23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

24 KASIM 2006 CUMA müzik Sınırsız ses ve nefes Hem alaylı hem mektepli bir müzisyen erkan Çağrı, hem alaylı hem konservatuvarlı bir müzisyen. Edirne’nin Keşan ilçesinde 1976 yılında doğan Serkan Çağrı, Selanik’te müzik aletleri yapan göçmen bir aileden gelen müzisyan bir baba ile Bulgar göçmeni bir annenin oğlu olması nedeniyle kulağında Trakya havalarıyla büyümüş. Köy düğünlerinde klarnet çalan babası, tüm çabalarına karşın Serkan Çağrı’yı klarnetten uzak tutamamış. Çağrı, babasının, annesinin bileziklerini satarak arsa almayı planladığı parayla satın aldığı klarneti gizlendiği yerden almaya çalışırken kırınca müzik eğitimine izin çıkmış. İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuvarı’ndan mezun olan Serkan Çağrı, halen İTÜ’de ve Haliç Üniversitesi’nde klarnet dersleri veriyor: “Benim yetiştiğim yıllarda çok zorluklarla karşılaştım. Belli bir süre sonra kendinizi aşmak istiyorsunuz, fakat imkânlar kısıtlı. Kasetlerden dinleyip çalıyordum ama doğru olup olmadığını onaylayacak kimse yoktu. Konservatuvarda eğitim sırasında öğrendikçe dünyalar benim oldu. Şimdi öğrencilerime ders verirken onların ne kadar şanslı olduğunu düşünüyorum ve onlara bildiklerimi cömertçe aktarmaktan mutlu oluyorum.” İyi bir müzik araştırmacısı olan Çağrı, Balkanlar’daki tüm klarnet ekollerini araştırmış, ünlü klarnetçileri takip etmiş. Klarnetin Türk müziğinde kullanılışı konusunda bir çalışması olan Çağrı, Türk müziği icrasında kullanılan “sol klarnetin” icra tekniklerini içeren bir eğitim kitabı hazırladı. YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY C Kapılar Kapanırken... temel”, son tahlilde tarihsel gelişimi belirleyen düzey ise, Türkiye’yi AB üyeliğiyle birlikte Kıbrıs’tan çekilmek bekleyecektir. Ama burada Türkiye içi bazı siyasal merkezler ile ABD ve AB’nin geleneksel Hıristiyan “demokrat” sağı, oyunbozan rolüne soyunmuş görünüyor. Bu rolü bazı AB solu da üstlenmiş gibidir. Denge kurulamıyor. Bütün bunlar önce de söylendi. Bugün herhalde, Türkiye’nin tam bir savaş (veya nation building) “sathı maili”ne girdiğini, BOP denilen Ortadoğu’nun yeniden düzenlenmesine yönelik planlara dahil edildiğini öne sürmek ve bunun, Türkiye’yi parçalayıp Batı Avrupa’daki 4 milyona yakın Türkiye kökenli insanı da altüst edeceğini söylemek gerekiyor. Peki, önemli mi? ??? Değil. Burada önemli olan iddia, böyle bir yoldan dönüşün olmadığıdır. Eski Avrupa’ya dönüş yoksa, eski Türkiye’ye de dönüş yok. Fakat, beğenelim veya beğenmeyelim, İkinci Savaş sonrası yıllar, Avrupa’da da Türkiye’de de, şu veya bu biçimde, barışı ve geniş halk yığınlarını gözeten sosyal politikalar anlamına geliyordu. O yıllara dönüş mümkün değilse, barışa ve sosyal refah devleti modellerine dönüş de mi mümkün değildir? Evet, öyledir. Türkiye’nin yüzüne sadece AB’ye tam üyelik kapısın çarpmıyorlar. Bu, eskilerin “malumu ilâm” ediği şeydir. Bilineni belgeliyorlar yani. Asıl yapılan, Türkiye projesini bir bütün olarak kapatmaktır. Kapatırken keyifle gördükleri şey ise şudur: Batı Avrupa’da yaşayan 4 milyona yakın Türkiye kökenli insanı, ne bu ateş çemberi ne de sonuçları ilgilendiriyor. Tıpkı Türkiye’deki halk gibi... Paralizasyon başarılmıştır; öyle görünüyor. Bir 21’inci yüzyıl saptaması yapabiliriz: Solu tasfiye edilen ülkeler ve halkların direniş şansı yoktur. Paranın ve pazarın egemenliği kesintisizleşir; bütün “kırmızı çizgiler” havaya uçurulur. Zaten, bilimsel bir kategori olarak, emperyalizmin, daha doğrusu “serbest piyasa mantığının” geçen yüzyılda, 70 yıl kadar başına dert olan, buydu. Borusunu öttüremiyordu. Dışarıdan olmayınca, sorunu, solu içinden çürüterek çözdü. Demokrasi, insan hakları, etnik ve dinsel özgürlükler, feminizm şımarıklığı, sivil toplum ve yeşil barış yalanları, postmodern yalakalıklar vb... Aydın inadı bir yana, bir eğilim olarak insanlık yerle bir edilmiş ve ortaçağ paspasına dönüştürülmüş bulunuyor. Şimdi kapılar yüze çarpılsa ne olur, çarpılmasa ne olur! O kapılar açılsa ne olur, açılmasa ne olur! 7 kapısının kapandığına tanık oluyoruz. Bunun AB fazla önemsenmediğine de... Yani, Kıbrıs çekişmesi nedeniyle Türkiye’nin yüzüne kapatılacak olan AB’ye tam üyelik kapısı, hiç de öyle ortalığı altüst etmiş falan değildir. Tuhaf. Peki, AB kapısını Türkiye’ye kapatacak olanlar veya bu işten memnun olanlar kimler? Yanıtı zor. Ayrıca, bir yanıt aramak anlamlı mı, bilemiyoruz. Sadece, siyasetle ekonominin çeliştiğini görüyoruz. Böyle bir çelişki varsa, bazı erken iddialarda bulunmak mümkündür. Erken ve elbette yanılma payı da olan iddialar... ??? ABD’nin ve özellikle de İsrail’in Kıbrıs’ı AB’ye yem etmesi beklenmemeliydi. Şimdilerde, ABD’nin etkisinin arttığı ve AB’nin bazı damarlarının kesildiği bir Kıbrıs politikasından söz edebiliriz. İlk bakışta görülmeyen çok şey var arka planda. İhtiraslar, çıkarlar, senaryolar... AB’nin bir konudaki tutumu çok açıktır: Türkiye, bu cüssesiyle, AB’nin tüm dikişlerini attıracaktır madem, küçültülmesi ve başına da, daha öncelerden pek tanımadığı, bazı dertlerin açılmasında yarar vardır. Örneğin, Anadolu’da 91 yıl önce yaşanan emperyalizmin doğrudan ürünü en kanlı acımız, Batı’nın şu sıralardaki en kanlı kozu “Ermeni sorunu” böyle bir şeydir. Neyse işte, sadece Brüksel değil, ABD de, Türkiye’nin bugünkü büyüklüğünden, daha doğrusu cüssesinden memnun değildir. AB ile arasında bu temel felsefe açısından herhangi bir fark bulunmuyor. Demek ki, AB de ABD de kendi meşreplerince, Türkiye’nin yeniden oluşturulmasından yanadır ve izledikleri siyasete biz AKP iktidarıyla birlikte bu sütunlarda “Şerefsiz Osmanlı’ya Dönüş” siyaseti adını vermiştik. Yeniden oluşturulacak, yani bir tür “nation building”e maruz bırakılacak Türkiye, bitirilmiş bir Türkiye olacaktır. ??? ABD ve onun Avrupalı en büyük (suç) ortağı İngiltere’nin, Kıbrıs’taki, dolayısıyla İsrail’e iki adımlık bir mesafede bir “dev uçak gemisi”ndeki varlığı, tüm Ortadoğu ve Akdeniz’i denetlemeye yöneliktir. AB’nin de işine geliyor kuşkusuz: Türkiye’nin tam üyeliğine kapılar kapatılıyor belki, ama “imtiyazlar” kalıyor. Türkiye’nin denetimi çok önemlidir. “AKP Ankarası” memnun. AB’ye tam üyelik şart değildir, zaten İslami değerler bahanesiyle zevahiri kurtarmaya hazırlandıklarını da görüyoruz. Ama arada bir çelişki var: Türkiye ekonomisinin sahipleri AB’sizliğe ne diyecektir? Türk iş âlemi AB’ye girilmesini istiyor ve bu istek karşılanamıyorsa, bir ortak veya orta yol bulmak gerekmez mi? Ekonomi, altyapı veya “maddi S Hatice TUNCER alkanlar’dan Anadolu’ya caz eşliğinde yolculuk eden sınırsız bir ses ve yedi yaşından bu yana enstrümanını keşfetmeye çalışan genç bir klarnetçi... Balkan cazının dünyaca ünlü ismi Yıldız İbrahimova ve babasından öğrendiklerini konservatuvar eğitimiyle bütünleştiren klarnetçi Serkan Çağrı’nın konseri, Balkanlar’dan Çigan romanslarına, Anadolu ağıtlarına müzikal bir buluşmaydı. Yıldız İbrahimova ve Serkan Çağrı’yı yalnızca Balkan ve Anadolu değil, dünyanın tüm müziklerine tutkun olmaları bir araya getirmiş. İbrahimova ve Çağrı, Almanya’dan sonra 7 Kasım’da İstanbul’da Babylon’da verdikleri konserde sahnede birbirleriyle enstrümanları aracılığıyla sohbet ederken izleyicileri adeta büyülediler. Çağrı, klarnetine nefesiyle hayat verirken İbrahimova’nın enstrümanı yalnızca “sesi”ydi. Bulgaristan’da Türk bir ailenin kızı olan Yıldız İbrahimova’nın yeteneği çocukluk yaşlarında fark edilmiş ve kendisine bir piyano alınmış. B “Sahnede 30 Yıl” adlı bir albümü yayımlanan İbrahimova, klasik, etnik ve cazı buluşturan çalışmalarında hep sınırları aşmayı amaç edindi. SINIRLARI KALDIRDIK Yıldız İbrahimova, konserlerini hiç kaçırmayan, o dönemde Türkiye’nin Bulgaristan Büyükelçisi Yalçın Oral’ın “Sizi Türkiye’ye kazandıralım” davetiyle ilk kez 1990’da Türkiye’ye geldi. Artık aramızda olmayan Oral, o dönem milletvekili olan CHP’li Meclis Başkanvekili Ali Dinçer’den de İbrahimova’nın Türkiye’de tanıtımıyla ilgilenmesini rica etmiş. Meclis’te bir öğle yemeğinde tanışan İbrahimova ve Dinçer 1993’te evlendiler. Ankara’ya yerleşen İbrahimova, Sofya’ya sık sık gidip gelerek müzik çalışmalarını yürütüyor. 10 yaşında bir kızı olan İbrahimova, Türkiye’deki eğitim sisteminde sanat ve müzik eğitiminin eksikliğini duyuyor: “Sanatçı olmayabilir belki, çocuğun ufku açılır, hoşgörülü olur. Fransız, Amerikalı, Japon müzisyenlerle çalıştım. Aramızda hiçbir din, dil farkı yoktu. Biz beraber niçin mutluyduk? Çünkü güzel müzik yapıyorduk. Sınırları biz aramızdan kaldırdık. Hoşgörü, saygı ve sevgi vardı. 10 yaşında kızımın bazı noktalarda eğitim programlarından şikâyetçiyim. Sanatın çok belirgin bir şekilde çocukların eğitiminde yer alması lazım. Sanatçı olmaları şart değil ama kaliteli varlık olarak insanı yetiştirmek istiyorsak sanat eğitimine önem vermek gerekli.” OKULLARDA BİRİNCİ Sofya Müzik Lisesi’ni birincilikle bitiren Yıldız İbrahimova, Bulgaristan Devlet Müzik Akademisi’nin Teori Fakültesi’nde, ses, şarkı söyleme ve şan dallarındaki eğitimini yine birincilikle tamamladı. Müziğe özgür yaklaşımı ve arayışları henüz lise çağlarında İbrahimova’yı caza yönilgi ÜniverÖRT OKTAVLI SES lendirmiş: sitesi’nde “Hem Bulgar kültübir süre öğretim rünü hem Türk müzik Tüm Balkan coğrafyasından üyeliği yapan geleneklerini bilmek, Anadolu’ya ezgileri kendine özgü İbrahimova, halen aynı zamanda klasik bir yorumla seslendiren Yıldız İbODTÜ’de müzik eğitimi almak benim en rahimova, 4 oktavlık sesinin geniş büyük şansım oldu. Sesidersleri veriyor. aralıklı iniş ve çıkışlarında hâlâ sesimin genişliği sayesinde rani keşfetmeyi sürdürüyor. Konserlerinİbrahimova, hatlıkla opera söyleyebilirde, yorumladığı şarkılar arasında çıkarTürkiye’de eğitim dim. Ömür boyu kendimi dığı enstrüman sesleriyle dinleyicileri sisteminde sanata ancak soprano olarak gerhayrete düşüren İbrahimova, sesini korudaha çok yer çekleştirebilirdim. Bu bana mak için çok dikkatli olmak zorunda: yetmedi. Caz bana çok geniş verilmesini istiyor. “Benim sesime ‘bir enstrüman gibi’ diufuklar açtı, doğaçlamalarla seyorlar ama ben insanın ses renkleri diye düsimin bütününü kullanabilmek için şünüyorum. Değişik renkler arıyorum, teknik cazı seçtim.” olarak da keşfediyorum. Müzikle çok küçük yaşDünyanın sayısız ülkesinde konserler veren ve tan uğraştığım için bir yaşam tarzın haline gelmiş. birçok sanatçıyla ortak albümlerde yer alan İbraBenim günlük yaşamımda her şey şu 1.5 santimethimova, Balkan türkülerinden oluşan ilk albümürelik ses tellerine bağlı. Her şey ona göre ayarlannü 1978’de çıkardı. Bugüne kadar çok sayıda almış. Çünkü ben bu enstrümanımı çok titizlikle büme imza atan ve geçen günlerde Bulgaristan’da korumalıyım.” B İSTEYİNCE OLUR... Yıldız İbrahimova’nın Balkananatolia’sı yayımlandığında grubuyla turne yaptığı bir yıl boyunca seyahat ettikleri minibüste sürekli dinleyen Çağrı, sonunda amacına ulaşmış. Geçen yıl çıkardığı Nefesim albümünde Yıldız İbrahimova ricasını kırmamış ve Nefes Nefese adlı parçayı okumuş. Birlikte konser verme projesine Yıldız İbrahimova da sıcak bakınca bu yıl Almanya’daki konserlerinin ardından birlikte Babylon konserini gerçekleştirdiler: “Bir gün Yıldız Hanım’la çalışmayı mutlaka kafama koymuştum. İnsanın hayali varsa ve yürekten istiyorsa ona erişememek için hiçbir neden yok. Ben hep bu hayallerin peşinde koştum. Bu projenin en önemli özelliği herkesin kendini özgür hissedebilmesi. Yani ben coşuyorum, doğaçlamalarda başka bir dünyaya gidiyorum. Biz sahnede kendi aramızda sohbet ediyoruz. Bu proje tekliflere açık. İzmir Caz Festivali’nden teklif aldık.” D Balkanlar’ın ortak ezgileri ıldız İbrahimova, Balkan müziklerini Sırp, Hırvat, Yunan, Bulgar, Türk diye ayırmıyor. Yıllarca aynı ezgiler o kadar farklı dillerde söylenegelmiş ki, kökenini bulabilmek neredeyse olanaksızlaşmış. “Avrupalılar da böyle bir ayrım yapmıyor, ‘Balkan’ diyorlar. Balkanlar zaten asırlarca Osmanlı’da yaşamış. Birbirlerinden etkilenmemeleri mümkün değil. Yunanistan’da bir dinleyicim kadınlar korosunun söylediği türkülerden oluşan bir plak hediye etmişti. Bulgarlar ‘bizim türküler’ demişti. cutsay?gmx.net Y Annemden, anneannemden duyduğum türküleri Güney Kıbrıs’ta duymuştum. Bizim “Kâtibim” şarkısının izlerini Yugoslavya’dan İstanbul’a kadar izleyen bir belgesel izlemiştim. Her ülkenin insanları kendi dilleriyle söylüyordu ve ‘bizim’ diyordu. Herkes aynı şeyi paylaşmaya çalışıyor, iç içe birleştirici bir durum. 1997’de yaptığım Balkananatolia albümünde TRT repertuvarını incelediğimde, Anadolu’da, Rumeli’de ortak ezgileri bulmuştum.” Eleştirmenler yurtta kaldı! Esra YAZDIÇ ANKARA Tiyatro Eleştirmenleri Birliği (TEB), her yıl düzenlenen Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Birliği’nin (IATC) bu yılki genel kuruluna uçak bileti masraflarını karşılayamadığı için gidemedi. Türkiye’nin yurtdışındaki tanıtımından sorumlu olan Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan yardım talebinde bulunan birlik, ‘‘bütçemiz kısıtlı’’ denilerek geri çevrildi. Bunun üzerine IATC Genel Sekreterliği bakanlığın duyarsızlığını kınadı. UNESCO çatısı altında 1956’da Paris’te kurulan IATC’nin bu yılki olağan genel kurulunda Türkiye yer almadı. UNESCO’nun 50. kuruluş yıldönümü kutlamaları kapsamında 2126 Ekim tarihleri arasında Kore’nin başkenti Seul’de yapılan etkinliğe Tiyatro Eleştirmenleri Birliği kaynak bulamadığı için gidemedi. Birlik, ‘‘gidişgeliş uçak masraflarını karşılayamadı’’ ve uluslarası arenada önem taşıyan bu etkinliğe özel olarak davet edilmesine karşın katılamadı. Birliğin, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan kaynak talepleri de geri çevrildi. TEB Başkanı Üstün Akmen ve UNESCO Tiyatro Eğitim Komitesi (TEC) Başkan Yardımcısı ve TEB üyesi Emre Erdem, Türkiye adına resmen davetli olduklarını, ancak etkinliğe katılım için yaptıkları tüm çabalarının sonuçsuz kaldığını belirtti. Akmen, ‘‘Ev sahibi ülke Kore, konukların konaklama, yemeiçme ve yurtiçi ulaşım masraflarını karşılayacaktı. Bizden istedikleri sadece Seul’e gidişdönüş uçak biletimizi almamızdı. Ne yazık ki özel olarak davet edildiğimiz uluslarası bir kurula uçak bileti alamadığımız ve ülkemizin Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan destek göremediğimiz için katılamadık’’ dedi. Akmen, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na resmi başvuruda bulunduklarını ancak ‘‘bütçemiz kısıtlı’’ yanıtını aldıklarını anımsatarak, ‘‘Türk tiyatrosunun gelişimi ve TEB açısından büyük yarar sağlanabilecek bir organizasyon kaçırılmış oldu. Bu bir acizlik örneğidir’’ vurgusunu yaptı. Üstün Akmen şöyle devam etti: ‘‘Bakanlık istediği etkinliklere ilgili ilgisiz pek çok kişiyi gönderiyor ve buna bütçe ayırıyor. Ancak işlerine gelmezse pek çok bahane üretiliyor. Bu kasıtlı bir uygulama. Tiyatro konusunda düşünülenler ve son dönemde yapılan uygulamalardan da bunu görebiliyoruz. Bizim dışımızda bu toplantıya pek çok ülke katıldı ve sunumlarını yaptı. TEB olarak katılacağımız Türk Tiyatrosu ve Türk Tiyatrosunda Eleştiri konulu panelimiz de iptal edildi.’’ AKANLIĞA KINAMA MESAJI Yaşanan bu gelişmelerin ardından IATC Genel Sekreterliği de Kültür ve Turizm Bakanlığı’na gönderdiği mesajda TEB’in genel kurula katılamayışı konusunda büyük üzüntü duyduklarını ve bakanlığın duyarsızlığını kınadıklarını belirtti. ürk Ceza Yasası’nın 301’inci maddesi, yürürlüğe girdiğinden bu yana gazeteciler, yazarlar ve bilim insanları için aşılması gereken dertlerden biri olmuştu. Avrupa Birliği’nin ilerleme raporundan sonra da özellikle siyasal iktidarın özel dertlerinden biri haline dönüştü. Hem de öyle bir dert ki.. Başbakan dahil kimi bakanlar değiştirmeye açık olduklarını söyleyip sivil toplum örgütlerinden (?) öneride bulunmalarını isterken kimi bakanlar değiştirilemeyeceğini belirtiyorlar. Değiştirilemeyeceğini söyleyenlerin nedenlerini açıkça bilmiyoruz. Akıllarına yatmadığı için mi böyle yapıyorlar yoksa kendi grupları ile ana muhalefet partisinin görünen yaklaşımını mı anlatmak istiyorlar belli değil. Son çağrı, Devlet Bakanı ve AB Başmüzakerecisi Babacan’dan geldi. Maddenin değiştirilmesini gerçekleştirmek için sivil toplum örgütlerinden destek istedi. Bence yanlış bir istekti. Neden derseniz, Türkiye’deki sivil toplum örgütlerinin gerçek sayısı iki elin parmak T GEÇMİŞTEN GELECEĞE ORHAN ERİNÇ Kul Sıkışmayınca... diği” yolundaki suçlamaların haksız olduğunu düşünüyorum. Anılan maddenin eski Ceza Yasası’ndaki karşılığı olan 159’uncu maddeye son dönemlerde karşı çıkan olduğunu anımsıyor musunuz? Hemen hemen hiç yoktu. Çünkü 57’nci hükümet döneminde başlayan “uyum yasaları” furyasında daha da netleştirilmiş, yeni yasanın sahibi AKP, aynı kapsamda eklemeler yapmış, ceza sürelerini de indirmişti. Ama yeni Ceza Yasası’yla tam tersini yaptı. Suç tanımını genişletmekle kalmadı, yoruma açık bir içeriğe de dönüştürmeyi başardı. Bu nedenle de hakaretle bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma hakları birbirine girdi. Maddeyi biçimlendirip, gerekçesi ları kadar ya var ya yok. Yokluktan olsa gerek açığı kapatmak için kimi meslek sahiplerinin kaydolunması zorunlu odalarını, sendikaları, işadamlarının oluşturdukları örgütleri, sivil toplum örgütü sayma eğilimi gittikçe güçleniyor. 301’inci maddenin değiştirilmesinde atılacak adımı belirlemek için zirve üstüne zirve düzenleniyor. Katılan örgütlere bakınca konunun en yetkin meslek örgütü olan Türkiye Barolar Birliği’nin olmadığı görülüyor. Gazetecilik meslek örgütleri ile uzman öğretim üyelerinin ve yargılama aşamasında görev yapan avukatların oluşturduğu Türk Ceza Hukuku Derneği’nin adları bile geçmiyor. ??? 301’inci maddenin değiştirilmesini isteyenlerin “hakaret özgürlüğü iste ni de yazdıktan sonra, topu Cumhuriyet savcıları ile yargıçlara atmanın bir çözüm olmadığı görülüyor. Bu yaklaşım, bir anlamda “madde böyle ama sen başka türlü uygula” demenin politikacasından başka bir şey değil. ??? Kimileri de yalnızca, eski madde ile ilgili “izin alma” yöntemine dönülmesiyle sorunun çözüleceğini savunuyor. Bunlar arasında iznin cumhurbaşkanı tarafından verilmesini önerenler de var. Bu önerinin kabul görmesinin zaman kaybından öteye hiçbir katkısı yok. Çünkü anayasada cumhurbaşkanına tanınan yetki ve görevler arasında böyle bir kural bulunmuyor. “Kul sıkışmayınca hızır yetişmez” derler. Belki siyasal iktidar bu kez kendisine iletilecek önerilere kulak verir. AB’nin dayatmasıyla maddeyi değiştirmek zorunda kalmanın ayıbına da katlanarak... B oerinc?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle