Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
KASIM CUMA ekonomi PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM AVRUPA BİRLİĞİ GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ PİRİNÇ KONUSUNDA ALARM İLAN ETTİ Ayıkla pirincin taşını OLCAY BÜYÜKTAŞ Kısa bir süre öncesine kadar dünyanın kendi kendine yeten sayılı ülkelerinden olmasına karşın uygulanan yanlış tarım politikaları nedeniyle dışa bağımlı hale gelen Türkiye’de, tüketici her geçen gün bir başka tehlikeyle karşı karşıya geliyor. Avrupa Birliği (AB) ülkeleri, ABD’den ithal edilen genetiği değiştirilmiş pirinçlerde AB kurallarına aykırı bulgular tespit edilmesi üzerine, Amerikan pirinçlerine test zorunluluğu getirmesine karşın, söz konusu ürünler Türkiye’ye rahat rahat giriyor. Genetiği değiştirilmiş ürünlerin girişini yasaklayan yasa çıkarılmış olmasına karşın, gümrüklerde gerekli testleri yapacak laboratuvarlar olmadığı için, ürünlerin ülkeye girişleri ithalatçıların insafına bırakılmış görünüyor. Üreticiler, iklim ve coğrafya açısından yeterli miktarda üretim yapılabilecekken IMF ve Dünya Bankası politikaları sonucu her yıl daha az çeltik ekmeye zorlandıklarından yakınırken sanayici getirdiği ürünleri test ettirememenin sıkıntısını yaşıyor. SÜBVANSE EDİLİYOR Hububat Üreticileri Sendikası Genel Başkanı Abdullah Aysu, gerek Avrupa ülkelerinde gerekse Amerika Birleşik Devletleri’nde pirinç üretiminde çiftçinin ciddi miktarlarda sübvanse edildiği bilgisini vererek, “Dışarda fiyatlandırma, girdi maliyetlerinin üzerine yüzde 25 kâr payı ve refah payı eklenerek yapılıyor. Girdi maliyetleri sübvanse edildiği için düşük kalıyor. Bize de IMF ve Dünya Bankası tarafından uluslararası fiyatların üzerinde fiyat belirleyemezsiniz deniyor. Böylece yerli üretici daha az çeltik ekmeye zorlanıyor. Mazotu Amerikalıdan yüzde 400 daha pahalı kullanan çiftçi, söz konusu fiyatlarla iflasa sürükleniyor” dedi. Genetiği değiştirilmiş ürünler konusunda büyük bir tehlike yaşandığının altını çizen Aysu, Türkiye’de söz konusu ürünleri test edecek laboratuvarlar olmadığını belirtti. Bu konuda tek engelin geçen yıl çıkarılan, ‘genetiği değiştirilmiş ürünlerin ülkeye girişini yasaklayan yasa’ dışında herhangi bir engel bulunmadığını dile getiren Aysu, yasayı destekleyici altyapının olmadığını vurguladı. CARLOZE VE BENGAL GELİYOR Türkiye’nin 1981 yılından itibaren Amerika’dan pirinç ithal ettiğini söyleyen Reis Gıda Sanayi Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Reis de, tehlikenin yalnız pirinçte değil, pek çok üründe yaşandığına dikkat çekti. Türkiye’de 480 bin ton pirinç üretimine karşın 600 bin ton tüketildiğini Amerika’nın ise 2.3 milyon ton arz fazlası pirinci bulunduğunu anlatan Reis, Türkiye’ye Amerika’dan en fazla carloze ve bengal pirinçlerinin getirildiğini ifade etti. Kendisinin iki yıldır Amerika’dan pirinç ithalatını durdurduğunu da söyleyen Reis, “Türkiye gümrüklerinde söz konusu genetiği değiştirilmiş ürünleri test edecek laboratuvar yok. Bizde ancak ürünlerin rengine, ebadına filan bakılıyor. Bu nedenle dışarıda hayvan yemi olarak kullanılan soya fasulyeleri bizde normal tüketiciye satılıyor” dedi. Türkiye’de gıda konusunda genel bir sorun yaşandığına dikkat çeken Reis, binde 4 oranında olması gereken tarım ilacı miktarı yüzde 2 çıktığı için Almanya’dan dönen biberlerin Türkiye’de hiç çekinilmeden piyasaya sürüldüğünü de sözlerine ekledi. “Yurttaşlık Oylaması” C 9 15 Bebek mamalarının ana maddesi Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar’a (GDO) Hayır Platformu tarafından hazırlanan bir rapora göre; ? ABD, 1981’den itibaren kronikleşen pirinç ithalatına karşı korumacı önlem alan Türkiye’yi 2 Kasım 2005’te Dünya Ticaret Örgütü’ne (DTÖ) şikâyet etti. 2003’ten beri, Türkiye’ye pirinç ihracatının üçte iki oranında düşmesine neden olan ithalat lisansı sistemine ilişkin şikâyetlerin incelenmesini istedi. Söz konusu sistemin dünya ticaret yasaları ile çeliştiği iddiasıyla açılan davayı kaybetmesi halinde, misilleme niteleğinde ek vergi ve engel koyabileceğini ima etti. ? ABD’de üretilen pirincin yüzde 50’si ihraç ediliyor. Bunun yüzde 80’i uzun pirinç. ? 2006 yılı üretim tahminlerine göre 1.18 milyar dolar değerinde pirinç üreten ABD bunun, yarısını ihraç etmeyi hedefliyor. ? ABD, dünya pirinç ticaretinin yüzde 12’sini elinde tutuyor. ? ABD’de iç piyasada kullanılan pirincin yüzde 58’i iç tüketimde direkt gıda olarak, yüzde 16’sı özellikle çocuk mamaları olmak üzere işlenmiş gıdalar ve bira yapımında, yüzde 10’u da hayvan yemi olarak tüketiliyor. Çin dünyayı solladı B u yıl milli gelirini 10.5 trilyon dolara ulaştıracak olan Çin böylece Japonya, Rusya, Almanya ve İngiltere gibi birçok ülkenin toplam büyümesinden daha fazla büyüyecek. Ekonomi Servisi Miktar olarak dünyanın en hızlı büyüyen ülkesi Çin, bu yıl satın alma gücü paritesiyle gayri safi yurtiçi hasılasını (SGSYH) 1.1 trilyon doların üzerinde arttıracak. Bu artışla Çin, Japonya, Rusya, Brezilya, Almanya, İngiltere, Endonezya, Güney Kore, Fransa, Meksika, Kanada, İtalya, İspanya, İran, Türkiye ve Tayvan’ın toplam büyümesinden dah a fazla büyüyecek. IMF’nin “World Economic Outlook Database 2006’’ tahminlerine göre, 2005 yılında 9 trilyon 412.4 milyar dolar olan Çin’in SGSYH’si 2006 yılında 1 trilyon 105.9 milyar dolar artışla 10 trilyon 518.2 milyar dolara ulaşacak. Dünyanın en büyük ekonomisi ABD’nin SGSYH’si ise 661.7 milyar dolar artışla 12 trilyon 939.3 milyar dolara yükselecek. Üçüncü sıradaki Hindistan’ın SGSYH’si ise 308.7 milyar dolarlık artışla 3 trilyon 942.2 milyar dolara ulaşacak. Büyüme miktarında Çin’i ABD, Hindistan, Japonya ve Rusya izlerken,Türkiye 40.7 milyar dolarlık artışla 17’nci sırada yer alacak. TÜRK SAVUNMA SANAYİSİNİN ÖNDE GELEN FİRMASININ ATILIMLARI SÜRÜYOR Aselsan’dan ABD’ye telsiz satışı SERTAÇ EŞ ANKARA Türk savunma sanayisinin önde gelen firmalarından Aselsan’ın atılımları sürüyor. Aselsan, bir ilki daha gerçekleştirerek ABD ve Uruguay’a telsiz ihraç etmeye başladı. Atak helikopterleri için tamamen yerli olanaklarla üretilmesi planlanan ‘‘Milli ve Özgün Görev Bilgisayarı’’nda önemli aşama kaydedildi. TÜBİTAK MAM, TAI ve Aselsan’ın ortak çalıştığı görev bilgisayarının entegrasyonu için oluşturulan laboratuvarlarda çalışmalar sürüyor. Uruguay’ın silahlı kuvvetlerinin yüksek teknolojiye sahip haberleşme sistemlerine sahip olmak amacıyla açtığı ihaleyi kazanan Aselsan, tamamen Türk mühendislerinin geliştirdiği 9600 VHF/FM Frekans Atlamalı Telsizleri Uruguay ordusu için üretecek. Toplam bedeli 3 milyon dolar olan ihalenin Aselsan açısından bölgede yer alan diğer ülkeler için referans oluşturacağına dikkat çekiliyor. Aselsan diğer bir ilki de ABD’ye terör, afet ve kriz durumlarında güvenli ve kesintisiz haberleşmeyi sağlayacak 4700 serisi sayısal telsizleri satarak gerçekleştirdi. Tümüyle Türk mühendisler tarafından tasarlanarak üretilen telsizler, gelişmiş sayısal ses ve veri uygulamalarını destekliyor, görsel ve işlevsel yaklaşımlar içeriyor. yıl önce Cezayir’de köktendinci teröristlerle, terörist devlet güçlerinin yarattığı iç savaştan kaçıp Fransa’ya okumaya gelen Abderrahman S. özel bir özel televizyon kanalında yönetmen yardımcısı olarak çalışıyor. 3 yıl önce Berlin’de tanıştığı gazeteci sevgilisi Eike M. de bir yıldır Fransa’da yaşıyor. Anglosakson dünyayla yoğrulmuş Eike’ye karşın Abder hep Fransız kültürüyle büyümüş. Fransız vatandaşı olmayı düşünmüş ancak fırsat bulamamış, biraz da çekinmiş. Çoğu Fransız’dan çok daha mükemmel bu toplumun tarihini, ekonomi ve politikasını biliyor. Önümüzdeki yerel seçimlerde bir yıldır Fransalı Alman Eike oy kullanabilecek. Fakat Cezayir Fransız sömürgesiyken dedesi ikinci sınıf insan da addedilse “yurttaş” olan, belki de akrabaları Fransa için 1. ve 2. Dünya Savaşlarında can vermiş Abderrahman’ın “oy” hakkı yok. Veya örneğin ben, 34 senedir Fransa’da vergimi, sosyal kesintilerimi öder, 10 senede bir doktora giderim. Bu kadar senede yolum kendim için bir defa hastaneye düşmüştür. Çocuklarım, yakınlarım Fransız’dır. Yerel seçimlerde dahi “seçme ve seçilme” hakkım yoktur. İşte Fransa’yı bu yüz karası (!) konumdan bir an önce kurtarmak amacıyla geçtiğimiz 16–22 Ekim tarihleri arasında bir “Votation Citoyenne” (Yurttaşlık Oylaması YO) düzenlendi... ??? “YO”, aralarında Fransız Sosyalist, Komünist, Radikal Sol partiler, LCR, Yeşiller gibi siyasi sol hareketler, belli başlı büyük sendikalar, LDH gibi insan hakları kuruluşları, UNEF gibi öğrenci ve gençlik örgütleri, MRAP gibi ırkçılıkla mücadele ve RACORT gibi Türkiye kökenli yardımlaşma dernekleri gibi çoğunluğu sivil toplum çıkışlı 50 kadar kuruluşun başının altından çıktı. Üçüncü kez yapılan YO, asgari koşulları yerine getiren yabancıların Fransız seçimlerinde seçilme ve oy kullanma hakkını kazanmasını hedefliyor... Bugün Avrupa Birliği’nin 25 üyesinden 17’sinde yaşayan, AB dışı ülkelerden yabancıların çeşitli seçimlerde oy kullanma hakkı yıllardır mevcut. İnsan hakları kuruluşları, özgürlüklerin beşiği ve benzeri konularda insanlığa öncülük etmiş, halen “etmek” iddiasındaki Fransa’nın çok geri kaldığını ve bu açığın en kısa zamanda kapatılması gerektiğini savunuyorlar. Fransa’da yaşayan Alman, İngiliz, İspanyol, İtalyan, Portekizli gibi Avrupa Birliği üyesi ülkelerin vatandaşları 1992’den beri yerel seçimlerde oy kullanabiliyor. Ancak yıllardır Fransa’da çalışan, yaşayan milyonlarca Cezayirli, Kamboçyalı, Kanadalı, Malili ve/veya uzun yıllardır Avrupa Birliği sürecindeki yeri kanıtlanmış Türklerin hiçbir biçimde oy kullanma hakları olamamış. Bu insanlar yalnızca her türlü aidat veya vergilerini ödemekle kalmıyorlar, zaman zaman birçok işyerinde, kurumda Fransızları yönetiyor, Fransa’yı savunup, temsil edebiliyorlar. Sendika, iş mahkemeleri jüriliği, sosyal sigorta sandıkları, işyeri seçimleri gibi vesilelerle oy da kullanabiliyorlar... Kaldı ki 3 Mayıs 2000 yılında Millet Meclisi’nde kabul edilen bir yasa belirli asgari koşulları yerine getiren Birlik dışı yabancılara belediye seçimlerinde oy verme hakkını sağlıyordu. Sol hükümetin bu girişimi, geleneksel olarak sağ partilerin çoğunlukta olduğu Senato’da hiçbir zaman gündeme getirilmediği için yasallaşamadı. Halbuki 2004 yılında “İnsan Hakları Ulusal Komisyonu”nun Fransa çapında gerçekleştirdiği bir kamuoyu araştırmasının sonuçlarına göre Fransızların yüzde 56’sı da bu konuda hem fikir olduklarını belirtmişlerdi. ??? Kamuoyunu uyarmak, eğitmek amacıyla ilk defa 2002 yılında 60 kuruluşun desteğiyle Fransa çapında 70 kentte düzenlenen “Yurttaşlık Oylaması”nda 40 bin kişi sandık başına gitmişti. İkincisi 2005’te 66 bin kişinin katılımıyla 120 kentte yapılan oylama sonucunda yüzde 90,83 gibi bir oran, yabancılara oy hakkının tanınmasını istedi. Bu kez 128 kente yerleştirilen sandıktan 76 bin 838 oy çıktı. Göçmenlere yerel seçimlerde seçme ve seçilme hakkının tanınmasını isteyenlerin oranı kesinleşmemiş rakamlarla yüzde 90’nın üstünde. Bu oran Paris’te yüzde 91.2’ye yükselirken, 15 bin 150 öğrencinin katılımıyla yapılan ayrı bir oylamada da gençlerin yüzde 90.4’ü yabancılara bu hakların tanınmasından yana… Ayrıca 28 Ekim cumartesi günü Le Parisien gazetesinde yayınlanan bir kamuoyu araştırmasının sonuçlarına göre her dört Fransız’dan üçü yerel seçimlerde yabancı adaylara oy vermeye hazır. Daha da şaşırtıcı olan yüzde 69’unun genel, yüzde 56’sının da cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yabancı bir adaya oy verebileceğini belirtmesi… “YO”yu örgütleyen dernekler önümüzdeki 20072009 döneminde gerçekleşecek cumhurbaşkanlığı, genel ve belediye seçimlerinde kamuoyunda etkili olabilmek amacıyla yeni eylemler öngörüyorlar. Örneğin, Sosyalist Parti’nin bir ay sonra seçilecek cumhurbaşkanı adayının seçim programına bu vaadi koyma koşulu getiriyorlar. 2000 yılında kabul edilen yasa tasarısının mimarı Yeşillerin medyatik vekillerinden Noel Mamere, “Senatörler belki gerici ancak ‘yasa çıkamayacak’ bahanesiyle Senato’nun gündemine yasayı getirmeyen Sosyalistler en azından sağ kadar sorumlu. Gelecek dönemde farklılığını ve samimiyetini kanıtlamak ‘Sol’a düşüyor.” Bakalım Fransa, çağına yakışır bir tavırla ülkesindeki yabancılara en basit demokratik seçme seçilme hakkını tanıyacak mı?... ??? Yurttaşlık Oylaması’nın kesin sonuçlarını merak edenler “Ligue des Droits de l’Homme”un (İnsan Hakları Ligi) internet sitesine başvurabilirler: www.ldhfrance.org ugur.hukum@gmail.com B ayramlarda bir araya gelenlerin ilk sözleri, doğal olarak, “kutlamayla” ilgili olurdu. Şimdilerde konuşmalar, “ne oluyoruz, nereye gidiyoruz”, soruları ile başlıyor. Ayrılırken de; “bayram kutlamayı da unuttuk, bayramınız kutlu olsun” sözleri gönülsüzce, ağızlardan dökülüveriyor. İnsanımızı bu kadar karamsar yapan ne? İnsanlar gelecek için neden bu kadar endişeliler? Oysa, resmi söylemlere bakılacak olursa, toplumun yıllardır karabasanı haline gelen ekonomik göstergeler iyileşiyor. Enflasyon tek haneli rakamlara geriledi. Türkiye büyüyor (!). O zaman bu karamsarlık niye? Büyümeden, faiz ve rant olanaklarından yararlanan küçük bir grubun dışındakilerin pay alamaması mı? Borçla finanse edilen büyümeden pay almamakla birlikte, faturanın yararlananlara değil de, kendilerine kesileceği duygusunun giderek güçlenmesi mi? Borçsuz yaşamayan, bu nedenle de dışa bağımlı hale getirilen devletin her türlü şantaja açık hale getirildiği düşüncesi mi? Cumhuriyetin kurduğu ekonomik yapının, günün koşullarına göre ge NOT DEFTERİ ZEKERİYA TEMİZEL Toplumsal Karamsarlık Neden Artıyor? cak olan ekonomik reformlar ve destek vaatlerinin tükenmesi mi? Cumhuriyeti kuranların ellerinin tersi ile ittiği tüm taleplerin yeniden gündeme getirilmesi mi? AB’nin ülke bütünlüğü için tehdit olarak görülmeye başlaması mı? Demokrasi kriterleri adı altında Cumhuriyetin kazanımları ve ilkelerinin tehlikeye atılması mı? ??? Konuşmalar ilerlediğinde insanların karamsarlığının ve umutsuzluğunun nedenleri netlik kazanıyor. Aslında karamsarlık ve umutsuzluk yaratan sorunlar altından kalkılamayacak sorunlar olarak görülmüyor. Sorunları dile getirenlerin Türkiye’nin bunların üstesinden geleceği konusunda hiç kuşkuları yok. Kuşku, Türkiye’yi yöneten kadroların niteliklerinden kaynaklanıyor. Karamsarlık, kadroların Türkiye üzerine oynanan oyunlara zemin ha liştirilmesi yerine özelleştirme adına yok edilmesi mi? Kamusal varlıkların tek tek yabancıların eline geçmesi nedeniyle geleceğe yönelik çözümsüzlüklerin çoğalması, yaratılan umutların gerçekleşme olasılığının tükenmesi mi? Bankalarını yabancılara satan sermayedarların tatile çıkma sevinçleri mi? Üretimin değersizleşmesi, üretim yapanın bedel ödemek zorunda kalması mı? Çiftçinin, maliyetlerini bile karşılamayan fiyatlar yüzünden, üretimden vazgeçmek zorunda kalması, tarlaların boş bırakılması mı? Büyümenin istihdam yaratmaması, işsizliğin çığ gibi büyümesi mi? Eğitimin düzeyinin sürekli düşmesi mi? Büyük umutlarla kapısına dayanılan AB’nin sergilediği ikiyüzlülük mü? Türkiye’yi Avrupa kulübüne kata zırladığı kuşkusundan; umutsuzluk ise ülke çıkarlarını savunabilecek kadrolarının tasfiye edilmesi, yeni kadroların da bu sorunların çözümü konusunda güven vermemesinden kaynaklanıyor. Kariyer ve liyakat ilkelerine uyulmadan yapılan kadrolaşma kamu hizmetlerinde kaliteyi düşürüyor. Hizmet kalitesinin düşmesi, sorunlara getirildiği söylenen çözümlerin düzeysizliği ise güven yıpranmasına neden oluyor. Peki partizanca kadrolaşma yüzünden bu kadar büyük bir karamsarlığa kapılmak gerekir mi? Kapılmamak gerekiyor. Ülkenin yetenekli kadroları hizmet sunma olanaklarına sahip değiller ama, bir yerlerde bekliyorlar. Önemli olan bu birikime sahip insanların gelişmelerden ve değişimden kopmaması, seçenek oluşturma iddiasındaki siyasi partilerin bu kadrolara sahip çıkarak, onların da katkılarıyla tüm sorunları çözecek konumda olduklarına halkı inandırabilmesidir. Bu yaklaşım, karamsarlık tünelindeki halk için, tünelin ucundaki ışık olacaktır. temizel@cumhuriyet.com.tr Ekmek yeme rekoru Türkiye’de ANKARA (AA) Türkiye, yılda kişi başına 200 kilo ekmek tüketimiyle, Guinness Rekorlar Kitabı’nın 2007 yılı basımında “en çok ekmek tüketen ülke’’ olarak yer aldı. Guinness Rekorlar Kitabı eski Türkiye fahri temsilcisi Prof. Dr. Orhan Kural, yaptığı açıklamada, Guinness Rekorlar Kitabı’nın 2007 yılı kitapçığında Türkiye’nin sadece bir konuyla yer aldığını söyledi. Kitapçıkta Türkiye’nin en çok ekmek tüketen ülke olarak bulunduğunu belirten Kural, “Kitapçık henüz yeni yayımlandı. Burada Türkiye, kişi başına yılda 200 kilo ekmek tüketimiyle yer aldı. 2006 yılı kitapçığında ise 6 ayrı rekorla yer almıştık’’ dedi.