Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 OKURLARA İBRAHİM YILDIZ C olaylar ve görüşler 21 NİSAN 2006 CUMA Rejim Tehlikede... tatürk’ümüzün bin bir özveriyle ve yaşamı pahasına kurmuş olduğu laik ve tam bağımsız Cumhuriyet rejimi, bugün ülkemizde varlığını sürdürebilmek savaşımını vermekte... Atatürk’ün laik Cumhuriyet rejimini kurarken benimsemiş olduğu ‘‘çağdaşlık’’ ilkesi, ondan sonra gelen iktidarlar tarafından ‘‘Batılılaşma’’, daha doğrusu, ‘‘Batı’ya öykünmek’’, ‘‘Batı’nın izinden gitmek’’ olarak algılanmıştır. Bu düşünce biçimi, beraberinde tek yanlı olarak, Batı’ya bağımlı olmayı getirmiş ve ülkemiz, üzülerek söylemeliyim ki, çok yanlı dış politika izlemekten uzaklaştırılmıştır. AKP hükümeti de, çağdaşlaşmayı ‘‘Batı’ya tek yanlı olarak bağlanma’’ olarak algılamayı sürdürmektedir. Dış politikasında AB’nin ve ABD’nin sözlerinden çıkmamayı kabul eden AKP hükümeti, uzlaşma adına ödün üzerine ödün PENCERE gün ülkemde, üzülerek söylemeliyim ki, bu tehlikeli ve vahim gidişi gözlemlemekteyim. AKP hükümeti, ülkemizin varlığını ve geleceğini tehlikeye sokan bir oyun oynamakta ve kimsenin de buna karşı sesi çıkmamaktadır. Dış politikada izlenen Batı’ya bağımlılık çizgisi, Atatürk’ün dış politika ilkelerinin başında gelen ‘‘tam bağımsızlık’’ ilkesiyle de ters düşer. Ekonomi, maliye ve kültür alanlarında tam bağımsızlığını yitiren ülkemizin, siyasal alanda da tam bağımsızlığını yitirebilme olasılığıyla karşı karşıyayız. Bu duruma düşmemizin önlenebilmesi için, Atatürkçü aydınları, halkımızı ve özellikle de gençlerimizi, uyarı görevlerini yerine getirmeye ve Türkiye’nin, uluslararası toplulukta, Atatürk’ün döneminde sahip olduğu itibarlı ve onurlu konuma yeniden getirilmesine katkıda bulunmaya çağırıyorum!.. Tehlikenin Farknda mısınız? İrtica siyasete, eğitime ve devlete sızıyor... Laiklik ve milliyetçilik gibi Cumhuriyetin temel nitelikleri yıpratılıyor... Gericiliğe karşı mücadele, halkın dinsel inançlarına karşı çıkmak gibi gösterilerek din sömürüsü yapılıyor... Türk ordusu hak etmediği bir tartışmanın içine sokuluyor... ??? Yukarıda yer alan cümleler, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in son konuşmasının en can alıcı bölümleriydi. Geçen perşembe günü ‘‘Tehlike büyük’’ manşetiyle duyurduğumuz bu haber üzerine dinci basında saldırı içeren yorumlar yapıldı. Dinci basının, Cumhurbaşkanı Sezer’i hedef alan manşetlerine Başbakan Erdoğan da katılarak, ‘‘Cumhurbaşkanı ortalığı bulandırıyor’’ suçlaması yaptı. ??? Bir süre önce başladığımız reklamlarımızda ‘‘Tehlikenin farkında mısınız’’ sorusunu sorduk. Dinci gazetelerin bazı yazarları gazetemizin reklamı ile paralellik kurarak Cumhurbaşkanı ile Genelkurmay Başkanı’nın açıklamalarına Cumhuriyet’in zemin hazırladığını yazdılar... İrtica ve bölücü gelişmeler sürdükçe, biz ‘‘Tehlikenin farkında mısınız’’ sorusunu gündemde tutacağız. Atatürk’ün adını verdiği Cumhuriyet gazetesinin 82 yıllık mücadelesinde, dün olduğu gibi bugün de Cumhuriyetin temel niteliklerini savunmak var... ??? Haftanın bir başka önemli gelişmesi Başbakan Erdoğan’ın İran Büyükelçisi Devletabadi ile bir araya gelmesiydi. Kamuoyundan gizlenen bu görüşmede İran’ın nükleer programı, Irak’taki hükümet pazarlıkları ve PKK’nin sınırdan Türkiye’ye yaptığı sızma hareketlerinin konuşulduğu öğrenildi. Arkadaşımız Fırat Kozok tarafından ortaya çıkarılan bu görüşmenin, büyükelçinin Tahran’dan dönüşünden sonra yapılması ise, ‘Erdoğan’a mesaj mı geldi’ sorusunu gündeme getirdi. ??? Ankara’da bu sıcak gelişmeler yaşanadursun, İstanbul’un büyük bir çevre felaketi ile karşı karşıya olduğu ortaya çıktı. Tuzla’ya bağlı Konaşlı mevkiinde bir dere yatağına gömülen onlarca varil zehirli atık, belki de etkisi yıllarca sürecek bir kirliliğe yol açacak. Çevre ve yaşam bilincinden uzak kişilerce toprak altına gömülen bu varillerin, seracılık yapılan bölgenin yanında ortaya çıkması ise kanser endişesini de beraberinde getirdi. Tüm dünya elindeki doğal kaynakları, temiz suyu, tarım alanlarını korurken, Türkiye’nin bu konudaki duyarsızlığı gerçekten düşündürücü. Ancak, Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe, çevre katliamı konusunda yaptığı açıklama ile kafaları karıştırdı. Pepe’nin, zehirli varillerin hangi fabrikaya ait olduğunu bildiğini söyleyip ardından bilmiyorum demesi derin bir çelişkiydi. Mevzuat ve cezaların yetersizliğini savunan Pepe’nin çevre suçlarına yönelik yasa tasarısının 10 yıldır TBMM’de beklediğini bilmemesi düşünülemez... ??? Spor dünyasında ise yine futbol ön plandaydı. Diğer gazeteler, Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş’ta yaşanan gelişmeleri sütunlarına taşırlarken, Cumhuriyet, yeni spor yasa tasarısını gündeme getirdi. Arkadaşımız Arif Kızılyalın’ın haberinde, spor yönetiminin GSGM’den alınıp belediyelere verilmesinin yaratacağı sorunlar gözler önüne serildi. CHP Milletvekili ve eski Bakan Fikret Ünlü’nün de yeni yasayı irdeleyen yazıları dikkat çekiciydi. İyi haftalar. A DOÇ. DR. HÜNER TUNCER veren, Batılı devletlerin baskılarına karşı direniş gösteremeyen ve onların baskılarına boyun eğen bir çizgi izlemektedir. ABD’nin, başta ülkemiz olmak üzere, öteki Ortadoğu ülkelerine benimsetmek istediği ‘‘ılımlı İslam’’ modeli, ülkemizin laik Atatürkçü rejimine tam karşıt olan bir rejimdir. Ancak, ‘‘ılımlı İslam’’ modeli, AKP hükümetinin yönetim felsefesine uygun, AKP’li yöneticilerin görüşlerini az çok yansıtan bir rejim görünümündedir. Dış politikada ‘‘ılımlı İslam’’ modelini kabul etmeyi öngören hükümet, iç politikada da, yıllardan beri gerçekleştirmeyi hedeflediği dini esasları içeren bir rejimi uygulamaya geçirebilecektir. Türk kamuoyunun, dış politika alanında bilinçlendirilmesi ve aydınlatılması gerekir. Günümüzde artık yalnızca devletten devlete ilişkiler değil, halktan halka ilişkiler ön plana geçmektedir. Dış politika ve diplomasi alanları, artık yalnızca politikacılara ve diplomatlara bırakılamayacak denli önem kazanmıştır. Geçen yüzyıllarda yalnızca hükümdarlar ve onların çevresindekiler tarafından yürütülen ‘‘gizli’’ diplomasi, yirminci yüzyılın başlarından itibaren yerini ‘‘açık’’ diplomasiye bırakmıştır. Bu anlayış değişikliği çerçevesinde, bireylerin, hükümetlerinin yürüttüğü dış politikayı denetleyebilmeleri mümkün olabilmelidir. Hükümetler; basınyayın organları, hükümetdışı kuruluşlar ve kamuoyu tarafından denetlenmediği takdirde, istedikleri iç ve dış politikayı izlemekte kendilerini özgür hissederler. Bu, tehlikeli bir gidiştir! Ben bu Köy Enstitüleri Davası Sürüyor.. Ç Balans Ayarı ORHAN BURSALI C umhurbaşkanı Sezer’in Harp Okulları’nda yaptığı dört dörtlük konuşma (www.cankaya.gov.tr adresinde) ve din tacirlerinin bu konuşmaya tepkileri, ülke siyasetinin anayasal düzen konusunda nasıl tam ikiye ayrıldığını yansıtıyor.. Başbakan ve AKP , Vakit, Yeni Şafak, Zaman gibi dinci gazeteler el ele, Cumhurbaşkanı’na veryansın etme yarışındalar. Ama hayır, çarpıttıkları bir şey yok aslında.. Erdoğan ve diğer köktendinciler, ne istediklerini biliyor. Laik bir düzen kesinlikle istemiyorlar ve bu konuda başından beri anayasal düzene savaş halindeler. Erdoğan’ın, ‘‘İnananlara siyaseti yasaklarsanız bu halk sizi affetmez’’, diyerek halka dalkavukluk yapması ve ‘‘Cumhurbaşkanı ibadete yasak getirmek istiyor’’ çarpıtmasını ileri süren takımın safında yer alması, Türkiye’nin giderek gergin ve çatışmalı dönemlere doğru dörtnala gittiğinin göstergesidir.. Erdoğan ve AKP ile Fethullahçıların ve diğer köktendincilerin niyetleri şimdi daha açık ve seçiktir: ‘‘Din bir siyaset aracıdır; iktidar, şöhret, zenginlik getirmektedir, o halde sonuna kadar istismar edilecektir.. Devlet düzeni ve yönetimi ile toplumsal yaşam, dinin gereklerine göre adım adım biçimlenecek. Bu yolda atılan her adım, bizi iktidara daha fazla perçinleyecek.. Karşı çıkanlara en büyük silah olarak ‘halkı’ kullanacağız; laikliği savunmayı ‘‘laikçilik’ olarak nitelendiren liberal kesimi kullanacağız.. Bunların ordu düşmanlığından yararlanacağız.. Onları ‘din ve vicdan özgürlüğü’ ile yemleyeceğiz; laikliği bu derekeye indirgeyeceğiz; her kazanılan kale, bizi amacımıza bir adım daha yaklaştıracak ve siyasetimiz giderek dönülmez bir noktaya gelecek...’’ ??? AKP, bu ülkenin durumunu düzeltecek hiçbir şey yapmamıştır! Ekonomide tam IMF’in memurluğunu yapıyorlar. Türkiye’nin ekonomik dengeleri tıpkı kriz öncesi gibidir. Ekonomide yapısal bir dönüşüm olmamış, büyüme ancak her zamanki gibi büyük cari açık ve büyüyen borçlarla karşılanabilmiştir. ‘‘IMF’ye borçları’’ azalmıştır zorunlu olarak, ama özel sektörün, bankaların borçları büyümüş, bir kriz anında, uluslararası jandarmaların bütün bu borçları milletin sırtına yıkacakları, iktidara gelen uşak ruhlu siyasetçilere kamçı ile son kuruşuna kadar ödettirecekleri, tarihsel belleklerde yazılıdır. Bu büyük borçla büyüme, piyasalardaki göreceli finansal yapısal denge, yine yoksulların sırtından ve işsizliğin katlanarak artması pahasına gerçekleşmiştir! ??? AKP, ABD ile zor ilişkiler yaşıyor. ABD’ye dayanarak iktidar olmanın bedelini, Washington veya Pentagon, ödettirme peşindedir. Bush, ya AKP iktidarına diz çöktürecek ya da ipini çekecektir. Bunu hisseden Erdoğan, başdanışmanlarından Zapsu’yu ABD’ye gönderterek af diletmektedir, ‘‘sifonu çekeceğinize beni kullanın’’ dedirtmektedir! Zapsu görevinde olduğu sürece, bunu böyle kabul etmek zorundayız... ABD, AKP’ye balans ayarı denemesindedir.. Amerikan gazetelerinde, laikliğin mezarını kazan AKP uygulamaları eleştirilerek ‘‘laik çevrelere’’ göz kırpılıyor. Fakat aslında AKP’ye ‘‘Bak canına okuruz senin!’’ deniyor. AKP , ipinin (yoksa sifonun mu?!) çekilmesi korkusu içindedir! Çünkü daha önce Kemal Derviş aracılığıyla yıkılmış bir hükümet örneği belleklerde tazedir! AKP bu nedenle Amerikan politikalarına ülkeyi alet etmekte acele ederse bu da ayrı bir felaket olacaktır! Özetle bir AKP felaketi yaşıyor ülke! ??? Cumhurbaşkanı’nın konuşması demokrasi için Balans Ayarı niteliğindedir! AKP’nin dizginsiz koşusu daha çok balans ayarı konuşması gerektirebilir.. AKP unutmasın ki, kendisi de bir balans ayarının ürünü olarak ortaya çıktı! Ama geçmişin din ticareti dengesizliklerine şimdi kendisi derin kulaçlar atıyor! NOT: Cumhuriyet’in reklamları o kadar etkili oldu ki, Fethullahçılar yandaşlarına talimat vermiş: Cumhuriyet okuru kılığına bürünün ve durumdan şikâyet edin! Fethullahçılar, ‘‘Cumhuriyetin sadık okuruyum, Cumhuriyet bana babadan yadigâr kaldı, fakat son reklamlarınız gazetemin gerçeklerden saptığını gösteriyor.. Acaba yanılıyor muyum, Cumhurbaşkanı’nın konuşmasına sahip çıkmanız sanki darbeye çağrışım yaptığınızı gösteriyor... Gazetem nereye götürülmek isteniyor’’... benzeri epostalar gönderiyor! Fakat mesajların ardındaki ruh öyle sırıtıyor ki! Nisan 2007’yi Unutmayın! A KP’nin Yozgat il kongresinde Açık Lise Yönetmeliği’ni durduran Danıştay kararını hatırlatan bazı vatandaşlara, Başbakan Erdoğan, şöyle yanıt veriyor: ‘‘Bazı şeyleri, sabırla aşacağız. Gerilim politikası yapmak isteyenler var. Biz bu oyuna gelmeyeceğiz. Siz, bizim gözümüze bakarak ne demek istediğimizi anlayacaksınız.’’ ( Akşam, 17 Nisan 2006) Erdoğan’ın gözlerinin içine bakanlar, kendisini başbakan yapanlardan, 2006 Nisanı’nda, sadece bir yıl daha sabretmelerini söylemek istediğini göreceklerdir. Sadece bir yıl. Yani 2007 Nisanı’nda; Ahmet Necdet Sezer, görev süresi sona erdiği için Çankaya’dan ayrılacak ve Türkiye Cumhuriyeti’nin on birinci başkanı ya Erdoğan ya da onun şahadet parmağıyla işaret ettiği birisi olacaktır. Görev süresinin tamamlanmasına tam bir yıl kalan Cumhurbaşkanı’nın, ‘‘Atatürk ilke ve devrimlerini tek yol gösterici kabul eden, aydınlanma felsefesinden ayrılmayan, ulusal değerlere yürekten bağlı, yurdunu ve Cumhuriyeti korumayı temel görev bilen Türk Silahlı Kuvvetleri’’ mensuplarına verdiği konferans, çok yaşamsal unsurları içeriyor. Öyle olduğu için de, adeta kızım sana söylüyorum gelinim sen anla özdeyişine göre, asıl muhataplarını çileden çıkartıcı bir tarihsel belge olarak görülüyor. Ve önce bizzat Erdoğan’ın konuşmaları ile daha sonra da yakın çevredeki bakanlar tarafından yaylım ateşine tutuluyor. Bugünkü görevine tarafsızlığını ve yansızlığını kanıtlayan bir çevreden gelmiş olan Sezer’in, Cumhurbaşkanlığından ayrıldıktan sonra özellikle yine politika dışında bir yaşam sürdüreceği bilindiği halde, kendisini yıpratmaya kalkışmanın nedeni olmalıdır. Erdoğan, isim vermeden, ‘‘dindar ORHAN BİRGİT insanları siyasetten alıkoymak’’la suçlarken sözcülüğünü yapan gazeteler daha abartılı bir strateji izliyorlar. Oysa Cumhurbaşkanı’nın sorunu dindarlarla değil, gericiliği kendilerine politikada bir yerlere ulaşmak için araç olarak seçenlerle. Öyle olduğu için de Harp Akademileri’ndeki konferansında, bazı Batı ülkelerinde sergilenen son karikatür olayını ‘‘İslamın kutsal değerlerine saldırı’’ olarak nitelendirmek ve böyle bir saldırının hoş görülemeyeceğinin altını çizmek gereğini duymuştur. Yine aynı konuşmada, Avrupa’da pek çok çevrenin salt dinsel ve kültürel yönlerden farklı olduğu için, Türkiye’yi AB içinde istemeyişleri de ‘‘ayrımcı yaklaşımlar’’ olarak nitelendirilmiştir. Sezer, sözünü ettiğim konuşmasında, Başbakan’ın atacağı çamurlardan haberliymişçesine ‘‘gericiliğe karşı bu savaşımın, halkın dinsel inançlarına karşı çıkmak gibi gösterilmesi de, başlı başına bir din sömürüsüdür’’ diyor. Demokratik laik düzenin, inanç sahibi insanlarımızın birey olarak dinsel yükümlülüklerini yerine getirmelerine engel oluşturmadığını vurguluyor. Dahası, ‘‘Türkiye Cumhuriyeti’ni ileriye götürecek ve geleceğe taşıyacak ana öğeler’’in ‘‘laiklik ve çağdaşlık’’ olduğunu bir kez daha vurguluyor. ‘‘Bu konuda asla ödün verilmemesi temel ilkemizdir’’ diyor. Çok konuşmayı sevmediğini bildiğimiz Cumhurbaşkanı Sezer, kim bilir başka hangi tarihte böylesine geniş bir söyleşi yaparak Çankaya’da nöbeti devredeceği kişiye sorumluluğunu bütün açıklığıyla anlatacak? Aslında, Çankaya’nın Nisan 2007’deki yeni sahibine de değil, Harp Akademisi Konferansında söylenilenler. Türkiye Cumhuriyeti’ni Atatürk’le birlikte kurmuş, bugünlere kadar taşımış olan herkese.. Özellikle kendisinden sonra bayrağı devralacak olan cumhurbaşkanını ya doğrudan seçecek olan TBMM üyelerine ya da onların da üstüne olması gereken sade vatandaşlara verilmiştir 12 Nisan 2006 Konferansı. Önlerinde henüz vakit varken neyi, nasıl yapmaları gerektiğini soğukkanlılıkla düşünüp karar vermelerini sağlayabilmek için. O sade vatandaşların parolası, tüm gerçek Cumhuriyetçilerin güç birliğinde 2007 Nisan ayından önce yapılacak bir erken genel seçim olmalıdır. arpıcı olsun diye gerçeği yalınlaştırıp vurucu söyleyişe dönüştürmekte yarar var: Tarım döneminde topluma damgasını vuran iki sınıf vardı.. ‘Senyör’ denen toprak ağalarıyla ‘serf’ denen köylüler demokrasiden ‘bîhaber’ yaşamayı Hıristiyanlığın mutluluğu diye biliyorlardı.. Vakta ki insan toplumuna ‘fabrika’ adında bir canavar musallat oldu ve sanayi burjuvasıyla proletarya diye vurgulanan işçi sınıfı ortaya çıktı; işler değişti... Devlet düzeni dönüştü.. Laiklik türedi.. Demokrasi üredi.. ? İki yeni sınıf: Sanayi burjuvazisi.. Proletarya.. Peki, bu iki yeni sınıfın oluşmadığı ülkelerde çağdaşlık, laiklik ve demokrasi olamaz mıydı?.. Kemalist devrim bu denemeyi Anadolu’da ve İslam dünyasında devreye sokmuştur... Bizde ne sanayi burjuvası vardı.. Ne fabrika.. Ne işçi.. Batı tarihine sınıfsal dönüşümle yazılan laiklik ve demokrasiyi Türkiye’ye kim getirecekti?.. Elde, sınıf değil; iki kuvvet bulunuyordu.. Askersivil bürokrasi bu işi kıvırabilecekler miydi?.. Öncü güç işlevini üstlenebilecekler miydi?.. Tarım daha başka deyişle köylütoplumunda bir mucize gerçekleşebilir miydi?.. ? Mustafa Kemal Türkiye’nin dışa dönük yüzünde emperyalizme, içe dönük yüzünde dinciliğe (dine değil) karşı savaşarak laik Cumhuriyeti kurmuş, hukukunu Aydınlanma Devrimi’nin içeriğiyle donatmış, köylü toplumundan çağdaş bir devlet çıkarma yolunda inanılmaz bir aşamayı gerçekleştirmiştir... Köy Enstitüleri bunun önemli atılımlarından biriydi... İnönüYücelTonguç döneminde ‘eğitimde iş işte eğitim’ yöntemiyle üretici ve yaratıcı bir metodu tarım toplumunda yakalayan ve uygulayan öğretim, köylüyü Aydınlanma’ya bağlayacak seferberliği başlatıyordu... Çok partili rejime açılan Türkiye’de sandığa egemen olan toprak ağalığı ve müttefikleri tehlikeyi görüp Köy Enstitüleri’nin belini kırdı... ? Yeni kuşakları nasıl yetiştirirsen toplumun geleceği de öyle olur... Köy Enstitüleri 1954’te kapatıldı.. Ama, kavgası günceldir; bugün de sürüyor. Nedir o kavga?.. Çocuklar, gençler, yeni kuşaklar ya dinci, İslamcı, çağdışı öğrenimle yetiştirilecekler.. Ya Aydınlanma’nın bilimsel yöntemleriyle eğitilecekler... Dikkat edin: AKP iktidarının eğitimde siyaseti ve uğraşı, imam okullarını temel öğretim kurumlarına dönüştürmek üzere büyük bir meydan savaşından başka şey değil... 1950’lerden bu yana hedefe doğru adım adım yürünüyor... CUMHURİYET 02 CMYK