28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 Zuhal AYTOLUN O, Tatlı Hayat dizisindeki sonradan görmekurnaz İhsan Yıldırım, Sayın Bakanım’da işini bilen müsteşar, İtiraf filminin Bekir’i, Atinalı Timon oyununda hazzın getirdiği dostlukları ve paranın hakimiyetini reddeden Timon yada Jeanne d’Arc’ın Öteki Ölümü’ndeki tanrı... Hep ürettikleriyle varoldu Haluk Bilginer... Bir dönem özel yaşamı nedeniyle ‘magazin’ basınının kendi deyimiyle ‘tecavüzüne uğrasa da sevişmeyi reddetti’... Şubat ayında vizyona girecek olan Polis filminin çekimlerini tamamlayan Bilginer, son günlerde kendisini sadece tiyatro ile doğacak çocuğuna adadı. Bilginer ile Oyun Atölyesi’nde buluştuk ve tiyatrodan sinemaya, doğacak çocuğu Nazlı’ya kadar herşeyi konuştuk. Siz bir yandan her an çevremizdesiniz. Reklamlar, diziler, sinema filmleri, tiyatro... Ama bir yandan da çok uzaksınız... “Magazin malzemesi değilim çünkü. Evet doğru televizyon dizisi de çekiyorum, reklam filmi de... Ama aslen tiyatro var benim hayatımda. Sinemayı sevdiğim için, diğerlerini de tiyatro yapabilmek için yapıyorum. Ama magazin diye bir bela var ülkenin başında. Ve insanlar bununla varoldukları için, bununla yaşamak zorundalar. Olmazsa eğer ertesi gün uyandıklarında kendilerini tanıyamazlar. Çünkü artık kendilerinden de uzaklaşmışlar, kendilerinin karikatürleri olarak yaşıyorlar hayatta. Etraflarında sürekli kameralar var ve kendilerinin taklitleri olarak yaşamaya başlıyorlar. Kendileri yok artık, kendilerini kaybettiler.” Hiçbir şey bilmiyorsam haddimi biliyorum “Dünyanın en büyük yalanı bu. Bunu söyleyenler kendileri de biliyorlar yalan söylediklerini. ‘Halkın haber alma özgürlüğü var’ diyorlar. İnsanlar fakslar telefonlar mı yağdırıyor ‘bize bunları gösterin’ diye. Onlar gösteriyorlar, birileri de röntgencilik yapıp onları seyrediyorlar.” Magazin hep vardı ama... Sosyal ve siyasal baskıdan bir kaçış olarak değerlendirilir kimi kuramcılara göre... “Çok haklısınız. Dünyanın heryerinde magazin vardır ama hayat magazinleşmez. Yani meslek sahibi aklı başında insanların yaşadığı ülkelerde hayat magazinleşmez. Hayat magazinleşirse, siz magazin dışında kavrayamazsanız bu hayatı ve sadece magazin aracılığıyla kavrıyorsanız bu çok tehlikelidir. Çünkü başka şeylerin değerini farketmemeye başlarsınız.” Peki siz tüm bunların arasında duracağınız yeri nasıl bildiniz? “Bu bir seçimdir. Genellikle tacize yöneliyorlar, bana da tecavüz edildi çok. Ama tecavüz edildi ben onlarla sevişmedim. Sevişenler hala sevişiyor. Bu bir tercih.” Bu sezondan itibaren tiyatro ödüllerine aday olmama kararı almışsınız. Gerekçesi nedir bu kararın? “Oyun Atölyesi’nin yöneticisi ve yönetmeni Kemal Aydoğan ile birlikte İstanbul’da düzenlenen hiçbir tiyatro ödülüne katılmama kararı aldık. Çünkü ödüllerin ‘değerlendirme ölçütlerine’ inancımızı yitirdik. Ancak bu karar Oyun Atölyesi’nin oyunlarında görev alan diğer sanatçıları bağlayan bir karar değil.” Baba oluyorsunuz. Doğum ne zaman? “Aralık ayının başlarında. Kız çocuk bekliyoruz. Adını da Nazlı koyacağız” Nasıl bir heyecan şu an yaşadığınız? “Muhteşem bir duygu bu ve ben kızımız doğduktan sonra dünyaya çok farklı bir pencereden bakacağımı hissedebiliyorum. Şu anda sadece tahmin edebiliyorum. Ama doğduktan sonra bizzat bunu yaşayacağım ve göreceğim.” Gerçi Ceren de (Zuhal Olcay’ın kızı) var ama yinede bir pişmanlık yaşadınız mı bu yaşa kadar neden ben babalık heyecanını tatmadım diye? “Tabiiki bir kızım var ama kendi çocuğumun olması daha farklıymış. Heyecanla bekliyorum. İki üç hafta var ve çocuklar gibi mutluyum. Sağlığı da çok iyi bir sorun yok.” Kızınız da oyuncu olsun ister misiniz? “Ne olmak isterse onu olur. Ben sadece doğayı ve sevgiyi öğretebilirim. Benim ne haddime onu söylemek. İlişkiyle belirlenecek birşey. Şuanda ben o ilişkiyi sonsuz sevgi diye tahmin edebilirim. Birebir uygulamada ne olacağını bilemem zaman gösterecek.” Bir insanın dünyaya gelişini yakından takip ediyorsunuz şuan. Neler geçiyor içinizden? “Muhteşem bir şey bu. Yakından takip etmeye başladıkça inanamıyorum. Kadınlara daha çok saygı duymaya ve manevi anlamda onların önünde secde etmeye başlıyorsunuz. Erkeklerin hiç birzaman beceremeyeceği birşey bu. Benim tamamen sezgisel bir teorim var. Erkeklerde rahim kıskançlığı olduğunu düşünüyorum. Yani diğerleri hikaye bence. Biz üretemediğimiz için birçok şeyi yapıyoruz kadınlara. Onları aşağılıyoruz, dövüyoruz, öldürüyoruz, bunlara kulp takıyoruz namus cinayeti diyoruz ya da bize oğlan çocuk doğurmadı diye boşuyoruz. Çocuğun cinsiyetine erkek karar veriyor ama karısında suç buluyor.” C kültür LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL ilozoflar, ne anlama geldiğini düşünüp yanıtını bulmaya çalıştıkları sorular üzerine tüm insanlığı kapsayan bir “yaşam bilgisi” oluşturdular. Bizim için sıradan olan her türlü insan eylemi, felsefe açısından mutlaka açıklanması gereken özellikler taşıyordur. Felsefe, bilgi sevgisi olduğu kadar merak etme işidir de aynı zamanda. O yüzden iyi ki filozoflar var. Hep de olsunlar. MS 1. yüzyıl filozofları, düşünürleri ne olduklarını merak ettikleri şu “gülme” dediğimiz insan eyleminin, onca denemeye, açıklamaya rağmen ne olduğunu anlayamamışlar. Günümüz felsefecisi John Morreall, “Gülmeyi Ciddiye Almak” adlı kitabında böyle yazıyor. O günden bu yana hâlâ bir gülme kuramına sahip değiliz insanlık olarak. Morreall’e göre,“çok değişik durumlarda güldüğümüzden bütün gülme durumlarını kapsayacak bir genel kuram oluşturamamışız”. Böyle bir kuram oluşturmuş olsaydık, şu Borat tiplemesiyle mizaha ırkçılık bulaştıran Saşa Baron Cohen denen serseriyi durdurabilir miydik acaba? Kuşkuluyum. Eksiklikten, insana özgü hoş yanlışlıklardan kaynaklanan Gülme, başka insan topluluklarını küçümseyen bir silaha dönüştürüldüğünde, bu kaynaklandığı eylemleri tanımlamaktan uzaklaşmıştır artık. Baron gibi çapsızların elinde hoş aksaklıkları, sevimli sakarlıkları değil, toplumların sözümona alay edilecek, küçümsenecek yanlarına vurgu yapan “ırkçı” temaları tanımlar. Baron’un dilinde “gülme”, masum bir insani eylem değil, hele şu “medeniyetler çatışması” tezlerinin (!) revaçta olduğu dünyamızda bu tezlere uygun düşen rahatsızlık verici son derece “beyaz” bir tutumdur. Cohen’in kendisinin bir “beyaz” olmayışı, bu uğursuz rolü üstlenmesini engellememiş demek ki. Kendisi de çağların en mağdur uluslarından birine mensup bir Musevi’dir oysa. “Beyaz” olmadığı halde “beyaz” gülme anlayışına kendisini öylesine kaptırmıştır ki, yıllarca yaptığı televizyon programlarında Musevilerle de dalgasını geçmiştir. ??? Neden bunu yapar? Gülme, bir mazlumun elinde, ceberrutlara karşı uygulandığında etkili bir silahtır. Ama mazlumlara karşı kullanıldığında, egemenin (bu, yönetim de olabilir, kültür de) baskı araçlarından biri olabilir rahatlıkla. Batı’da yeterince tanınmayan Kazak ulusu, Borat tiplemesiyle “karikatürize” edilerek, büyük kültürel mirasından habersiz bir biçimde değerlendiriliyor ne yazık ki. Gülme’yi para kazanma “objesi” yapmış Holywood ya da Batı sineması, oluşturulması yüzyıllar almış büyük kültürleri harcamaktan çekinmezler. Harcadıkları bu kültürün yerine yenilerini de ko 24 KASIM 2006 CUMA Borat! Batı Balkonunun Şarlatanı yamazlar üstelik. Amerikan filmlerinde sürekli ele geçirdikleri beyazların kafa derilerini yüzdüğünü gördüğümüz kızılderilerinin nasıl bir doğa aşığı olduğunu yeni yeni öğreniyoruz biz. Kızılderililerin insan öldürmeyi büyük günah saydıklarını, kızılderiliyi çadırında insan kanı içen biri sanan çocuğu haberdar etmek zordur. Herhalde bir elli yıl daha zordur. Şimdi, Borat densizinin filminden çıkıp, yüzünde, başka bir ulusun tüm değerlerinin ezildiğinden habersiz gülümsemesiyle evine dönen sersemleştirilmiş seyirciye Kazakların her biri birbirinden muhteşem Koblandı, Edige, ŞoraBatır destanlarını nasıl tanıtacaksınız? Borat, yüzünü gözünü oynatıp komik olduğunu sanadursun, biz güzel söz söylemenin bir sanat haline geldiği Kazak edebiyatında Şeşen adı verilen hikaye söyleyicilerinin Borat’tan daha başarılı sanatçılar olduğunu kime, nasıl anlatabileceğiz? Yerli yersiz sırıtmasıyla Borat gülme’yi müstehcen sözcükler yardımıyla gerçekleştirmeye çalışırken, yüzlerce yıldır, defin törenlerinde bile Şaman duaları okuyan Baksı’ları, bizim şair atışması dediğimiz Kazakların “Akın” dedikleri şiir şölenini, o sersemleştirilmiş sinema seyircisine kim anlatacak? Sinemaya gülmeye gittiğini sanan o seyirci, şaka maka bir “tarih bilinci” edinip çıkıyorlar o salondan. Kafalarında oluşturulmuş Kazak tipini, tüm Kazakistan sanmalarına yol açan bir “tarih bilinci”dir bu. Bu bilincin arkasında, elbette insanlık için büyük bir mesafe olduğu yadsınamaz YunanHıristiyan medeniyetinin günümüz insanında hâlâ yaşayan “büyüklük kompleksi” de yatar. Cohen gibi şarlatanlar, aslında kendilerini de dışlayan o “medeniyet”in içinde, o medeniyet çizgisinin dışında kalmış toplumlarla sözümona “dalga” geçerek yer almak isterler. Bizim de Cohen’de güldüğümüz taraf budur. Batı’nın balkonunda, aşağıdaki –mensubu olduğu Museviler de dahil toplumların özellikleriyle kafa bulması aşağılık bir ırkçı yapar onu. Hangi millete ait olursa olsun, aslında tek bir millettir bu ırkçı taifesi. Başkalarında var olan farklılıkları, kendisindeki üstünlüğü ortaya çıkarmak için kullanan “faydacı” mahluklardır bunlar. Her milletin ırkçısı için geçerlidir bu. Bu aşağılık Borat tiplemesini sinemada gidip izleyerek, “beyaz”ın mizahının seyirci olarak bile aleti olmamak lazım. Bırakınız, her lafında belden aşağı konuşan Borat ya da gerçek adıyla Cohen, organları yer değiştirmiş bir zavallı olarak bacaklarının arasıyla konuşsun. Beyni olsaydı zaten, bir gün “bizden değilsin” diye fırlatılması pek mümkün olan “Batı’nın balkonu”nda olmazdı. F Bir dahaki yaşamımda doktor olacağım Tiyatro gerçekleri yansıtır mı? “Tiyatro hayatın aynasıdır derler ya, yanlıştır. Sen Gündemi meşgul eden sanal hayatın aynısını mı gösteriyorsun tiyatroda? Biz şöhretler türemeye başladı... Peki gerçeği gösteriyoruz aslında hayat yalan. Biz hayatta şöhret nedir? rollerimiz gereği maskelerle dolaşıyoruz. Gerçek “İnsanlar gazete ve hayatta maskelerle dolaşmak da ikiyüzlülük değildir. televizyonlardan çok çabuk Hayatta edindiğimiz roller var; baba rolü, işadamı rolü... ulaşabildikleri kişilere Sahnede bütün roller yıkılıyor, ezber bozuluyor. O sanatçı demeye yüzden arınıyoruz zaten. Çünkü bildiğimiz ama başladılar. Türkiye’de utandığımız, yapamadığımız, sanatçı kelimesi çok söyleyemediğimiz herşey için için yanlış kullanılıyor. sıkıştırıyor bizi. Sahnede Sanatçı kavramının içi gerçeği gördüğümüz boşaltıldı, yozlaştı, zaman rahatlıyoruz. bambaşka bir hale Evet ben de dönüştü. Halbuki gerçekten sanatçılık diye bir meslek böyleyim, o zaman yok. Heykeltraş, ressam, ben tuhaf değilim müzisyen, aktörsünüzdür diyoruz ve ve bu bir meslektir. kendimize sorular İnsanlar şöhret olmaya sormaya özeniyor. Oysa şöhret başlıyoruz. denilen bela Komedi hedeflenecek bir şey oyunundan çıkıp değildir bir ağlayan insanlar var. mesleğiniz varsa O an sanki kafasına bir eğer. Kendi adıma şey düşmüş gibi... Çünkü konuşursam şöhret sıkıştırdığı gerçekleri açığa ve para çıkarıyor tiyatro.” oyunculuğun yan Kaliteli yapımlar de insanları etkileridir aslında. tokat gibi çarpıyor... Siz birşeyler “Kalitesiz bir iş olursa ben yaparken bir kalkar giderim salondan söylene yandan da söylene. Çünkü bu benim hakkım. bakarsınız ki Sahneye çıkmak çok büyük bir şöhret iddiadır. Kötü bir oyunsa ve bir derdi oluvermişsiniz. yoksa, bunu anlatamıyorsa eskiden Şöhret denilen şey olduğu gibi yuhalanmalı. Biz bunu bir kişinin birçok kişi bilmiyoruz. Bunu bilmediğimiz için de Oyun Atölyesi’ni nasıl kurdunuz? Bir yerden destek tarafından yanlış alkışın değeri kalmadı.” aldınız mı? “Hiçbiryerden destek almadan tek başımıza kurduk anlaşılmasıdır. Yani Oyuncu olmasaydınız başka ne yaburayı. Tiyatro yapabilecek ortam yarattık kendimize ve başarılı olduk. şöhretin böyle sanal, aldatıcı pardınız? Kimsenin desteği olmadı bize, beş parasız girdik bu işe hatta bizzat ve yabancılaştırıcı bir özelliği “Yazmayı düşünmüyorum çünkü çimentosuyla demiriyle, sahnesiyle kafesiyle her bir ayrıntıya kafamızı yorduk. var. Onun için çok tehlikeli konuşmayı seviyorum. Bir çok arkadaşım Evet ben bu işlerden anlamam ama her yerinde kendi emeğimiz var çünkü düş bir şey diyorum ben. Herkes neden yazmıyorsun diye soruyor. Ben kurmayı becerebiliyoruz. Önce hayal ediyoruz sonra hedeflerimizi koyuyoruz. şöhret olabilir; bağırın, bir hiçbir şey bilmiyorsam hayatta haddimi Hayal etmediğimiz şeyi öğrenmemiz mümkün değil ki. Önce yarışmaya katılın, bir eve biliyorum. Ben sadece okuyorum. Okurdüşleyeceksin. Hepimiz birer düştük ana karnında...” kapanın birileri sizi yazar değilim. Ama ben okuduğum şeyin Kafanızda yeni düşler var mı? gözlesin, yalan yanlış doğru olup olmadığını, iyi yazılıp “Oyun Atölyesi’nin Ankara ve İzmir şubelerini birşeyler yapın. Şöhreti yazılmadığını kavrama yeteneğine açmak istiyorum.” doğru anlamak ve doğru sahibim.” yönetmek gerekiyor. ” Bu bir biriktirme süreci ama belki bir Bu yapımcılara gün patlama yaşayabilirsiniz... Nasıl bir çocukluk yaşadınız? göre bir arz“Bir gün patlar mıyım bilmiyorum. Ben konuşmayı becerebiliyorum. ZatNe zaman karar verdiniz oyuncu olmaya? talep en yazarlar da diyor ki konuşmayı beceremediğimiz için yazıyoruz.” “Ortaokulda yavaş yavaş karar vermeye başladım.” meselesi Gerçekten böyle bir karar var mı yoksa süreç mi getirir ama... Polis insanı? “Oyuncu olmaya karar verdiğimde 16 yaşındaydım. Ama filmi de Onur Ünlü’nün ilk uzun öncesinde ilginçtir, doktor olmak istiyordum. Hala da istiyorum. metraj çalışması. Bunu bir tehlike olarak Eğer bir daha geliş varsa dünyaya o zamanda doktor olacağım. Bir de görmüyor musunuz? kimya mühendisi olmak isterdim. Çok sordum kendime “İyi bir film çekeceğine inanıyorum çünkü. Tabii ki her hepsi de birbirinden ayrı alanlar. Ama hepsinin temelinde zaman haklı çıkmayabilirim.” aynı şeyin yattığını farkettim: merak duygusu ile insanı ve Senaryodan dolayı mı böyle düşünüyorsunuz? “Evet. Özellikle kendini tanıma... Hekim olsaydım hastalıkların tedavisini kendi senaryosunu yazmış yönetmene güvenirim. bulmak için uğraşacaktım.” Onur’la ben sadece sohbet ettim. Biraz iddialı olcak Ama burada bir fark var. Tiyatro kendini ifade aracı... ama ben bir oyuncunun iyi olup olmadığını sohbet Diğerlerinde bu yok belki de fark odur. ederek de anlayabilirim.” “Şöyle ki diğerlerinde kendinizi ifade ediyorsunuz ama Bu biraz riskli değil mi? “Ama riski göze almak birebir ilişkilerde. Burada siz kendinizi ifade ediyorsunuz ve gerekiyor. Risksiz hayat var mı?” birileri sizi seyrediyor. Fark o. Seyredenlerin hayatına dahil Polis filminin çekimleri tamamlandı. Nasıl bir sonuç oluyorsunuz ve onları etkiliyorsunuz. Eğer sanat yapıyorsanız tabii... Eğlence bekliyorsunuz? “İyi ki bu filmde yer aldım ve iyiki üretiyorsanız bu böyle değil. Onun da yeri var, o da Onur Ünlü ile çalıştım. Film iyi mi oldu kötü mü seyirci karar verecek. lazım. Ama sanat ile eğlence arasındaki farkı anlamak için sanırım Emeğe saygı falan da tuhaf ve içi boş bir söyleyiştir yani. Hiç kimse böyle bir test yapmak gerekiyor. Ben bir sanat her emeğe saygı duymak zorunda değildir. Bazı emeğe de saygı yapıtıyla karşılaştığım zaman değişip dönüştüm mü duymayacaksın. Kenan Evren az mı emek verdi Türkiye’yi farklı bir şey oluştu mu bende, bunu bu hale getirmek için? Hitler az mı emek verdi sorgulamak gerekiyor. Tiyatroya girerken Nazizme? Emek kutsal falan değildir. başka, çıkarken başka biri miyim İnsanları mutluluğa götüren doğru buna bakmak lazım.” emek kutsaldır.” SANATÇI... Alkışın değeri kalmadı Düş kurmak... İstanbul tarihi geçit vermiyor Özlem GÜVEMLİ İstanbul’un ulaşım sorununa çözüm götürmek için başlatılan raylı sistem çalışmaları, kentin 2 bin 500 yıllık geçmişine ışık tutan arkeolojik kalıntıları ortaya çıkardı. En son; TaksimYenikapı metro inşaatının Şişhane ayağındaki çalışmaların durmasına yol açan duvar kalıntısının, Cenevizlilere ait surların günümüze ulaşan tek kalıntısı olduğu belirlendi. Marmaray Projesi kapsamında istasyon yapmak için süren kazılarda da Yenikapı’da tamamen yok olduğu sanılan Konstantin Surları, 8 adet tekne, Üsküdar’da ise ‘apsidal’ denilen yarım daire şeklinde bir dini yapının temel kalıntıları bulundu. İstanbul gibi yerleşimin yoğun olduğu kentlerde arkeolojik kazı yapmak neredeyse imkânsız. İstanbul’un tarihi geçmişi de göz önüne alındığında, metro ve Marmaray çalışmaları kapsamında yapılan kazılar büyük önem taşıyor. Önceden planlanmadan yapılan ve “kurtarma kazısı” olarak tanımlanan bu çalışmalar arkeologlar, tarihçiler, müze uzmanları tarafından bulunmaz birer fırsat olarak niteleniyor. Son olarak Şişhane’de metro kazısı sırasında Cenevizlilerin 700 yıl önce yaptırdığı surlarının son bölümünün bulunması, altyapı çalışmalarının bilim insanları tarafından neden şans olarak nitelendiğini ortaya koyuyor. NLARCA ESER ORTAYA ÇıKARILDI Bugüne dek kazılar sırasında ortaya çıkarılan arkelojik bulgular şöyle: Şişhane’den Tophane’ye kadar Galata bölgesini çevreleyen Ceneviz Surları 2.8 kilometre uzunluğunda. Surların en eski kapısı olan Yanıkkapı’nın üzerinde, Cenovalı Amiral Andre Dorya’nın da üyesi olduğu Dorya ailesinin Aziz George haçlı arması bulunuyor. Armanın ortasında Cenova’nın kurucu meleği Aziz George’un haçı, iki yanında De Meruda ve Dorya ailelerinin armaları yer alıyor. Yanıkkapı, 1864 yılında büyük kısmı çalışmaları sırasında yıkılan Galata’nın surlarından geriye kalan az sayıdaki yerden biri olması nedeniyle de önem taşıyor. O Doğru emek kutsaldır
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle