06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 Fransa ile Almanya, Türkiye’yle müzakerelerin gözden geçirilmesi için 18 ile 24 ay arasında bir süre önerdi 2009’a kadar üstü kapalı METTLACH (Cumhuriyet) Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac Türkiye’yle müzakerelerin gözden geçirilmesi için 18 ile 24 ay arasında bir süre önerdi. Öneriye İtalya, Portekiz, Yunanistan ve Rum kesiminden destek var. Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, Türkiye’nin AB üyeliği konusunu gözden geçirmek üzere tarih belirlenmesi çağrısı yaptı. Türkiye’deki seçimlerin ve AB seçimlerinin de geçmesini istediklerini söyleyen Merkel, yeni bir raporun hazırlanması ve Türkiye’deki ilerlemelerin incelenmesinin 2009 yılı ortalarını bulacağını söyledi. Almanya’nın Mettlach kentinde bir araya gelen MerkelChirac ikilisi bu konudaki değerlendirmenin Türkiye’de Kasım 2007’de yapılacak seçimlerle 2009 yılında Avrupa Parlamentosu seçimleri arasındaki dönemde yapılması konusunda ortak tutum belirledi. Görüşme sonrası düzenlenen ortak basın toplantısında Merkel, AB Komisyonu’nun Türkiye ile 8 başlıkta müzakerelerin askıya alınması yönündeki önerisine destek verdiklerini ancak komisyonun bu konuda bir rapor daha hazırlamasını istediklerini dile getirdi. Türkiye’de 2007’de yapılacak seçimlerin geçmesini bunun ardından belirli bir takvimin belirlenmesi gerektiğini söyleyen Merkel, Türkiye’nin bu süre içinde ek protokolü uygulayıp uygulamadığını görmek istediklerini ifade etti. Türkiye’ye bir ültimatom vermek istemediklerini söyleyen Merkel, Avrupa Komisyonu’nun raporuna zemin hazırlayacak gözlem süresinin, Kasım 2007’de başlayarak en geç 2009 sonbaharında sona ermesi gerektiğini söyledi. Merkel bunun Türkiye ile ilgili tutusinin bu yönde değişebileceğine işaret ettiler. ChiracMerkel görüşmesinden önce Cumhuriyet’e konuşan Genişleme Komiseri Olli Rehn’in sözcüsü Krisztina Nagy, Rehn’in sözlerini anımsatarak “AB’nin bir tarafta yükümlülüklerini yerine getirmeyen bir aday ülkenin ne gibi sonuçlarla karşılaşabileceğini gösterecek, diğer tarafta Avrupa ve Türkiye için stratejik önemi olan katılım sürecini canlı tutmasını sağlayacak dengeli bir çözüm bulması gerekiyor” dedi. Rehn limanların açılması konusunda Türkiye’ye kesin bir tarih vermenin çözüm üretmediğini söyleyerek Merkel ve Chirac’a bu konuda tutum belirlememeleri konusunda çağrıda bulunmuştu. C haberler BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ 8 ARALIK 2006 CUMA ‘Yeni Liberalizm’ Denen Sahtekârlık... Türkiye’nin, 1980’lerle başlayan dönemde ve bugün yaşadıkları da bu sürece dahildir: Sosyal devlete saldırı ve sosyal hakların geri alınışı; özelleştirmeler, her şeyi piyasa güçlerine bırakıp devletin silinişi; dahası, 23 Devrimi’nden kalan ilkeler ve mirasın çiğnenmesi, bu sürecin gerçekleridir. AKP’nin bu yolda yaptıkları ise, en hayâsız bir örnek olarak kalıyor... ? Batı’da, Keynes’in attığı önemli adımlara karşın başta Hayek’in, ardından geçen günlerde ölen Milton Friedman’ın sürdürdükleri aydınlanma ve sosyal adalet düşmanlığına bakıp, yaptıklarının bir “yeni liberalizm”le adlandırılmalarında bir terslik görmüyor değildik. İletişim Yayınları’nda yeni çıkan, Francisco Vergara’nın, Liberalizmin Felsefe Temelleri adlı eseri bizi aydınlattı. Kitap, kendisini şöyle tanıtıyor: “İnsan haklarının, özgürlüğünün savunulmasında bir referans olarak varlığını koruyan klasik liberalizme karşı, insanın vahşi ve dizginlenemez hırslarının meşrulaştırıcı olarak kullanılan bir liberalizm tanımı da... Varolmuştur. Klasik liberalizmin incelenmesi, ne yazık ki liberalizm olarak adlandırılan sığ ve aşırılığa varan düşünce akımına karşı bir panzehir konumundadır. Bu akımın temsilcileri (Milton Friedman ve Friedrich Hayek vb.) kendilerini klasik liberallerin (özellikle Adam Smith’in) mirasçıları olarak ilan etmişler ve çoğunlukla öyle adlandırılmışlardır” deyip, kitap, “bu iki düşünür ailesini ayıran ilkelerin derin farklılığını göz önüne sererek, söz konusu soy zincirine” karşı çıkıyor. Demek ki, liberalizm adına bir sahtekârlık var ortada. Okurlara hararetle tavsiye ediyoruz bu kitabı. Bizde yığınla hinoğluhini de tanıdıktan sonra, yeniden döneceğiz konuya... yüzyılda Aydınlanma 18. hareketi doğarken, onunla ilişkili olarak liberalizm de palazlanıyordu. Gerçekten, Adam Smith’in damgasını taşıyan liberalizm, özel girişimin, devletin etkisinden üstün olduğu varsayımından yola çıkıyordu; hükümetlerin iktisadi alana müdahale etmesi kötü bir şeydi; olsa olsa istisnai olmalıydı. Liberalizmin, siyasal alanda, yönetenlerin baskısına karşı bir etkisi de görüldü; böylece bireyler, söz konusu baskıya karşı “özgürlükler”le donanmalıydı. Ne var ki, hayatın akışı, liberalizmin söylediklerinde, neyin ne kadar doğru ya da yanlış olduğunu ortaya koydu: Kapitalizmin ve sermayenin sömürmesi oraya vardı ki, artık, yönetenlerin müdahalesinin özgürlükler için her zaman zararlı ve tehlikeli olduğunu düşünmeyiz. Tersine, kimi durumlarda, devletin müdahalesi olmazsa, özgürlüklerin kullanılması anlam kazanmaz. Böylece, kimi özgürlükler, iktidara direniş olmaktan çıkmıştır; yönetenlerin sınırlanması da ideal değildir. Bakıştaki bu değişme, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, “sosyal devlet” ve “sosyal haklar”ın doğuşuyla anlam kazanmıştır ve söz konusu değişmede, Marksizmin ve Keynes’in etkisi yadsınmaz. Ancak, hatırlamalı da: 2. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından, Batılı devlet ve özgürlük anlayışı gözden geçirilirken, Batı proletaryasına, Sovyetler Birliği’nde gerçekleşenlere gözleri kaymaması için bir ödün verilmiştir. Böylece, Batı proletaryasının gözlerinin önüne bir duman perdesi çekilmiş oluyordu. Nitekim, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından, bu ödün de çekilip geri alınmıştır. Söylemeli de, bu süreç 1990’lardan önce başladı ve yıkılıştan sonra da hızlandı. Yapılanlara, “yeni liberalizm” adı kondu. Merkel, Türkiye’deki seçimleri ve AB seçimlerini beklediklerini, Türkiye’deki ilerlemelerin incelenmesinin 2009 yılı ortalarını bulacağını söyledi. Böylece iki lider, Türkiye’nin AB üyeliği konusunu gözden geçirmek üzere tarih belirlenmesini istemiş oldular. mun sertleştirilmesi olarak algılanmaması gerektiğini söylemesine karşın “Türkiye bizim beklentilerimizi yerine getirmedi. Bunun sonuçlarına katlanmak zorunda. Bizim asıl amacımız Türkiye’nin Ankara Protokolü’nü yerine getirmesidir” şeklinde konuştu. Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac da, görüşmede Türkiye’nin Avrupa’ya entegrasyonu konusunu ele aldıklarını belirterek “Ankara Protokolü’yle ilgili olarak gelişme olmaması üzücü. Olumlu gelişmeler olmasını ümit ediyoruz” diye konuştu. Bu konuda Fransa’nın Almanya ile aynı görüşleri paylaştığını ifade eden Chirac, Polonya’nın görüşlerinin de kendi görüşlerinden fazla farklı olmadığını savundu. Polonya Devlet Başkanı Kaczynski ise “Türkiye ile müzakerelerin sürdürülmesinden yanayız. Bu, uzun bir süreç. Sonuçlarını uzun zaman sonra alacağız. Ancak bu konudaki tutumumuz değişmedi” dedi. Polonya’nın Türkiye’ye yakınlık duyduğunu ifade eden Kaczynski, “Bu konuda karar değiştirmedik. Gelişmeler Türkiye’ye bağlı, ancak mevcut sorunların çözülebileceğine inanıyorum. Türkiye’ye yakınlık duyuyoruz. Ancak Avrupa standartlarına da uyulmalı, AB tarafından da” şeklinde konuştu. Paris ve Berlin’in bu konuda ortak tutum belirlemesi AB’nin Türkiye’ye yönelik kararını şekillendireceği yönünde yorumlara neden oldu. Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan, Portekiz, Hollanda, Danimarka gibi ülkelerin Türkiye’ye takvim verilmesi konusuna destek verdiklerine dikkat çeken kaynaklar, AB Komisyonu’nun öneri ZLAŞMA ZOR GÖRÜNÜYOR’ Yunanistan’a resmi ziyarette bulunan İtalya Başbakanı Romano Prodi, MerkelChirac buluşması öncesinde Yunan televizyon kanalı Mega’ya yaptığı açıklamada, FransızAlman projesinin, Türkiye’nin önündeki seçim sürecinden geçmesi için zaman tanınmasını sağlayacaksa yararlı olabileceğini söyledi. Prodi, buna karşın Türkiye’den AB üyeliği için ek koşullar talep edilmesi yönündeki her türlü fikri reddettiğini belirtti. Belçika Dışişleri Bakanı Karel de Gucht, 11 Aralık’ta yapılacak AB dışişleri bakanları toplantısında, uzlaşma sağlanmasının zor göründüğünü ifade etti. Rum Dışişleri Bakanı Yorgos Lillikas da 11 Aralık’ta, işlerin hiçbir taraf için kolay olmayacağını ve şartlarından vazgeçmeyeceklerini vurguladı. Lillikas Avrupa Komisyonu’nun tavsiyesinin birçok noktasının tatmin edici olmadığını, daha katı bir tutum takınması gerektiğini savundu ve Türkiye’ye bir son tarih verilmesini istedi. ‘U Başlık sayısı yetmedi Elçin POYRAZLAR BRÜKSEL AB Komisyonu’nun Türkiye ile müzakerelerin 8 başlıkta askıya alınması önerisini yetersiz bulan bazı AB ülkelerinin, takvim koşulunun yanı sıra gümrük birliği dışındaki başlıkların da askıya alınması yönünde tutum belirlediği öğrenildi. Aralarında Fransa, Kıbrıs Rum Kesimi, Avusturya ve Hollanda gibi ülkelerin bulunduğu bir grup AB üyesi gümrük birliğini ilgilendiren başlıkların yanı sıra siyasi kriterlere ve Güney Kıbrıs’la ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik başlıkların da askıya alınmasını istiyor. Türkiye’nin siyasi kriterleri bütünüyle yerine getirmediğini ileten AB diplomatik kaynakları, yargı ve temel haklar, bilgi toplumu ve medya, eğitim ve kültür gibi başlıkları siyasi kriterlerle ilişkilendiriyor. AB’nin Kıbrıs konusuna fazla odaklanmış olduğunu söyleyen kaynaklar, bu konuyla Türkiye üzerinde siyasi reformlara yönelik baskının hafiflediğini savunuyorlar. Almanya ve Fransa’nın, limanlarını Güney AB kaynakları, ilişkilerin normalleştirilmesini ilgilendiren “Dış Güvenlik ve Savunma Politikaları” başlığının da askıya alınması Kıbrıs’a açması konusunda Türkiye’ye takvim verilmesine yönelik ortak tutum belirlemesinin ardından Brüksel’de söz konusu takvim paragrafının dili üzerinde tartışmalar başladı. TAKVİM PARAGRAFININ DİLİ AB’nin Türkiye’ye limanlar konusunda “sert” bir dille tarih vermesi durumunda ilişkilerin zedeleneceğini ifade eden kaynaklar, bu paragrafın “yumuşak” ifadelerle yazılması gerektiğini belirttiler. “2008 yılında Türkiye’nin ek protokole yönelik yükümlülüklerini yerine getirmemesi durumunda tüm müzakere sürecinin durabileceği” yönündeki bir ifadenin “çok sert” olacağını söyleyen kaynaklar, genel bir değerlendirme ifadesinin AB içinde kabul görebileceğini söylediler. İngiltere, İsveç ve İspanya’nın Türkiye’ye takvim verilmesine karşı çıktıkları biliniyor. AB’nin Türkiye’ye yönelik alacağı kararda en iyi senaryonun komisyonun önerisinin değişmeden kabul edilmesi olduğunu söyleyen kaynaklar, en kötü senaryonun sert bir takvim ifadesi getirilmesi, öneride çözüme yönelik atıf yapılan BM ifadesinin çıkarılması ve hiçbir başlığın açılmaması şeklinde olduğunu belirttiler. Kaynaklar AB Komisyonu’nun başlıkların açılması ve BM ifadesinin kalması konusunda Dönem Başkanı Finlandiya’ya çekincelerini sunduğunu belirttiler. AB yetkilileri bu noktadan sonra hiçbir başlığın açılmamasının “de facto” donma olacağını söylediler. Türkiye kararı konusunda derin görüş ayrılıkları yaşayan AB üyelerinin AB Daimi Temsilciler Komitesi’nin (COREPER) komisyonun önerisine yönelik tutum belirlemesi bekleniyor. Komisyon çok ileri gitti Elçin POYRAZLAR BRÜKSEL İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt, AB Komisyonu’nun önerisinin ardından TürkiyeAB ilişkilerinin zarar görmesinden endişe duyduğunu söyledi. Cumhuriyet’e demeç veren Bildt, komisyonun önerisini ağır bulduğunu belirterek bunun önlenemez zararlara yol açmasından kaygı duyduğunu ifade etti. “AB frene bastıkça geri dönüşü daha zor olacak” diyen Bildt, komisyonun önerisinde bazı tehlikeler gördüğüne işaret etti. AB’nin başlıklara yönelik tartışmalardan önce Türkiye ve Kıbrıs dosyalarında stratejik bir değerlendirme yapması gerektiğini söyleyen Bildt, Güneydoğu Akdeniz bölgesinde AB’nin çıkarları olduğuna işaret etti. Bildt, bu bölgede yaşanacak stratejik bir felaketin uzaklaştırılması gerektiğini belirtti. Carl Bildt, komisyonun önerisinin çok ileri gittiğine ve Avrupa’nın Türkiye ile ilişkileri dondurmaya karar vermesi durumunda bölge istikrarının bozulabileceğine dikkat çekti. Komisyonun 6 Aralık’ta öneride bulunmasını beklediğini söyleyen İsveçli Bakan, önerinin bu kadar erken yapılmasının kendisi için bir sürpriz olduğunu dile getirdi. Bildt, “Önerinin bu kadar erkene alınmasının faydaları tartışmalı” dedi. Komisyonun önerisinin son karar olmadığını ifade eden Bildt, bu konuya yönelik kararın AB dışişleri bakanları düzeyinde alınacağına dikkat çekti. Bildt, gelecek hafta görüşmelerde bulunmak üzere Ankara’ya geleceğini de söyledi. AB Komisyonu’nun önerisi, birlik içerisinde Türkiye konusunda yaşanan ayrımları da su yüzüne çıkarıyor. İngiltere ve İtalya ile birlikte İsveç, askıya alınması gereken başlık sayısının daha az olması gerektiğini savunuyordu. ÜRKİYE TALEPLERİ KARŞILAMALI AB Komisyonu’nun önerisini eleştiren İngiltere Başbakanı Tony Blair de birliğin Türkiye’ye yanlış mesaj göndermesinin hata olacağını söylemişti. Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ise, gümrük birliği anlaşmasının gereklerini yerine getirmeyen Türkiye’nin AB’ye başka seçenek bırakmadığı konusunda Almanya ve diğer birlik ülkeleriyle aynı görüşte olduğunu belirtmişti. AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, Türkiye’nin, müzakereler çerçevesinde birliğin taleplerini karşılama konusunda istekli olduğunu göstermek zorunda olduğunu söyledi. Barroso, Brüksel’in Türkiye’yi müzakere masasından kaldırmak istediği haberlerini yalanlayarak, “Yükümlülüklerine uymak konusunda istekli olduğunu göstermek Türkiye’ye kalmış” dedi. Komisyonun önerilerinin, Türkiye’yi müzakere masasından kaçırmak için bir fırsat olarak değerlendirilmemesi gerektiğini söyleyen Barroso, AB’nin istediğinin bu olmadığını kaydetti. Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen de, Kıbrıs konusundaki yükümlülüklerini yerine getirmesi ve reform sürecini hızlandırması için AB’nin Türkiye’ye “çok açık bir mesaj” vermesi gerektiğini belirtti. ‘T üreselleşmenin en önemli sonuçlarından birisi, dünyadaki yoksul zenginuçurumunu daha da artırması. Bir başka sonucu ise, bu açılan farkın yoksullar tarafından daha çok fark edilir olması. Dünya küçük bir köye dönüşürken, dünyanın yoksulları da uğradıkları haksızlığa öfkeleniyorlar. Irak’ın işgali, Batı dünyasıyla, yoksul dünya arasındaki çatışmayı, ayrışmayı daha da artırdı. ABD’ye insanlar geçmişe göre daha çok tepki duyuyorlar, yaşadıkları sıkıntılardan Washington’u sorumlu tutuyorlar. Irak savaşı, Vietnam Savaşı’ndan bu yana yoksul dünya ile zengin dünya arasındaki ayrımları ilk kez böylesine acı ve sert bir şekilde insanlığın önüne koydu. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla kapitalist dünya inisiyatif kazanmış, bir moral üstünlük elde etmişti. Eşitlik, sömürü, adaletsizlik gibi kavramlar küçümsenmiş, sosyalizmi savunanlara yabancı bir dünyanın insanları gibi yukarıdan bakılmıştı. ABD emperyalizminin Bush’la öne çıkan müdahaleci siyasetleri, başlangıçta büyük bir destek buldu. “Kuvvetlinin yanında olma” refleksi, bütün ülkelerde yaygınlaştı. Karşı çıkanlara “Don Kişot” gözüyle bakıldı, küçümsendi. Şimdi durum değişiyor. Bazılarının umduğu dağlara kar yağıyor. Son dikkat çekici haber Güney Amerika ülkesi K SIFIR NOKTASI ORAL ÇALIŞLAR Sosyalizm, Yoksullar ve Chavez ya gibi ülkelerde, birçok Doğu Avrupa ülkesinde sosyalistler seçim kazandılar. İspanya Başbakanı Zapatero, “Irak’ta askeri birlikleri çekeceğim” diyerek seçim kazanmıştı. Dediğini yaptı, toplumsal desteği sürüyor. Dünyada Bush ve adamlarının zorbalığına karşı yükselen tepki, artık ABD’nin içinde de yankı buluyor. Amerikalı seçmenler Bush’un partisine olan desteklerini çektiler. Irak politikasının bir iflas politikası olduğu gün gibi aşikâr. Bush ve adamları artık birbirlerini suçluyorlar. Dünya bir arayış içinde. Sovyetler Birliği’nin dağılması sırasında üstünlük taslayan kapitalist sistem şimdi sinyal veriyor. Avrupa içinde sosyal adalet çöküntüye uğruyor. Geçmişte hak arama gücü olan çalışanlar bu güçlerini yitiriyorlar. ??? Bir yönüyle baktığımız zaman umutsuz olacak gelişmeler görüyoruz. Öte yandan bakınca ise umudun tohumları yeşeriyor. Haksızlık, eşitsizlik ve ada Venezüella’dan geldi. Hugo Chavez, ABD emperyalizmi karşıtı siyasetleriyle halkının büyük desteğini kazandı, oyların yüzde 61’ini alarak yeniden başkan seçildi. Chavez seçildikten sonra yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Bu sonuçlar, devrim, umut ve tüm Venezüella için büyük bir zaferdir. Var ol sosyalist devrim. Kader çoktan yazıldı. Yeni bir dönem başladı. Venezüella’nın kırmızı olduğunu gösterdik. Sosyalizmden kimse korkmasın. Sosyalizm insani olandır. Sosyalizm aşktır. Şeytan bir kez daha yenildi.” Chavez’in sözcüsü ise “Şeytan”ı şöyle değerlendirdi: “Venezüella ve Latin Amerika’da bağımsız ve özgür kişilerin zaferleri, bölge halklarının ABD’nin baskıcı siyasetlerini reddettiği ve bağımsızlık istediklerinin göstergesidir.” ??? Hugo Chavez’in böylesine büyük bir destekle yeniden seçilmesi, yalnızca Latin Amerika’ya özgü bir durum mu? Avrupa’da da son yıllarda İspanya, İtal letsizliğe dayalı kapitalist sistem yeniden çıkmazlar içine giriyor. Eşitlik ve adalet arayışları artıyor. Hugo Chavez’in büyük farkla seçimleri kazanması bir eğilimi daha da çok gözler önüne seriyor. Halklar değişim istiyor. ABD egemenliğine dayalı sistemi sorguluyor, onun kendisine yönelik yıkıcı tavrından kurtulmak istiyor. Ortadoğu’da Irak’ta ortaya çıkan manzara, zorbalığın çaresizliğinin en büyük kanıtı. Zor ve silah gücü, emperyalistlerin her istediklerini yaptırmaya yetmiyor. Bush ve adamları Irak’ta büyük bir açmazın, çaresizliğin içine yuvarlandılar. İşgalin ilk günleri her şeyi yapacaklarını zannediyorlardı. Yanıldılar. Ona destek verenler de yanıldı. ??? Dünyada sol hangi temelde güçleniyor: Eşitlik, özgürlük ve adalet temelinde. Düzeni koruyan değil, değiştirmeyi amaçlayan bir çağrıyla halklar solculara destek veriyor. Türkiye’deki solcuların bu gelişmeden bazı paylar çıkarmaları mümkün değil mi? Statüko yerine özgürlük, yoksullara adalet, değişim ve demokrasi solun olmazsa olmazları olarak sayılıyor. Bizdeki durumu bu açıdan gözden geçirmekte yarar var diye düşünüyorum. oralcalislar?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle