07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 ARALIK 2006 CUMA haberler AYDINLANMA EMRE KONGAR Cumhurbaşkanı yasanın azınlıklara Lozan Antlaşması’nda öngörülmeyen haklar tanıdığı uyarısı yaptı Sezer’den vakıflara veto ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, azınlık vakıflarına Lozan Antlaşması’nda öngörülmeyen hakların tanındığı ve anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle Vakıflar Yasası’nın bazı maddelerini veto etti. Sezer veto gerekçesinde, Lozan Antlaşması’nın Cumhuriyet dönemi hukuk sisteminin temelini oluşturduğuna dikkat çekerek azınlık vakıflarıyla ilgili değişikliklerin öncelikle antlaşma yönünden incelenmesi gerektiğini vurguladı. Papa, Patrik, ABD, AB, AKP eksenindeki Hıristiyan ittifakı, bu ittifaka Brüksel’in de katılmasıyla (karikatür krizini anımsayalım) iki rakip “uygarlık” olarak lanse edildi. Bu iki farklı dünya arasındaki çelişkiler, “Dinler Savaşı”nı keskinleştirmek ve “teröre karşı savaş” sloganı altındaki Amerikan saldırganlığını meşrulaştırmak üzere kullanılmaya başlandı. ??? Türkiye’yi seven, İslamı sayan Papa, “kalbinin bir kısmını” Türkiye’de bırakarak ayrılırken, Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik ilkesini de yaraladı. Meclis Başkanımız Bülent Arınç’ın dile getirdiği, AKP’nin sözde laiklik anlayışıyla aynı görüşü paylaştı: İnançları kamu alanının dışında tutan laiklik anlayışını eleştirdi, dini inançlarla laiklik arasında uzlaşma istedi. Bu, WashingtonVatikanİstanbulBrüksel eksenindeki Hıristiyan ittifakının, AKP Ankarası’nı da etkileme çabasıydı. ??? Türkiye’nin Küresel Aktör olması için çırpınanlar herhalde çok memnundur: Küresel Terörü , Küreselleşme bağlamında besleyerek kendi hegemonyalarını yaygınlaştırmak ve güçlendirmek için kullananlar, bu Küresel Oyuna, Patrikhane İstanbulu’ndan sonra, AKP Ankarası’nı da ekliyor. Şimdi sıra Türkiye’nin, Küresel Aktör olarak, kendisine Küresel senaryoda biçilen rolü oynamasına geldi. Bu rol nedir? Türkiye, din ekseninde bölünmeye çalışılan dünyanın neresinde yer alacaktır? Hıristiyan ittifakının bir uzantısı mı olacaktır? Teröre kaynaklık ettiği öne sürülen ve dinler savaşında karşı cephe olarak kullanılan Yeşil Kuşak içinde bir İslam ülkesi mi olacaktır? Sahnede, hegemonyanın elinde oyuncak olan bir Ilımlı İslam kuklası olarak mı görünecektir? Benim önerim, bütün bu oyunları bozarak dinler savaşını reddetmesi, kendi yazdığı, ulusal çıkarları öne alan bir senaryoda, laik ve demokratik bir bölgesel güç olarak ağırlığını hissettirmesidir. C 5 Cumhurbaşkanı Sezer Vakıflar Yasası’nın 9 maddesini bir kez daha görüşülmek üzere TBMM’ye iade etti. Sezer iade gerekçesinde yasanın bazı maddelerinin anayasaya aykırı olduğunu ve yasa hazırlanırken Türkiye Cumhuriyeti için anayasa değerinde olan Lozan Antlaşması’nın hükümlerine uygun hareket edilmesi gerektiğini belirtti. Cumhurbaşkanı Sezer, Vakıflar Yasası’nın 9 maddesini bir daha görüşülmek üzere TBMM’ye iade etti. Sezer, veto gerekçesinde şu görüşlere yer verdi: Yasayla, yeni vakıfların vakıf senedindeki amaçları gerçekleştirmek üzere Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bildirimde bulunmak koşuluyla şube ve temsilcilik açabilmesi; vakıfların yeni taşınmaz mal edinebilmeleri; mülhak vakıfların hayrat niteliğindeki taşınmazlarının özgülenebilmesi; cemaat vakıflarına ilişkin, kısmen ya da tümüyle hayrat ola rak kullanılmayan taşınmazların, vakıf yönetiminin istemi üzerine Vakıflar Meclisi kararıyla, aynı cemaate ilişkin başka bir vakfa özgülenebilmesi ya da vakfın akarına dönüştürülebilmesi; vakıfların, yurtiçi ve yurtdışındaki kişi, kurum ve kuruluşlardan ayni ve nakdi bağış ve yardım alabilmesi; yurtiçi ve yurtdışındaki benzer amaçlı vakıf ve derneklere ayni ve nakdi bağış ve yardım yapabilmesi; vakıfların, amacını gerçekleştirmeye yardımcı olmak ve vakfa gelir sağlamak için Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bilgi vermek koşuluyla iktisadi işletme ve şirket kurabilmesi ya da kurulmuş şirketlere ortak olabilmesi olanaklı kılınmıştır. Bu düzenlemeler, hukukun genel ilkeleri, anayasanın 2. maddesinde yer verilen hukuk devleti niteliğinin gereği olan hukuk güvenliği ilkesiyle, anayasanın örgütlenme özgürlüğü ve mülkiyet hakkına ilişkin 33. ve 35. maddesindeki kurallarla bağdaşmamaktadır. LOZAN, ‘ANAYASAL DEĞERDE’ Yasanın 3. maddesinde, bu yasada geçen “vakıflar” sözcüğünün, mazbut, mülhak, cemaat ve esnaf vakıfları ile yeni vakıfların tümünü kapsadığı belirtilmiş; vakıflar bağlamında cemaat (azınlık) vakıflarıyla ilgili esaslı değişiklikler yapılmıştır. Bu değişikliklerin öncelikle Lozan Antlaşması yönünden incelenmesi gerekmektedir. Lozan Antlaşması, Türkiye Devleti’nin uluslararası düzlemde hukuksal ve siyasal kuruluş belgesidir. Lozan Antlaşması’yla, Türkiye Cumhuriyeti’nin “Ulusal Ant” sınırları içinde, özgür ve bağımsız bir devlet olarak varlığı tanınmış ve Türkiye Cumhuriyeti dünya uluslar ailesine bağımsız bir devlet olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla, Lozan Antlaşması, Cumhuriyet dönemi hukuk sisteminin temelini oluşturmaktadır. Bu niteliği nedeniyle antlaşma kuralları “anayasal değerde”dir. Yasayla cemaat vakıflarına ilişkin olarak getirilen en önemli değişiklik, bunların mülhak vakıf statüsünden uzaklaştırılarak Türk Medeni Yasası’na göre kurulan yeni vakıflara yakınlaştırılmasıdır. Bunun sonucunda, Türk Devrimi’nin tasfiye ettiği “şeri hukuk” düzeni içinde kurulmuş eski vakıfların tasfiyesini amaçlayan yaklaşımın ve bu yaklaşımın gereği olarak tüm eski vakıflar üzerinde Vakıflar Genel Müdürlüğü aracılığıyla kurulan oldukça sıkı izin ve denetim sisteminin, neredeyse tümüyle ortadan kaldırıldığı görülmektedir. Cemaat (azınlık) vakıfları, Türkiye’de yaşayan ve Türk yurttaşı olan, Ermeni, Yahudi ve Rumlar tarafından Osmanlı hukuk düzeni içinde kurulan, Lozan Antlaşması gereğince 2762 sayılı Vakıflar Yasası’yla tüzelkişilik kazandırılan dini ve hayri kurumlardır. Türkiye Cumhuriyeti, Lozan Antlaşması’yla, Osmanlı hukuk düzeninin eseri olan ve o tarihte yürürlükte bulunan “şeri hukuk” esaslarına göre kurulan cemaat vakıflarını, belirtilen koşullarla koruma ve diğer vakıflarla eşit işleme bağlı tutma yükümlülüğü altına girmiştir. Vakıflar Yasası’yla, Türk Medeni Yasası’ndan önce eski hukuka göre kurulan vakıflara ilişkin olarak varlıklarına ve vakfiyelerine zorunlu durumlar dışında dokunmadan, yeni ilke ve yöntemler getirilmiş, Lozan Antlaşması’nın 42. maddesinde sözü edilen azınlık vakıfları bu yasanın kapsamına alınmıştır. CHP’li Öymen, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaptığı incelemelerin sonucunu rapor haline getirdi ‘Yurtlar tarikatların elinde’ Türey KÖSE ANKARA CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, Doğu ve Güneydou Anadolu bölgelerinde yaptığı incelemelerden sonra hazırladığı raporda, bazı doğu illerinde tarikatların çok etkili rol oynadıklarına, öğrenci yurtlarının büyük bölümünün aşırı dinci tarikatların eline geçtiğine dikkat çekti. CHP Genel Başkan Yardımcısı Öymen, bölgede yaptığı incemelerden sonra “Doğu ve Güneydoğu İllerimizle İlgili Değerlendirme Raporu” hazırladı. Bölgeler arası dengesizliğin çok ciddi sosyal sorunlar yarattığını vurgulayan Öymen’in bazı saptamaları şöyle: Bursa’da ortalama yaşam beklentisi 75 yıl iken, bu, Şırnak ilimizde 59 yıldan ibarettir. En önemli insan hakkı yaşam hakkı olduğu için Güneydoğu illerimizde yaşam beklentisinin bu kadar düşük oluşu ciddi bir insan hakkı ihlali sayılmalıdır. Türkiye toplam milli gelir açısından dünyanın ilk 20 ülkesi arasında yer almasına rağmen insanların gelir düzeyini, eğitimini ve sağlık koşullarını gösteren İnsan Gelişim Endeksi’nde 92. sıradadır. Kadınerkek eşitliği ve kadın hakları konusunda da maalesef 105. sıradadır. Ülke içindeki büyük dengesizlik dikkate alındığında Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu’nun bazı bölgelerinde insanların yaşam koşullarının dünyanın en geri bölgeleriyle kıyaslanabilecek bir düzeyde CHP Genel Başkan Yardımcısı Öymen, bölgeler arası dengesizliğin çok ciddi sorunlar yarattığını belirterek, “Bursa’da ortalama yaşam beklentisi 75 yıl iken, bu, Şırnak ilimizde 59 yıldan ibarettir” ifadesini kullandı. olduğu bir gerçektir. BEBEK ÖLÜMLERI Güneydoğu Anadolu’nun bazı illerinde doğan her bin bebekten 52’si ölmektedir. Bu, Avrupa standartlarının yaklaşık 10 misli üzerindedir. Bölgede her 10 bin kişiye düşen hastane yatağı sayısında da çok büyük dengesizlikler vardır. Örneğin, Ağrı ilinde her 10 bin kişiye düşen hastane yatağı sayısı Türkiye ortalamasının beşte biridir. Hakkâri Çukurca’da, bir pratisyen hekim bile bulunmamaktadır. Bazı sağlık ocakları hekim yokluğundan kapalı bulunmakta ya da sadece bir hemşire görev yapmaktadır. Batı’daki bazı illerimizde halkın % 93’ü okumayazma bilirken Güneydoğu Anadolu’da, örneğin Şırnak’ta bu oran % 60’a kadar inmemektedir. Bazı illerimizde okumayazma bilen kadınların oranı yalnızca % 33’tür. Bölgeye, özellikle Hakkâri gibi illerimize gönderilen öğretmenlerin çoğu yeterince mesleki tecrübe sahibi olmayan stajyer öğretmenlerdir. Hakkâri son yıllarda hem üniversiteye hem de ortaöğretime giriş sınavlarında sonuncu gelmektedir. Bazı okullar kış aylarında tezekle ısınmakta ve öğrencilerden her sabah okula gelirken yanlarında bir parça tezek getirmeleri istenmektedir. Bölgede kamu yatırımları fiilen durmuş gibidir. Ekonomik hedeflere PKK’nin zaman zaman saldırıda bulunması yatırımcılar için caydırıcı bir rol oynamaktadır. Aynı zamanda PKK, Özel İdare’nin yatırımlarına da zarar vermektedir. Kuzey Irak’tan bölgeye patlayıcı getiren PKK, demiryolu ve iş makinelerine saldırılarda bulunarak devletin bölgeye yönelik ekonomik faaliyetlerini tahrip etmektedir. Bazı önemli yatırımlar yarım bırakılmak zorunda kalınmıştır. Bölgedeki birçok köyde hâlâ içme suyu yoktur. Çevre alanında da çok ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. Van Gölü’nün kıyısındaki bazı ilçelerin arıtma tesisi olmadığı için kanalizasyonları göle boşaltılmaktadır. Bu durum devam ederse Van Gölü’nün 30 yıl sonra kullanılamaz hale geleceği ifade edilmektedir. Onur Öymen, Düzce gibi gelişmiş bir ille Bitlis arasında teşvik tedbirleri bakımından bir fark bulunmadığını vurgularken, bu durumda yatırımcıların gelişmiş illeri tercih ettiğini söyledi. Öymen, bölgede büyük bir maden potansiyeli bulunduğuna dikkat çekerken, “Hakkâri’de bulunan çinko madeni o bölgenin kalkınmasında önemli rol oynayabilir” dedi. Türkiye’ye ve Türklere sevgiyle… İslama ve Müslümanlara saygıyla… ??? “Kalbinin bir kısmını Türkiye’de bırakarak” döndü. Sanki Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olan Kardinal Ratzinger gitmiş, yerine başka biri gelmişti… Sanki Regensburg konuşmasında İslama, tân eyleyen Papa 16. Benedikt değildi… ??? Papa’ya davet aslında Patrik Bartholomeos tarafından yapılmıştı. Oysa Patrik’in yasal statüsü böyle bir daveti yapmaya uygun değildi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu emri vakiyi, kılıfına uydurmak için Cumhurbaşkanlığı’nı devreye soktu, Papa Türkiye’ye Ahmet Necdet Sezer’in konuğu olarak geldi. ??? Papa Türkiye’ye gelmeden hemen önce, bir kardinali tarafından, bu ziyaretin aslında Ortodoks ve Katolik kiliseleri arasında bir yakınlaşmayı gerçekleştirmek için düzenlendiği açıklandı. ??? Soğuk Savaş sırasında Sovyetler Birliği’ne karşı oluşturulan “dinci ittifak”, bir yandan İslamcı “Yeşil Kuşak” öte yandan WashingtonVatikanİstanbul arasında PapaPatrik eksenindeki Hıristiyan dayanışması ile desteklenmişti. Stalin’in Moskova Patrikliği’ni nüfuzu altında tutmasına karşılık, Patrik Athenagoras 1949 yılında palas pandıras Amerika’dan yollanmış, Türk vatandaşı yapılarak Patrik olarak göreve başlatılmıştı. ??? Sovyetler çöktü, Soğuk Savaş bitti; Küreselleşme bağlamında Yeni Dünya Düzeni başladı. ABD’nin dünya hegemonyasını pekiştirerek sürdürmek için, Huntington’un Uygarlıklar Çatışması diye isimlendirdiği Dinler Savaşı devreye sokuldu; “eski yapı” yine kullanılacaktı: Yeşil Kuşak’ın temsil ettiği İslam Dünyası ile, WashingtonVatikanİstanbul P apa 16. Benedikt, Türkiye’ye geldi. ekongar?cumhuriyet. com.tr; www.kongar.org PKK itiraf etmek istiyor infazlar ve PKK muhaliflerinin öldürülmesi iddialarıyla uluslararası kamuoyunda da büyük tepki çeken PKK, Los Angeles’ta, bir yargıcın, PKK’nin bu önerisinde ne kadar saörgütün ABD’deki malvarlığının blomimi olduğu bilinmiyor. Kaldı ki, örke edilmesi ve terör örgütü listesinde gütün geçmişte tepki çeken eylemleyer almasına olanak veren başkanlık ri arşivlerinde ne kadar üstlendiği koemrini iptal etmesinin ardından siyanusu da şüphe çekiyor. sallaşma zemini için yeni bir adım atAncak örgütün komisyon önerisinmaya daha hazırlanıyor. Örgüt yönede ince bir hesap bulunuyor. PKK, ticilerinden Murat Karayılan, 30 yılitiraf beklentisiyle, son olarak Şemlık eylem arşivini tarafsız bir komisdinli’de deşifre olan hukuksuz uyguyonun incelemesine vermek için nalamalar ve Türkiye’nin, Güneydobız yoklarken “Bizden yana işlenen ğu’da yaşananlarla ilgili Avrupa İnsan suçların bir bir ortaya çıkarılmasına Hakları Mahkemesi’nde kaybettiği hazırız” diyor. davaları nedeniyle Murat Karayılan, başta ANF ajansı olÖrgüt yöneticilerinden güvenlik güçlerinin yıprandığına mak üzere örgüte yaMurat Karayılan, örgüte vurgu yapmaya çakın kaynaklara yansıyakın kaynaklara lışıyor. yan çağrısında, hem Terör döneminyansıyan çağrısında, devletin hem de kende 4 bin civarında dilerinin bir biçimiyhem devletin hem de le suçlu olduğunu ifa kendilerinin bir biçimiyle köyün boşaltılması, zorunlu göç idde ederken “PKK tasuçlu olduğunu ifade diaları, faili meçrafında hangi suçlar işlenmişse, bunların ederken, “PKK tarafında hul cinayetler ve işaydınlatılması için hangi suçlar işlenmişse, kenceler, YükseSusurluk ve her türlü imkân ve bunların aydınlatılması kova, Şemdinli olaylarını olanağımızı sunarız. için her türlü imkân ve da göz önünde buBu konuda bütün arlunduran örgüt, şivimizi açar, en sa olanağımızı sunarız. Bu mimi bir biçimde her konuda bütün arşivimizi devleti de özeleştiri vermeye zorlaşeyimizi ortaya koyaaçar, en samimi bir mak istiyor. Kararız. Fakat aynı şeyler biçimde her şeyimizi yılan’ın aşağıdaki devletten yana işleortaya koyarız” dedi. sözleri de bu planı nen suçlar açısından doğruluyor: da geçerli olmalıdır” “Önderliğimiz (Öcalan), iki halk diye konuşuyor. arasındaki sorunların çözüme kavuşPKK, ateşkes kararının ardından turulması, karşılıklı samimi bir itiraf itiraf psikolojisine neden giriyor? ve bağışlamanın gelişmesi ve böyleKarayılan’ın bu çıkışının altında likle Kürt ve Türklerin özgür birlikaslında Abdullah Öcalan’ın bir taliteliği için komisyonun kurulmasını matı bulunuyor. Öcalan geçen aylarönermiştir.” da avukatlarıyla yaptığı görüşmede, Türkiye, ABD ve Irak’ta örgütle “Hakikatleri Araştırma Komisyonu” mücadele konusunda oluşturulan orkurularak terör döneminde işlenen ganizatörlerin girişimlerinden ciddi suçların ortaya çıkarılmasını istiyor. biçimde rahatsız olan PKK, ateşkes Öcalan, benzer bir komisyonun geçkararından beklediği tepkiyi alamımişte Güney Afrika’da oluşturulduyor. Karayılan, son çıkışıyla siyasalğunu ve başarılı olduğunu iddia edilaşma çabaları sırasında uluslararası yor. PKK’ye “Bebek katili” damgakamuoyunun dikkatini çekmeyi sı vurulan köy baskınları, Bingöl’de hedefliyor. 33 erin kurşuna dizilmesi, örgüt içi Mehmet FARAÇ Şu, Atatürk dönemine “gerici” diyen sosyal “bilimci”lerle, Cumhuriyetin kuruluşuna, “Kurtuluş Savaşı’nı o kadar da abartmayalım... Atatürk müthiş eğilen bükülen esnek bir politikacı” düzeyinde yaklaşan, Avrupa’nın Türkiye’ye bakışı çizgisindeki “bilgiç” tarihçilere söylenecek çok söz var. Tabii, bu düşüncelerin ipliklerini pazara çıkartacak en iyi yaklaşım, “bilimde yöntem meselesi” üzerine birkaç yazı yazmaktır!.. Bunu sonraya bırakalım ve Atatürk döneminin gericiliğine, Atatürk’ün “ideolojik bir paketi” olmadığına, Atatürk’ün “ayet düzeyinde” ele alındığı savlarına birkaç yanıt verelim... Birilerinin “Vay linç girişimi ha!” isterilerine kulak asmadan! Birileri, hem de “bilimci otoritesi” kılığında ağızına geleni söyleyecek, ideolojik saplantılarını dökecek, ama bunlara yanıt vermeye kalkılınca “linç girişimi” diye feryat figan ortalığı saracak! Gazi Üniversitesi’nin de “idari yetkilerine” dayanarak bu yaygaraya fırsat vereceğini sanmıyorum... Ama Gazililer, özellikle “yöntem” konusunda bilimsel yetersizlikleri ortaya çıkartacak çok şey yapabilir... Öğrencilerin de bilimden sapkın “otoriteler” konusunda duyarlılıklarını arttırmak gerekir! ??? Gazili “bilimci”, 19251945 dönemini “gerici” ve sonrasını “ilerici” olarak nitelerken, anlaşılan temel ayracı “seçim”! CUMA YAZILARI ORHAN BURSALI Atatürk ve ‘İdeolojik Paket’ Çünkü “muhafazakâr demokrat” olarak “kendisini belgelemek” için kitaplar yazdıran AKP’nin fikir ideologları ve yazar destekçileri, bu düşüncede! Yazılarında 1950 döneminden sonraki ekonomik gelişmeyi, traktör vb rakamlar vererek öve öve bitiremezler! Fakat, 19391945 dünya savaşının bütün dünyada ve Türkiye’de yaptığı ekonomik tahribatı hiç görmezler! Türkiye’ye Marshall Planı ile giren büyük paraların ve bunun ekonomide yarattığı canlılığın da hiç sözünü etmezler! 1945 ve sonrası esas olarak Türkiye ekonomisi için bir yıkımdır: Kendi ayakları üzerinde yükselmekte olan, uçak fabrikası bile kuran bir büyük kalkınma politikasının sonudur! O zamandan bugüne Türkiye’yi bütün alanlarda üretici kılacak ve zirvelere yükseltecek bütün politikaların, bütün araştırma ve bilim politikalarının terkedilişidir, bir uşaklık ve boyun eğme döneminin başlangıcıdır! Avrupa’nın kıyısında en geri ve yoksul ekonominin ayıbını, toplumun bugünkü sosyal geriliğini ve eğitimin sefaletini Atatürk ve arkadaşlarını “Demokrasi getirmedi” diyerek suçluyor; demek Atatürk, 1925’te halkın önüne sandığı koymalıydı! Okuma yazması bile olmayan, bilimsel bilginin sıfır olarak seyrettiği bir yıkık Anadolu’da! Sormalı: Bir siyaset veya sosyal bilimcinin “Sandığın, demokrasinin, oyun niteliği” diye bir sorunu veya merakı olmalı mı, olmamalı mı? Atatürk’ün bir ülkenin varoluşunun temellerini attığını, bir ülke ve millet varetmeye yöneldiğini görmek gerekir mi? Gazili “bilimci” ilericigerici ayrımını yaparken, 19251945 dönemiyle ondan önceki dönemi nasıl niteliyor? 192545, sakın 1925 öncesine göre de (Kurtuluş Savaşı ve Osmanlı İmparatorluğu) “gerici” olmasın? Bu dönemi de nitelemeden, yaptığı ayrımın herhangi bir bilimsel anlamı olabilir mi? Yoksa bu konuda bir fikri mi yok?! 1945 sonrası ona göre ilerici! Neden? Ortaya sandık konduğu için mi? Yoksa Yayla, ekonomik olarak da mı 45 sonrasının mükemmel olduğu görüşünde? araştırmayana, 1950’den bu yana hemen hemen kesintisiz ülkeyi yöneten iktidarların niteliklerini görmeyene, bilim insanı denebilir mi? Mustafa Kemal ve dönemine hiç bu kadar kaba, düzeysiz ve “kahvehane hasbihalinden” bile “belden aşağı” yaklaşılmamıştı! ??? Bazı tarihçiler diyor ki: “Aslında Atatürkçülük diye bir şey yok. Atatürk var. Atatürkçülük diye bir ideoloji hiçbir zaman olmadı. İdeolojik bir paket hazırlamak aklından hiç geçmedi… Atatürkçülük bir pragmatizmdir.” Bu “sözcü”, Atatürk’ün “ayetlerle” anılmasına da gönderme yapıyor. Bir doğru yan vardır burada. Bugün binbir Atatürkçülük var, çoğu ruhu anlamaktan uzaktır. Ama Atatürk’ün bir “ideolojik paketi” var! Bu paketin içinde “bilim” var. Bilimsel düşünce temelinde sorunlara yaklaşım var. “Akıl ve bilim”i miras olarak bırakmak, başlı başına bir “ideolojik paket”tir! Paketin içinde, akıl ve bilimle uygarlığın en ileri aşamalarına varan bir ülke ideali var! Bunun yanı sıra ekonomik bağımsızlığın, bir ülke için varlık ve yokluk demek olduğu düşüncesi ve buna uygun bir inşa politikası var! Halkın bütününün genel yararını ve çıkarını gözeten politikalar var! Tarihçimize sormak gerekir: İdeoloji nedir? obursali?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle