07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 ARALIK 2006 CUMA haberler SÖZ ÇİZGİNİN TURHAN SELÇUK DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN POLİTİKA GÜNLÜĞÜ HİKMET ÇETİNKAYA C 3 AB İçin Ne Yapmalı? ile sağlıksız yürüyen ilişkilerin, kopma noktasına geldiğini, koşulsuz Avrupa tutkunları dahil, artık herkes kabul ediyor. Bu sütunda daha önce de belirtildiği gibi, şu anki durum kimse için sürpriz olmamalıdır. Çünkü konuyu biraz olsun izleyenler, bunu zaten beklemekteydiler. “Sağlıksız ilişkiyi, daha net ve sağlıklı bir yola sokmak için ne yapmak gerek?” sorusuna verilecek yanıt basittir: Her şeyden önce gerçekleri görmek. Eğer olaya yüzeysel yaklaşırsanız Kıbrıs ile ilgili ek protokolün yürürlüğe konarak, Türkiye’nin limanları ve havaalanlarını Rum Yönetimi’ne açmasının sorunu çözeceğini sanabilirsiniz. Ancak burada da seçim öncesinde AKP iktidarının böyle bir adımı atamayacağı gerçeği dikilir karşınıza. Bu durumda, Denktaş, Annan Planı’nın Kıbrıs’ın AB üyeliğinden önce kabulünü engellememiş olsaydı, Ada’da çözüm sağlanmış, böylelikle Türk kesimi de Birliğe girmiş ve söz konusu plan gereği var olan veto hakkını kullanarak, Papadopulos’u frenlemiş olurdu, diyerek nafile hayıflanmanın da bir yararı yoktur. Zaten böyle bir düşünce gerçeği de yansıtmamaktadır. Unutmayalım ki, AB Kıbrıs Rum kesimini kendi bünyesine almaya daha 1997 Lüksemburg zirvesinde karar verdi. O zamandan üyeliğe kadar geçen süre içinde, AB hiçbir zaman Kıbrıs Rum Yönetimi’ne üyeliğin sorunun çözümüne bağlı olduğu yolunda herhangi bir koşul öne sürmedi. Bu durumda, Kıbrıs Rum Yönetimi, Kıbrıslı Türkleri de peşinden AB’ye sürükleyecek bir çözümü neden kabul etsindi ki? ??? Kıbrıs sorununun çözümünün ya da ek protokolün uygulanmasının Türkiye’nin üyeliği ile eşzamanlı olması önerisi de, eğer AB Türkiye’yi üye yapmak isteseydi bir anlam taşıyabilirdi. Oysa AB böyle bir niyeti olmadığını, daha 17 Aralık 2004’te belli etmişti. Gerçek bu olunca, Kıbrıs ile ilgili herhangi bir çözümün de Türkiye’ye üyelik yolunu açmayacağı açıkça görülmektedir. Bu durumda da şu soru haklı olarak gündeme geliyor: “Eh, üye de olamayacağımıza göre, bütün bu ödünleri neden veriyoruz? Bugün Kıbrıs konusunda istediklerini yapsak, yarın önümüze yeni yeni isteklerle gelmeyecekler mi? Bütün istenenleri yerine getirdiğimizde de, en sonunda önümüze, ‘Sizi sindirebilme kapasitemiz yok’ demeyecekler mi? Demeseler de, üyelerin bir bölümü, üyeliğimizi kendi halkoylamasına sunarak engellemeyecekler mi?” Bu soruyu ancak ahmaklar sormaz. Sonunda ne alacağı belli olmayan bir müzakereyi, birçok isteğe boyun eğme pahasına ancak ahmaklar sürdürür. Taraflardan birinin ahmak olduğu müzakereler de hiçbir zaman sağlıklı bir sonuca ulaşamaz. ??? Hanımefendiler, beyefendiler! Bir gerçeği görmemizin zamanı gelmiştir. AB Türkiye’yi tam üye olarak kabule hazır değildir. Kimsenin hakkını yememek için söyleyelim ki, bugünkü yapısıyla Türkiye de, AB üyeliğine hazır değildir ve geçen zaman bu faktörleri iyiye değil, kötüye doğru etkilemektedir. O zaman AB’nin Türkiye’yi kendi içine diğerleriyle eşit koşullarda bir üye olarak kabul etmeyeceği, bize, daha değişik bir statü önereceğini artık anlamamız gerekir. Bu gerçeği böylece kavradıktan sonra Avrupalı muhataplarımıza, bu budala oyununu daha fazla sürdürmek istemediğimizi, bize gerçekte ne önerdiklerini açıkça belirtmeleri gerektiğini söylemeliyiz. Bize önerilen statü ortaya çıktıktan sonra da bunun karşılığında hangi fedakârlıklara katlanabileceğimizi, neleri verip neleri veremeyeceğimizi düşünüp, yeni bir politika oluşturmak en sağlıklı yol olacaktır. AB ile ilişkilerimizi sağlıklı bir raya oturtmak ancak böyle mümkün olabilecektir. Yoksa bugüne kadar izlediğimiz tutum hiçbir sonuç vermeyecek, istediklerinin hepsini de yerine getirsek yine üye olamayacağız. Avrupalı herhangi bir ülkeyi, çok özveride bulundu diye kendi içine almaz, eğer çıkarı varsa alır, yoksa almaz. AB NATO, AFGANİSTAN’DAKİ ASKERİ GÜCÜNÜ ARTTIRIYOR.. (HABERLERDEN) ‘İnadına Yaşamak...’ Yaşama sımsıkı sarılmak!.. Ödün vermeden düşünce üretmek!.. İkiyüzlülük, şaklabanlık yapmamak!.. Bildiğin, inandığın yolda yürümek... Aydınlanma Devrimi’ni savunmak, Mustafa Kemal’in kurduğu laik demokratik Cumhuriyete sahip çıkmak... Ulus devleti savunmak!.. Önceki gün bunları düşündüm uzun uzun... İbrahim Yıldız’ın odasındaydık İlhan Selçuk, Doğu Silâhçıoğlu ve Server Tanilli’yle birlikte... Genç yaşta tekerlekli sandalyeye bağlanmıştı Server Tanilli... 7 Nisan 1978... Faşist terör onu arkasından kurşunlamıştı... Server Tanilli’nin bir ırmağa benzeyen gözlerinde yaşama sevinci vardı. Yaşamı çoğaltan, sevgiyi mavi sular gibi yansıtan gözlerine baktım bir süre... Server Tanilli “İnadına Yaşamak” diyordu, tane tane konuşurken... Server Tanilli’yle TÜYAP Kitap Fuarlarında, Cumhuriyet’te karşılaşırız hep... Ben, Tanilli’nin yazılarından ve kitaplarından çok şey öğrendim... Çünkü o bir devrimciydi!.. İki kez okuduğum “Nasıl Bir Demokrasi İstiyoruz” kitabının sunuş bölümünü unutamadım: “Bağımsız bir Türkiye’de ‘laik ve sosyal bir demokrasi’ için mücadele edenlere...” İlhan Selçuk, Server Tanilli’yi şöyle anlatır: “Yazdığı kitaplarla gazetelerde ve dergilerde yayımlanan yazılarının dökümü bu köşeye sığmaz!.. İnanılmaz enerjisiyle devrimci coşkunun harmanında yaşayan Tanilli’nin sabahı nerde, akşamı nerdedir, belli olmaz; sürekli eylemin, üretmenin, yazmanın, konuşmanın, tartışmanın maratonunda profesörü izlemenin olanağı da pek yoktur!.. Şu günlerde Türkiye’nin neresindedir, hangi eylemi gerçekleştiriyor, bilemiyorum... Strasbourg’da oturur... Anadolu toprağını ekip biçer... Bu ülkede bir değil on Server Tanilli olsa, Türkiye’nin yazgısı değişirdi.”? ??? Sahranın derin hayatı ufukta beliren ince bir bulut gibidir bence... Gecenin bitiminde toz lekesine benzer geçmiş... Geçmişle gelecek yaşamın bir hoş sedası olur... Yaşadığımız bu topraklarda içeriden ve dışarıdan beslenen “irtica” ve “bölücülük” gün gün ivme kazanırken çevremizin kuşatıldığının farkında değiliz... Bölük pörçük olduk!.. Şaşkın ördeğe döndük!.. Meydanları dolduramıyoruz!.. Demokrasiyi yaşam biçimi olarak görüyorsak, her birimiz Server Tanilli olmak zorundayız!.. Malum gazete, Gümüşhane Barosu Başkanı Ali Günday’ı hedef yaptı... Peki sonuç? 11 yıl önce bürosunda öldürüldü... Ahmet Taner Kışlalı’yı hedef yaptı... Sonra ne oldu? Kışlalı da öldürüldü!.. Danıştay üyelerini hedef yaptı... Hâkim Mustafa Yücel Özbilgin öldü, 4 üye yaralandı... Şimdi Deniz Som’u hedef gösteriyor. Gazeteler, televizyonlar Deniz’in dinci gazete ve yazarları tarafından hedef gösterilmesini görmüyorlar... Oysa üç gazetecinin bir kafede kavgalarını günlerce haber yapmıştı medya... Deniz Som, usta bir gazetecidir... Deniz’in Cumhuriyet’te yazması bazılarının kanına dokunuyor... Deniz Som şimdi hedef!.. Ama medya gözünü yummuş, ona destek çıkmıyor!.. Sabah yine anılarımla baş başaydım... 7 Nisan 1978... Alacakaranlıkta faşistlerin saldırısına uğramıştı Server Tanilli. Öldü, ölecekti. Ölmedi kurtuldu. Tekerlekli sandalyede yaşamak zorunda kaldı. Aradan 28 yıl geçmiş... 1981 yılından beri Strasbourg Üniversitesi’nde öğretim üyesi Prof. Dr. Server Tanilli... ??? Kitaplarında, yazılarında, şiirlerinde yaşam var, sevgi var, hüzün var... Bir ayağı Türkiye’de... İstanbul’dan Ankara’ya, İzmir’den Bursa’ya, Adana’dan Antalya’ya Anadolu’yu dolaşıyor... Konuşuyor, tartışıyor, dinliyor... Server Tanilli aydınlık bir güç... Uygarlık tarihini en iyi bilen; bunu zamansal sürece oturtan, usanmadan yazan, konuşan, üreten bir düşünce insanıdır Tanilli... O insanoğluna ders veriyor tekerlekli sandalyesine bağımlı olduğu halde... Yılmıyor, yıkılmıyor!.. Son kitabı Alkım Yayınları’ndan çıktı: “Ne Olursa Olsun Savaşıyorlar: Kadın Sorununun Neresindeyiz?” Mutlaka okumalısınız!.. hikmet.cetinkaya?cumhuriyet.com.tr Faks numaramız: +90 0212/ 343 72 69 EL KAİDE YAŞASIN, HEDEFİMİZ BÜYÜTÜLDÜ.. İtalyan Medyasının Uyarısı: ‘Türkiye’yi kaybediyoruz!’ Nilgün CERRAHOĞLU ROMA Brüksel’in “müzakereleri dondurma” kararı, iki farklı bakışla değerlendiriliyor: 1. “Papa XVI. Benedikt, Türklere Avrupa kapısını açarken Brüksel kapatıyor!” 2. “Ratzinger, Bartholomeos’un kollarına uçarken Brüksel de Ankara’yı buzdolabına kaldırıyor!” İki değerlendirme arasında dağlar kadar fark var. Ancak her iki yaklaşım da Türkiye’nin AB üyeliğiyle Papa’nın Türkiye ziyareti arasında güçlü ve doğrudan ilinti kuruyor. “İyimser görüşü” paylaşalar, Erdoğan’ın “kerpeten zoruyla” da olsa Papa’nın ağzından aldığı “desteğin”; Türkiye’nin AB macerası üzerinde “uzun dönemde” “olumlu” etki yaratacağı görüşünde. Türkiye’nin AB üyeliğinin bir numaralı destekçilerinden olan İtalya’nın “AB Bakanı” Emma Bonino örneğin, böyle düşünüyor. “Papa”nın Türkiye’de tarih yazdığını iddia eden Bonino; “Papa XVI. Benedikt’in kimliğinin ‘Ratzinger’in kimliğinden farklı olduğuna” parmak bastıktan sonra; “Vatikan, Avrupa’nın Katoliklik kalesi olamayacağını idrak etmiş, içinde yaşadığımız dünyayı Avrupalı siyasetçilerden daha iyi kavradığını göstermiştir. Şu ironiye bakın ki şimdi, siyasetçilerin vermesi gerektği ‘diyalog’ mesajını, ‘din otoriteleri’ veriyor...” diyor. Papa’nın “yeşil ışığına” daha farklı cepheden yaklaşan Ankara’daki İtalyan Büyükelçisi Carlo Marsili ise Vatikan’dan çıkan bu yeni mesajın; AB içinde Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkan Hıristiyan lobisinin “etkisini azaltacağı” görüşünde. “Il Giornale”ye konuşan Büyükelçi Marsili’nin yorumu şöyle: “(Hıristiyanlığı öne çıkaran) Direnç cephesi şimdiye dek ‘Zaten Papa da Türkiye’nin üyeliğine karşı!’ diyordu. (Bu çevreler) Artık daha temkinli değerlendirme yapmak mecburiyetinde kalacaklardır!” APA’NIN SÖZLERI ‘RÜŞVETİ KELAM!’ Papa’nın kendi ağzından değil de Erdoğan’ın ağzından lanse edilen “destek mesajının”; tayin edici fark yaratmayacağını düşünenler, özellikle Brüksel’in soğuk duş etkisi yaratan son kararından sonra güç kazanmış durumda... İtalya’nın “etkili strateji uzmanı” Luccio Caracciolo, Papa’nın sürpriz açılımını, “Türkiye seyahatini kurtarmak amacıyla yapılmış bir son çare diplomasisi” olarak nitelendiriyor ve “rüşveti kelâma” indirgiyor. “Ankara’nın üyeliğine karşı çıkan Avrupa kamuoyunda o kadar çok sayıda olumsuz önyargı var ki; bunların Papa’nın birkaç sözüyle değişmesi olanaksız. Türkiye’ye karşı olanlar, karşı olmaya devam edecektir!” diyor Caracciolo... Komisyonun “müzakereleri dondurma önerisini” nitekim, gözünü kırpmadan destekleyen “Hıristiyan Demokrat” Angela Merkel, Caracciolo’nun sözünü ettiği her türlü etkileşime kapalı “katı Hayır cephesi”ne tipik örnek... “Papa’nın seyahati” ile “Brüksel kararını” birinci sayfalarında, yan yana izleyen İtalyan gazeteleri, buna karşın; Avrupa’nın miyop siyasetine ve AB Komisyonu’na ağır eleştiriler yöneltiyorlar. ÜRKIYE’YE ÇOK YÜKLENİLDİ!’ Çizmenin en büyük gazetesi “Corriere della Sera” başyazısında, Avrupa’yı “ağaçlardan ormanı görmemekle” suçluyor. “Brüksel hâlâ Türk sorununu, kalabalık ajandasındaki meselelerden biri olarak algılıyor” diyen gazete, “Bu büyük hata!” diye ekliyor: “Türk sorunu, Avrupa’nın bir numaralı ajandasıdır.” “Repubblica” ise “(Türklerin yüzüne) Çarpılan Kapı” başlıklı yorumunda uzun ve çok ayrıntılı bir bilanço çıkarıyor. “Kırk yıldır Avrupa kapısında bekletilen bir ülkeye yapılan bu aşağılama, ‘teknik gerekçelerle’ açıklansa da, bunu haklı çıkaracak tek ‘siyasi gerekçe’ bulunamaz... Müzakereleri açma kararından bir yıl sonra ortaya çıkan bu ‘yeniden düşünelim’ portresi; yalnız çetrefil müzakerelerin zorluklarından değil, Türkiye’nin üyeliğine karşı yükselen kuşkulardan kaynaklanıyor. Fransa, Almanya, Avusturya’da ‘özel statü’ cephesi büyüyor... Ve kapı çarpılıyor... Uzak olmayan bir gelecekte ‘Türkiye’yi kim kaybetti?’ diye düşüneceğiz... Bu soruya verilecek yanıtlardan ilki ‘Avrupa siyasi sınıfının çapsızlığı’ olacaktır. Türkiye’ye son aylarda çok yüklenildi... Bu ülkeye yüzyıllardır, sistemli biçimde uyguladığımız ‘çifte standardın’ sonu gelmiyor. O anda hangi ölçü işimize geliyorsa, Türkiye’yi bununla ölçüyor; ölçüyü kendimize kullanmıyoruz. Osmanlı’nın Balkanlar’da Hıristiyanlara yaptığı kıyımlar karşısında dehşete düşerken, ‘kendi Hıristiyanlarımızın’ yaptığı kıyımları hiç gördük mü? Ermeni soykırımından bahsederken, Ermenilerin Türklere yaptığı ‘soykırımdan’ hiç söz ettik mi? Ermeni soykırımını inkâr etmeyi yasalaştırmayı öneren Fransa ‘aynı ölçüyü’ Ermenilerin Türklere yaptığı soykırım için kullanıyor mu? Yasa geçerse, Ermeni soykırımını inkâr etmek suç, Türklerin uğradığı soykırımı inkâr etmek serbest olacak...” “Kıbrıs ve Kürt sorununda uyguladığımız çifte standart da bundan farklı değil...” diyen gazete, uzun uzun bu konularda da Ankara karşısında sergilenen ikiyüzlülüğü faş ediyor... Papa’nın Türkiye ziyareti, böylesine “açık sözlü bir yüzleşmeye” kapı aralayacaksa, daha sık gelsin! Şaka etmiyorum... Bunca yıldır izlediğim İtalyan basınında, böyle bir yazıya şimdiye dek hiç rastlamadım. Avrupa, 20. yüzyılın başından bu yana belki de ilk kez, “Türkiye gerçeği” ile “ciddi bir hesaplaşmaya” doğru sürükleniyor. Kaç Avrupalı lider “gerçek saatinin” farkında.. belli değil. Hesaplaşmanın nasıl sonuçlanacağı hiç belli değil. Ancak şu görünüyor: Avrupa, çok uzak olmayan bir gelecekte, Türkiye’yi geri dönüşü olmayan biçimde sahiden kaybedebilir. Roma, Londra, Madrid gibi bazı Avrupa başkentleri, bu tehlikeyi görüyor. Vatikan’ı ve Brüksel’iyle Avrupa şimdi böyle bir tarihi yüzleşme ve hesaplaşmaya giriyor. “Papa’nın ziyareti” ile AB Komisyonu’ndan çıkan ters yönlü sinyaller,bu büyük hesaplaşmanın sonucu. ‘T renkli ilan P asirmen?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle