Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
21 NİSAN 2006 CUMA dünya’dan SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU “İLK İŞ YASASI” GERİ ÇEKİLDİ. GENÇLER, YORULSAK DA DURMAYACAĞIZ DİYORLAR C Yok Öyle! Burası İtalya... D’ALEMA ‘PRODINO’YU IPLEMIYOR 11 Daha fazlasını istiyoruz... Fransızlar yorulmuş durumda, yürüyüşler şenlik havasını yitirdi. Yasanın çıkmasıyla ciddi boyut kazanan hareketi, en başından beri üniversite öğrencileri çekiyordu. ÖĞRENCİLERİN KARARLILIĞI... Üniversite öğrencilerinin kararlılığı lise öğrencilerini ve sendikaları işin içine çekmiş, hareketi büyütmüştü, ama bunun için neredeyse iki ay üniversiteler işgal altında kalmıştı. Sendikaların grev kararından iki hafta sonra, bir de üzerine patlayan “vahşi” eylemlerle hükümet geri adım attı. Lakin CPE’yi yasadan çeken başbakanın, yerine sunacağı kontrat herkesin merak konusu, sinirler gerildi. Buna rağmen CPE karşıtı hareket bu küçük zaferle yüzünü birden değiştirdi. Hükümetin bu hamlesinin sonuçlarını bu salı yapılan eylemde gördüm. RepubliqueRichelieuDrouot arası yapılan yürüyüşte en fazla üç bin kişi vardı. Geçen haftalarda yüz binlerle birlikte yürürken, salı günkü yürüyüşte sanki illegal eylemleri yapanlarla bir yürüyüşte birleşilmişti. Bir saat süren yürüyüş iki polis konvoyunun arasında geçip gitti. Yürüyüşe gene ortasından katıldığımdan bir an gördüğüm manzara ile şaşkına döndüm. Polis sayısının ezici üstünlüğü ile neredeyse sesi çıkmayan eylemciler, turistlerin ve esnafın arasından yürüyordu. Jussieu kortejinde yüz kişi bile yoktu. Hükümet istediğini elde etti, komik bir duruma düştük! RichelieuDrouot Meydanı’na vardığımda yürüyüşün başını çeken kamyonete, üniversitelerin öğrenci liderleri ve sendikaların temsilcileri çıkıp konuşma yapmaya başladılar. YÜRÜMEYE DEVAM EDİYORUZ... Bir köşeden olup biteni anlamaya çalışırken, yanımdaki sivil polisi fark ettim. Yürüyüş boyunca devamlı bir ileri bir geri gittiğimden gözüme birkaç kez takılan bu sivil, benimle birlikte konuşmacıları dinliyordu. Hareketin aktivist gençleri ateşli ateşli konuşurken artık dayanamayıp söylenenlere gülmeye başladı. Bütün sağ kesimin ciddiye almadığı, “canı sıkıldığından eylem yapan zibidiler” olarak gördüğü gençler hâlâ kararlılıkla isteklerini haykırdılar ve sonra dağılıp evlerine döndüler. Meydana vardıktan yarım saat sonra etrafta gazeteciler ve polislerle yalnız kaldım. Sadece birkaç genç, bulvarın üzerinde yere yatmış dinleniyorlardı. Onların yanından geçip, suçlu edasıyla polis tarafından arandıktan sonra çıkabildim çemberden. Önemli bir sonuç elde ettik, hükümet gençlerin isteklerine tepkisiz kalamadı. Halen 15 yaşındaki çocukların gece çalışmasına izin veren kanun yerinde dursa da, 8’inci maddesini değiştirttik. Yıllardır içlerinde birikmiş rahatsızlığı ifade edememiş Fransızların doldurduğu yürüyüşler geride kalsa da, hareketin ilk zamanlarına geri dönüş yaşasak da, yorulan gençlik geri çekilmeye başlayan hükümet karşısında tatmin olmadığını gösterdi. Daha fazlasını istiyor ve daha fazlasını da almak için yürümeye devam edecek! R OMA Winston Churchill’e bir keresinde ‘‘Muhalefetle aranızda sadece ‘2 oy fark var!’ Bu yetecek mi’’ diye sormuşlar. Churchill’in cevabı şöyle olmuş: ‘‘Harika! Demek fazladan bir oyumuz var.’’ İtalya’da Prodi’nin 25 bin oy farkıyla aldığı seçim, yenilgiyi kabul etmeyen Berlusconi tarafından hâlâ sorgulanıyor: ‘‘Yok öyle! Benden kurtulduğunuzu mu düşünüyorsunuz?’’ diyor İtalya’nın ‘‘Şövalye!’’si; ‘‘Yurtdışında (ilk kez) oy kullanan İtalyanların oylarında usulsüzlükler var!’’ SIYASETIN HAKEMI HÂLÂ BERLUSCONI Her gün şövalyenin şapkasından yeni bir sürpriz çıkıyor. Önce doğru işaretlenmediği için ‘‘yok sayılan tartışmalı oy pusulalarının’’, sadece kendi liderliğindeki merkez sağın (Özgürlük Evi’nin) eksi hanesine yazıldığını ve ‘‘hile yapıldığını’’ iddia eden Berlusconi, bu tutmayınca şimdi bu kez de ‘‘gurbetçi oylarda şike’’ iddiasını ortaya atıyor. ‘‘Kuzey Ligi’’ partisinden ortakları da ‘‘oy sayımı üzerinde’’ yeni tartışmalar açmaya hazırlanıyorlar. Adli merciler ‘‘seçim sonuçları’’ üzerine nihai mührü basana kadar iki kutup arasında ‘‘pinpon topu gibi’’ gidip gelen bu tartışma uzayacak. Ve siyasi panorama da netlik kazanmayacak. Çıkmaza giren sonuçları dışarıdan anlamak, anlamlandırmak çok zor. Basite indirgemek gerekirse durum şu: Berlusconi seçimden önce sahip olduğu gücü olduğu gibi koruyor. Ülkenin en büyük servetine sahip olduğu gibi, dünyanın da 25’inci zengini kendisi. Devasa medya imparatorluğu ise yerinde duruyor. Çizme’deki, özel ve devlet TV’lerinin yüzde 90’ı hâlâ onun elinde. Gazeteleri, dergileri, yayınevleri, dağıtım, finans, sigorta şirketleri, dünya cennetlerinin dört bir yanına yayılan paha biçilmez villalarıyla ‘‘Milan’’ takımına sahip olan ‘‘imparator’’, kamuoyunu şartlandırmaya devam ediyor. VE İTALYAN USULÜ TAVIZ Kendisine oy vermeyenleri ‘‘coglioni’’ (t...k) sıfatıyla aşağılayan ‘‘imparator’’, ‘‘25 bin oyluk fark nedir ki?’’ diye düşünüyor: ‘‘Yüzde hesabına vurulduğunda bu ‘0.1’ puanlık bir fark yaratıyor. Onlar % 49.8 oy aldıysa ben % 49.7 aldım. Seçmenlerin yarısının oyuna sahibim. Bunu ben karşı tarafa yedirmem. Kimse, benden icazet almadan İtalya’nın kaderine hükmedemez!’’ ‘‘Sandığın’’ ağırlığı bu MUSTAFA SUPHİ YILMAZ P Fransa’da “ilk İş Yasası”nın geri çekilmesi “zafer” olarak karşılandı. Ancak, gençler uzun mücadelelerinde yorgun düşseler de daha fazlasını istiyorlar. azartesi sabahı uyanıp da neler olduğunu takip etmek için internetteki bağımsız haber kanallarına göz attığımda, Başbakan De Villepin’in CPE kontratını yasadan çektiğini öğrendim. “Zafer!” diye haykırıyordu forumlar. Başka bir tarafta AngloSakson ekonomistler Fransız hükümetini yerin dibine batırıyordu. Sendikalar durumdan memnun olduklarını söylüyorlardı demeçlerinde. Zafer mi kazandı Fransız gençliği? Cevabını veremeyeceğimiz bir soru daha eklendi listemize... Geçen hafta sayısı artan küçük kalabalıkların dinamikleriyle nereden çıkacağı belirsiz, anlık kararlarla oluşan eylemler halen devam ediyor. Artık polisin tahammülü kalmadı, gözaltına alınan arkadaşlarımızın sayısı gittikçe arttı. Bense oturma iznimin bana tanıdığı ser bestliğin limitleri doğrultusunda yürüyorum sokaklarda... Küçük grupların yaptığı bu illegal eylemler, günlük hayata bire bir engel olduğundan her seferinde polislerin müdahalesiyle sonuçlanıyor. Artık yaka paça polis arabalarına tıkılan mı dersiniz, plastik kalkanlarla sıkıştırılıp dışarıya sürülen mi dersiniz, gençler her tarafta polisle iç içe, birebir etkileşimde. Tabii bu polisgenç yakınlaşmasının hiç de hoş olmayan sonuçlarını her gün duyuyorum. Artık vahşi boyutlara ulaşan harekette, kendime yer bulamıyorum. Eylemci olmaktan çok, artık seyirci gibi hissediyorum kendimi ve yakın çevremdekilerin de CPE karşıtı hareketten ne kadar uzaklaştıklarını da göz ardı edemiyorum. İki aylık mücadeleden sonra, günlük hayatlarında CPE ile yatıp kalkan durumda, ‘‘göreceli’’ bir konuma indirgenmiş oluyor. ‘‘Berlusconi’nin kanunları’’, ‘‘demokrasinin kanunlarına’’ ağır basıyor. Prodi’ye Başbakanlık yolunu açan ‘‘seçmenlerin iradesi’’, her kertede ‘‘Berlusconi’nin iradesi’’ ile tartılıyor ve boy ölçüşüyor. 10 Nisan akşamından beri yaşanan bu. Bu ‘‘boy ölçüşme’’ büyük olasılıkla ‘‘İtalyan usulü bir taviz formülüyle’’ sonuçlanacak. Berlusconi, ‘‘O oylar yeniden sayılsın!’’, ‘‘Bu oylara bir daha bakılsın!’’ diye direttikçe, bir taşla birkaç kuş birden vuruyor. Yenilgiye boyun eğmediği gibi ‘‘zaman kazanıyor’’! Bu şekilde hem ‘‘Özgürlük Evi’’ ittifakındaki ortaklarını hizada tutarak mızıkçılık etmelerini önlüyor, hem Prodi’nin kıl payı zaferini hadım ediyor ve kuşa çeviriyor. Hem de gelecek ay yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, muvafakatini almayan hiçbir adaya geçit vermeyeceğini ilan ediyor. ‘‘Hileşike!’’ diye bir yandan yaygara koparırken bir yandan da Prodi’nin merkez sol ittifakı ortaklarıyla ‘‘Cumhurbaşkanlığı adayları’’ üzerinde ‘‘pazarlık ediyor’’! ‘‘Corriere della Sera’nın sayfalarında birkaç gündür süregiden bu pazarlıklarda, ‘‘merkez solun’’ ağır topu Massimo D’Alema, ‘‘medya patronu siyasetçi ile diyaloğa yanaşmayan’’ ittifak lideri Prodi’yi hiçe sayarak Berlusconi ile paslaşıyor... D’Alema’nın hayali ‘Köşk’e’’ çıkmak! Berlusconi’nin desteği olmadan ‘‘Quirinale Sarayı’’nı rüyasında göremeyeceğini bilen Massimo D’Alema, merkez solun tüm diğer önceliklerini bir yana bırakarak Berlusconi’ye ‘‘ittifaklar arası diyaloğun mimarisini’’ birlikte inşa etmek için şimdi ‘‘zeytin dalı uzatıyor’’! Pratikte bu, Berlusconi’nin ‘‘dokunulmazlığını, medya imparatorluğunu ve İtalyan siyasetindeki hakem rolünü’’ koruması demek. Talepleri karşılanmazsa seçim sonuçları üzerine ilelebet ‘meşruiyet gölgesi’’ düşüreceğini beyan eden Makyavelist lider, Prodi hükümetini daha doğmadan avucunun içine almış durumda. ‘‘L’Espresso’’ dergisinin kapağı bu bağlamda çok anlamlı. Son sayısında kocaman, kırmızı bir Başbakanlık koltuğuyla çıkan ‘‘L’Espresso’’; koltuğun içinde küçülmüş, kaybolmuş bir Prodi resmediyor. Resmin altına İtalyanca’da ‘‘minik Prodi’’ anlamına gelen ‘‘Prodino’’ başlığını oturtan ‘‘L’Espresso’’, ABD Başkanı Bush’tan hâlâ ‘‘tebrik telefonu bekleyen’’ müstakbel Başbakanın encamını bir sözcükle anlatıyor. MOSKOVA GÜNLÜĞÜ HAKAN AKSAY İmaj Her Şey mi? aksay@rusya.ru Fıkra Koleksiyonu Biliyor musun, Rusya’da siyasi fıkraları en çok kim seviyor? Kim? Putin. Neden? Bu fıkralardan oluşan büyük bir koleksiyonu var. Fıkra anlatıcıları da koleksiyona dahil!.. uğunda, Bir kadın ilk kez âşık old âşıktır; iye kiş i gerçekten de sevdiğ ık ondan sonrakilerde art tır. aşk şey âşık olduğu tek ua ns Laroshfuko de Fra Gazetecilere Hipokrat Yemini ürk basını tiraj olarak Avrupa’nın T ön sıralarına çıkmış. Eh, TV izlemekte de dünya rekortmenleri arasındayız. Bu, medyamızın gücünü kanıtlamaya yetiyor mu? Medyanın gücü, en başta ona karşı duyulan toplumsal güvene dayanır. Eğer toplum, TV ve gazetelerin birilerinin çıkarlarını kolladığını, halkı savunmadığını düşünüyorsa reyting verileri medyaya saygınlık getirmeye yetmez. Bu bakımdan Türk medyası ne kadar güçlü? İnsan hayatını, hak ve özgürlükleri ne kadar savunuyor? Akıllı davranmak adına herkes birbiriyle yarışta; peki, ahlaki tutum açısından durum ne? ??? Tıbbın babası sayılan Hipokrat’ın 2 bin 500 yıl önce ettiği yemini bilirsiniz: ‘‘Tıp fakültesinden aldığım bu diplomanın kazandırdığı hak ve yetkileri kötüye kullanmayacağıma, hayatımı insanlık hizmetine adayacağıma, insan hayatına mutlak surette saygı göstereceğime, din, milliyet, cinsiyet, ırk ve parti farklarının görevimle vicdanım arasına girmesine izin vermeyeceğime şerefim üzerine yemin ederim.’’ Sizce gazetecilikte de böyle bir yemin edilmesinin zamanı gelmedi mi? Belki bunun yeni bir konu olmadığı söylenebilir. Örneğin Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin 1998 tarihli Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde şöyle deniyordu: ‘‘Gazeteci; barış, demokrasi ve insan haklarını savunur. (...) Üzüntü, sıkıntı, tehlike, yıkım, felaket ya da şok halindeki insanlar söz konusu olduğunda, gazetecinin olaya yaklaşımı insani olmalıdır. Gazeteci hiçbir maddi avantajın peşinde olamaz.’’ Türk medyasının saygınlığını güçlendirmesi ve kendini yenilemesi için gazeteci örgütlerinin, medya organlarının ve tek tek gazetecilerin kendi Hipokrat yeminlerini oluşturmaları sizce bir zorunluluk değil mi? kranlarda Berlusconi’yi her görüE şümde aklımda hep aynı kelimeler oynaşıyor: Hırs ve imaj! Galiba bunlar, 69 yaşındaki İtalyan liderin temel kavramları... Bir başkasının ‘‘İşte başarı ve mutluluk bu’’ diyebileceği yerde Berlusconi durmuyor. Bitmez tükenmez hırsıyla yeni bir alana saldırıyor. Onu bir tiyatro, bir mücadele, hatta savaş alanına çeviriyor. Hep farklı olmaya, etkileyici bir imaj yaratmaya çalışıyor. Ve genellikle başarıp gözünü yeni bir hedefe dikiyor. ‘‘Ben politikanın Hz. İsa’sıyım’’ di yen Berlusconi, Avrupa tarihinde yalnızca Napolyon’u kendisinden daha başarılı bulduğunu söylüyor. Ama Napolyon’dan üstün yanını vurgulamadan da yapamıyor: ‘‘Ben ondan daha uzun boyluyum!’’ Fiziksel görüntü Berlusconi için yaşamsal önem taşıyor. Öyle olmasa her sabah bir saat ‘‘güzellik seansı’’ yapar mı? İtalya’nın en zengin adamı olmak ona yetmiyor. (Forbes dergisine göre serveti 12 milyar dolar.) Milan Futbol Takımı’nı satın almak ve medya patronu olmak da yetmiyor ona. Başkalarının emekliliği düşündüğü bir dönemde, 57 yaşında siyasete atılıyor. Ortalama hükümet ömrü 2 yılı bile bulmayan İtalya’da 5 yıllık başbakanlık süresi içinde kafasına saç ektirmesi ve cildini gerdirmesi, ona sahip olduğu servet ve iktidarın bile yeterli gelmediğini gösteriyor... Patavatsızlıkta üstüne yok. Solculara, Müslümanlara, gazetecilere, yargıçlara yönelik hakaretleriyle ünlendi. Faşist lider Mussolini’nin kimseyi öldürmediğini söyleyecek kadar ölçüsüzdü. Seçim kampanyası boyunca seks yapmayacağını söyleyecek kadar densiz... Ya da Danimarka Başbakanı’nın yakışıklılığından dem vurarak ‘‘Acaba karımı onunla tanıştırsam mı?’’ diyecek kadar düzeysiz... Hep gündemde, hep cesur, hep farklı olmak istedi. Yarattığı imajla Avrupa çapında bir ‘‘efsane’’ye dönüştü. Bu efsaneye çok inandı, ölçüsüzce güvendi. Aslında seçimleri kıl payı kazanan İtalyan solundan çok, belki de kendine, her şeyi halleder sandığı ‘‘efsane imajı’’na yenildi Berlusconi. Politikada imajın çok önemli olmasına karşın her şey olmadığı bir kez daha kanıtlandı...