Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 11 EYÜL ABD’NİN SAVAŞ YANLISI POLİTİKALARINI GÜÇLENDİRDİ C dünya’dan 21 NİSAN 2006 CUMA ‘Öteki Amerika’nın sesi Prof. Dr. SUNA KİLİ BIÇAK SIRTI EROL MANİSALI “Ö teki” Amerika deyimini o ülkedeki yoksullar ya da ezilen gruplar anlamında değil, ABD hükümetinin güttüğü politikalardan çok farklı yaklaşımları olan kişiler ve gruplardan söz etmek için kullanıyorum. Uzunca süredir Amerika’nın politikası sağa kaymaktadır. Clinton döneminde daha insancıl politikalar güdülmek istenmesine karşın, ayakta kalabilmek için Clinton da orta yolu seçmek ve istediği örneğin, sağlık politikasını yaşama geçirememe durumuyla karşılaşmıştır. 11 Eylül’den başlayarak Amerika’da sağa kayış hızlanmış, sosyal içerikli ve amaçlı siyasalardan uzaklaşılmış, “evangelist” anlayış egemen olmuş ve savaş yanlısı politikalar güdülmeye başlanmıştır. Amerika’da böyle anlayışlar her zaman egemen olmuş mudur? Bu sütunların olanak verdiği ölçüde bu soruya yanıt vermeye çalışacağım. Böylece Amerikan tarihinin ve siyasal kültürünün ne denli karmaşık ve ilginç özelliklerden oluştuğunu göreceğiz. ABD’nin, süper devlet olma konumunu zayıflatacak bir dış politika güdebileceği beklentisi içinde olmamalıyız. “Öteki” Amerika’nın savunduğu “cumhuriyetçi” değerlerin, “cumhuriyetçi” idealin, ABD’nin dış politikasında “köklü” bir değişim getireceği, en azından, şu aşamada mümkün gözükmüyor. larını sağlamış ve insanların soylu unvanlarına olanak vermiştir. Soylu bir aileden gelen de Tocqueville için Amerika’da gördükleri, oradaki yaşam biçimi demokrasi için ümit vaat etmektedir. Öte yandan şu konuları da göz ardı etmeyelim: 19. yüzyılda Avrupa’daki sosyalist akımların etkisi Amerika’da da kendisini göstermiştir. Örneğin Indiana eyaletinin bir kesiminde “komün” yaşamını deneyen topluluklar vardır. Karl Marx’ın yazıları “Herald Tribune” gazetesinde yayımlanmaktadır. ABD bir “cumhuriyet” olarak kurulmuştur. Özellikle “Federalist”ler cumhuriyet geleneğini inançla sürdürmüşlerdir. Kuruluş yıllarında siyaset Amerika’nın en yetenekli ve ileri görüşlü insanlarını politikaya çekmiştir. Sanayileşme hızlanınca ve özellikle İç Savaş sonrası gelişmeler sonucu o ülkedeki yetenekli kişiler siyaset dışına kaymış ve sanayileşme atılımları içinde yer almıştır. Kuruluşu döneminde John Adams, Madison, Alexander Hamilton, John Jay gibi “cumhuriyetçi” devlet adamlarının isimlerini bilmemize karşın, Abraham Lincoln’den sonra Roosevelt’e kadar devlet başkanı olmuş kişilerin adlarını pek anımsamayız. Güttüğü “eli sopalı!” dış siyaset politikasıyla belki Theodore Roosevelt’i ya da ekonomik buhran döneminin devlet başkanı Hoover’i bir ölçüde anımsayabiliriz. ABD’DE SOLCULUK... Amerika’da “sol” diye tanımlanan görüşler, genede varolan ekonomik sistemi sorgulamıyorlar. ABD’de “solculuk”, savaş karşıtı tutumlar ve; örneğin, zencilere, “yerlilere” eşitlikçi muamelenin gerekliliği üzerinde odaklanıyor. Ancak ’30’lu yılların başlarında Franklin Delano Roosevelt iktidara gelince ve ekonomik buhranın etkisiyle var olan ekonomik düzeni sorgulayan kişiler, düşünürler, üniversite öğrencileri, bürokratlar, hatta üst düzey yöneticiler ortaya çıkmaya başladı. Lillian Hellmann gibi bir yazar o dönemin bir ürünüdür. Roosevelt, ekonomik buhran nedeniyle çökmüş ekonomik düzeni düzlüğe çıkarabilmek için bir ölçüde “devlet müdahalesi”nin gerekliliği üzerinde durdu. Ve bazı konularda bunu yerine getirdi. Örneğin, işsizliğe çözüm bulmak için geniş çapta karayolları yapımına girdi. Her yıl taşması sonucu çevresini harap eden, yöreyi yoksulluğun alt sınırında tutmaya yargılı kılan Tennessee Nehri’ni kanallarla, setlerle kontrol altına getirmeyi devlet katkısıyla yaptı. David E. Lilenthal’ü bu projenin başına getirdi. Lilenthal, bu projenin devlet ve halk işbirliğinin çok güzel bir örneğini oluşturduğunu, Democracy on the March (Yürüyen Demokrasi) başlıklı kitabında dile getirdi. Gerçi o dönem Amerikası’nda bu tür devlet müdahaleciliğine karşı olan güçlü bir işadamı kesimi vardı. EKONOMİK SİSTEM SORGULANIYOR 1929 yılında başlayan ve kapitalist sistemin çöküşüyle sonuçlanan ekonomik bunalım dönemi yaklaşık sekiz, on yıl sürdü. Bu dönemde birçok kişi, özellikle bazı üniversiteler ekonomik sistemi sorgulamaya başladılar ve daha adil bir düzen özlemine girdiler. O dönemde işçi sendikaları belki Amerika’da en güçlü dönemlerini yaşamaktaydılar. Roosevelt sendikaları yanına çekebilmişti. ABD’deki öğrencilik yıllarımda birçok hocam o dönemin ürünleriydi. Ve genelde, hemen hepsi tartışmasız bir şekilde Roosevelt’in New Deal (Yeni Düzen) siyasasını desteklemiş ve sosyal adalet yanlısı idiler. Hatta şimdilerde Nobel Ödüllü Amerikalı iktisatçı Paul Krifman, “güdülen küreselleşmeci ekonomi politika yanlıştır, bu böyle süremez; er geç yeni bir ‘New Deal’ dönemine girmemiz gerekecektir” demektedir. Türkiye’de Yükselen ‘Milliyetçilik’... vrupalı ve Amerikalı gazeteciler son günlerde sürekli şu soruyu yöneltiyorlar: ‘‘Türkiye’de milliyetçilik neden yükseliyor?’’ Bu soruyu sormalarının arkasında yatan neden ise Türkiye’de Amerika ve Avrupa’ya karşı artan tepkiler. Bu durum, ‘‘emperyalizme karşı eğilimlerin güçlenmesidir’’. Güney Amerika ülkelerinde Batı buna kendine göre bir ad bulmuştur; ‘‘ulusal sol’’ demiştir. Türkiye’de son yıllar içinde ABD ve Avrupa karşıtı kuşkuların ve düşüncelerin artmasına neden olan öğeler şunlardır: 1) ABD’nin Irak’ta ve bölgede izlediği işgal politikalarının, Türkiye ve bölge üzerindeki siyasi ve iktisadi faturaları fiilen görülmeye başladı. Güneydoğu’daki başkaldırı girişimlerinin arkasında yalnız PKK’nin bulunmadığı, onun arkasındaki gücün ABD, İngiltere ve diğer Avrupalılar olduğu artık sokaktaki insanımız tarafından da görülür hale geldi. Medya karartmaları ve yanıltmaları bile bu gerçeği örtemiyor. Türkiye’nin ABD tarafından İran ve Suriye’ye karşı sıkıştırılmakta oluşu siyasi, bürokratik ve iktisadi çevreleri daha fazla rahatsız etmeye başladı. Herkes ABD’nin (ve Batı’nın) bölgede yaratmak istediği kaosu ensesinde hissediyor. Deprem felaketi bekler gibi, ABD operasyonları beklenir hale geldi. 2) Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi içine almadan arka bahçesi haline getirmekte olduğunu artık daha geniş kesimler görüp yaşamaya başladılar. ‘‘AB öyle istiyor’’ diye satılan ulusal tesisler sonucunda işçiler AB’nin gerçek yüzü ile karşılaştılar. AB’nin ‘‘belediyeler derken, yalnız ayrılıkçı belediyeler ile ilgilendiğini’’ sokaktaki vatandaş da görmeye başladı. Piyasanın yabancı şirketler tarafından işgali esnafı ve yerli iş çevrelerini vurmaya başlayınca gerçek faturanın kime çıkarıldığı daha açık görüldü. Yunan askerinin işgali yerine Yunan milli bankasının yerleşmesi, halkın gözünü açtı. 17 Aralık 2004 ve 3 Ekim 2005’te AB ile yapılan anlaşmaların Türkiye’yi üyeliğe değil sömürgeleşmeye götürdüğü çiftçi, işçi ve ulusal sanayici tarafından daha fazla anlaşılmaya, hissedilmeye başlandı. Kısaca soğuk savaşın bitiminden sonra ABD ve AB’nin bu topraklardaki eski hesaplara yeniden yönelmeleri, Lozan’ın yerine Sevr’i getirmek istemeleri Türkiye’de daha geniş kesimler tarafından görülür hale geldi. A DEMOKRASİ İÇİN ÜMİT... Alexis de Tocqueville, 19. yüzyılda yayımlanmış Amerika’da Demokrasi başlıklı kitabında şu görüşü öne sürmüştür: ABD demokrasi konusunda Avrupa’dan bir adım öndedir çünkü bu ülkenin bakir toprakları ve yaşam biçimi, insanların daha eşitlikçi olma ‘Bana sessizliğinizi armağan ettiniz’ nebilir ki McCarthyizm büyük ölçüde bu birliğin çabaları sonucu sona ermiştir. Bir başka önemli kuruluş da 1947’de kurulan Americans sonunu getiren Roosevelt’in ölümü for Democratic Action’dır (Dedeğildi. Esas neden soğuk savaşın mokratik Eylem İçinde Amerikabaşlamasıydı. Sovyet Rusya düşlılar). Kurucuları arasında Eleanor man ilan edilince o düzeni çağrıştıRoosevelt, işçi önderi Walter Reran ılımlı olan sosyal demokrat göuther, iktisatçı John Kenneth rüşler bile töhmet altında bırakılmaGalbraith ve tarihçi Arthur Schleya başladı. Bazı öğrenciler, hatta singer Jr. vardır. Bu kuruluş hemen yöneticiler Komünist Partisi üyesi her alanda araştırma yapar ve pek olmuşlardı. Soğuk savaşın başlatçok konuda ilerici siyasalar üretir tığı ortamda bırakınız komünist göve önerir. Ancak “öteki” Amerirüşleri, sosyal demokrat görüşler ka’ya yeni bir boyut ve canlılık gebile töhmet altından olmaya başlatiren Reagan döneminde ivme kadı. Sovyet yanlısı olmakla suçlanan zanan, küreselleşmeci, sosyal ada“Ford Vakfı” Başkanı çalıştığı binaletten yoksun politikalara karşı başnın penceresinden atlayarak intihar layan hareket oldu. Ronald Reagan etti. Aşırı solda olmamalarına kar1981 yılında başkan şın kapitalist sistemi olunca, Federal yareleştirdiklerinden ötügıçları ve Federal kurü pek çok kimse işin Cindy Sheehan rumları fazla “aktiden olmaya başladı. vist” olarak eleştirdi. Bu durum McCarthy Bunun üzerine döneminde hızlandı. Frank Michelman Bu olumsuz gelişve Cass Sunstein melere karşın, “öteki” gibi Amerikalı hukukAmerika canlılığını baçular, hukuk fakültezı sivil toplum kuruluşlerinde cumhuriyetçi larını ve bazı etkin düdoktrin çalışmalarını şünürlerin tutumları canlandırarak tek tanedeniyle bir ölçüde raflı, “yanlı” yasalara koruyordu. Amerikarşı kamu yararını ka’nın ünlü ozanı, korumak için yargı“Abraham Lincoln” nın “müdahale” uzmanı Carl Sandhakkının doğduğu görüşlerini geburg’un Kaliforniya Üniversitesi liştirdiler. Cumhuriyetçi geleneğin Berkeley Kampusu’nda verdiği bir “özeli” değil, “kamu yararını” ön konferansı anımsıyorum. Sandplanda tutması ve “eşit yurttaşlık” burg, elinde “banjosu” ile hem gerektirdiğini vurguladılar. Bu gösözle ve hem de banjosuyla (Âşık rüşleri, örneğin, Baltimore ÜniverVeysel’i anımsayalım) Amerikalı olsitesi Hukuk Fakültesi ve bu fakülmanın ne demek olduğunu anlattı. tenin değerli hukukçusu Mortimer Bu toprakların esas verimliliğinin Sellers de devletin cumhuriyetçi özgür ve eşit olmaya olanak tanıngeleneği uygulaması ve siyasetin masından kaynaklandığından söz dinsel görüşlerin dışında tutulması etti. Sözlerini bitirdiğinde koskoca konularında yayınları ve konferansve dopdolu salona bir sessizlik çökları ile çaba gösteriyor. Diyebilirim ki tü. Çıt çıkmadı. Ve Sandburg şöyle Bush’un dinci, “evangelist” yakladedi: “Alkışlarınız yerine bana şımı bu hareketliliği hızlandırmıştır. sessizliğinizi armağan ettiniz. “Öteki” Amerika’nın cumhuriyetDemek ki anlattıklarımın sizin içiçi geleneği canlandırma hareketi nizde bir yeri var.” Öte yandan şimdilerde Cindy Sheehan’ın semABD’deki bazı kuruluşlar da benzer bolleştirdiği, genelde, savaş karşıtçaba içindeydiler. Bunlardan biri lığından, özelde Irak savaşı karşıt1920’de kurulmuş olan “American lığından daha geniş ve daha derin Civil Liberties Union”dur (Ameribir platforma yayılmış durumdadır. kan Sivil Özgürlükler Birliği). De’deki sosyoekonomik ABD düzeni bir ölçüde sorgulayan ‘New Deal’ politikasının “Hillary Clinton’ın başkanlığı ne ölçüde ‘cumhuriyetçi ’ görüşlere yakın olabilir” bu tartışılır. Clinton’ların idolü Kennedy S onuç olarak, şu soruya yanıt aramanız gerekmektedir? “Öteki” Amerika gelecek seçimde kendi görüşlerine yakın bir “başkanı” seçtirmede etkin bir rol oynasa dahi, uygulamada bu başkan ne kadar insancıl bir iç ve dış politika güdebilir? Öncelikle ABD Başkanı ne denli güçlü yetkilere sahip olsa bile, önemli siyasalarda Temsilciler Meclisi ve Senato’nun; kısacası, Kongre’nin desteğini almak zorundadır. Seçimler sonucu muhafazakâr eğilimli kişiler Kongre üyesi olursa yeni siyasaları oluşturmak ve uygulamak çok zor olur. Bu arada ABD “Supreme Court”u (Anayasa Mahkemesi) göz ardı etmemek gerekir. Bu sakıncalar gerçekleşmezse ve “öteki” Amerika kendi görüşlerine yakın bir başkan ve Kongre’nin varlığı ile güçlense durum ne olur? Bu soruyu iç politikada durum ne olur ve dış politikada durum ne olur diye açmak gereklidir. ABD’nin ekonomisi güçlü durumdaysa ve herhangi bir kriz yoksa, daha “paylaşımcı” bir ekonomi politika uygulamak zor olacaktır. Çünkü ABD’de işverenin çıkarlarına destek veren olağanüstü güçlü lobiler var. Bu aşamada akla gelen bir başka soru da seçildiği takdirde; örneğin, Hillary Clinton’ın başkanlığı ne ölçüde sözünü ettiğim “cumhuriyetçi” görüşlere yakın olacak? Bu tartışma götürür bir konu. Clinton’lar için “idol” J. F. Kennedy’dir. Roosevelt değil. İç politikada daha sosyal adaletten yana, halktan yana bir politika güdülebileceğini düşünebiliriz. “Öteki” Amerika iç politikada etkin konuma gelirse, ABD dış politikasında ne ölçüde değişim gerçekleşebilir? Kesin bir yanıt vermek olanakdışı. Savaş karşıtlığı güçlense bile, unutmamak gerekir ki ABD bir “süper devlettir”. Askeri müdahalelerden büyük kâr sağlayan silah sanayii ve benzer kuruluşlar dışında “öteki” Amerika da ABD’nin bu konumunu yitirmesini; örneğin bir “AB”den, bir Çin’den daha güçsüz konuma gelmesini istemez. Ancak ABD, “Vietnam” savaşında olduğu gibi, politikalarını yeniden değerlendirebilir. ABD’nin süper devlet olma konumunu zayıflatacak dış politika güdebileceği beklentisi içinde olmamalıyız. “Öteki” Amerika’nın savunduğu “cumhuriyetçi” değerlerin, “cumhuriyetçi” idealin, ABD’nin dış politikasında “köklü” bir değişim getireceği, en azından, şu aşamada mümkün gözükmemektedir. Bu kanımızı bir örnekle destekleyelim: Bir ölçüde “öteki” Amerika’nın sesini duyuran Başkan Roosevelt’in güttüğü iç politika, ABD gerçekleri açısından, oldukça ilerici öğeler içermekteydi. Ancak Roosevelt’in güttüğü dış politika için aynı yargıya varmak olanakdışı. Kendisinin öncülük ettiği Yalta Antlaşması’nı anımsayalım. Başkan Roosevelt yönetiminde 1920’li yılların içe dönük siyasasından uzaklaşıldığını ve ABD’nin dünya politikasını yönlendirme girişimlerinin daha yoğun bir biçimde ortaya çıkmaya başladığını da göz ardı etmeyelim. SEBEP BU... İşte, son zamanlarda Türkiye’de artan antiemperyalist eğilimlerin arkasındaki esas neden budur. ‘‘ABD ve AB’nin emperyalizmindeki artış, antiemperyalist hareketi tetiklemiştir.’’ Türkiye’deki antiemperyalist hareketin içinde kimler yok ki? Ulusal sol bunun içinde ve en başındadır. Kendilerini sağ olarak gören ve aynı zamanda emperyalizme karşı çıkan çevreler bunun içindedir. Emperyalist güçlerle işbirliğine gitmeyen ve Batı emperyalizmini reddeden İslamcı çevreler de buna dahil edilebilir. Açık ve örtülü işbirlikçiler d ışında bulunan herkes antiemperyalist cephededir. ABD’li ve Avrupalı gazetecilerin ‘‘yükselen milliyetçi değerler’’ olarak tanımlamaya çalıştığı şey aslında çağdaş Atatürk milliyetçiliğidir. Çağdaş Atatürk milliyetçiliğinin içindeki temel doku sömürgeciliğe karşı duruştur: ABD ve AB’nin son yıllarda bölge ve Türkiye politikalarında ‘‘yükselen sömürgecilik’’, Türkiye’de de ‘‘antiemperyalist ulusalcılığın’’ yükselmesine yol açmaktadır. Bu, kaçınılmaz bir diyalektiktir. Aynen Güney Amerika’da görüldüğü gibi...Soru yönelten gazetecilere şunu söylüyorum: Aynaya bakın, Türkiye’deki yükselen değerlerin nedenini göreceksiniz... www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali