öğüt şu: ‘‘Derdini anlatmak ve başka şeylerle uğraşmak yerine, birtakım diplomatik cinayetleri işleyen seri katil veya katillerle konuşmak.’’ H Kimler acaba bunlar? Danışmanın danışmanına göre, birtakım ipuçları eksik değildir: Son zamanlarda ‘‘Kaddafivari’’ diplomatik show’lar ve ağır yaygın uygulamalar varmış. Bunlara ‘‘merkez’’ görüşleri savunan yazarlarla dinsel duyarlılığı yansıtan köşe yazarlarını, AKP’nin ‘‘Milli Görüş kanadı’’ ile İslami kesimin yazarlarını da eklemek gerekiyor. erhalde bir başka kategori de unutulmamalı: Sayın Erdoğan iktidara gelir gelmez, ‘‘Kesinlikle değişmiş; Türkiye’nin önünde yeni ufuklar açılmakta; şimdiye kadar izlenen ve yerinde sayan uyuz diplomasi yerine yaratıcılık, karşıdakilerden bir adım önde olmak türünden cesur çıkışlar olacak’’ türünden harika yazılar yazan, övgüler döşeyen, sevinçten el çırpan ve her zamanki marifetlerini bu iktidar döneminde yineleyenleri de bu cinayet çetelerinden saymaz mısınız?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle