08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

KASIM CUMA röportaj KULE CANBAZI SUNAY AKIN Selim Sesler ve düğün şarkıları ALİ DENİZ USLU C 15 Kitaplı dünyanın kapıları S elim Sesler Dramalı profesyonel bir zurnacı ailesinden geliyor. O da müziğe zurnayla başladı, ama klarnetle devam etti. Şimdi dünyanın tanıdığı bir isim. Romanları ve geldiği Rumeli köklerini müziğiyle temsil ediyor. “Oğlan Bizim Kız Bizim” albümünde ise Türkiye’nin farklı coğrafyalarından düğün müziklerini yorumluyor. Çünkü Sesler için düğünler çok özel. Ona göre dü dinlemek için en yakın tarih 26 Ekim. Müzisyen Babylon’da sahne alıyor. İşte Selim Sesler’in yeni albümle ilgili söyledikleri... NEŞE VE HÜZÜN BİR ARADA Trakya’nın müziğini tüm dünyaya dinlettikten sonra şimdi de Anadolu düğünlerini müziklerinize taşıyorsunuz. Neden? Düğünleri anlatmamızın sebebi onlarda neşe ve hüznün bir arada olması. Dü fa’dan “Kara Üzüm Habbesi”, Yunanistan’dan da “Koloz Havası” albümdeki parçalardan bir kaçı. Seçimini nasıl yaptınız? Bunlar en sevdiğim parçalar. Zaten bu parçaların pek çoğuna kulaklar aşina. Albümde ayrıca üç de bestem var. Ben şarkıların insanları cezbetmesini, baştan çıkarmasını istiyorum. Bir de müziğimin kibar ve nazik olmasını. Peki, eski düğünler var mı hâlâ? Bundan yirmi yıl önce Keşan’da çocuklarıma sünnet düğünü yapmıştım. Belki 100150 şişe rakı içmiştik. Mangallar, yemekler ne ararsan! Şölen gibiydi. Kalabalık, coşku ve müzik vardı, ama artık devir değişti. Artık eski tat yok. O zaman çok para da gerekmiyordu. Şimdi böyle düğünler yapmak maddi açıdan çok yıkıcı. Ben yeniden o tadı almak istiyorum. TRAKYA, MÜZİSYENLER İÇİN AÇIK BİR OKUL İnsanların kanını kaynatan bir müzik yapmanıza rağmen sizi sahnede çok hareketli göremiyoruz... Ben dans edemem, yalnızca biraz kıvırırım. Aslında önemli olan seyircinin müziğin ruhuna katılması ve dans edip eğlenmesi. Selim Sesler dünya müziğinde önemli bir isim. Burada etnik müziklerin yeniden keşfedilmesi de önemli sanırım... Dünya müziğine ilginin nedeni ise kültürel bilinçlenme, müziğini sahiplenme ve içinde duyma. Şimdi bakıyorum da konserlere gençler geliyor. Türkülerini dinlemek istiyorlar. Amerika’ya gidiyorum orada konser veriyorum, onlar da fasıl ve türkü istiyor. İnsanlar dilini bilmediği toprakların müziğiyle dans ediyor ve mutlu olabiliyor. Uzun zamandır Kanadalı Brenna MacCrimmon ile beraber müzik yapıyorsunuz. Onunla tanışma hikâyeniz oldukça ilginç... Brenna Kanada doğumlu, orada büyümüş ve hâlâ orada yaşıyor. Küçükken evin mahzeninde bir kırk beşlik bulmasıyla hayatı değişmiş. Bulduğu plakta bir Rumeli türküsü dinliyor ve o gün bugündür bırakamıyor. Brenna, Rumeli türkülerini söyleyebilmek için ortaokulda Türkçe dersi bile almış. Sonunda eski kasetlerimi dinliyor ve yolu İstanbul’a düşüyor. Sonra da beni buldu, o gün bugündür müzik yapıyoruz. Bu albümde Trakya’dan parçalar az. Oranın havasını solumuş biri olarak sormak istiyorum. Nedir bu Trakya’nın müzisyen doğası? Trakya, müzisyenler için açık bir okuldur ve Trakyalının hamurunda müzik vardır. Hangi eve girerseniz girin bir türkü duyarsınız. Zaten Trakyalıların konuşmaları bile melodiktir, ritimlidir, her sözcükte nüans vardır. Mesela “abe gelsene beyah buraya!” derken bile bunu hissedersiniz. K S elim Sesler’in yeni albümünün adı “Oğlan Bizim Kız Bizim”. Sesler, bu albümünde Anadolu düğünlerini anlatıyor. Edirne’den Muğla’ya, Trabzon’dan Urfa’ya kadar geniş bir coğrafyada müzikal bir ziyafet sunuyor. Coşkunun, hüznün ve mutluluğun bir arada yaşandığı düğünleri tanıdık melodilerle müzikseverlerle paylaşıyor. Selim Sesler 26 Ekim’de Babylon Sahnesi’nde... ğünlerde hüznü ve coşkuyu bir arada yaşamak mümkün, ama eski düğünlerin tadı da yok. Bu albümün amacı da eski düğünlerin hasretine son vermek. Yapımcıları dünya müziğinin tanınmış isimleri Ben Mandelson ve Rob Keyloch. Müzikteki yoldaşı Kanadalı Brenna MacCrimmon da elbette albümde. İlkay Akkaya da sesiyle türkülere hayat veriyor. Sesler’in yeni albümünü canlı ğünlerde oyun havaları, dans ritimleri ve ayrıca oturak âlemleri olur. Oturak âleminde de yemek faslı ve ardından istek şarkılar gelir. Ağıtlar, hüzünlü parçalar istenir. Tüm duygular aynı anda yaşanır, huzurlu bir eğlencedir düğünler. Yani bizim düğünlerimizde mutluluk ortak paydasında ağlayan da olur, gülen de. Edirne’den “Yüksek Yüksek Tepeler”, İzmir’den “Yağcılar Zeybeği”, Ur itap bir pencere aralığına konulduğunda, odadan içeriye temiz hava girmesini sağlar… İnsan için de aynı işlevi yerine getirir… Okunduğunda, insan beyninin havalanmasına, oksijen kazanımıyla düşüncelerin yenilenmesine neden olur!.. Kitap okumayan insan kendini yeniliklere kapatmış demektir… Kitabı dışlayan insan, çiftliklerde beslenen tavuklar gibidir… Kanatları olsa da onları kullanarak uçmayı beceremez… Ancak, kitap okuyanlar uçabilir… Çevrilen her sayfa bir kanat çırpımıdır, özgür düşüncenin… İnsan dünyaya geldiğinde, doğadaki diğer canlılar gibi içgüdüleriyle yaşamı kucaklayamaz… Uzun bir süre eğitimden geçmesi, beyninin odalarını kullanmayı öğrenmesi gerekir… Bunu da kitaplar sayesinde gerçekleştirebilir… Yasaklanan ya da yakılan her kitap, beynimizdeki bir odayı açacak anahtarın kaybolması demektir!.. Aydınlık düşmanları, insanlık tarihi boyunca korkmuşlardır kitaplardan… Ama yine de, kitapların yakılışından ortaya çıkan alevin yüzlerini aydınlatmasına ve insanların onları tanımalarına engel olamamışlardır… Evet, kitap budur işte!.. Yakılırken bile aydınlatır gerçekleri!.. Kütüphanenin olmadığı bir ev soğuktur… Yaz, kış soğuktur… Farksızdır kutuphaneden… Ve kar beyazlığının körlüğe yol açması gibi, kitapsızlık da düşünce körlüğüne yol açar… Nuh’un, tufanda yol alan gemisinde kitap okuduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz… Nuh’un gemisinde kitap olmadığını kimse iddia edemez… Aksi takdirde, kitap kurdu diye bir böceğin varlığından söz edilemezdi!.. Avrupalıların, yeraltındaki metrolarda giderken kitap okuduklarını duymuşsunuzdur… Yine, Avrupa kentlerinde, tarihi eserlerin korunduğu, kentin inşaat alanına çevrilmesine izin verilmediği herkesçe bilinir… Paris, Roma ya da Berlin… Bu kentleri koruyan, metrolarında kitap okunmasıdır… Nasıl ki, bir ağacın kökleri toprağın altındaysa, kent korumacılığının kökleri de, yeraltındaki metrolarda kitap okuma alışkanlığıdır… Ancak sakinlerinin kitap okuduğu bir kent insan yaşamına uygun, sağlıklı bir yer olabilir... Bu yüzden, kitap okuyan bir toplum olmadığımızı, ne yazık ki çevremize bakarak söyleyebiliriz… Hadi, vazgeçtik yolculuk sırasında kitap okumaktan… İnsan ömrünün yaklaşık üç yılı tuvalette geçiyormuş… Bu zamanı kitap okuyarak değerlendirsek, ne dersiniz, çektiğimiz her sifonda kitap düşmanları da hak ettikleri yeri boylamazlar mı?.. İbrahim Müteferrika 1720’lerde matbaayı kurduğunda Avrupa yaklaşık iki yüz yıldır kitap okuyordu… İlk matbaadan Cumhuriyet’in ilanına kadar geçen iki yüz yıllık zaman diliminde basılan kitap sayısının kırk bin civarında olduğu söyleniyor… İki yüz yılda kırk bin kitap!.. Günümüzde bir kitap neredeyse bu sayıda basılıyor. Yani, matbaanın ülkeye gelmesi kitap okuduğumuz anlamını taşımıyor. Biz, 1923 devrimiyle birlikte kitap okumaya başlayan bir milletiz. Cumhuriyet devriminin kazanımlarını yıkmak isteyenleri tanımamız bakımından bu tarihi çerçeveyi unutmamamız gerekiyor. Kendimize haksızlık yapmayalım ama!.. Biz, devlet dairelerinin bile kitap yayımladığı bir ülkeyiz. Bizde Karayolları yayınları var!.. Tapu ve kadastro yayınları var!.. PTT bile kitap yayımlamıştır bizde!.. PTT’nin 261 No’lu yayınının adı şudur: “Türkiye’ye Girmesi ve Elden Ele Dolaşması Yasak Olan Kitap Adları”… Bu kitabı aramayın boşuna… Çünkü, o da yasaklanmış!!! Bir içmimar arkadaşım son on beş yılda pek çok villa tasarladığını ve çok para kazandığını söylemişti. Öyle ki, ev almış, arabasını yenilemiş, çocuklarını özel okullarda okutur olmuş… Ama, dertliydi arkadaşım. Çünkü, müşterilerinden hiçbiri evinin bir odasını kütüphane yapmasını istememiş kendisinden! Aman ha!.. Sakın ola ki, villalarda oturanlar alınmasın. Ben, 1992 yılında, Kız Kulesi bir müze, kütüphane olsun dediğimde ve bu amaçla orada sanat etkinlikleri düzenlediğimde benimle en çok alay etmeye çalışanlar şairler, yazarlar olmuştu!.. Mitterrand da Paris’e, kentin tarihi dokusunu bozmayacak şekilde dört tane gökdelen yavrusu bina kondurur. Dört bina da kütüphanedir ve açık sayfaları birbirine bakan dört kitap şeklindedirler!.. Biz ise İstanbul’u şarap açacağı şeklinde burmalı, Arap sermayesiyle kurulacak iki gökdelene layık görüyoruz! TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı’nın 25. yılını aşağıdaki dizelerimle kutluyorum: Tutuklansa yurdumdaki böceklerin hepsi diğerlerinden ayrı bir hücreye konur kitap güvesi ‘İslam Yerine Vatan’ ZEHRA İPŞİROĞLU VİYANA “Küçük burjuva kendi dar dünyasının dışındaki her şeye karşı ilgisiz ve duyarsızdır” der Maxim Gorki. “Bencil ve korkaktır, küçük çıkarından başka bir şey düşünmez.” Viyana Akademi Tiyatrosu’nda sahnelenen “Küçük Burjuvalar”da, insanın soluk almasına bile izin vermeyen dar ve boğucu bir dünya küçük burjuva bir ailenin ekseninde gösteriliyor. Küçük bir tüccar olan baba düş kırıklığı içinde, oğlu üniversiteyi bitirememiş, kızı kendine koca bulamamış; geleceğe dair her şey belirsiz ve bulanık. Babanın savunduğu değerler kuşaklar arası çatışma bağlamında sorgulanırken, gençlerin başkaldırdıkları değerlerin yerine koyabilecekleri bir şeyleri olmadığını gösterir. Karin Beier’in Viyana Akademi Tiyatrosu’nda sahnelediği bu oyun, Avusturya’da faşist partinin dalgalanan bayraklar altında “Mültecilere Milyonlar Yerine Emeklilere Güvence!”, “İslam Yerine Vatan!” gibi sloganlarla seçim kampanyasını yürüttüğü bu günlerde inanılmaz bir güncellik kazanıyor. Sahnede kara gülmeceye dayanan bir üslupla karikatürize edilerek gösterilen kendi dar dünyalarının bir türlü dışına çıkamayan insanlar arasındaki ilişkiler ve çatışmalar... KİLİTLENMİŞ KUKLALAR Oyunun orijinalinde, Çehov’da olduğu gibi büyük duygusal fırtınalar içinde oradan oraya savrulan insanlar, bu sahnelemede kalıplaşmış, klişe bir yaşamın yüzeyselliği içine kilitlenmiş kuklalar gibiler. O kadar ki oyunun doruk noktasında yer alan evin kızı Tatjana’nın intihar girişimi tiksindirici bir farstan başka bir şey değildir. Acı çekecek güçleri bile kalmamıştır insanların. Durmadan çocukları suçlayan bir baba, saçlarında bigudilerle ağlaşan bir anne, mutsuzluğu neredeyse bir yaşam biçimine dönüştüren çocuklar, her şeye olumsuz bakan nihilist arkadaşları, mutluluğu yaşamın dayanılmaz yüzeyselliğinde gören ve renk renk giysileriyle bir reklam figürünü andıran dul bir kadın, her biri insanların kendi ürettikleri bu anlamsız ve yapay dünyanın birer parçası. Gençlerin içinde tek umut işci kökenli Niels’in güçlü kişiliğinde sergilenir. Diğer tiplerin tersine, gerçekçi bir oyunculuk anlayışıyla yoğrulmuş olan zamanında da Stanislavski’nin oynadığı bu rol, Maxim Gorki’nin kişiliğinden izler taşır. Karin Beier sahnelediği diğer oyunlarında olduğu gibi “Küçük Burjuvalar”da da oyun içinde oyun biçiminde bir kurguyu benimsemiş. Oyundaki herkes, en gerçekçi biçimde yorumlanmış olan Niels bile sürekli bir performans içinde kendilerini sergilemekteler. Konuşmaları, tartışmaları ya da eylemleri hep bu oyunda oynadıkları rolün bir parçası. “Gerçek dediğimiz aslında medyatik bir yaşamın bize sunduğu klişelerle dolu yapay bir oyundan başka bir şey değil”, diyor yönetmen. Günümüz yaşamı sadece klişe rollerden mi oluşuyor? Bireyin yerini artık sadece rol mü alıyor? Oyun boyu ister istemez bu soru üzerinde düşünürken, yanımda koyu gece giysileriyle donmuş bir yüzle oturan, oyunda babanın ağzından gündeme gelen “İslam Yerine Vatan” sloganında öfkeyle başını sallayan, benim zaman zaman gülerek tepki vermemi de, her seferinde yüzüne çarpılan bir tokat gibi duyumsayan, eşimin üstündeki çimen yeşili kazağa tiksinerek bakan çifti de bu gösterinin unutulmaz bir uzantısı olarak algıladım. “Küçük Burjuvalar” gündeme getirdiği küçük burjuva zihniyeti, aile baskısı, kuşaklar arası çatışma, aydın çıkmazı gibi sorunlarla yalnız evrensel değil, aynı zamanda bu sahnelemede tanık olduğum gibi güncel, dahası yerel bir oyun. Gerek klasik bir oyuna bugünün açısından getirilen çarpıcı yorumla, gerek kişiler arasındaki çatışmaları karikatürize ederek çıkartan oyunculuk becerisiyle eğlenceli olduğu kadar da düşündürücü ve vurucu. Çizgiye adanmış bir yaşam Kültür Servisi Usta karikatüristlerimizden, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Onur Kurulu Başkanı Semih Balcıoğlu kalp krizi nedeniyle yaşamını yitirdi. Balcıoğlu’nun cenazesi Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi. 1928 yılında İstanbul’da doğan Semih Balcıoğlu, Işık Lisesi ve Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde okudu. Akademinin grafik bölümünden mezun oldu (1951). İlk karikatürü Akbaba mizah dergisinde yayımlandı (1943). Birçok dergi ve gazetede çalıştı. Akbaba, Karikatür, Taş, Akşam, Vatan, Dünya, Tercüman, Hürriyet ve Yeni Yüzyıl bunların başlıcaları. Meslek hayatı boyunca 100’den fazla ödül kazandı. Gümüş Güvercin (Skopje), Altın Madalya (Pescara), Altın Palmiye ve Gümüş Hurma (Bordighera), Türkiye İş Bankası Büyük Ödülü, Abdi İpekçi Barış ve Kardeşlik Ödülü, TÜYAP Onur Çizeri, Karikatür Vakfı Onur Ödülü bunlardan birkaçıdır. Balcıoğlu, Gabrovo Mizah Evi’nin yaptığı oylama sonucu dünyanın 106 çizerinden biri olarak kabul edildi. İtalya’da Tolentino, Bulgaristan’da Gabrovo, İsviçre’de Basel, Polonya’da Varşova karikatür merkezlerinde karikatürleri vardır. Ayrıca Almanya’da WillhelmBush Karikatür Müzesi’nde yapıtları sergilenmiştir. Türkiye’de üç boyutlu karikatürü gerçekleştiren ilk sanatçıdır. Seramikle yaptığı karikatürler üç yıl arka arkaya İstanbul ve Ankara’da sergilendi (19646566). Bugüne kadar, 7’si yurtdışında olmak üzere (Skopje 1972, Paris 1975, New Castle 1978, Frankfurt 1981, Melbourne, Sydney ve Canberra 1994) Deligöz tehdit ediliyor BERLİN (AA) ‘‘Müslüman bir kadının gönüllü olarak başörtüsünü çıkartma çağrısı’’ yapan Birlik 90/Yeşiller Partisi Federal Meclis Milletvekili Ekin Deligöz’e yönelik tehditlere karşı Alman polisi önlem alıyor. Almanya İçişleri Bakanı Wolfgang Schaeuble, ‘‘Bir tehdit söz konusu olduğu müddetçe Deligöz polis koruması alacak’’ diye konuştu. Schaeuble, Almanya’da yaşayan Müslümanlardan, kadının rolü konusunda Alman kamuoyunda sergilenen farklı görüşleri kabullenmelerini istedi. Schaeuble, Alman RBB radyosuna yaptığı açıklamada, ‘‘Müslüman bir kadının gönüllü olarak başörtüsünü çıkartma çağrısı yapması, tümüyle yasal hakkıdır. Bu onun fikri. Yasa koyucu olarak bunu biz belirleyemeyiz’’ şeklinde konuştu. Schaeuble, fikirlerin açıkça söylenebilmesi gerektiğini belirterek, ‘‘Ancak biz yasa koyucu olarak kararlı bir şekilde bir fikrin özgürce açıklanabilmesini sağlarız. Bunun için kimsenin polis korumasına ihtiyaç duymaması gerekir’’ dedi. Bir kişinin tehdit edilmesinin kabul edilemeyeceğini söyleyen Schaueuble, ‘‘Bir tehdit söz konusu olduğu müddetçe Deligöz polis koruması alacak’’ diye konuştu.Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) Başkanı Gürsel Köksal ise bu konuda yaptığı yazılı açıklamada, Alman medyasını Türk medyasıyla ilgili habercilikte dikkatli davranmaya çağırdı. Alman medyasının, Türk basın ve yayın organlarının, Müslüman kadınlarını başörtüsünü çıkarmaya çağıran Birlik 90/Yeşiller Partisi Federal Meclis Milletvekili Ekin Deligöz ile ilgili olarak hakaretler içeren çok sayıda haber yayınladığını bildirdiğine işaret eden Köksal, bunun doğru olmadığını, bu tür haberler yayınlayan az sayıda gazete olduğunu belirtti. Türk basınının bu konuda çok farklı görüşlere sahip olduğunu ifade eden Köksal, çok sayıda basın ve yayın organının Deligöz ile dayanışma içinde olduğunu kaydetti.Deligöz’e yönelik tehditler konusunda ise Türk medyasında farklılıkların olmasının doğru olmadığını belirten Köksal, ‘‘ATGB de Türk basınının çok büyük bir bölümü gibi, Ekin Deligöz’ün fikirlerini ifade etme özgürlüğünü desteklerken, bu tehditlere karşı onunla dayanışma içindedir’’ ifadesini kullandı. Tehditleri önemsemez bir tavır sergileyen yayın organlarını da kınadıklarını belirten Köksal, tüm medyayı, fikir ve ifade özgürlüğü çerçevesinde Deligöz ile dayanışmaya çağırdı. 71 kişisel sergi açtı. 28 karikatür kitabı yayımlanan Balcıoğlu’nun “Güle Güle İstanbul” adlı eseri, İtalya’nın Pescara kentinde yapılan karikatür kitapları yarışmasında birincilik ödülü kazandı. 1969 yılında iki arkadaşıyla Karikatürcüler Derneği’ni kurdu ve yedi dönem derneğin başkanlığını yaptı. 1996 yılında derneğin onursal başkanı oldu. 19731979 yılları arasında Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın genel başkanlığında bulundu. 1998 yılında Kültür Bakanlığı’nca verilen Devlet Sanatçısı uvanını aldı. ‘Çizgiyle 2002 Günlüğü’, ‘Kırmızı/Red’, ‘Mavi’, ‘Önce Çizdim, Sonra Yazdım’, ‘Cumhuriyet’in 75 Yılında Türk Karikatürü’, ‘Güle Güle İstanbul’, ‘Karikaturgut’, ‘Memleketimden Karikatürcü Manzaraları’, ‘Kapadokya’, ‘Galeri Çiller’ ve ‘Palyaçolar’ usta çizerin yapıtları arasında yer alıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle