Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 ICFTU İLE C ekonomi İŞÇİNİN EVRENİNDEN ŞÜKRAN SONER KASIM CUMA MİLYON ÜYELİ WCL BİRLEŞEREK YENİ BİR KONFEDERASYON OLUŞTURUYOR Dünyanın bütün işçileri birleşiyor luslararsı Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu ile 26 milyon üyesi bulunan Dünya Emek Konfederasyonu birleşerek Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nu kurdu. Uzatmalar cek oldum. Yanıtları çok ders vericiydi; “Uzatmaları oynamaya yaradığım izlenimini uyandırdıysam buna çok üzülürüm”. İnançlarımın ürünü bir refleksle yanıtım; “Uzatmaları oynatmak değildi. Bize olup bitenleri görebilmek, yeniden düşünmek, örgütlenmek, toplumsal sorumluluklarımızı yerine getirebilmek, harekete geçebilmek üzere çok büyük zaman kazandırdınız” oldu. Yanıtlamadan, gülümsemekle yetindiler. Sayın Cumhurbaşkanımızın karşısına Türkİş sendika başkanları grubu ya da gazeteci örgütleri olarak çıktığımız, sorunlarımızı yansıttığımız görüşmeleri anımsadım. Önce sessiz sunumların, daha doğrusu sorunların yansıtılmasını bekler, sonra konuya önceden hazırlandığını kanıtlayan vurgulamalarla, kendi görüşlerini, Cumhurbaşkanı, hukukçu, anayasa bilimcisi olarak bakışını özetlerdi. Hemen arkasından da Cumhurbaşkanlığı makamından beklentinin çok fazla olmaması gerektiğinin, yapabileceklerinin, katkılarının çok sınırlı olabileceğinin altını çizerdi. Kitlelerin, örgütlü üyelerin, işçilerin, gazetecilerin kendi sorunlarına örgütlü olarak sahip çıkabilmelerinin ancak çözüm reçetesi olabileceğini vurgulardı. ??? Çözüm reçetelerini, derde devayı hep başkalarından bekleyen toplumsal kültürümüz içinde bu “Sorunlarınızı ancak kendi örgütlü gücünüzle çözebilirsiniz” reçetesini çoğunluğumuz pek de sevmezdik. Bize sorumluluklarımızı anımsatan, zor yolu gösteren uyarılar yerine güzel sözcüklerle aldatılmayı yeğlerdik. Yine de sorunlarımızı bizden iyi bilen, özetleyebilen bir Cumhurbaşkanı kimliğine saygı duymazlık edemez, söz vermemiş olsa da elinden geleni yapacağına ilişkin bir güven içinde ayrılırdık. En azından anayasaya, kamu yararına aykırılık içeren iktidar icraatları, Meclis yasalarının hükümlerine karşı duracağını bilirdik. Cumhurbaşkanlığı seçimi, Çankaya’ya kimin çıkacağı, kimliği, Türkiye’nin, dünyanın ırklar ve dinler çatışması ekseninde yaşamakta olduğu çok kritik bir dengeler değişimi dönemecinde, sanıldığından çok daha fazla önem ve anlam taşıyor. Hele de çevremizde pek çok ülkenin, emperyal çıkarlar adına paramparça olduğu çıplak gerçeği ortada dururken. Irak’ı, Afganistan’ı görmek, Yugoslavya’nın parçalanışından ders almak bir yana, Türkiye’nin içinde olduğu, yaşadığı tehditler ortada. Cumhurbaşkanımızın direnişinin, bize Cumhuriyeti, laikliği, demokrasiyi, anayasal hukuk düzenini korumak üzere kazandırdığı zamanın anlamının içini doldurmak zorundayız. Bu kazanılmış çok değerli zamanın uzatmaları oynamak anlamına gelmemesi, tehditleri tehdit olmaktan çıkarmak bizim elimizde. soner@cumhuriyet.com.tr U Ekonomi Servisi Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ICFTU) ile Dünya Emek Konfederasyonu (WCL) “küresel emek mücadelesi’’ için birleşerek Uluslararası Sendikalar Konfederasyonunu (ITUC) kuracak. Küreselleşen sermayeye karşı emeğin küresel mücadelesinin temelleri, Japonya’nın Miyazaki kentinde, Aralık 2004’te gerçekleştirilen ICFTU 18. Genel Kurulu’nda atıldı. AA’nın haberine göre, genel kurulda, küreselleşme nedeniyle gelecekte sendikal hareketin karşı karşıya kalacağı, giderek karmaşıklaşan ve artan sorunlar ele alındı. Bu çerçevede, ICFTU’nun var oluş değerleri, ilkeleri ve amaçlarına dayanarak çalışanların çıkarlarının daha iyi korunması için daha yeni ve etkin küresel araçların değerlendirmeye alınması benimsendi. ICFTU’nun genel kurulu sonunda, WCL ve hiçbir uluslararası örgüte üye olmayan, ancak demokratik ve bağımsız ulusal sendika merkezi olan örgütlerle birleşerek daha yeni bir uluslararası örgüt kurulması kararı alındı. Bu karar ve beraberinde getirdiği gelişmelerin sonucu olarak 31 Ekim’de bir kongre düzenleyerek kendilerini fesh etti. 2 Kasım’da yeni konfederasyonu kurdular. 13 Kasım 2006 tarihleri arasında Viyana’da gerçekleştirilen ICFTU Dünya Kongresi’nde ICFTU ve WCL birleşerek ITUC’u kurdu. ICFTU, uluslararası boyutta 1949 yılından beri faaliyet gösteriyor. Konfederasyon, 156 ülkedeki 241 üyesiyle 155 milyon çalışanı temsil ediyor. Türkiye’den Türkİş, DİSK, Hakİş ve KESK de ICFTU’nun üyeleri arasında yer alıyor.1920 yılında WCL, 116 ülkedeki 144 üye örgüte ve özellikle üçüncü dünya ülkelerinde olmak üzere 26 milyon üyeye sahip bulunuyor. Küreselleşmeyi temelden değiştirmeyi hedefleyen ITUC’un, başka bir küreselleşme için başarılmasını zorunlu gördüğü amaçlarını şöyle özetlemek mümkün: Sürdürülebilir kalkınma için ekonomik, sosyal ve çevresel unsurların birleştirilmesi, işçilerin temel haklarına evrensel olarak saygı duyulmasının garanti altına alınması, insan onuruna yakışır işin herkes için oluşturulması.Yoksulluğun sona erdirilmesi ve ulus içinde ve uluslararasında eşitsizliğin büyük ölçüde azaltılması. Eşit gelir dağılımıyla büyümenin desteklenmesi. Kuruluş çalışmalarının ardından ITUC’un, yeni küreselleşme yolunda bir gündemin şekillendirilmesi ve uygulanması amacıyla, dünya çapında “eylem günü’’ kararlaştırması bekleniyor. Eylemin temelinin, ‘’işsizliğin ve eksik istihdamın yerini tam istihdamın alması ve herkes için insan onuruna yakışır iş sağlanması’’ şeklinde belirlenmesi gerektiği belirtiliyor. zatmaları oynamak” deyi“U mi ile “zaman kazanma” kavramı arasında çok ince gibi görünen çizginin getirdiği çok önemli anlam, sonuç farkları var. Birincisinde istemediğiniz, kaçınılmaz kötü sona doğru adım adım gidiş söz konusu. İkincisinde ise istenmeyen sonucu değiştirmeye yönelik güç kazanma, örgütlenme şansını yakalamış oluyorsunuz. Cumhurbaşkanımızın 29 Ekim resepsiyonuna egemen olan duygular, işte bu birbirine yakın gibi görünen iki kavramın, uçurum sonuçlarına göre umutsuz bakış, kaygılar ile umutlu beklentiler, arayışlar arasında gezintileri içeriyor gibiydi. Bu ülke insanı için, Cumhuriyetin, laikliğin gerçek anlamında değerlerinde buluşmuş insanlar, elbette Sayın Cumhurbaşkanı’nın kişiliğinde, söz konusu değerlerin korunması boyutunda yapılmış katkıların anlam ve öneminde de buluşuyorlardı. Son 29 Ekim buluşması kişisel anlamda teşekkür, sevgi, saygı duygularının anlatımına bol bol aracı oldu. Cumhurbaşkanı Sezer’in yanına yaklaşanların ağızlarından çıkan, kulak misafiri olabildiğim sözcükler hep aynı anlamda teşekkür, sevgi, saygı ifade etme içerikliydi. Bu anlamdaki toplumsal yargıyı herhalde, “Dünya ve Türkiye’nin çok kritik bir geçiş, dalgalanma sürecinde, Cumhuriyeti, laikliği tehdit eden gelişmeler, hele de siyaset, iktidar yapılanmasında Sayın Sezer’in oynadığı rol, tek tek olayların algılanmasının çok ötesinde bir denge işlevi, güvence oldu” olarak özetleyebiliriz. ??? Yargıdan öte, birbirleriyle selamlaşan demokratik kitle örgütleri temsilcileri, sanatçılar, aydınlar, gazeteciler birbirlerine, “Gelecek yıl burada kimler olacak? Nasıl bir tablo ile karşı karşıya olacağız?”sorusunu sorup durdular. Sayın Sezer’in yanına yaklaşan, anı fotoğrafı çektirenlerden en çok duyduğum eşanlamda sözcükler ise “Bizim kalbimizdeki Cumhurbaşkanı, güvencemiz oldunuz” içerikliydi. Sayın Sezer açısından çok onur verici bir sonuç olmalı. Ancak kibarca teşekkür sözcüklerinin arasına, incelikle soktuğu vurgulamalar, bana göre kaygıyı paylaşmaktan çok sorumluluk yükleyici nitelikliydi. Biraz düşündüğünüzde, “Bana teşekkür edeceğinize, birey ve örgütlenme olarak üzerinize düşeni yapmaya çalışın. Benim yapabileceklerim anayasanın çizdiği sınırlar içerisinde, belliydi. Kaygı duyduğunuz konularda, ülkenin geleceğine yönelik güvence istiyorsanız, seyirci kalmak, başkalarına teşekkür etmek yerine, kendi gücünüzü ortaya koymalısınız” der gibiydi. ??? Bir ara çevremden insanların teşekkürlerine, Cumhurbaşkanlığı yetki ve sorumluluk sınırlarını anımsatarak, dolayısıyla kişisel katkılarının da abartılmaması gerektiği yolunda yanıt verirlerken, düşünmeden; “En azından bize zaman kazandırdınız” diye Kırılma noktası NECDET ÇALIŞKAN Merkezi İngiltere’de bulunan Oxford Business Group (OBG) tarafından hazırlanan “Emerging Turkey 2006” (Gelişmekte Olan Türkiye 2006) raporuna göre son yıllarda özellikle ekonomide atılan önemli adımlara karşın 2007, Türkiye açısından bir dönüm noktası olacak. Dünya çapında 27 bölge ve ülkede, yükselen piyasalar hakkında araştırma ve danışmanlık faaliyetleri yürüten OBG, Türkiye’nin bankacılık, sermaye piyasası, enerji, altyapı, ulaşım, turizm, inşaat ve emlak, telekomünikasyon, sanayi, sigortacılık, medya, sağlık ve tarım alanlarındaki gelişmelere yer verilen araştırmada, bir yandan Türkiye’nin AB yolunda bir ülke olarak cazip yatırım imkânları sunduğuna değinilirken, diğer yandan da ekonomi ve politikada yaşanabilecek risklere dikkat çekiliyor. Çalışma sonuçlarını Cumhuriyet’e değerlendiren OBG Kıdemli Türkiye Editörü Anthony Skinner, ekonomi ve iş dünyasına yönelik olarak hazırladıkları raporların Güneydoğu Avrupa, Güneydoğu Asya, Kuzey ve Güney Afrika, Akdeniz’in doğu kıyıları ve Körfez ülkelerinde rehber niteliği taşıdığını belirtti. “Türkiye bizim en büyük ve önemli piyasalarımızdan bir tanesi” diye konuşan Skinner, “Avrupa’nın güvenliği açısından, Ortadoğu ve bir ölçüde Kafkaslar ile Orta Asya’dan batıya sızabilecek militan İslama karşı Türkiye bir kalkan bölge oluşturuyor” dedi. Skinner, Türkiye’yi “Şah Denizi ve BTC (BakuTiflisCeyhan) boru hattı ile daha da belirginleşen petrol ve doğalgaz akışı ile iyiyi, kanuna aykırı maddeler trafiği ile de kötüyü doğudan batıya taşıyan bir koridor” olarak niteliyor. 2002’den bu yana Türkiye ekonomisinin devamlı kuvvet kazanmasına karşın Skinner, bu süreci “Genel bir kanı, politik ve sosyal reformların yavaş ilerlediği, buna karşın ekonomideki atılımın geçmiş senelere kıyasla çok daha hızlı olduğu bir dönem” olarak özetliyor. Emerging Turkey 2006 raporunu Cumhuriyet’e değerlendiren Skinner, şu konulara dikkat çekti: Yabancı bankaların ilgisini nasıl değerlendiriyorsunuz? SKINNER: Yabancı bankalar Türkiye ile ilgilenmeye devam edecektir. Yeni satın almalar ve yaklaşan anlaşmalar bu ilginin teminatıdır. Eylül ayında Finansbank’ın, Yunanlı National Bank of Greece (NBG) tarafından yüzde 46 oranında devralındığına şahit olduk. Halkbank blok halinde satış ile özelleştirilecek, Oyakbank ise en az yüzde 50 hissesini satmak istiyor. Ankara, Ziraat Bankası’nın satılacağı konusunda sinyaller veriyor. Türkiye piyasalarında görülen dalgalanmalar ve AB görüşmelerinde yaşanan sorunlar, yabancı bankaların satın alma kararlarını verirken ve fiyatlar konusunda daha temkinli olacaklarını düşündürmektedir. Bankacılığın yanında enerji sektörünün de potansiyeli çok yüksek. IMF rakamlarına göre 2006 yılında doğrudan 15 milyar dolar yabancı sermaye girecek. Bu rakamın 2007 yılında yükselmesi beklenmektedir. Faaliyet yürüttüğünüz diğer 30’a yakın ülkeyi dikkate alındığınızda Türkiye’nin en ayırıcı özelliği nedir? SKINNER: Türkiye şu anda hem kuvvetli hem de kırılgan bir konumdadır. Diğer “yükselen piyasalardan” ayıran ana faktörlerden biri de bu konumdur. Bazı AB üye ülkeleri ile yaşanan gerginlikleri unutmadan ve sonuçta üyeliğin garanti olmadığını göz ardı etmeden, Ankara AB katılım görüşmelerini ekonomi, politika ve sosyal reformlar için bir dayanak olarak göstermektedir. Ülkenin kırılganlığı genel ekonomi ve politika ortamının getirdiği, değişik güç odaklarından ortaya çıkmaktadır. Derin devlet, kayıt dışı ekonominin büyüklüğü, iktidar partisinde görülen tutucu tansiyon, askeri ve politik muhalefet, her biri önemli faktörler oluşturmaktadır. Brüksel ve Ankara arasındaki ciddi bir çelişki, reform uygulamalarını negatif etkileyebilir. Ekonominin yakın gelecekte karşılaşabileceği en büyük riskler neler? SKINNER: Türkiye’nin en büyük ekonomik riski cari açık. Bu konu, Türkiye ekonomisinin en büyük zafiyeti. Cari açık 2006 yılının ilk sekiz ayında yüzde 44.6 artarak 22.42 milyar dolar oldu. Fakat seçimler bu kadar yakınken cari açığı belirgin şekilde düşürecek, ama hiç de hoşa gitmeyecek önlemleri hükümetin alması beklenmemeli. Mayıs ve haziran aylarında yaşanan enflasyon şokunda YTL yüzde 25 değer kaybetti ve kısa dönem yatırımcıları korkuttu. Türkiye’nin AB üyelik süreci nasıl gidiyor? SKINNER: Türkiye ve AB arasında gergin bir süreç yaşandığı yadsınamaz. En büyük tökezleme KKTC konusunda yaşanıyor. Ankara ile Brüksel arasında bu konuda yaşanan uzlaşmazlıklar bir “tren kazası” ile sonuçlanabilir. IMF ‘yeni adımları’ bekliyor ANKARAİSTANBUL (Cumhuriyet) Uluslararası Para Fonu (IMF) Türkiye Masası Şefi Lorenzo Giorgianni başkanlığındaki heyetin Türkiye’deki çalışmalarını tamamlamasının ardından Washington’dan yapılan açıklamada, Türk ekonomisi ile ilgili uyarılar yinelendi. Açıklamada, “Türkiye’nin, IMF destekli programının hedeflerini güçlendirmeye yönelik bazı politika adımlarını zamanında atması durumunda” IMF İcra Direktörleri Kurulu’nun, programın 5. gözden geçirme dönemini sonuçlandırmaya ilişkin olarak aralık ayında toplanmasının “beklendiği” bildirildi. 5. gözden geçirme onaylandığında, yaklaşık 950 milyon dolarlık yeni bir kredi dilimi serbest bırakılacak. Anadolu Ajansı’nın Washington kaynaklı haberine göre cari açıktaki büyümeye dikkat çekilen IMF açıklamasında, disiplinli mali politikaların ve sıkı para politikasının sürmesi gerektiği dile getirildi. Bu arada Hazine Müsteşarlığı’ndan yapılan yazılı açıklamada, gelir vergisi reformunun ikinci aşamasına ilişkin çalışmaların hızlandırılarak kısa sürede tamamlanması, Sosyal Güvenlik Reformu kapsamında yeni Sosyal Güvenlik Kurumu’nun prim tahsilatını iyileştirmeye yönelik çalışmalar ve yeni Bankacılık Kanunu’nun uygulanmasına yönelik ikincil düzenlemelerle ilgili yapısal reformların yeni bir takvime bağlanarak güncellendiği belirtildi. IMF açıklamasında şu ifadelere yer verildi: “Türk ekonomisi, önceki aylarda finans piyasalarında meydana gelen dalgalanmaların ardından kayda değer bir dayanıklılık gösterdi. ‘Beklenen ölçüde olmasa bile’, iç talep azaldı ve ihracatta yükseliş işaretleri görüldü. Aynı zamanda enflasyon, hedefin üzerinde seyrediyor ve cari açık, genişlemeye devam ediyor. Küresel finans ortamının da daha az elverişli olduğu göz önüne alındığında, bu koşullar, disiplinli mali politikaların ve sıkı para politikasının devamını gerektiriyor.” Hazine Müsteşarlığı’nın açıklamasında da, “Üzerinde temel hatlarıyla mutabık kalınan niyet mektubunun nihai hale getirilmesi ve beşinci gözden geçirmeye yönelik atılması beklenen adımlar ile beraber, IMF İcra Direktörleri Kurulu’nun aralık ayı içinde toplanarak beşinci gözden geçirmeyi tamamlaması beklenmektedir” denildi. rtık AKP’nin işi zor! Bir yanda iktidar yoluna serdiği kırmızı halıların karşılığını isteyen NATO’su, IMF’si, Dünya Bankası. Öte yanda, başı dik bir hükümet beklentisi içindeki seçmen!.. Ne var ki NATO’nun, IMF’nin taleplerine dur demek içeride gürlemeye benzemiyor. “Kâbil dışına çıkmam” diyebilmek için, her türlü ekonomik yaptırım karşısında direnebilecek bir ekonomi lazım. Bunu en iyi test edebileceğimiz alan ise bütçe!.. Malum, bütçe bir takvim yılındaki gelirgider hedeflerinin, yani hükümetin ülke kasasını nasıl kullanacağının göstergesidir. Bu nedenle de Meclis’teki bütçe oylamaları büyük önem taşır. Çünkü her bütçe oylaması, hükümete verilen güvenoyunun da simgesidir. Gelin görün ki AKP’nin IMF’yle nikâhı Katolik nikâhı!.. Tayyip Erdoğan istediği kadar bağrınsa da nikâhı bozamaz!.. Dolayısıyla, Türkiye pratiğinde bütçe, IMF’nin belirlediği hedefler doğrultusunda kotarılır, sonra TBMM’den geçirilir. Bu durum TBMM’deki milletvekilleri için onur kırıcı olsa da AKP’nin birinci önceliği iktidar olduğundan parti milletvekillerini etkilemez. Sabah gazetesinden Okay Müderrisoğlu’nun cuma günkü haberine bakılırsa, IMF bu kez sadece bütçeyi kotarmakla kalmamış! 2007 bütçesini sağlama almak için AKP’yi bir dizi şartla da bağlamış. Buna göre AKP, 2007 bütçe A GÖZ UCUYLA TÜRKEL MİNİBAŞ dönemi başlamadan harcamaları kısıp gelirleri artıracak mali önlemleri almakla yükümlü! Sakın ola ki, bir süre sonra bu önlemlerin seçim nedeniyle rafa kaldırılacağını düşünmeyin. Kaldı ki, IMF de aynı riskten dolayı önlemlerin bir an önce uygulanmasını şart koşmuş. IMF’nin AKP’yle “mutabakata” vardığı, söylenen önlemlerin başında: • GSMH’nin binde 2’si kadar harcamaların kısılacağı; 1.2 milyar YTL civarındaki ödeneğin iptal edilerek kullandırılmayacağı; • Sosyal güvenlik sisteminin piyasalaşması için hastanın önüne sağlık ocağı barajı konulması ve… İlaç ve tedavi masraflarının ivedilikle kısıtlanması; • Elektrik ve doğalgaza sürekli zam; • Özel gider indirimleri kaldırılarak en az geçim indirimine geçilmesi; • Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) artışlarına devam edilmesi var. Yani AKP: • Seçim gezilerinde özel hastanelerin sayısının artacağı vaadinde bulunacak IMF’den Bütçesine Şartlı Onay! ama… Devlet hastanelerindeki doktor ve yatak sayısını artıracaklarını, ilaç ve tedavi harcamalarındaki kesintilerin durdurulacağını söyleyemeyecek!.. • Dış sermayenin elektrik piyasasındaki payını artıracağını, yeni trafoların açılacağını müjdeleyecek ama… Elektriğe zam gelmeyecek, diyemeyecek! • Doğalgaz kullanımını yaygınlaştıracaklarını söyleyecek ama… Doğalgazın aile bütçelerindeki payının aynı kalacağı vaadinde bulunamayacak! • Kayıt dışını vergilendirmek için gider bildirimi isteyeceklerini söyleyecek ama… Maaş ve ücretli kesim üzerindeki vergi yükünü azaltacaklarını söyleyemeyecek! • Asgari ücret düzeyindeki kazançların vergiye dahil edilmemesinin işveren lehine olacağını; çalışanların asgari ücret üzerindeki maaş artışlarında pazarlık gücünün bulunmadığını da itiraf edemeyecek! • Vergi dilimlerinin payına ise hiç mi hiç değinmeyecek! Bütçe, IMF kaleminden çıktığına gö re, bu tür önlemleri ileri sürmesi doğal. Ne var ki, 2007 seçim yılı! AKP’nin bu seçimdeki tek rakibiyse kendisi, yani AKP. Bu önlemleri uygulayıp seçmeni küstürmemesi mümkün değil. Halkı alalayacak yeni yöntemlerse kesenin ağzını açmasına bağlı. Özellikle de YİMPAŞ benzeri skandallar bu kadar sokağa dökülmüşken! Ama buna da IMF izin vermiyor. İşte tam bu sırada… NATO’dan Türkiye askerinin Kâbil dışında da varlık göstermesi talebi geliyor! Ne kadar garip değil mi? AKP yukarı baksa ABD ağırlıklı NATO istemleri, aşağı tükürse IMF’nin şartları! Tek şansı, tarikatların kontrolü altındaki yoksul kitleler ile ekonomik istikrar dışında bir talebi olmayan, ahlaki kaygılardan arınmış olanlar. Dünya haritasında hâlâ “bağımsız” görünen bir ülkenin iktidar partisi için epey hazin bir son! Kapitalist sistemin dünyasında emperyal güçlerin paylaşımına direnmiş! “Kurtuluş”un savaş meydanlarında bitmediğini, ekonomik, sosyal ve siyasal yaşamdaki kurtuluş savaşlarını vermeden tam bağımsızlık düşüne ulaşılamayacağını mazlum uluslara öğretmiş! Bu ülke halkı içinse kabullenmesi olanaksız bir gerçek. Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun! turkmini@superonline.com www.turkelminibas.net Türkiye istihdamda vergi şampiyonu Ekonomi Servisi Türkiye, 30 Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ülkesi içinde, istihdam vergilerinin ağırlığı bakımından birinci sırada yer alıyor. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun (TİSK) hazırladığı, “Avrupa Birliği’ne Üyelik Sürecinde AB Ülkeleri ve Diğer Aday Ülkeler Karşısında Türkiye’nin Durumu’’ adlı raporda, işverenlerin işçi adına ödenen gelir vergisi ile işsizlik sigortası dahil, SSK’ye ödediği işçi ve işveren primlerinden oluşan istihdam vergilerinin ağırlığı bakımından, “2001’den bu yana olageldiği gibi, 2005’te de şampiyonluğunu sürdürdüğü’’ ifade edildi. Rapora göre, Türkiye’de ortalama işçilik maliyetinin yüzde 42.7’si istihdam vergilerine ayrılırken, bu oran OECD genelinde ortalama yüzde 27.7, AB’nin 15 eski üyesinde ortalama yüzde 31.6, ABD’de yüzde 11.9, İrlanda’da ise yüzde 8.1 düzeyinde bulunuyor. Vergi ve prim oranının, ABD, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya’da geçen yıl, bir önceki yıla göre düşerken Türkiye’de sabit kaldığı ifade edilen raporda, rakip ekonomilerin, işsizliği önlemek için istihdam vergilerini azalttığına dikkat çekildi. Raporda, üretim üzerindeki ağır vergi yükünün yeni yatırımları engellediği, kayıt dışını büyüttüğü, ekonominin rekabet gücünü ve istihdam artışını zayıflattığı görüşüne yer verildi.