06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 ARALIK 2006 CUMA müzik B ertuğ Cemil, müzik dünyasının tanınmış bir gitarcısı ama ilk solo albümünü müziğe başladıktan yıllar sonra çıkarabildi. TMC Müzik etiketiyle çıkardığı “Duygusal Tuzaklar” albümünde gençlik aşklarını anlatan Bertuğ Cemil, 7 Aralık’ta Balans’ta gerçekleştireceği ilk solo konserinin heyecanını taşıyor. YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY eni bir moda kol geziyor. Pek bir eleştirilen, ama yine de sevilmesi, en azından tüm yazdıklarının okunması gerektiği mutlaka eklenen bir yazar, Orhan Pamuk, Avrupa dillerinde yeni yeni alanlar fethediyor. Peki, “Kıta Avrupası”nın en büyük yerleşik dili sayılan Almancada şu sıralarda yayımlanan “İstanbul” kitabıyla, bu dünya şehrini anlattığını sanan Pamuk, gerçekten bir hizmette mi bulunuyor? Bu hizmeti kime yapıyor? Onun, böyle soruları hiç önemsemediği biliniyor. Dolayısıyla, Nobel Ödülü de denilen ve yegane varlık nedeni sosyalizmi ezmek olan bir düzeysizliğe kolayca layık görülmesi anlaşılabilir. Ama bir şeyler oluyor. Galiba, yoksullar hakkında fazla konuşmayan, zaten ne olduklarını da bir türlü anlayamayan “yeniden zenginlemiş” bir tür edebi “Turgut Özal” ile karşı karşıyayız. Şimdilik bunu kimse açıkça söylemeye cesaret edemiyor. İyi. İyi de, Orhan Pamuk’un hayatı ile Turgut Özal’ın hayatı, Orhan Pamuk’un başarıları ile Turgut Özal’ın başarıları arasında bir fark var mı gerçekten? Arada nitel herhangi bir fark bulunmuyor. Neden? ??? Turgut Özal, işveren kuruluşu MESS’in yöneticisi olarak, 12 Eylül denilen ve Türkiye’nin canına kast etmiş bir darbenin mal sahibiydi. Kenan Evren ve arkadaşlarına ise, böyle bakınca, başka bir görev düşmüş olmalıdır: Kahyalık gibi... Ancak o darbe, Turgut Özallar sahneye egemen olsun diye yapılmıştı ve tek amacı Orhan Pamuk’lar yetiştirmekti. Çok başarılı olduğunu neden inkar edelim. Şimdi artık dağ taş Turgut ÖzalOrhan Pamuk olmuştur. Doğru. Övgüde sınır yok. ??? Trajik olan, “İstanbul” kitabının şimdilerde, tam Nobel konuşması sırasında, Almanya’da, baskı tarihi de öne alınarak apar topar piyasaya verilmesi ve medyada bol bol konu edilmesidir. Söyleyecek hiçbir şeyi olmayan bir adamın bu kadar konuşturulması, yeni ortaçağımızın “alâmeti fârikası” sayılmalıdır. Öyledir. Öyledir ve 12 Eylül, tam bir Batı demokrasisi oyunuydu. Amaç, Orhan Pamuk ve onun etkisinde yeni yığınlar yetiştirmek, Türkiye’yi küçültüp yönetmeyi kolaylaştırmaktı. Sıradan sağcılardan, yani alışılmış faşist, dinci, liberal sürüden söz etmiyoruz. Onların vakti ve modası çoktan geçmiş bulunuyor. Görev, Pamuk ve yetiştirdiği kuşaklardadır. En fazla Red Kit okumakla övünen cahil Turgut Özal’ın gölgesi, böyle karmakarışık bir Türkçeyle yazmayı edebiyat olarak satmaya çalışan ve satan insanlar üzerinden üzerimize düşmeyecekti de, 12 Eylül niye yapıldı? 12 Eylül’ün başarısına sadece çürümüş siyaset sınıfımızda ve para için her şeyi satabileceğini gösteren Türk iş âleminde rastlamıyoruz. 12 Eylül denilen çürütme operasyonunun başarısına, artık gencecik beyinlere Orhan Pamuk türünün yazar, aydın vb “idolü” olarak sokuşturulabilmesinde tanık oluyoruz. Bu da çok önemli değil. Ondan daha önemlisi, Orhan Pamuk üzerinden, geçmişte sayısı pek de fazla olmayan aydın değerlerimizin üzerinin örtülmesini sağlamaktı. İşte o, yapılmıştır. Türkiye’nin görkemli yükseliş yılları olan 60’lar ve kısmen de 70’lerin tüm evrenselsolcu değerleri ıskartaya çıkarılmıştır. Türkiye de, asırlık bir çınar gibi kapaklanmaya ve Yugoslavya kaderiyle tarihten çekilmeye bu ortamda hazırlanmaktadır. “1923 Projesi” bittiğinde 12 Ey C 7 Orhan Pamuk ve ‘İstanbul’ Satmak Y Yılların gitarcısı Bertuğ Cemil ilk solo albümünü piyasaya çıkardı Gitarsız çıplak kalırım Hatice TUNCER Bertuğ Cemil, uzun yıllar süren müzik yaşamının sonunda ilk solo albümünü yayımladı. Beyoğlu’nda rock barların tanınan elektrogitarcısı Bertuğ Cemil, TMC Müzik Yapım etiketiyle çıkan “Duygusal Tuzaklar” albümünde rock müziğin poptan funk’a uzanan bir yorumunu yapıyor. Duygusal Tuzaklar’da ağırlıkla ilk gençlik yıllarında yazdığı şarkılara yer veren Bertuğ Cemil, bugünlerde 7 Aralık Perşembe günü Beyoğlu’ndaki Balans Müzikhol’de vereceği ilk solu konserinin heyecanını taşıyor. Bertuğ Cemil Sağınç, ilkokulu ailesinin yaşadığı Bursa’da okuduğu yıllarda halk oyunlarına yönelmiş. Müzik öğretmeni, oyuncu Aydan Şener’in babası Nedret Şener, müziğe eğilimini fark edince küçük Bertuğ Cemil’le yakından ilgilenmiş. Ortaöğretimi ailesinden uzakta İstanbul Erkek Lisesi’nde yatılı okuyan Bertuğ Cemil, halk oyunlarının yanı sıra tiyatro çalışmış ve müzik zevki de gelişmeye başlamış. Annesinin aldığı küçük orgla müziğini geliştirirken Bursa’dan arkadaşlarıyla kurdukları amatör grupla müzik yapmaya başlamışlar: “Gitara feci bir sevdam var benim. Bir şeyi yapmak gerçekten istenirse gerçekleştirilebileceğini o zaman anlamıştım. Hiç eğitimsiz, gitarla aramda bir bağ oluştu. İstanbul’da çeşitli gruplar kurmaya başladık. İstanbul Erkek Lisesi’nin mezuniyet şenliğinde grubumuzla çıkıp çalmıştık. Gruplarda hep vokal ve gitardaydım. Gitarsız sahneye çıktığımı bilmem. Bas ve davul da çalıyorum, ama zevk için. Gitarsız çıkınca kendimi çıplak hissederim, ne yapacağımı bilemem.” OKUL YILLARI Lise döneminde müziğinin gelişmesi sürecini yaşayan Bertuğ Cemil, şarkı yazmaya da o yıllarda başlamış. İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nde okuduğu yıllarda müzisyen Cengiz Köroğlu’yla tanışması müzik dünyasına girmesinde önemli bir dönemeç olmuş: “Okulun daha ilk günleriydi ama müzik sektörüne girmeye kararımı vermiştim. Bir gün sınıfa girdiğimde gitar çalan birini gördüm. Öğrenciler etrafına toplanmıştı. O güne kadar dinlediğim gitarların en iyisiydi. Tanıştık, Cengiz Köroğlu Kosova’dan okul için gelmiş. Müzisyen arkadaşları da birlikte gelmişler, Moğollar’ın davulcusu Engin Yörükoğlu’nun işlettiği Jazz Stop’ta çalıyorlarmış. Bana grupta şarkı söylememi teklif ettiler. Gittik, basta Cengiz Köroğlu, davulda Yörükoğlu eşliğinde o dönemin ünlü rock blues şarkılarını söyledim. Çok heyecanlandım ama Engin Ağabey beğendi.” Bertuğ Cemil’in Jazz Stop’ta başlayan sahne performansları, Beyoğlu’ndaki rock mekânlarında kendi kurduğu Kaos ve Sustain gruplarıyla 14 yıl boyunca sürdü. İlk demo kaydını Nazan Öncel’in yardımıyla yapan Bertuğ Cemil, sözleşme imzaladığı Prestij Müzik’in içine düştüğü durum nedeniyle albüm hayalini gerçekleştiremedi. Daha sonra askerlik görevini tamamlayan Cemil, dönüşünde 2000 yılında Cengiz Köroğlu’yla albüm için yeniden çalışmaya başladı: “Şarkılar yazdıkça insanlara duyurmak istiyordum. O dönem en çok üretim yaptığım yıllardı. Bir türlü istediğim ilgiyi yakalayamadım. Gruplar kurduk, dağıldı, aksilikler birbirini kovaladı. Ailem de destek oluyordu ama bir sonuç alamamama üzülmeye başladılar. Her gece orada burada 100 liraya çalmam yerine gazetecilik mesleğimi yapmamı istiyorlardı. Ama 20’li yaşlarda başlanması gereken bir meslek gazetecilik. Ben müziğe devam ettim ve Cengiz Köroğlu’yla çalışırken Kıraç’la tanışma fırsatı buldum. Kıraç, müzisyenleri sever ve destek olur. Şarkılarımla ilgilendi ve onun girişimleriyle TMC firmasıyla anlaştık.” DUYGUSAL TUZAKLAR Bertuğ Cemil, ilk solo albümü Duygusal Tuzaklar’da 10’unu kendi yazdığı 11 şarkıda yıllar içinde oluşan müzik zevkini yansıtıyor. Duygusal Tuzaklar’ın düzenlemelerini yıllardır Kıraç’la birlikte çalışan Cengiz Köroğlu’yla birlikte yapmışlar. Bazı şarkılarda nefesli ve yaylı grupları kullanmışlar, bazılarında daha sade düzenlemeler tercih etmişler. Bertuğ Cemil, şarkılarında ilk gençliğinin duygusal heyecanlarını, aşklarını, yaşamını etkilemiş olayları anlatıyor: “Şarkı yazarken şu tarz olsun diye yola çıkılmıyor. Kaygı’yı yazdığım sıralarda lise birdeydim örneğin. Ama müzikal altyapısı Anadolu’ya ilgimi de gösteriyor. Anadolu hissiyatı hoşuma gidiyor. Tipik anlamda kendimi Anadolu rock’a dahil edemiyorum ama burada yaşayıp da kendini buralı hissetmemek mümkün değil. Bir Selda Bağcan şarkısı dinlemiştim, sesinden ve yorumundan çok etkilenmiştim. Biraz da o etkiyle Kaygı adlı şarkımın müzikal altyapısı ortaya çıktı. İlk aşkımı, ilk kez bir kızla yakın ileşitim kurma isteğimi ama o iletişimi kuramamanın üzüntüsünü anlatan bir şarkıdır Kaygı. Duygusal Tuzaklar adını da Kaygı’nın ilk dizesinden aldık.” “Gel Bana” şarkısı, askerlikte nizamiye nöbetlerindeki yalnızlık duygusuyla ortaya çıkmış. Gölge grubundan arkadaşı Çetin Zor’un şarkısı “Dua” ise Levent Tekdal isimli bir müzisyen arkadaşlarının annesi Bedriye Tekdal’ın anısına adanmış. “Biçare” yine gençlik dönemlerinin duygusal gelgitleriyle yüklü. Cemil, albümün ilk klibinin çekildiği “Ben Hiç Sevemem”de ilişkilerdeki iletişim kopukluğuna tepkisini dile getiriyor. “Aheste”de Türk sanat müziğinin sevilen şarkısı “Aheste Çek Kürekleri Mehtap Uyanmasın”a gönderme yapıyor. “Bırakmam Peşini” şarkısında ise Anadolu’nun hareketli ritimlerini tercih etmiş: “Türk sazlarından çok keyif alıyorum. Gitarla da çalardık ama o hissiyatı yakalayamazdık. Rock altyapının üstünde geleneksel Türk sazlarını kullandık.” Dünya sorunlarına dikkat çekiyor “ Bundan sonraki müzikal kariyerimde şarkı yazarı olarak Türkiye’de bir yere gelmiş bir insan olarak anılmak istiyorum. ertuğ Cemil, “Soran Kalmadı” şarkısında kendi iç dünyasından aşklardan sıyrılıp savaşlardan çevreye dünya sorunlarına dikkat çekiyor: “Bu albümde duygusu ön planda olan şarkılara yer verdik ama son savaşlar, globalleşme şemsiyesi altında dünyanın sürüklendiği durum tabii ki beni de rahatsız ediyordu. Ben de müziğiyle insanlara bir şeyler verebilmiş bir müzisyen olarak anılmayı istiyorum. Bundan sonraki müzikal kariyerimde şarkı yazarı olarak Türkiye’de B bir yere gelmiş insan olarak tanınmak müzik yaşamımın hedefleri arasında. Cemil Bertuğ ve arkadaşlarının konserlerinde çok iyi çaldıkları çok iyi performans sergiledikleri kanısını uyandırmak isterim. Yaptığım müziğe ben rock diyorum ama dinleyenler karar versinler. Dünyada rock müzik sadece distorşın gitarların sonuna kadar kullanıldığı bir anlayış taşımıyor. Anadolu kokulu şarkılarımız da var, yüzünü Batı’ya dönmüş şarkılar da.” ürk kadınının milletvekili seçme, seçilme hakkını kazanmasının 72’nci yıldönümü. Bu nedenle duyarsızlığı gündeme getirecek protesto toplantıları ile kutlamalar bir arada yapılacak. 5 Aralık 1934 tarihi, hem Türkiye hem de Türk kadını için önemli günlerden birini oluşturuyor. Dönemin başbakanı İsmet İnönü ve 191 milletvekilinin önerileri ile önce anayasanın 10 ve 11’inci maddeleri, ardından da Milletvekili Seçimi Yasası (İntihakı Mebusan Kanunu) değiştirilerek kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakları yasalaştırılmıştır. Aynı gün alınan bir başka kararla da seçimlerin yenilenmesinin yolu açılmıştır. Böylece de kadın seçmenlerin oy vermelerine ve milletvekili seçilmelerine olanak yaratılmıştır. 8 Şubat 1935’te yapılan seçimde de, bugüne kadar yapılan seçimlerde ulaşılamayan bir oranla kadınlar milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girmişlerdir. 399 milletvekilinin seçildiği 1935 seçiminde 18 kadının seçilmesiyle sağlanan oran yüzde 4.51 olmuştur. En çok kadın milletvekili sayısına 24’le 2002 seçiminde ulaşılmış olmasına kar T GEÇMİŞTEN GELECEĞE ORHAN ERİNÇ şın, toplama göre oran 1935’tekine ulaşamamış ve yüzde 4.36’da kalmıştır. ??? Sosyal Demokrasi Derneği’nin son yayını “Siyasetle Kadın” adını taşımaktadır. İlk baskısı 2006 yılının Eylül ayında yapılmıştır. Hazırlayansa, derneğin genel başkanı ve Haydarpaşa Lisesi’nden sınıf arkadaşım Erol Tuncer’dir. Siyaset ve siyasal istatistikler alanının uzmanlarından olan Tuncer, yalnızca karşılaştırmalı milletvekili sayıları ile yetinmemiştir, yerel yönetimlerle ilgili sayıların yanı sıra çeşitli görevlerdeki kadınların sayılarını da kâğıda dökmüştür. Dünyada seçim yapılan ve kadın parlamenteri bulunan 173 ülke arasında Türkiye’nin yeri 160’ıncı sıradır. Kadın milletvekili oranları açısından Mozambik, Burundi, Tanzanya, Uganda, Surinam, Etiyopya, Bolivya, Türkmenistan, Bangladeş, Kazakistan, Kongo gi Kadınlarımızın Durumu... bi ülkelerin oranları bile bizimkini bazen ikiye, bazen de beşe katlamaktadır. Bizim yaklaşık 4.4 olan oranımıza yakın ülkeler ise Kiribati, Lübnan, Libya, İran, Samoa Adaları olarak sıralanmaktadır. Siyasetçilerimizin ve parti liderlerinin kadın adaylar hakkında verdikleri sözler de bugüne kadar yaşama geçirilmemiştir. Kota konusundaki uygulama da, seçilmesi mümkün olmayan sıralara konulan kadın adaylar nedeniyle havada kalmıştır. ??? Ancak kadınlara gereken önem ve değeri vermemiş olduğumuz tek alan, siyaset değildir. Çalışma hayatının çeşitli alanlarında da üç aşağı beş yukarı benzer oranlar ortaya çıkmaktadır. Devlet memurlarının yüzde 33.96’sı kadındır. Öğretmenlerimiz arasında kadınla rın oranı yüzde 44’tür. Üniversitelerde görevli öğretim üyelerinden kadın olanların oranı yüzde 39.7 olarak belirlenmiştir. Doktor sayısında kadınlar yüzde 38.4, eczacılar toplamında yüzde 38.4, diş hekimleri arasında da yüzde 40.2 oranını oluşturmaktadır. Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği’ne kayıtlı mühendislerin yüzde 27’si, Türkiye Barolar Birliği’ne kayıtlı avukatların da yüzde 31.9’u kadındır. Yargı alanında da hâkimler açısından yukarıdaki oranlara benzerlikler vardır. Kadın hâkim oranı yüzde 27.2’de kalmaktadır. Cumhuriyet savcılığı görevindeki kadınlarımızın oranı ise kadın milletvekili oranımızın da altındadır: Yüzde 4.3. ??? Türkiye’nin erkek egemen bir toplum olduğunu kabul etmeyi bir türlü kendilerine yediremeyen yöneticilerimizin bu tablo karşısında ne tür bir edebiyat yapacaklarını bugünden başlayarak izleyeceğiz. Acaba ayıplı bir durumda olduğumuzu söyleyen çıkar mı dersiniz? lüllerin, Kenan Evren ve Turgut Özalların nihai başarısına bir kez daha, yani geri dönülmemecesine, tanık olacağız. Orhan Pamuk, bu yeni ortama “okuryazar” yetiştirmek için var. Pamuk şıracıysa, Tayyip Erdoğan bozacıdır ve biz, “şıracının şahidi bozacı” deyimine sahip bir diliz. ??? Almancaya da muhtemelen düzeltilerek çevrilen tuhaf Türkçesiyle Orhan Pamuk, “İstanbul’a bir yabancı gibi bakmak benim için her zaman zevkli ve cemaat duygusu ve milliyetçiliğe karşı da özellikle gerekli bir alışkanlıktır” diyor “İstanbul” kitabında. Geçen yüzyılın ilk çeyreğinde, 1917 gibi bir aydınlanma enerjisi sayesinde sahneye yerleşebilmiş bir ülkenin, “1923 Projesi” de denilebilecek Türkiye’nin tarihini ise şöyle özetleyebiliyor: “Batılılaşma bana ve milyonlarca İstanbulluya kendi geçmişlerini ‘egzotik’ bulma zevki vermiştir.” Neden söylemesin? Bu adam, Türkiye’de yaratılmış bütün eşitlikçi, özgürleşmeci ve acıyla biriktirilmiş aydınlanmacı sol değerlerin düşmanıdır. O nedenle didişirmiş gibi yaptığı milliyetçi ve şeriatçı akımlarla da derinlerde yatan çok verimli bir akrabalığı vardır: Her şeyin dostudur ve sadece solculuğun, eşitlikçiliğin, özgürleşmeciliğin düşmanıdır... Ağır mı kaçtı? Bu kirli şikeye itiraz etmek, ağır mı kaçıyor? Orhan Pamuk, Batı’daki sıradan bir okuryazardan daha fazla olmayan kapasitesi, ama büyük sermayenin büyük desteğiyle, 12 Eylül’ün yarattığı alanda, kendisinden bekleneni yapmış, hatta araya İstanbul’un korkak zenginlerini anlatan tuhaf bir kitap sıkıştırabilmiştir. Enis Batur, bir defasında, bir yerlerde, kitap yazmanın son tahlilde namuslu bir iş olduğunu yazmıştı. Kuşkusuz öyle. Kitaplara kitapla yanıt verilir. Yarım akıllı polislerden yapılma kaymakam düşkünlerinin Orhan Bey’in kitaplarına karşı “acil tedbirleri”, Türk gericiliğinin iç didişmesidir. Bir cilveleşme. Öyle görülmelidir. Çünkü Orhan Pamuk, Türkiye’nin sosyalizme açılacak tüm değerlerine karşı ilan edilmiş bir savaşın komuta karargahına yerleşmiş bulunuyor. Yıktıkları karşılığında dolarla ve çok iyi ödüllendirildiğini görüyoruz. Hak etmediğini kim söyleyebilir? ??? “İstanbul” dedik. Kimin aklına Aziz Nesin’in, o unutulmaz “İstanbul çocuğunun”, “Böyle Gelmiş Böyle Gitmez” kitapları geliyor? Ama desenize, oğulları bile, hayatını bir sorumluluğa adamış öyle bir kavga adamını, bir aydını, şimdilerde aile içi anılarıyla rezil etmekten çekinmiyorlar... Bu kadar mı bittik?.. Demek, Aziz Nesin’in anlattığı İstanbul ile Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Beş Şehir”deki İstanbul’undan sonra, bu ülke, bu dil, bu insanlar ve bu okuryazar güruhu, Batı’daki efendileriyle birlikte, Orhan Pamuk’a layık hale getirilmiştir. Orhan Pamuk, Batı demokrasisi, daha da önemlisi, Alman sosyal demokrasisinin ürünü bir 12 Eylül’ün, tüm insanlığa, bu yeni ortaçağa bir hediyesidir. İsteyen istediği dilde bol bol okuyabilir. Eğer bu çürümeyi, hak ettiği dilde ve yepyeni kitaplarla yerle bir edecek kuşaklar yetiştiremezsek, yetiştirememişsek, zaten böyle bir aşağılanmayı da hak etmişiz demektir. Yani satıştayız demektir ve bu alanda Türk faşistlerinin, Türk şeriatçılarının, Türk liberallerinin vb söyleyecek tek bir sözü bulunmuyor. Bunların hepsi aynı “mal”dır. Bu malların hepsinin ahir zaman peygamberi de Orhan Pamuk’tur. Bunların hepsini utandırmamız gerekiyor. Utandıramazsak, biteriz. Türkçe bitiyor. [email protected] ‘Başkalarının Yaşamları’ ödül aldı LONDRA(BBC) ‘The Lives of Others / Das Leben Der Anderen’ Varşova’da törenle dağıtılan ‘Avrupa Film Ödülleri’nde büyük ödülün sahibi oldu. Eski Doğu Almanya’da görevli sivil polis memuru Stasi’nin yaşamını konu alan, Florian Henckel Von Donnersmarck’ın yönettiği film, büyük ödül için birçok güçlü adayla yarıştı. Avrupa Film Ödülleri’nde yaşanan önemli olaylardan biri de, kendisine sunulan ‘Yaşamboyu Başarı Ödülü’nü almak üzere Oscarlı sinemacı Roman Polanski’nin anavatanına gelişiydi. Stasi’yi canlandıran Ulrich Muehe’ye de ‘En İyi Erkek Oyuncu’ ödülünü kazandıran filmle, yönetmen, aynı zamanda ‘En İyi Senaryo’ ödülünü de aldı. Polanski ise, yaptığı konuşmada, ‘Küçük bir çocukken Krakov’da tiyatroda çalışıyordum, savaş sonrasıydı, ve şimdi ödül almak için buradayım’ diyerek düşünce ve duygularını açıklardı. oerinc?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle