06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 ARALIK 2006 CUMA dizi Mezopotamya’nın bereketli toprakları ezopotamya, “mesopotamios”, yani “iki nehrin arası”ydı. Dicle ve Fırat nehirlerinin arasındaki bu alanın büyük bölümü, bugünkü Irak toprakları içinde yer alıyor. Mezopotamya, yapay sulamayla tarımın ilk kez yapıldığı “Bereketli Hilâl” olarak da biliniyor. İnsanlık tarihinde medeniyetin başlangıç noktası, beşiği olan Mezopotamya, matematik, astronomi, ziraat, mimarlık ve sanatın temellerinin atıldığı; 5 bin yıl önce yazının keşfedildiği coğrafyadır. Mezopotamya’ya ilk yerleşen topluluklardan olan Sumerler, gökyüzünü incelemişler; Ay’ın hareketine göre seneyi 30’ar günlük 12 aya bölmüşlerdi. Sumerlerin en önemli iki politik mirasından biri olan ve MÖ 3000 yıllarında kurdukları şehir beylikleri, Hindistan’dan Akdeniz’e kadar olan alandaki ve ortaçağ Avrupası’ndaki şehir krallıklarının öncüleri olmuştur. Ninova, Babilon, Nimrud ve dünyanın ilk şehirlerinden birisi olan Uruk, Babil Kulesi ve dünyanın yedi harikasından birisi olarak kabul edilen Babil’in Asma Bahçeleri buradaydı. Sumerlerin ikinci politik mirası, yazılı kanunlardır. Alım satım, borçlanma, kira, miras bölüştürme gibi her türlü hukuksal işlerin birer yazılı antlaşma ile yapılması ilk Sumerlerde başlamıştır. Taşınmaz mallar ilk olarak bir kadastro yoluyla Sumer’de güvenceye alınmıştır. Mezopotamya, Kitabı Mukaddes’in ilk bölümü olan Eski Ahit’in geldiği yerdi. Tek tanrılı üç büyük dinin kurucusu Hz. İb Matematik, astronomi, ziraat ve sanatın temellerinin atıldığı, medeniyetin başlangıç noktası kabul edilen coğrafya... C 11 M ezopotamya’da geçen yüzyılda yapılan arkeolojik çalışmalar sonucunda elde edilen bulgular, özellikle de çiviyazılı tabletlerin çözülmesi sonucunda elde edilen bilgiler, tek tanrılı üç büyük dinin Sumer kültüründen nasıl “esinlendiğini” ortaya koydu. Asırlardır farklı dinlerden diye birbirleriyle savaşıyor insanlar. Peki, aynı Tanrı’ya inanıyorlarsa neden savaşıyorlar? Sakın iktidar olmasın yanıtı? Bir yandan da, Ortadoğu’daki petrol kaynaklarına göz dikmiş olan emperyalist ülkeler, “Böl ve Yönet” politikası ile yan yana yaşayan halkları birbirine düşürüyorlar. M BAŞLARKEN... İ şte kan gölüne dönen Irak, işte yeni bir iç savaşın eşiğindeki Lübnan. ABD’nin Ortadoğu politikası ve Papa’nın Müslümanları kızdıran sözleri, “Yeni Haçlı Seferleri” tartışmasını canlandırdı. Hedef “Kudüs’ü kurtarmak” gibi gösterilmişti ancak yoksul Batı’nın, zengin Doğu’yu yağmalama seferleriydi Haçlılarınki... Bu dizide, tek tanrılı dinlerin ortak kökenini anlatıp, benzerliklerden örnekler veriyor; tarihin başladığı yerden, Mezopotamya’dan günümüz Irak’ına göndermeler yapıyoruz. Sumer kültürü ile ilgili çalışmalarından çokça yararlandığımız; 92 yaşında bilimin ve aydınlığın bayrağını cesurca taşıyan Muazzez İlmiye Çığ’a selam olsun! Fakat, Sumerlerin kültürü ortaya çıkmaya başlayınca, Batı dünyasının gelişmesindeki ana kaynağın onlarda olduğu anlaşıldı” diyor. Çığ, arkeolojik kazılar ve çiviyazılarının çözülmesiyle elde edilen bilgilerin Batı’da bile uzun süre bilimsel çevrelerle sınırlı kaldığını, Türkiye’de ise yeni yeni işlendiğini söylüyor. “Peki dinlerin kökeni bilimsel olarak böylesine ispatlandığı halde, radikal dinci akımlar neden bu kadar hız kazandı” sorusuna ise “Bilineni, kabul edileni reddetmek kolay değil” diye yanıt veriyor. BİLİMİN YARGILANDIĞI DAVA uazzez İlmiye Çığ, 1914 yılında Bursa’da doğdu. Bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra 1936’da yeni açılan Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ne girdi. Fakülte’nin Sumeroloji, Hititoloji ve Arkeoloji bölümlerindeki Sumerolog eğitimini 1940’ta Muazzez İlmiye Çığ. tamamlayan Çığ, İstanbul Arkeoloji Müzelerine çiviyazıları uzmanı olarak atandı. Müzede bulunan Sumer, Akad ve Hitit dillerinde yazılmış 74 bin çiviyazılı belge üzerinde 33 yıl çalıştıktan sonra emekli oldu. Birikimlerini 75 yaşından sonra yazarlığa döken Çığ’ın kitapları arasında “Bereket Kültü ve Mabet Fahişeliği”, “Kur’an, İncil ve Tevrat’ın Sumer’deki Kökeni” bulunuyor. Ancak, son zamanlarda en çok konuşulan kitabı “Vatandaşlık Tepkilerim” oldu. Çığ hakkında, kitabında, Sumerlerde fahişelerin başlarını örttüğünü yazdığı için, “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek ve aşağılamak” suçundan dava açıldı. 1 Kasım’da yapılan mahkemede Çığ ve yayıncısı hakkında beraat kararı çıktı. M icle ve Fırat nehirlerinin arasındaki Mezopotamya, 5 bin yıl önce yazının keşfedildiği coğrafyadır. Sumerler, Mezopotamya’ya ilk yerleşen topluluklardandır. D ‘ORTAÇAĞ GİBİ OLDUK...’ Din adına yapılan savaşları ise “iktisadi” olarak tanımlayan Çığ, “Siyaset ve din birbirine karıştırılıyor. Ortaçağ gibi olduk...” diyor. “Tek tanrılı dinler neden hep aynı topraklardan çıkmış?” sorusuna, “Birbirlerinin devamı oldukları için” yanıtını veriyor. rahim bu topraklarda doğmuştu. Özellikle, 20. yy’da yapılan kazılarla on binlerce çiviyazılı tablet bulunmuş, yazılar okunmuş, diller çözülmüş ve tamamıyla unutulmuş en az beş bin yıl lık Ortadoğu tarihi böylelikle ortaya çıkmıştı. Sumerolog Muazzez İlmiye Çığ, “Bilindiği gibi yüzyıllar boyunca Batı kültürünün temeli, Yunanlılara, dini de Tevrat’a dayandırılıyordu. Kutsal kitaplarda benzer öyküler uh Tufanı’nı bilmeyenimiz yoktur. Çok eski çağlarda, Tanrı’nın insanları cezalandırmak amacıyla büyük bir tufan çıkardığı hikâyesinin, yalnızca ilk kutsal kitap Tevrat’ta yazılı olduğu sanılıyordu. İlk Asurbilimcilerden George Smith’in, Musul yakınlarındaki Ninova’da yapılan kazılarda, Asur Kralı Asurbanipal’ın kütüphanesi içinde bulduğu tablet dönüm noktası oldu. Smith, 1872 yılının Aralık ayında, elindeki tabletler arasında Tufan’ın bir hikâyesini okuduğunu ve bunun Kutsal Kitap’ta yer alan hikâyeyi tamamen kapsadığını bildirdiğinde, Kutsal Kitap’ın basit fakat çok eskilere dayanan “dünyanın ilk, en eski kitabı” olma ayrıcalığı sona erdi. Çığ’ın da yazdığı gibi bugüne kadar yapılan araştırmalar, hangi din kitabı olursa olsun, yalnız onu yaratan halkların ürünü olmadığını ortaya koyuyor. Öyle ki, bunların komşu hakların geleneklerini, efsanelerini de alıp kendi görüş ve kültürlerine göre değiştirerek ya da eklemeler yapılarak yazıya geçirdikleri anlaşılıyor. Bunun en güzel örneği tek tanrılı dinlerin ilk kitabı olan Tevrat’tır. Tevrat’ta Sumerlerden ve Babillilerden, komşuları Kenanlılardan, Mısırlılardan, İran’dan ve Hititlilerden birçok etki görülür. Peki bu etkileşim nasıl gerçekleşti? zERDÜŞT İNANCINDAN GEÇENLER umerlere göre ölüler, “kur” adlı karanlık, dönüşü olmayan bir yeraltı dünyasına gidiyorlar. Tevrat’ta bu; şeol, Yunan’da hades, İslamda ahret olarak devam etmektedir. Sumerlere göre burada tekrar dirilme yok. Fakat yeraltı dünyası, oranın Tanrıları, rahipleri, ölenlerin gölgeleriyle oldukça hareketli bir yer. Buradan bazı özel durumlarda gölgeler yeryüzüne çıkabiliyor. Gılgameş’in çağrısı üzerine arkadaşı Enkidu’nun gölgesi çıkarak iki arkadaş konuşuyorlar. Tevrat Samuel 1: 28’de Kral Saul’un isteği üzerine Samuel’in gölgesi yeraltından çıkıyor. Cinlerin yok edilmesi duaları da Babil kökenlidir. Ölülerin tekrar dirileceği, cennet, cehennem ve Sırat Köprüsü inanışı ise Yahudilere Zerdüşt dininden geçmiştir. Bu da Babil tutsaklığı sırasında Perslerin etkisiyle olmuştur. Tek tanrılı dinlerle Sumer kültürü arasındaki benzerlikler yazmakla bitmiyor. Şöyle ki: c Sumerler kadınları bir tarlaya benzetmişler. Aynı deyim hem Tevrat hem Kuran’da var. Kuran’da “Kadınlarımız sizin için bir tarladır, tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın” yazılı (Bakara Suresi, ayet 223). c Sumerlerde 7 sayısı çok önemlidir. 7 gün geçmek, 7 dağ aşmak, 7 ışık, 7 ağaç gibi. Aynı şekilde Tevrat ve Kuran’da da 7 sayısı bolca bulunmaktadır. İslama göre cennetin 7 kapısı vardır; Sumer yeraltı dünyasının da 7 kapısı bulunuyor. c Sumerlerde, okul tabletlerine göre 6 gün çalışma, 7. gün dinlenme var. Bu Yahudilere Şabbat olarak geçmiş. On emirde, “Şabbat’ı düşün, onu kutsal gün olarak gör!” deniyor. Yahudilere ve Kuran’a göre Tanrı 6 günde dünyayı yaratıp yedinci gün dinlenmiş. Bu günün cumartesi olması da Babillilerden geçmiş. Babilliler her ayın 7. gününde (Şapatu) bir kutlama yaparlardı. İslamiyette bu gün cuma gününe dönüştürülmüş, ancak kuralları daha hafifleştirilmiştir. N komşunun karısına ve malına göz dikmeyeceksin gibi kurallar Sumer kanununda da aynı. Yalnız Sumer kanunu daha insancıl; göze göz, dişe diş yok cezalarda. Yahudilere tek tanrı düşüncesi Musa ile giriyor. Ondan önce Sumer etkisiyle İbrahim’in şahsi tanrısı vardı. Sumerlere göre her insanın kendisine ait bir tanrısı bulunuyordu. Tevrat’a renin ve insanın yaratılması, yasak meyve, cennetten kovulma, Havva’nın Âdem’in kaburgasından var edilmesi, Âdem ve Havva’nın çocukları Habil ve Kabil’in öyküsü, Tufan, Eyüp’ün sabrı, suların kana dönmesi, İbrahim’in torunu Yusuf’un rüyası üzerine kardeşlerinin, onun kendilerinden üstün olacağını yorumlayarak onu öldürmeye göğe uzanmış gibidirler, Sıkıntıda iseler yeraltına girmiş gibi olurlar. SA İLE ÇOBAN TANRISI DUMUZİ BENZERLİĞİ “Tarih Sumer’de Başlar” kitabının yazarı ve artık hayatta olmayan tanınmış Sumerolog Samuel Noah Kramer ise Hz. İsa ile Sumer’de Çoban Tanrısı olan Dumuzi (Tanrıça İnanna’nın kocası) arasında paralellikler kuruyor. Buna göre İsa’nın ölmeden önce gördüğü işkence ve eziyetleri ve öldükten sonra sonlandırılacak diye beklenmesi, Dumuzi’nin cinler tarafından yeraltına götürülürken vurulması, dövülmesi ve yeraltından çıkmasının beklenmesini hatırlatıyor. Kramer, aynı hikâyenin İsa’ya yakıştırılmış olduğunu vurguluyor. Ayrıca İsa’nın kendisi için “Ben iyi bir çobanım, koyunlarım uğruna canımı veririm” demesi de Dumuzi’nin çobanlığını çağrıştırıyor. Onun “Tanrının oğlu” olması Sumer inanışından kaynaklanıyor. Dumuzi, bugün kullandığımız takvimde Temmuz diye geçiyor. Yahudilerde ise Tammuz adını alıyor. Bu ayın 17’sinde İsrail kadınlarının oruç tutarak mabet kapısına gidip ağlamaları, Dumuzi’nin yeraltına götürülüşü dramını canlandırıyor. Bazı kişilerin öldükten sonra Tanrı olması düşüncesi Anadolu ve Mezopotamya’da çok eski bir gelenek. Hititlerde krallardan “Tanrı oldu” diye söz edilirmiş. Romalılar ise imparatorlarına, “Tanrının oğlu” derlermiş. Ya da kendileri Tanrı’nın oğlu olduklarını ilan ederlermiş. Hıristiyanlıkta Zerdüşt inancından da etkiler görüyoruz. Zerdüşt inancında, İyilik ve aydınlıklar Tanrısı Ahuramazda (Hürmüz), Karanlıklar ve Kötülükler Tanrısı Ahriman vardır. Evrenin yazgısı bu iki tanrının birbiriyle mücadelesi içerisinde sürüp gitmektedir. Hıristiyanlık ortaya çıkınca bu inanca MS 3. yüzyılda yaşayan Mardinli Mani veya Manes yeni bir yorum getirmiştir. İsa, Ahuramazda’nın yerine, Şeytan ise Ahriman’ın yerine geçmiştir. HAFTAYA: ASLINDA BİZ BİRBİRİMİZE BENZERİZ İ S Meryem hikâyesi de eskiye dayanıyor Meryem’den önce Hz. de çeşitli kültürlerde Tanrı’dan gebe sürdüğü anlaşılıyor. UMER’DE TANRI kalma hikâyeleri EVİ VE AY KÜLTÜ görüyoruz. Hintlilerde bakire Rohini bir Tanrı Sumer’de kralların nasıl oğlu doğuruyor. Çin’de sarayları varsa Tanrıların Tanrı Foe’nin annesi da öyle evleri olmalıydı. Güneş ışığından gebe Bunun için “Tanrı evi” adı kalmış. Moğol Buyan altında görkemli Han’ın kızı Alankowa tapınaklar, yanlarında kapıdan giren Ay ışığından Tanrılarla insanları gebe kaldığını söylüyor. yaklaştırdığı düşünülen İlginç olanı, bunlara basamaklı kuleler benzer olaylar yapılmıştı. Kızılderililerde Daha sonra da bu de bulunuyor. Tanrı evleri Kuzey sinagoglara, Amerika’da kiliselere, camilere yaşayan Hopi dönüştü. Hilâl, yerlileri arasında Sumer Ay bir öyküde, Tanrısı’nın hiçbir erkekle sembolüdür. beraber olmayan Sumer dininde Ay bir kız sabaha kültünün önemli karşı odasına bir yeri vardır. giren Güneş Ayın ilk ışınlarından göründüğü gün, Sumer aşk gebe kalıyor. 15 günlük Tanrıçası İnanna. Sumer aşk olduğu ve Tanrıçası görünmediği İnanna; Akadlarda İştar, günlerde törenler yapılır, İsrail’de Astarta, hatta bazı yiyecekler Yunanlılarda Afrodit, yenilmezdi. İslamiyette de Romalılarda Venüs adı oruç ve bayramlar Ay’ın atında saygı görmüş ve görünüşüne göre varlığını sürdürmüştür. düzenlenmiştir. Bugün de İsa’nın annesi Sumer kanunu, Babil Kralı Meryem’e, İnanna’ya ait Hammurabi’nin yaptığı nitelikler yakıştırılıyor. O kanuna temel olmuş, da İnanna gibi, göğün ondan Musa ve Yahudi hâkimesi, sosyal adaletin kanunu, ondan da İslam savunucusu, fakirlerin, kanunu etkilenmiştir. ezilenlerin koruyucusu Hammurabi’nin (MÖ sayılıyor. Yine, 1750) Güneş Tanrısı’ndan Mezopotamya’da eski kanunu alışı, Musa’nın çağlardan başlayarak Yeni Tanrı’dan kanunu alışına Babil devrine kadar adak örnek olmuştur. İlginç olarak veya kıtlıktan olan, İslamda hukukun, korunmak üzere çocuklar Arapların Irak topraklarını mabede verilirdi. Meryem ele geçirdikten sonra hikâyesinde bu geleneğin kurallaşmasıdır. S BABİL HİKÂYELERİ Babil Kralı Nabukadnezar (MÖ 586538) İsrail topraklarına girer. Burasını yakıp yıkar, mabetlerini yerle bir eder. Bu arada pek çok İsrail bilginini Babil’e sürgün olarak götürür. Sürgüne giden bilginler orada boş durmazlar. Çiviyazısını öğrenip, Babil kitaplıklarını incelerler. Çığ’a göre birçok konuyu da kulaktan dolma elde ederler. Sürgünden geri dönenler kendi halklarını bir araya toplamak için Tevrat’ı kaleme alırlar. Yani Babil’in hikâyelerini kutsal kitaplara bu şekilde taşırlar. Örneğin, Musa’nın kanununda bulunan ana babaya saygı, kimseyi öldürmeyeceksin, zina yapmayacaksın, çalmayacaksın, yalan tanıklık etmeyeceksin, Bazı kişilerin öldükten sonra Tanrı olması düşüncesi Anadolu ve Mezopotamya’da çok eski bir gelenek. Hititlerde krallardan ‘Tanrı oldu’ diye söz edilirmiş. Romalılar ise imparatorlarına, ‘Tanrının oğlu’ derlermiş. göre İbrahim’in tanrısı aile tanrısı, kabile tanrısı, İsrail tanrısı, en sonra da bütün insanların tanrısı oluyor. Sadece Yahudilerin değil Hıristiyan ve Müslümanların atası olarak kabul edilen İbrahim Peygamber ve ailesi, Tevrat’a göre, Mezopotamya’da Kaldeali Ur’dan Harran’a göçmüş, oradan da bir tüccar kolonisi içinde Filistin’e girmişti. Askerleri ve parasal gücü ile kendi tanrısını onlara tanrı olarak kabul ettirmiş ve bu arada Mezopotamya’dan getirdiklerini aşılamıştı. “Kur’an İncil ve Tevrat’ın Sumer’deki Kökeni” kitabında şöyle devam ediyor Çığ: “Evkalkmaları konuları hep Sumerlerde de görülmekte. Bu konuları yüzeysel olarak Kuran’da da buluyoruz. Son zamanlarda saptadığımız bir ayet bunlara ek oluyor: İnsanlardan kimi Allah’a yalnız bir yönden kulluk eder. Şöyle ki: Kendisine bir iyilik dokunursa buna pek memnun olur, bir de musibete uğrarsa çehresi de değişir.” (Hac Suresi, ayet 11.) Bunun benzerini Sumer şiirinde buluyoruz: Eğer aç iseler ölmüş gibidirler Eğer tok iseler tanrılarla yarışırlar Eğer işleri yolunda giderse EYÜP PEYGAMBER ÖYKÜSÜ “Eyüp Peygamber’in sabrı” hikâyesinin de Sumerlerden kaynaklandığı, ancak 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra anlaşılabilmiş. Bu metnin yazıldığı tabletlerin bir kısmı Philadelphia Üniversitesi’nde, diğer kısmı İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde bulunmuş. Bunlar ayrı ayrı okunup birleştirilince 135 satıra ulaşan şiir tarzında yazılmış bir hikâye ortaya çıkıyor. Fakat parçaların birçok yeri kırık ve bozuk olduğundan metnin tümü tam olarak elde edilememiş. Hikâyenin ana fikri; insanın felaketlere uğradığı zaman bunu yapan Tanrıya lanetler saçacağı yerde, onu yücelterek, ona yalvarıp yakararak kalbini yumuşatıp, bu felaketlerden kurtulabilecekleridir. Sumer’de yalvarılan Tanrı, insanın kendi Tanrısıdır. O, Tanrılar meclisine bu duaları götürerek iyi sonuç alıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle