Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Cumhuriyet Strateji 1 Eylül 2008 / 218 kişiliğinde yükselişe geçen PanArabist ideoloji, liderler arası güç mücadelesinin hat safalarda yaşandığı bölgede, artan güvensizlik ortamıyla düşüşe geçmiş; sonraki dönemin baskın ideolojisi olarak bölgede ulusal devlet, ulusal kimlik arayışları ivme kazanmıştır. Bu geniş Arap birliği düşüncesi içerisindeki unsurlar arasında dini vurgu pek fazla göze çarpmamaktadır. PanArabizmin yükselişe geçtiği dönemde, bu ideali savunan liderler, bir Müslüman birliğinden ziyade etnik, kültürel ve tarihsel bir paylaşım üzerine kurulu bir ortaklığı arzulamışlardır. Arap Birliği idealinin en önemli savunucularından Suriye’deki Baas partisinin kurucuları olan Ortodoks Hıristiyan Mişel Eflak ve Sünni Müslüman Selahattinel Bitar, tüm Arap halklarının tek bir çatı altında yaşaması gerektiğine inanmış ve partinin genel söyleminde; ortak manevi değer yargılarına sahip, geleneksel ve tarihsel paylaşımları olan halkların bir arada uyum içerisinde yaşamaları gerektiği idealini savunmuşlardır. Bu ortak değer yargılarının insanlara aidiyet duygusu aşılayacağı görüşünü savunan ünlü teorisyen Satıel Husri’den esinlenen Baas kurucuları, bağımsız ve güçlü bir Arap devletinin ancak ekonomik, sosyal ve Arap Birliği Zirvesi politik bir bütünleşmeyle sağlanabileceğine inanıyorlardı. Bu bağlamda günümüzdeki AB bütünleşmesi gibi görünen bir oluşum yaratarak bütün Arap ülkelerini bu oluşumun içerisine dâhil etmek istiyorlardı. Bu bağlamda din, daha çok dış güçlere karşı Arap halklarını birleştiren bir unsur olarak algılanmaktaydı. Mısır’da, manda döneminin getirisi olan hızlı sosyal değişim sonucu ortaya çıkan yeni orta sınıf ve Batı tarzı bir eğitim sistemiyle yetişen genç kuşak, Nasır’ın bu politikalarına hizmet etmeye hazır iç dinamikleri oluşturmuştu. Diğer bir taraftan ise, koloni güçlere karşı bağımsızlıklarını kazanan ülkeler, diğer Arap ülkelerindeki eğilimleri kuvvetlendirerek diğer Arap devletlerini de kendi düşünce sistemleri içerisine çekmeyi başarmıştır. Soğuk Savaş döneminin yansımalarının fazlaca gözlemlendiği bölgedeki süper güç çatışmaları, bölge devletlerin politikalarını bu doğrultuda şekillendirmesine yol açmıştır. Bu bağlamda Arap ülkelerinin çoğu, topyekun PanArabist bir politika izlemek yerine kendi ulusal çıkarlarını gözeten politikaları takip etmeyi seçmişlerdir. Bunun en belirgin örneği 1955’te Irak’ın Bağdat Paktı’na katılmasıdır. Sovyetleri o dönem bir tehdit olarak algılamayan Mısır, Batılı büyük güçlerle yapılan bu tarz anlaşmaların her zaman büyük ve güçlü devletlerin kendileri gibi daha ufak ve güçsüz devletler üzerindeki egemenliklerini arttırma amacı taşıdığı fikrini C S TRATEJİ 15 birimlerinin bile ortak olmaması Mısır hükümetinin kafasında birçok soru işaretleri yaratmaktaydı. Tüm bu kararsızlıklara karşın, Suriye’nin süreç içerisinde izlediği ısrarcı politika, Mısır yönetimini, PanArabist ideoloji çerçevesinde birleşmeyi kabul etmeye mecbur bırakmıştır. Her iki ülkede plebisitle onaylanan bu siyasi birleşme, Suriye’de gerçekleşen askeri bir darbenin ardından kurulan yeni hükümetin Mısır’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etmesiyle 28 Eylül 1961’de son bulmuştur. Bir dönem, Arap ülkelerinin attığı politik adımlarda önemli bir rol oynayan PanArabizm ideolojisi, 1967 Arapİsrail Savaşı’nda alınan ağır yenilgilerle başlayarak düşüşe geçmiş; 1970’lere gelindiğinde ise 67 Savaşı’nın etkilerinin üzerine halkın eğilimlerinin değişmesi ve gelişen koşullar çerçevesinde tam olarak bir çöküş sürecine girmiştir. Nitekim Arap Milliyetçiliği ideolojisinin ölüm fermanı ile birlikte politik İslam ve hatta zamanla Radikal İslam anlayışı Ortadoğu’daki pek çok ülkenin siyasi ajandasındaki yerini almıştır. ARAP BİRLİĞİ’NİN BUGÜNÜ Bugün hala, belli aralıklarla, toplantılarına devam eden Arap Birliği içerisindeki çatışmalar da, değişen koşullar çerçevesinde şekillenerek devam etmektedir. Mart 2008’de Şam’da yapılan Arap Birliği zirvesine katılım konusundaki gerginlikler, bölge devletlerinin çatışan ulusal çıkarlarının bir yansımasıdır. Suudi Arabistan, Lübnan’da uzun süredir devam etmekte olan cumhurbaşkanlığı seçimindeki çıkmazda, Suriye’nin rolünü protesto etmek amaçlı Birliğin zirvesinin boykot edilmesini talep ederken Katar ve Umman ise boykota karşı çıkmıştır. Lübnan’daki Batı yanlısı politikacılar da Suriye’yi cumhurbaşkanlığı seçimlerini engellemek ve ülkedeki siyasi krizi körüklemekle suçlamışlardır. Suriye ise zirve toplantısına katılmayan Lübnan’ı SuriyeLübnan ilişkilerinin gelişimi açısından önemli bir fırsatın kaçırılmasına neden olmakla itham etmiştir. Nitekim Araplar arasındaki benzeri pek çok siyasi olay, Birliğin temel prensibi olan ortak bir duruş yaratma amacını çoğu kez imkânsız hale getirmiştir. Arap devletleri arasındaki bu çekişmeler, Birliğin temel oluşum nedenlerinden biri olan Arapİsrail ilişkilerinin seyri konusunda da Arap devletlerinin gücüne zarar vermektedir. Bu dava kapsamında ortaya çıkan ve çoğu zaman Arap devletlerinin, birbirlerinin gücünü kırma amaçlı kullandıkları pek çok devlet dışı aktör de bölgedeki bölünmüşlüğün ve güç mücadelesinin önemli bir göstergesidir. Tarihsel olarak incelediğimizde, yaratılmaya çalışılan ideolojik bir birlik anlayışından çok, siyasi ve ekonomik çıkar ilişkilerine dayanan Arap Birliği oluşumu, ancak üye devletlerin karşılıklı çatışmalar yerine ortak hareket alanları yaratmalarıyla bölgede kalıcı bir barış ve istikrar sağlayabilir. Böylelikle, Arap devletleri de bölge politikalarının belirlenmesinde daha etkin bir güç haline gelerek uluslararası arenada, Batılı devletler kadar sağlam bir konuma sahip olabilirler. Ancak mevcut konjonktürde işlevsel bir "birliğin" sağlanması oldukça zor görünüyor. ÇOK BAŞLI BİRLİK Arap ülkeleri, aralarındaki ilişkileri güçlendirmek, her alandaki işbirliği ve koordinasyonu sağlamak amacıyla 1945 yılında merkezi Kahire olan "Arap Birliği"ni kurmuşlardır. Birliğin üzerinde durduğu başlıca konular; Arapİsrail çatışması, İsrail’in izlediği yayılmacı politikalar ve Filistinli mülteciler sorunuydu. Bu hareketin ilk dönemlerinde dahi sorunlar yaşanmış, farklı bir Arap milliyetçiliği anlayışına sahip Irak ve Ürdün liderleri Mısır’ın hâkimiyeti altına girmeyi kabul etmemişlerdir. Bu oluşumun yetersizliği, Filistin sorunu hakkında herhangi bir çözüm sunamaması ve İsrail devletinin resmi olarak kurulmasına engel olamamasında görülür. İkinci Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu ülkeleri, İngiliz ve Fransız kolonilerine karşı verdiği bağımsızlık mücadelelerinin yanı sıra, kendi iç politikalarında da iktidar çekişmelerine tanık olmuştur. Eski nesil muhafazakâr elit kesim ve eğitimli genç kuşak arasındaki bu iç politika savaşı, her ülkede farklı sonuçlanmıştır. Mısır, Suriye ve Irak’ta kurulan ve yeni nesil askeri elitlerin yönetimine dayanan bu hükümetlerin temel politikaları, Arapların bağımsızlığını sağlamak ve devlet bazlı modern reformlar gerçekleştirmek üzerine kuruluydu. Mısır’ın "Hür Subaylar" hareketi, bu alandaki ideolojilerini gerçekleştirmek amacıyla, ülkelerindeki İngiliz yanlısı hükümeti ve sınırlı işleve sahip Waft partisini 1952’de bir darbeyle devirerek kendi hükümetlerini kurmuşlardır. Darbeden iki yıl sonra yönetime gelen Nasır’ın içerde uyguladığı sosyalist politikalar ve dış politikadaki antisömürgeci, PanArabist söylemler kısa süre içerisinde bölgede büyük yankı uyandırdı. savunuyordu. Tehdit algılayışları ve bölge savunma yöntemleri birbirinden farklı olan bu iki devletin izlediği farklı politikalar, ülke liderleri arasındaki rekabeti açığa çıkaran önemli bir gelişme olmuştur. Bu paktla birlikte bölge; Irak, İran gibi pakta katılan ülkeler; Mısır, Suriye gibi pakta tamamen karşı çıkan ülkeler ve Ürdün, Suudi Arabistan gibi pakta tarafsız yaklaşan ülkeler olmak üzere üç gruba ayrılmıştır. Bölgedeki bu belirgin kutuplaşma, beraberinde bazı ortaklıkları da getirmiştir. Mısır ve Suriye, aralarında karşılıklı savunma anlayışını ön gören bir pakt oluşturdular. Gelişen ilişkiler sonucu, 1 Şubat 1958’de, Arap milliyetçiliği tarihi açısından büyük bir önem taşıyan "Birleşik Arap Cumhuriyeti" kurulmuştur. Dönemin kaygıları sonucu oluşan bu birleşme, ideolojik bir paylaşımın yanı sıra Suriye yönetimindeki Baas partisinin, ülkesindeki istikrarsızlığı dengeleyip, kendi iktidarını sağlamlaştırma isteğinden kaynaklanıyordu. Mısır lideri ise, iki ülke arasındaki politik ve jeostratejik farklılıklar nedeniyle endişe duymakta ve bu tarz bir birleşmeye pek de sıcak bakmamaktaydı. Suriye’nin geniş yelpazeli siyasi yapısı ve ordunun yönetimdeki baskınlığı, ülkesindeki tüm partileri kapatıp orduyu siyasetten uzaklaştırmak için büyük çaba sarf eden Nasır için olumsuz bir durumdu. Aynı şekilde iki ülkenin ekonomik yapısının eş değerde olmaması, izledikleri ekonomi politikalarının farklı olması, para