28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 C strateji ATİNA’DAN MURAT İLEM unanistan’ın başkenti Atina halkı her zamankinden daha farklı bir güne gözlerini açtı. Türkiye ile önceki krizlerde olduğu gibi, tüm süper marketler tamamen boşaltılmış, bu büyük kentte yaşayanların evleri adeta ufak bir bakkal dükkanını dolduracak kadar erzak deposuna döndürülmüştü. Yine her zaman olduğu gibi olaylara sağduyu ile yaklaşmaktan öte, krizi paraya çevirmek için çılgınca başlıklar attıran medya patronları, ülkeyi sonu gelmez bir kaosun içine sürüklemekten çekinmiyorlardı. Mis gibi portakal çiçeklerinin koktuğu bu nefis ilkbahar gününde binlerce insan dehşet içinde kıyının hemen 6 mil açığında uçan Türk savaş uçaklarının bıraktıkları izleri rahatlıkla görebiliyordu. Sahip olduğu binlerce adanın hiçbir ihtiyacını karşılayamayan hükümet, şaşkınlık içinde AB ve ABD’den yardım istiyordu. Türk uçaklarının sadece Atina değil tüm adalar ile ülkenin kıyıya yakın önemli kentleri yakınlarında da (6 mile kadar) uçtukları haberleri geliyordu. Ege’deki it dalaşları ve aşırı uçuşlar yüzünden askeri depolardaki parça stokları tükenmiş, Kardak krizi sırasında olduğu gibi Yunan deniz kuvvetlerinin önemli bir bölümü daha Ege’ye çıkmadan arıza nedenleri ile başta Salamina deniz üssü olmak üzere, çıkış yaptıkları limanlara geri dönmek zorunda kalmışlardı. AB’nin bitmek bilmeyen baskıları ve istemleri karşısında sonunda isyan bayrağını açan Türkiye’deki hükümet, birlik ile tüm ilişkilerini kesmiş, görüşmelerden tamamen çekilmişti. Bu gelişmeler ise beklendiği gibi Yunanistan’ın başına patlamıştı. Türkiye ile başta ekonomik olmak üzere birçok konuda işbirliğinde bulunan AB ülkelerinin büyük bölümü, Yunanistan ve Rum kesiminden gelen yaptırım çağrılarına kulak tıkamak zorunda kalmışlardı. Özetlemek gerekirse, Türkiye, AB kafesinden kaçmış, intikam için Ege’ye çıkmış, yeni birlikler yolunda Çin ve Rusya ile sıkı ilişkiler içine girmişti. ??? Yukarıdaki “felaket senaryoları” çoğaltılabilir, detaylandırılabilir. Hat 24 KASIM 2006 CUMA TürkiyeAB ilişkileri fiilen durma noktasında Dr. Cemile AKÇA ATAÇ Türkiye ilişkilerinde, nice sözde yazdan sonra "memnuniyetsizliğimizin kışı" başlıyor. Yayımlanma tarihinden günlerce önce büyük bölümü basına sızdırılan İlerleme Raporu’nun son hali –beklenen krizin henüz gelmediğini müjdelemesine (!) rağmen katılım müzakerelerinin geleceği açısından pek ümit vaat etmiyor. Bilim ve Araştırma ile Eğitim’in dışındaki başlıkları ilgilendiren değerlendirmeler, "kısıtlı ilerleme sağlanmış" veya "hiç ilerleme kaydedilmemiş" ifadeleri ile sonlanıyor. Siyasi kriterler bölümüne baktığımızda ise azınlık hakları, dini özgürlükler, sivilasker ilişkisi ve 301. madde ile ilgili eleştirel yorumlar ön plana çıkıyor. Müzakerelerin geleceği ise 1415 Aralık’ta yapılacak AB Konseyi toplantısına kadar Kıbrıs konusunda bir ilerleme kaydedilmesi koşuluna dayandırılıyor. Ancak geçtiğimiz aylar içerisinde, gerek AB kurumlarından gerekse bireysel olarak üye ülkelerden o kadar çok ses çıktı, tehdit ve aşağılama kapsamına giren o kadar çok uyarı yapıldı ki Türk halkının AB algısı artık büyük ölçüde uyuştu. Bu hissizlik dönemine denk ge Felaket Senaryoları ta hayal gücünüz biraz daha genişse rahatlıkla kitap bile yazabilirsiniz. Bu noktada Kathimerini gazetesinde Kostas Iordanidis imzası ile yer alan yorumun tam çevirisini aktarmakta yarar var. Bakın ne diyor bu yazar: “AB Zirvesi’nden bir ay önce, çıkmaz tablosu yaratılıyor ve bazı kimseler Türkiye’nin AB sürecinin raydan çıkması olasılığının sonuçları konusunda ‘endişe duymaya’ başladılar bile. Aynı kişiler Ege’de büyük gerginlik belki de, sıcak olaylar yaşanabileceği tahmininde bulunuyor. Sanki Türk kurulu düzeni, Ankara’nın AB’ye katılım sürecinde yeni bölümler açılmadığı takdirde, silahlara sarılacak kadar düşüncesizlerden oluşuyormuş gibi. Bereket ki Türk komutanlar, sürekli ‘kaygı üreten’, dış politikada ‘belirsizliklere’ tahammül edemeyen, her yılı ‘kârlı bilançolarla’ kapatmaya çalışan, başka bir ifadeyle, küçük esnaf anlayışı ve sinirliliğine sahip Yunanlı politikacılardan ve uzmanlardan kesinlikle çok daha bilge. Birçok konuda süreklilik ve görev anlayışına sahip Türk yöneticiler de hiç acele etmiyorlar.” “Eline sağlık Kostas Iordanidis!” demekten başka bir şey yapamıyoruz. Siz bir taraftan AB kozunu kullanarak Türkiye’nin arkasından yapmadığınızı bırakmayın, bir taraftan da Türkiye AB kafesinden kaçarsa ne yaparız, bu büyük güçle nasıl baş ederiz diye kara kara düşünün. Yunanlı yazarın da dediği gibi, şunun kesinlikle unutulmaması gerekir. Türkiye, Yunanistan’da bazılarının yazıp çizdiği gibi hiçbir zaman böyle bir “felaket senaryosunun” baş aktörü olmayacaktır. Belki görüşmeler askıya alınabilir, belki bazı dosyalar Rum ve Yunan ikilisi tarafından açılmayıp, ilerlemesi sekteye uğratılmaya çalışılabilir. Ancak Türkiye’deki aklı başında yöneticiler, devletin bölünmezliği, haysiyeti ve şerefiyle oynanmadığı müddetçe AB yolundan kesinlikle dönmeyecektir. Bunun da bilinmesi gerekir. murilem@otenet.gr AB kurma kapasitesini kendisi dinamitledi. Aynı şekilde, Fransa, Hollanda ve Avusturya gibi bazı üye ülkeler, kendi kamuoylarında Türkiye ile ilgili varolan korkuları, önyargıları ve yanlış anlamaları bilinçli olarak beslediler ve böylece Türkiye, iletişim kurularak anlaşılacak bir muatap yerine her yönü ile yargılanacak bir yabancı olarak görülmeye başlandı. Anlaşılma olasılığının neredeyse sıfıra indiği bu ortam karşısında da Türk kamuoyu, sadece AB yolunda anlaşılma değil anlama çabalarından da vazgeçme aşamasına geldi. Bu nedenle, zaten fiilen tıkanmış bir süreç olan katılım müzakerelerinde, "kriz" olasılığı artık kimseyi çok fazla korkutmuyor. 8 Kasım öğleden sonra itibarıyla dünya durmuyor; Türkiye’de hayat devam ediyor... OMİSYON’DAN YENİ GİRİŞİMLER Bütün bu gelişmeler ışığında, belki de sevinilecek tek nokta, AB Komisyonu’nun bu kayıtsızlık, iletişimsizlik, önyargı, vazgeçme ve neredeyse çatışma ortamını doğru okuyarak harekete geçmesi oldu. İlerleme Raporu ile birlikte yayımladığı Genişleme Strateji K çekişmesi, Türkiye’de de yakından takip edildi. Hıristiyan Demokratlar, hazmetmenin dil, din, ırk ve coğrafi sınırlarla ilgili olmasını isterken Sosyal Demokratlar bunun Avrupa değerleri ve bütçe ile tanımlanması gerektiğini savunuyordu. Komisyon sonunda, "bütünleşme kapasitesi" başlığı altında bu tartışmalara son verdi. Buna göre, değerlerin baskın çıktığı bir Avrupalılık tanımında, kurumlar işlerliğini sürdürebildiği ve bütçe ile ortak politikalar üzerinde net olumlu etki yaptığı sürece genişleme devam edecek. Her yeni aday ülkenin, Avrupa Parlamentosu’ndaki sandalye sayısı, Konsey’deki oy ağırlığı, Komisyon’da kullanılacak dil sayısı, bütçe harcamaları ve gelirleri ile tarım ve yapısal uyum politikalarına yaptığı etki ölçülecek. Bu şartlar altında sınırlar, coğrafi kısıtlama olmadan büyüyecek ve teoride Moldova veya Ukrayna da AB’ye üye olabilecek. Böylece aday ülkelere, Sosyal Demokratlar’ın üzerinde ısrarcı olduğu tanıma benzer bir "bütünleşme kapasitesi" sunulmuş oldu. Bunun yanı sıra Komisyon, karşılıklı güven ve iletişimi arttırmak adına, aday ülkelere verilmiş olan sözlerin mutlaka tutulacağının garantisini de veriyor. Yine de Komisyon, Türkiye ve Batı Balkan ülkelerine karşı önceden belirlenen yükümlülüklerin yerine getirilmesi ile ilgili bir sorun çıkmayacağına dair güvence sunarken yeni sözler verme konusunda çok temkinli davranacağını vurguluyor. Ayrıca aday ülke ile Komisyon arasında verilen söz ve karşılıklı üstlenilen yükümlülüklerin neler olduğu konusunda bir daha anlaşmazlık yaşanmaması için de katılım sürecinin tam anlamıyla saydamlaşacak ve tarama raporları, çekinceler ve AB’nin ortak tutum belgeleri dâhil bütün resmi kâğıtlar kamuya açıklanacak. Bu yolla, üye ve aday ülkelerin yorumuna açık hiç bir unsurun barınmadığı saydam ve kesin bir iletişimin kurulması hedefleniyor. Y KRİZSİZ 50. YIL KUTLAMALARI Komisyon’un bu girişimlerine ışık tutan unsurların başında hiç şüphesiz, Türkiye ile yaşanan sorunlar ve eşi benzeri görülmemiş iletişimsizlik geliyor. İlişkiler yavaş yavaş kriz noktasına doğru ilerlerken, müzakerelerin kesilmesinin sadece Türkiye’nin değil Komisyon’un da başarısızlığı olacağı fark edildi. Sonuç olarak, her hangi bir aday ülkenin katılım müzakerelerinin donma noktasına gelmesi veya askıya alınması, "AB değerlerine bağlılık yaratma ve barış ile refah yayma" misyonuna büyük zarar verecek, diğer aday ülkelerin bağlılık ve uyum derecelerini de olumsuz etkileyecektir. Fransa ve Hollanda’daki anayasa referandumlarından sonra, AB’nin geleceği ile ilgili değerlendirmelerde "kriz" sözcüğü sıkça yer aldı. Bu durumun içerideki ve dışarıdaki itibarlarına büyük zarar verdiğinin bilincinde olan AB yetkilileri, gündemlerinin yeniden bu olasılıkla gölgelenmesini istemiyor. Özellikle de Roma Anlaşmalarının 50. yıldönümünü kutlamaya hazırlanırken... Bu nedenden dolayı Komisyon, Ek Protokol’ün uygulamaya sokulmamasından doğacak sıkıntıları, Aralık’taki zirve toplantısına kadar 1 ay erteledi. Bu sürenin sonunda açıklayacağı yeni bir tavsiye kararı ile müzakerelerin geleceğini belirleyecek. Eğer Fin planı çerçevesinde Kıbrıs görüşmeleri, bu süre içerisinde kesilmeden sürer ama tamamlanamazsa Komisyon, büyük olasılıkla "devam eden bir sürecin varlığına" işaret edecek ve Konsey’den "anlayış" göstermesini isteyecek. Böylece beklenen kriz, Aralık ayında da gelmeyecek. yetkilileri ve kurumlarından Türkiye’ye yönelen eleştiri, tehdit ve aşağılamaların oluşturduğu uyuşukluk tepkisizliğe neden oluyor. Avusturya benzeri ülkelerde desteklenen Türk karşıtlığı, AB tarafından anlaşılma ve AB’yi anlama çabalarını ortadan kaldırmak üzere… AB len İlerleme Raporu’nun, BBC’nin deyimiyle, "iğneleri" de çok fazla can acıtmadı. AB’nin kendi elleriyle yarattığı ve hükümetin ilişkileri yürütürken yaşadığı acemilik ve gelgitlerin desteklediği bu kaçınılmaz duyarsızlıkta, raporun altını çizdiği nesnel değerlendirmeler de gölgelendi. Sendikal haklarda iyileştirilmeye gidilmesi, kadınların toplam işgücü içindeki payının artırılması, AB ortalamasının ancak yüzde 25’i olan kişi başına düşen gelirin artırılması veya KDV sahteciliği ile mücadele edilmesi gereği, Türkiye’deki Romanların (çingene) ülke içindeki serbest dolaşımında yasal kısıtlamalar olduğu gibi haksız iddialar ile aynı raporda yer alınca hiç bir şekilde işitilmedi. AB cephesinden yükselen seslerin yarattığı kakafoni, Türk kamuoyunda AB konularında benzeri daha önce görülmemiş bir kayıtsızlık yarattı. Kıbrıs konusunda bir taviz verilmediği veya tam tersi olarak, Türk tarafına haklarını iade edecek olumlu bir adım atılmadığı sürece de bu kayıtsızlık devam edecek gibi gözüküyor. Türkiye’nin katılım sürecine, daha önceki aday ülkelerden farklı olarak, bir de "Türkleri terbiye etme" girişimlerini ekleyen ve bunu siyasi nezaket kılıfına sokma gereği bile duymayan AB, Türkiye ile iletişim Belgesi’nde Komisyon, Türkiye’nin dâhil olduğu AB’nin 6. genişleme sürecinin yönetilmesinde daha önce karşılaşılmayan sorunsalların varlığına işaret ediyor. Her şeyden önce AB kamuoyunda, genişleme ile ilgili konularda "iletişim ve algılama" bozukluğu yaşandığını ima ederken, bu durumu düzeltmenin üye ülkelerin sorumluluğu olduğunu vurguluyor. Ancak bilindiği üzere, bu iletişim ve algılama bozukluğunu yaratan çoğu zaman, bizzat üye ülkelerin kendisi... Bunu yaparken de özellikle, "hazmetme" veya ince ayar yapılmış haliyle "özümseme" kapasitesi kavramından faydalanıyorlar. Bu kavramın henüz resmi ve bağlayıcı bir tanımı olmaması da Türkiye’yi iç politika malzemesi yapmak isteyenlerin işini kolaylaştırıyor. İşte bu noktada Komisyon, Strateji Belgesi’nde "hazmetme kapasitesi" yerine "bütünleşme kapasitesi" terimini getirirken amaç dışı kullanımını engellemek için içeriğini de tanımladı. Türkiye ve Hırvatistan için Müzakere Çerçeve Belgeleri’nin 3 Ekim 2005’te yayımlanmasının ardından "hazmetme kapasitesi"nin ne anlama gelebileceği veya gelmesi gerektiğine dair çok canlı tartışmalar yaşandı. AB cephesinde, özellikle Hıristiyan Demokratlar ve Sosyal Demokratlar arasındaki tanım Paris ile kriz büyüyor Mahmut GÜRER ANKARA Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ’un ardından Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün de Fransa ile ilişkilerin dondurulduğu yönünde açıklamalarda bulunması, Türkiye’de çok sayıda kamu ihalesine katılan Fransa’da panik havası yarattı. Paris yönetiminin Ankara’ya bir ‘‘nota’’ ile açıklamaların resmi bir tutum olup olmadığını soracağı öğrenildi. FransaTürkiye ilişkilerinde kriz büyüyor. Diplomatik kaynaklardan edinilen bilgilere göre, Fransa Parlamentosu’nda ‘‘Ermeni soykırımını kabul etmeyenlere hapis ve para cezası verilmesini öngören’’ yasanın kabul edilmesinin ardından başlayan gerginlik, Org. Başbuğ ve Milli Savunma Bakanı Gönül’ün açıklamalarının ardından doruk noktasına ulaştı. Fransa’nın Türkiye’ye açıklamaların devlet politikasını yansıtıp yansıtmadığına ilişkin bir nota vereceği belirtildi. Fransa’nın Ankara’ya göndereceği belgede ayrıca Türkiye’nin Fransa ile ikili ilişkilerinde bir tutum değişikliği olup olmadığının da sorulacağı ifade ediliyor.Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Başbuğ, gazetecilerin ‘‘Fransa ile ilişkilerin nasıl olduğu’’ yönündeki sorusuna, tüm askeri ilişkilerin dondurulduğu ve karşılıklı ziyaretlerin iptal edildiği yanıtını vermişti. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül de, IDEF 2007’nin tanıtımı için düzenlenen toplantıda, fuara Fransız şirketlerinin ve Fransız Savunma Bakanı’nın resmen davet edilmediğini ilan etmişti. Ankara yasanın bir an önce Senato’ya götürülerek ‘‘arada kalmışlık’’ durumuna son verilmesini istiyor.Türkiye, Paris yönetiminden yasanın Senato’da reddedilmesini bekliyor. Fransa’yla askeri ilişkilerin dondurulması ve Savunma Fuarı’na bu ülke şirketlerin çağrılmamasının ardından Fransa ile yapılacak askeri tatbikatlar da Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın emriyle iptal edildi. Orgeneral Büyükanıt, Fransa ile ikili askeri ilişkileri düzenleyen 2006 ve 2007 yılı faaliyet planının iptal edilmesine yönelik bir emir yayımladı. Bu çerçevede, 2006 yılı için NATO kapsamında ikili yapılması planlanan deniz tatbikatı ile 2007’de Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Cömert’in planlı Fransa ziyareti iptal edildi. Üye ülkelerin tepkileri önem başkanlığı sona ererken Finlandiya, AB’nin genişlemeden sorumlu komiseri Olli Rehn’in Finli olmasının da etkisiyle, 6. genişleme sürecinde bir bunalım yaşanmaması için özel çaba gösteriyor. Dönem başkanlığı protokolü de, aday ülke ile AB kurumları ve üye ülkeler arasında yaşanacak sorunların giderilmesinde ılımlı bir tutum sergilenmesini gerektiriyor. Bu bağlamda, 1 Ocak 2007’de başkanlığı üstlenecek olan Almanya da bundan sonra, Türkiye ile ilgili düşüncelerini dile getirirken her hangi bir üye ülke kadar serbest olamayacak. Nitekim Şansölye Angela Merkel, İlerleme Raporu öncesi yaptığı açıklamada, "Türkiye’nin Ek Protokolü uygulamaya sokmamasının çok ama çok ciddi sonuçları olacaktır" dedikten bir kaç gün sonra hiç de tesadüf olmayan geri adımlar attı. Almanya, ülke olarak görüşü ne olursa olsun, önümüzdeki 6 ay boyunca ne kriz tırmandırabilecek ne de "imtiyazlı ortaklık" önerebilecektir. Zaten Komisyon’un "aday ülkelere verilen sözler tutulacaktır" güvencesinden sonra böylesine bir girişim tam bir haksızlık olacaktır. Almanya’nın tutumu önümüzdeki aylarda bu şekilde tarafsızlığa doğru kayacak. En azından öngörülen bu… Ancak Fransa, Avusturya, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, müzakereleri engelleme konusunda geri adım atacak gibi gözükmüyor. Rum Kesimi hükümet sözcüsü Yorgos Lillikas, Ek Protokol uygulamaya sokulmadığı sürece bütün müzakere başlıklarının açılmasını engelleyeceklerini açıkça dile getirdi. Fransa Dışişleri Bakanı Philippe DousteBlazy de İlerleme Raporu’nu kendi kamuoyuna, "Komisyon’un Türkiye’yi tehdit etmesi" olarak aktardı. Hâlbuki yu D karıda da vurgulandığı gibi Komisyon, rapor boyunca tehdit olarak algılanamayacak özenli bir dil kullanıyor. Yine de Türkiye ile ilgili yapılan en çarpıcı açıklama, Avusturya Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik’ten geldi. Plassnik’e göre, Komisyon’un zirve öncesi müzakerelerin geleceği ile ilgili tavsiye kararı yayımlayacak olması, Konsey’in tavsiye ne ise o doğrultuda karar almasını sağlayacak ve bu da Konsey’i oluşturan üye ülkelerin devlet ve hükümet başkanlarının görüşlerini istedikleri gibi dile getirememesine neden olacak. Böylece Plassnik, Komisyon’un "müzakerelere devam" demesinden ne kadar çekindiğini açıkça ifade etmiş oldu. cek? Görünen o ki, Kıbrıs konusunda karşılıksız taviz verilmediği veya mucizevî bir çözüme ulaşılmadığı sürece, Türk kamuoyunun AB müzakerelerine bir zamanlar duyduğu, şimdilerde ise yitip giden ilgisinin yeniden canlanması mümkün değil. Komisyon, taraflar arasındaki iletişimsizliği gidermek için geç kaldı. Ayrıca iletişim yollarında, güvensizlik, önyargı ve kimi zaman kötü niyetin açtığı hasarın giderilmesinde tek başına Komisyon’un çabaları da yeterli olmayacaktır. Üye ülke yetkilileri arasında bulunan ve hepimizin bildiği bazı isimler ise böylesine karşılıklı bir güven tazeleme yoluna gitmeyi henüz istemiyorlar. Ve işin aslı, bu durum artık Türkiye’yi çok da fazla korkutmuyor. Fransa şimdiden seçim havasında Uğur HÜKÜM PARİS Fransa 2007 NisanMayıs ve Haziran aylarında yapılacak cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerin havasına erken girdi. Fransız Sosyalist Partisi’nin (SP) cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde kendi adayları arasında düzenlediği ön seçim yarışması kamuoyunu seçim heyecanına soktu. Fransız sosyalistleri, dün başkan adayları olarak bir kadın politikacıyı seçtiler: Segolene Royal. Geçen mart ayında başlattığı “yeni üye” seferberliğinin ardından 230 bini aşkın üyeye ulaşarak ülkenin en büyük politik örgütü konumuna geçen SP haziran ayında “Değişimi Birlikte Başarmak / Fransa için Sosyalist Proje”yi tartışmaya açtı. Tüm parti örgütlerinin işbirliğiyle hazırlanan Sosyalist Proje 1 Temmuz’da onaylandı. Cumhurbaşkanlığı adaylığı yarışında yüzde 60.62 oy oranına ulaşarak Dominique StraussKahn ve Laurent Fabius’u geride bırakan Royal, bir senedir kamuoyu yoklamalarında sağ kanadın favori adayı şimdiki İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy ile başa baş gittiği gibi, son dönemde ona da fark atmaya başlamıştı. Kadın oluşu, kendi seçim bölgesindeki çalışmaları medyada zaman zaman “popülizmle” eleştirilmesine yol açtı. Royal hem sosyalizmin temel ilkelerini hem de geleneksel bazı değerleri sahiplendiğini gösteren medyatik çıkışlarıyla da gündeme geldi. Segolene Royal, yaptığı kısa basın toplantısında, “Bu mutluluk anını derin bir yoğunlukla yaşıyorum. Ülke değişim istiyor. Ben de bu değişimin simgesi olmak, ona bir inanılırlık kazandırmak istiyorum” dedi. TÜRKİYE NE YAPACAK? Kimse, 1415 Aralık’taki Konsey toplantısında müzakerelerin tamamının askıya alınmasını beklemiyor. Zaten katılım sürecinin askıya alınması için oluşması gereken hukuki şartlar Türkiye’nin çok uzağında. Ancak resmi olarak durması beklenmeyen müzakereler, Lillikas’ın sözleri göz önüne alındığında, fiilen durma noktasına gelmiş bulunuyor. Bu da gösteriyor ki, aslında "kriz" kelimesini kullanmadan da karşılıklı ilişkiler durabilir. Peki, Türkiye bu olasılık karşısında nasıl tepki vere
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle