06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 Nüfus azalıyor, dışarıya beyin göçü başladı… C İ strateji ATİNA’DAN MURAT İLEM 8 ARALIK 2006 CUMA Almanya eriyor Dr. C. Akça ATAÇ ktidardaki birinci yılı dolarken Angela Merkel, Alman basınına yansıyan işsizlik oranındaki düşüş, küçülen dış borç ve 6 yıldan sonra ilk defa yakalanan yüzde 2,5’luk büyüme haberlerinin tadını çıkarıyor. Almanya’nın geçtiğimiz yıl içerisinde dış politikada artan etkinliği de, Merkel’in başarı hanesine ekleniyor. ABD ile ilişkilerin iyileştirilmesi ve bu yakınlaşmanın AB geneline yansıtılması, Rusya ile enerji konusunda gerçekleştirilecek yeni oluşumların –Polonya ile olan ilişkileMerkel hükümeti, "Büyük Koalisyon"larının kısa ömrünü aşan çok köklü bir sorunun patlak verdiği bir iktidar dönemi yaşayacak gibi gözüküyor. Almanya’da işsizliğin çok uzun süre yüzde 10’un üzerinde olması, büyük Alman şirketlerinin küçülme ve işçi çıkarma yoluna gitmesi ve nüfusun yüzde 16’sının yoksulluk sınırında yaşaması; buna karşılık küreselleşme ile başa çıkabilen ülkelerdeki sürekli iyileşen çalışma koşulları, Alman gençlerini kendi ve ülkelerinin geleceği konusunda ümitsiz kılıyor. Bu da Almanya’nın, AB standartlarının üstünde kalifiye eleman yetiştirmazsa, kriz ciddi anlamda ilk olarak 2020 yılında patlak verecek ve 2050 yılında her üç Alman’dan biri 60 yaşın üzerinde olacak. Her zaman düşük olan doğum oranının, geçen yıl itibariyle II. Dünya Savaşı sonrası rakamlarının da altına inmiş olması Alman yetkilileri, alarma geçirdi. Alman nüfusun azalma veya yaşlanma eğiliminde olması yeni bir durum değil. Ancak Almanya, uluslararası itibarına zarar verebileceği endişesi ile demografik sorunlarını açıkça ilan ederek bir devlet politikası veya ülke çapında kapsamlı kampanya dâhilinde çözmeyi şimdiye kadar tercih etmedi. Ne var ki Alman basının deyimiyle ülkedeki "tabu" konuların başında gelen nüfusun azalması veya yaşlanması, artık Almanya için etraflıca tartışılacak ve çare aranılacak birinci derecede önemli memleket meselesi haline geldi. Bunda savaştan çıkmış, yakılıp yıkılmış Almanya’da, 1945 yılında bile 700.000 bebek doğmuşken 2005 yılında bu rakamın sadece 690.000 olmasının payı büyük. Birçok genç çift, hâlâ yüksek sayılabilecek işsizlik oranına ve yetersiz işsizlik sigortası koşullarına bakarak çocuk doğurmamayı tercih ediyor. Ayrıca refah devleti olmasına rağmen Almanya, çocuk bakımı ile ilgili İskandinav ülkelerindeki seviye ile kıyaslandığında yetersiz kalan miktarda devlet yardımı sunuyor. Kasımpaşa İşi! uçuruma götürüyor” uyarısı yapıyor. Aynı dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem de hasta yatağından Erdoğan ve Gül’ü uyararak “yanlış yoldasınız” mesajı veriyor. Ancak ne Yunanistan’daki hükümetin ne de Ankara’daki hükümetin uyarılara kulak astığı yok. Biri 70 milyonluk Türkiye ile oynamakta kararlı, diğeri 9.2 milyonluk ülkenin elinde oyuncak olmakta kararlı. Bu işler öyle uluorta “Kasımpaşa işi” hamasi nutuklar atmakla olmuyor. Kaldı ki, başta AB olmak üzere, kimse bu “kabadayı söylemlerini” dikkate almıyor. ??? Aslında Erdoğan’ın başbakan olmasıyla “Kasımpaşalı” kelimesinin kirlendiğini düşünenlerden biriyim. Yani biraz yan ve sallanarak yürürsen, herkesi tersleyip (bana göre çirkin bir deyim) posta koyarsan, karşında maddimanevi anlamda ezilen vatandaşına yapmadığını, demediğini bırakmazsan Kasımpaşalı mı oluyorsun? Yok böyle bir şey! Kasımpaşalılık bu değildir. Gerçek Kasımpaşalılar bu şekildeki tavır ve davranışların içinde olamazlar. Bunu niçin söylüyorum? Çünkü ben de Kasımpaşalıyım. Hem de öyle sonradan gelme, sonradan görme değil, üç göbek (kesin) belki de dört ya da beş göbek babadan, dedelerden Kasımpaşalıyım. Keza rahmetli annem de üç göbek Hasköylüdür. Buna rağmen rahmetli babamın ölene kadar, yani 35 yıl boyunca rahmetli anneme bir kez olsun ilk ismiyle hitap ettiği duymadım. Birbirlerine sürekli soyadımız olan “İlem’im” diye hitap ederlerdi. Üçüncü kişilere de aynı saygı ve sevgiyle hitap etmeyi borç bilirlerdi. Keşke Başbakanımız da gerçek bir Kasımpaşalı olsaydı. Bu durumda çizgi romanlardan, söylentilerden, efsanelerden etkilenmez, halkına daha saygılı, sevecen ve hoşgörülü yaklaşırdı. [email protected] GÜVENSİZLİK DUYGUSU Doğum oranının çok düşük olması ve ortalama yaşam süresinin uzaması nüfusu grileştirirken, ülke dışına genç beyin göçü ve 67’ye çıkartılan emeklilik yaşı, işgücünü de grileştirdi. Hızla kapatılması gereken bütçe açığı, bütçedeki emeklilik ödemelerinin kesinlikle artmamasını gerektiriyor. Bu da yaşlanan nüfusun emekliliğinin geciktirilerek daha uzun süre çalışır halde tutulması anlamına gelmekte. Ne var ki bütçe açığının büyümesinin bu şekilde engellenmesinin de bir bedeli var ve bunu en ağır genç nüfus ödeyecek gibi gözüküyor. 60 yaş üstü grubun çalışma süresinin artması, halen işsiz olan veya iş aramaya başladığında bulma olasılığı çok az olan Alman gençleri, kendi ülkelerinde istihdam edilme ümitlerini tamamen yok etmek üzere. Çoğunluğu gençlerden oluşan mevcut 4 milyon işsizin ve henüz iş aramaya başlamamış yeniyetmelerin, Almanya içinde yaşayarak gelecekten güven duyma olasılıkları hızla azalıyor. Güvensizlik duygusu doğum oranını düşürürken, küreselleşme galibi ülkelerdeki cazip çalışma koşulları da, devletin neredeyse 28 yaşına kadar eğittiği kalifiye genç işgücünü Almanya sınırlarının dışına çekiyor. Aslında tüm AB genelinde gereksinim duyulan genç ve kalifiye işgücü, önümüzdeki 20 yıl içerisinde Almanya için çok daha büyük bir ihtiyaç haline gelecek. 2020 yılında AB içinde 50–64 yaş arası çalışanların sayısının yüzde 25 oranında artacağı, 20–29 yaş arası çalışanların ise yüzde 20 oranında azalacağı tahmin ediliyor. Bu oranların Almanya söz konusu olduğunda iki kata yakın bir artış göstermesi bekleniyor. Ciddi bir nüfus krizinin eşiğinde olduklarını artık itiraf etmek zorunda kalan Alman yetkililer, etkisi ilerideki yıllarda hissedilecek kapsamlı bir devlet politikası uygulamaya hazırlanıyorlar. Bu esnada da genç nüfus büyük ölçüde erirken Almanya, Avrupa’nın en gri ülkesi olma yolunda hızla ilerliyor. re zarar verme pahasına somutlaştırılması ve 1 Ocak 2007 tarihinde devralınacak dönem başkanlığı aracılığı ile AB içinde üstlenilecek liderlik görevi, Almanya’nın ilk kadın şansölyesinin yıldızını parlatıyor. Pek çok Alman da Merkel’in, Berlusconi benzeri briyantinli saçları, maksadını aşan esprileri ve büyük sermaye sahiplerine yakın duruşu ile hafızalarda kalan lmanya, İkinci Dünya Gerard Schröder’e kıyasla, Almanya’nın uluslararası itiSavaşı’nın ardından en barına daha büyük katkıda düşük bebek doğum oranı bulunacak bir lider olduğuile geçen yıl karşılaştı. nu düşünüyor. Almanya’nın diğer bir Ancak Berlin’in, özlemini çektiği parlak günlere kasorunu ise küreselleşmenin vuşmadan önce küreselleşolumsuz sonuçları olan menin işgücü piyasasında beyin göçü. Eğitimli, kalifiye yarattığı önemli sorunları genç Almanlar yurtdışına çözüme ulaştırması gerekiyor. Bu bağlamda, AB 25 çıkıyor. arasında uzun süredir düşüşte olan Fransa ve İtalya’nın arasına katılan Almanya, küreselleşme dinamiklerinin köhneleştirdiği bir başka Avrupa ülkesi olma yolunda hızla ilerliyor ve bir zamanlar net göç alan ülke olmanın sıkıntılarından yakınırken şimdi, net göç veren ülke konumuna geçişinin nedenlerini anlamaya çalışıyor. A me kapasitesine (dünya sıralamasında 5.) rağmen net beyin göçü yaşayan bir ülke olmasına neden oluyor. AB’nin dışarıya kaptırdığı kalifiye işgücünün yüzde 70’ini Almanlar ve İtalyanlar oluşturuyor. Özellikle ABD ve İsviçre gibi "net beyin kazanımı" yaşayan ülkelerde çalışmayı tercih eden Almanların sayısı, çığ gibi büyüyor. AB içinde Alman işgücünü çeken ülkelerin başında ise, Avusturya, İngiltere ve İsveç geliyor. Bu çerçevede, 2004 yılında 1884’ten beri yaşanan en büyük dış göç hareketi olarak 150.000 Alman’ın yurt dışında çalışmak için Almanya’yı terk etmesi ülkenin insan kaynaklarına büyük darbe vurdu. Göç edenlerin büyük çoğunluğunun genç ve kalifiye eleman (özellikle doktor) olduğu düşünüldüğünde durum, çok daha ciddi bir hal alıyor. Üstelik bu beyin göçü durdurulamıyor. Sadece geçtiğimiz 6 ay içerisinde iyi eğitimli 22.000 genç Alman daha ülkesini terk etmiş. Yıllarca göçmen grupların akınına uğramanın sıkıntısı ve endişesini yaşayan Almanya, şimdi ironik bir şekilde genç işgücünü hızla eriten dışa göç dalgasına kapılmış, şiddetle sarsılıyor. eçen haftaki yazımda Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün 78 Aralık tarihlerinde Atina’ya yapacağı geziyi kesinlikle ertelemesi gerektiğini belirtmiştim. Aynı yazıda bu görüşümün gerekçelerini açıklarken, Yunanistan’ın bu dönemde Türkiye ile olan ilişkileri noktasında soğuk davrandığını, bu politikalarını anlatabilmek için hükümete yakın yazarlara yazılar yazdırarak Ankara’ya mesajlar gönderdiğini, Türkiye’nin AB yolunda önünü tıkayarak, önümüzdeki yıl yapılacak olan genel seçimlere daha güçlü girmek istediğini, Rum yönetimi ile arasını bozmak istemediğini, bu nedenle Gül’ün 78 Aralık tarihlerinde Atina’ya yapacağı ziyaretin hiçbir faydası olmayacağı şeklindeki görüşlerin basına sızdırıldığını vurgulayarak, “Sayın Gül, Atina’ya gelmemeli” demiştim. Tampere’deki NATO zirvesinin devam ettiği ve Avrupa Cumhuriyet basıldıktan hemen sonra, perşembe günü öğle saatlerinde Abdullah Gül’ün Atina ziyaretinin ertelendiği haberi ulaştı. Önce bir “Oh!” çektim, “Nihayet bizimkiler Yunanistan gerçeğini gördüler” diye düşündüm. Ama ne gezer! İptal isteminin Yunanistan Dışişleri Bakanı tarafından geldiğinin ortaya çıkması, beni bir kere daha hayal kırıklığına uğrattı. Gelişmelerin ilginç ve bizim açımızdan bir o kadar da yaralayıcı tarafı, hâlâ Yunanistan’ın ağzının içine bakıyoruz olmamız. “Gelin!” diyorlar, “Peki” diyoruz, “Gelmeyin!” diyorlar “Tamam” diyoruz, kısaca bizimle “oyuncak” gibi oynuyorlar. Bu çirkin oyun o kadar ileri boyutlara ulaştı ki, artık Yunanistan’ın ana muhalefet partisi PASOK başkanı Yorgo Papandreu bile isyan ediyor. Dönemin başbakanı Kostas Simitis’in büyük desteği ile Türkiye ile ilişkilerin yumuşamasında önemli rol oynayan Papandreu yaptığı her konuşmada Karamanlis ve Bakoyannis’e “İzlediğiniz bu politikalar Türkiye ile ilişkilerimizi G Kürt anayasasına BM katkısı Bahadır Selim DİLEK ANKARA Iraklı Kürtlerin gelecek ay, bölgesel Kürt yönetiminin Erbil’deki parlamentosunda onaya sunulacak olan anayasa taslağı için Birleşmiş Milletler’in (BM) devreye girdiği ortaya çıktı. BM’nin anayasanın uluslararası hukuk ile ilgili bazı noktalarına “katkı” sağlamayı hedeflediği öğrenildi. Cumhuriyet’e ulaşan bilgilere göre BM, bölgesel Kürt yönetiminin denetiminde olan bölgelerde çalışmalarını genişletme kararı aldı. Bu çerçevede, mülteciler, kadın ve çocuk sorunları, sağlık ve eğitim gibi alanların yanı sıra siyasi açıdan da BM’nin etkin olması gündeme geldi. Siyasi olarak bölgesel Kürt yönetiminin hazırladığı anayasa taslağına katkı sağlamayı hedefleyen BM’nin, anayasaya özellikle uluslararası hukuk ve uluslararası meşruiyet bağlamında yeni önerileri söz konusu olacak. Ancak BM’nin sağlayacağı katkının, bölgesel Kürt yönetiminin Bağdat’tan çok daha bağımsız hareket edebilmesinin önünü açması tehlikesi ortaya çıktı. Kürt yönetimi ile BM arasında bir koordinasyon kurumu oluşturulması da söz konusu olacak. Kürt anayasasının başındaki “İlkeler” bölümünde, Osmanlı İmparatorluğu toprakları üzerinde bağımsız bir Kürdistan kurulmasını öngören Sevr Antlaşması’na atıfta bulunuluyor. BM’nin bölgesel Kürt yönetimi ile temaslarını yoğunlaştırmasının ardından Kürt gruplar kendi bölgelerinden çıkan petrolün yanı sıra Irak’ın genelinden çıkarılan petrol konusunda Bağdat’a baskı yapmaya başladılar. Neçirvan Barzani başkanlığındaki bölgesel Kürt yönetimi heyeti lrak Başbakanı Nuri el Maliki ile bir araya geldi. Kürtler, kendilerine aktarılacak payın, ülkenin petrol gelirlerinin yüzde 17’lik oranına göre belirlenmesindeki ısrarlarını korudular. Bu da Kürt grupların birkaç yıl içinde, kendi çıkardıkları petrolün geliri dışında tüm Irak’ın petrol gelirlerinden milyarlarca dolar pay alacağını gösteriyor. ‘GRİLEŞEN’ ALMANYA Almanya’da nüfusla ilgili sorunlar, şüphesiz dış göç ile sınırlı değil. Göçten arta kalan nüfusun hızla "grileşiyor" yani yaşlanıyor olması da Almanların demografik bir krizin eşiğinde olduğunu gösteriyor. Araştırmalara göre, eğer bir nüfus devrimi yapıl BEYİN GÖÇÜ Makro ekonomik göstergeler iyileşse de Yahudi Sayısı Sovyet lider Brejnev Başbakan Kosigin’e sorar: Sence ülkemizde kaç Yahudi vardır? 34 milyon. Peki, sınırları açtık desek bunlardan kaçı İsrail’e göçer? En az 10 milyon!.. MOSKOVA GÜNLÜĞÜ HAKAN AKSAY [email protected] Moskova: Aşk ve Nefret Kenti en etkili parçanın “Moskoviya” olabileceği öngörüleri yazılı. Rusya’daki bütün sermaye birikiminin yüzde 7580’inin Moskova’da olduğu söyleniyor. Yani para başkentte, “öteki Rusya” yoksul. Ve “taşı toprağı altın” Moskova’ya akın akın insan geliyor. Rusya’dan, BDT’den, uzak ülkelerden... Kent nüfusunun 10 milyon civarında olduğu, ama her gün ortalama 2 milyon kişiyi konuk ettiği söyleniyor Moskova’nın. Gelenlerin ezici çoğunluğu buradaki çuval çuval paradan kısmetine düşeni almak amacını taşıyor. Başkentte “23 kuşaktır Moskovalı” olanları bulmak zor. Gerçek Moskovalı nasıl olur? Bu soru bile tartışmalı. Kimisine göre asıl soylu onlar. Çoğunluğa göre ise mağrur ve kibirliler. Kesin olan, ne Moskovalı taşralıyı seviyor ne de öteki onu... Ve Moskova’da ilişkiler çoğu kez çıkar ekseninde biçimleniyor. Merhaba der demez, “Bu adamdan ne kazanabilirim? Ne iş yapar? Kimleri tanır?” güdüleri hareketle le Ne zaman insanlar benim ı aynı fikirde olsa, hatal olduğumu düşünürüm. Oscar Wilde niyor. Karşılıksız bir şey yapmamak, hatta bedava olan her şeyi küçümsemek yaygınlaşıyor. Bazen bu rüzgâr, sevgi ve dostluk gibi kavramları da bir kenara savuruyor. Taşradaki saf insanlar yok burada. Ya da Petersburg’da adres sorduğunda seni aradığın eve kadar götüren “gerçek Leningradlı” gibisini bulmak zor. Ve dünyanın en vahşi pahalılığının ölçüsüzce kol gezdiği, “ya bu deveyi güdersin..” mantığını her adımda insanların yüzüne tokat gibi vuran acımasız bir kent. ??? Ama iyi insanlar ve sıcak dostluklar da var tabii. Ve son yıllarda ışıl ışıl parlayan büyülü caddeler... Ve masallardaki çikolata kaleleri andıran muhteşem Kremlin... Ve zengin kültürel olanaklar... Ve siyasi ve ekonomik dönüşümleri izleme fırsatı... Ve güzel Rus kadınları... Bu kentte âşık olmak kolay. Ve bu kente âşık olmak da kolay. Ama bu kentte nefret etmek ve bu kentten nefret etmek de o kadar zor değil, inanın. AB ile ipler kopma noktasında Mahmut GÜRER ANKARA AB’nin iki lokomotif ülkesinin Türkiye’ye karşı ortak tutum oluşturmasından büyük rahatsızlık duyan Ankara, 14 Aralık’taki zirvede AB Komisyonu önerisinin ötesine geçen bir karar alınması durumunda, “izolasyonlar kaldırılmadan hiçbir adım atmayacağını” yeni bir deklarasyon ile duyuracak. TürkiyeAB ilişkileri, Almanya Başbakanı Angela Merkel ile Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın Ankara’nın önüne yeni ek şart getirilmesi konusunda anlaştığının ortaya çıkması ile yeniden gerildi. Üst düzey bir Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, “Tavsiye kararı Türkiye tarafından tepkiyle karşılandı. Konsey toplantısında 8 maddelik tavsiye kararını daha da ağırlaştıran bir karar alınması durumunda ipler kopar” değerlendirmesini yaptı. AB’deki vizyon sahibi liderlerin, Fransa ve Almanya’nın, 1.5 yıl sonra AB ülkeleri hükümet ve devlet başkanlarının ortak karar alması yönündeki uzlaşması doğrultusunda bir karar alınmasına izin vermeyeceğini de sözlerine ekleyen yetkili, “Bizim şimdiye kadar gayet olumlu hareket ettiğimizi herkes gördü. AB Komisyonu’nun aldığı kararın daha da ağırlaştırılması, zaten ilişkilerin yürümesini tamamen engeller” dedi. Türkiye’nin “Batı” yönünde hareket etmesinin bir zorunluluk olduğuna dikkat çeken yetkili şöyle konuştu: “Adeta Batı medeniyeti konusunda hazır bir reçete olan AB’nin normlarını uygulamaya çalışıyoruz. Eğer AB bunu istemiyorsa, süreci sonlandırarak, bize uygun olanları alıp kendimize göre uygularız.” unca yıldır Moskova’da yaşadığımı duyan Türklerin bir bölümü benden B pek de gizlemeden kurnazca bir gülümsemeyle gözlerini parlatıyorlar. Bu arada söyledikleri veya söylemeyip de düşündüklerini vurgularken kullandıkları sessizlikleri ne olursa olsun, belli ki benim başıma bir talih kuşu konduğu kanısındalar. Tabii, “Moskova’da yaşama şansı”nın içeriği herkes için farklı: Çoğuna göre güzel Rus kadınları, kimisine göre zengin kültürel olanaklar ya da siyasi ve ekonomik dönüşümleri izleme fırsatı vs. Rusların bir deyişi var: “Güzel yerler, bizim olmadığımız yerlerdir.” ??? Moskova, Rusya demek değil. Hatta bazen Moskova’nın başlı başına ayrı bir ülke olduğunu düşünüyorum. Burayı “Moskoviya” adıyla ayrı bir devlet gibi gören bazı siyaset bilimciler var. Ya da ileride Rusya Federasyonu’nun bölünmesi planlarını yapan CIA’nın tasarılarında, en büyük olmasa da,
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle