02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 Mustafa Kemal ŞEN TUSAM Ekonomi Araştırmaları Masası [email protected] ürkiye ile Arap Birliği arasında 2007 yılının Kasım ayında "TürkArap İşbirliği Forumu Çerçeve Anlaşması" imzalanması, yine Arap ülkeleri ile 1213 Haziran’da üçüncü TürkArap Ekonomik Forumu gerçekleştirilmiş olması, 1820 Ağustos 2008 tarihlerinde de İstanbul’da "Türk Afrika İşbirliği Zirvesi" yapılması, diğer yurt içi ve yurt dışı toplantılar, Türkiye’nin geleceğe yönelik dış ticaret stratejisi hakkında önemli ip uçları veriyor. Uzlaşmaya dayanması gereken yeni dış ticaret stratejisinde Afrika ve Ortadoğu başta olmak üzere Asya ve Bağımsız Devletler Topluluğu ile ticaret ve yatırım hacminin geliştirilmesi söz konusu. Bu gelişmelerde sadece Türkiye’nin isteği değil, dünyadaki ekonomik dengelerin değişmeye başlaması, Avrupa Birliği ve ABD’nin çatışma stratejilerinin bıkkınlık yaratması ve batı ekonomilerinin son dönemde resesyon ile çalkalanması da etkili oldu. Batı ekonomilerinin doğal bir süreç dahilinde bilgi ekonomisine geçmesi, sanayi yatırımlarında doygunluğa ulaşması, diğer ülkelerin ise kaynaklarını harekete geçirerek sanayileşme ve yatırım çekme yarışına girmesi de diğer önemli etkenler arasında yer alıyor. Sadece toplantılar ve anlaşmalar dış ticaret stratejisinin değiştiğini göstermiyor, rakamlara dikkat ettiğimizde de Türk yatırımcı ve iş adamlarının yönünün güneye ve doğuya çevrildiğine şahit oluyoruz. Bu yıl Rusya’nın, Almanya’yı geride bırakarak Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı olması, önemli bir göstergedir. Türkiye’nin Gümrük Birliği anlaşması yapmasına ve aday statüde bulunmasına karşın AB ülkeleri ve baş "stratejik ortağı" ABD ile ticaret hacminin diğer ülkelere göre daha az oranda artması, Türk girişimcisinin ekonomik ilişkilerinde yönünü merkezden çevreye doğru çevirdiğini göstermektedir. Afrika, AB ile azalan ticaretin yerini dolduruyor C S TRATEJİ Cumhuriyet Strateji 1 Eylül 2008 / 218 T Yeni seçenek: Afrika kelerin dünya ile bütünleşmesinde, batı yerine Türkiye aktör olduğu takdirde, dünyadaki gelişmeler Türkiye’nin lehine gelişecektir. Türkiye’nin bu alt yapıyı kurmak zorunda olması, hayati bir strateji haline geldi. Zira Türk Afrika İşbirliği Zirvesi çerçevesinde ekonomik işbirliğinin yanında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi olmak için Türkiye’nin siyasi desteği araması bunun kanıtı niteliğindedir. UZLAŞMAYA DAYALI AFRİKA STRATEJİSİ Afrika kıtası geçmişte olduğu gibi bugün de enerji kaynakları ve değerli madenleri ile dünyanın cazibe merkezidir. Her ne kadar önemli kaynakları sömürgeciliğin ağına takılsa da her yıl ortalama yüzde 5 büyümesi ile yine de gelecek vaat eden bir kıtadır. Türkiye ile Afrika Birliği arasındaki ilişkiler 1998 yılında "Afrika Eylem Planı’nın" uygulamaya konulmasıyla net olarak başladı. 2003 yılında "Afrika ile Ekonomik İlişkilerin Geliştirilmesi Stratejisi" oluşturuldu, 2005 yılında Türkiye’de Afrika yılı ilan edildi. Bu yıl da Afrika Birliği tarafından Türkiye Stratejik ortak olarak kabul edildi. Afrika’nın enerjisine ve doğal kaynaklarına ihtiyacının farkında olan Japonya, Çin ve Hindistan, Afrika ile Türkiye’ye benzer geçmişte işbirliği zirveleri düzenledi. Çin, istediğine bir nebze ulaşabilse de Afrika ile köprü kurmak isteyen ülkeler amacına tam olarak ulaşamadı. Türkiye’nin Afrika ile olan ticari ilişkileri son üç yılda yüzde 50 oranında artış göstererek 13 milyar doları buldu. Bu son toplantıların ne kadar işe yarayacağını ise rakamlar gösterecek. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki bütün dünyada geçerli olmak üzere iki ülke arasındaki ticarete tek taraflı devlet müdahalesi, (özel şirketlere destek, teşvik, vergi indirimleri v.s) müdahaleci tarafın refahını artırırken, ikili ülke ticareti, adaletsiz ve kısa ömürlü bir refah sağlamaktadır. İkili ilişkilerde uzlaşmacı ve her iki ülkenin de eşit şekilde devlet müdahalesinin olduğu bir dış ticaret stratejisi ise uzun ömürlü ve kazankazan şeklinde olmaktadır. Türk Afrika İşbirliği çerçevesindeki uluslararası yatırım ve ticaret sürecinde Türkiye batının içine düştüğü yanlışa düşmemelidir. Aksi takdirde Türkiye az gelişmiş ülkelerle olan ilişkilerinde emperyal bir kimlik kazanmış olacaktır ki, bu durum Türkiye’nin uluslararası saygınlığına gölge düşürecek sonuçlar doğurur. Afrika Ticaret, Sanayi, Tarım ve Meslek Odaları Birliği Başkanı Muhammed El Mısri de her iki tarafın da kazanacağı bir ticaret stratejisi istemiş ve Türk – Arap İşbirliği Forumunda konuşurken "ticari ilişkiler mevcut potansiyeli en iyi şekilde, her iki tarafın yararına olacak biçimde, kazankazan ilişkisi içinde gerçekleşecek" demiştir. Ayrıca Afrika'nın küreselleşme çabalarında Afrika'ya destek olun çağrısında bulunmuştur.Böylesine bir ortamda Türkiye, AB ile olan ilişkilerinde AB ile azalan ticaret hacmini ve bunun ne anlama geldiğini analiz ederek buna göre bir politika yürütmelidir. Türk üreticileri ve girişimcileri batının dışında da bir dünya olduğunun farkındadır. Bu farkındalık kazanca, dostluğa ve güce dönüşmektedir. Batı dünyasının dışında kalan ülkeler Türkiye’yi, Batıyı gördükleri pencereden görmüyorlar. Türkiye Batı’nın bu zamana kadar tek taraflı çıkar ilişkileri ile yürüttüğü hegemon ekonomik anlayışına uzak bir ülke. BATI CAZİBESİNİ KAYBEDİYOR Türkiye’nin toplam dış ticaret hacminin yarısı AB ile gerçekleştiriliyor. 170 milyar dolarlık ithalatının 70 milyar dolarlık kısmı AB’nin 27 ülkesinden sağlanıyor. Türkiye’nin AB ülkelerinden ithalatı son on yıl içinde 2,5 kat ihracatı 5 kat artmış durumda. 110 milyar dolarlık toplam ihracatının 61 milyar dolarlık kısmı da AB’ne yapılıyor. Bu yüzden AB, Türkiye’nin uluslararası ticaretinde kilit bölge konumunda. AB dışında kalan ülkeler ile olan ithalat ve ihracat artış hızlarında ise hem ithalat hem de ihracat beşer kat artış göstermiş. AB ile dış ticaret hacmi yaklaşık 38 milyar dolardan 108 milyar dolara yükselmesine karşın, Avrupa Birliği’nin payı 1999 yılında yüzde 53 seviyesinde iken Türkiye’nin dış ticaretinin katlanarak arttığı eski doğu bloku ülkelerinin AB’ye girmesine karşın 2006 yılında yüzde 44 oranına kadar gerilemiştir. Bu boşluğu Afrika, Orta Doğu ülkeleri ve Asya ülkeleri doldurmaya başlamıştır. Türkiye’nin Batı dışındaki bölgesel dış ticaretindeki artış hakkında şu rakamlar somut bir gösterge olacaktır: Ortadoğu ve Yakın Doğu ülkeleri ile olan dış ticaret 1996 yılında 6 milyar dolar iken 2007 yılı sonunda 28 milyar dolara çıkmış, KEİ ülkeleri ile olan 1996 yılındaki 6 milyar dolarlık Türkiye’nin dış ticaret hacmi 52 milyar dolara dayanmıştır. Batı dünyasının dışında kalan ülkeler Türkiye’yi, Batıyı gördükleri pencereden görmüyorlar. Türkiye Batının bu zamana kadar tek taraflı çıkar ilişkileri ile yürüttüğü hegemon ekonomik anlayışına uzak bir ülkedir. Sömür geci devletlerin doğu ve güney ülkeleri ile olan ilişkileri ile Türkiye’nin ilişkileri farklıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkimiyeti altında bulunan Kafkaslar, Orta Doğu, Kuzey Afrika, Balkanlar ve Karadeniz bölgesinin Türkiye ile ekonomik ilişkilerinde kültürel ve tarihsel birliktelik aynı zamanda ekonomik birlikteliğe de dönüşmek zorundadır. Ekonomik birliktelik, ülkeler arasında barışı ve siyasi işbirliğini sağlayıcı olurken, Türkiye yeni ekonomik sistemin uygulayıcısı olarak bu ekonomik modeli taşıyıcı olabilir. Kalkınmakta olan ve az gelişmiş ül
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle