02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 Nesli YENER TUSAM Ortadoğu Araştırmaları Masası Bugünkü konjonktürde işlevsel bir birlik zor görünüyor C S TRATEJİ Cumhuriyet Strateji 1 Eylül 2008 / 218 B ir kavram olarak Ortadoğu, Batılı güçlerin bölgesel çıkar politikalarını kolaylaştırıp belirgin bir zemine oturtma planları çerçevesinde geliştirilmiştir. Bu kavram içerisinde tanımlanan bölgede, yapısal olarak birçok farklı etnik grubu barındıran ve çoğunluğu Müslüman olan Arap halklarının yaşadığı devletler bulunur. Bölgenin sahip olduğu farklılıklar ve benzerlikler, bölge devletlerini zaman zaman birbirleriyle ittifak kurma ya da tam tersi birbirleriyle çatışma noktasına getirmiştir. Günümüzde de birçok çatışmanın yaşandığı Ortadoğu, konumu nedeniyle sahip olduğu stratejik önemi, barındırdığı çeşitli iç dinamikleri, ekonomik ve kültürel zenginliğiyle, siyasi teorisyenlerin çoğunun dikkatini çeken bir bölgedir. Ortadoğu’nun sahip olduğu bu potansiyellerin farkında olan küresel güçler, izledikleri dış politikalarla bölgedeki etkinliklerini her dönem arttırmayı amaçlamışlardır. Batılı devletlerin, bölgenin tarihsel gelişim sürecinde oynadıkları hayati rolü göz önünde bulundurarak bir analiz yapmaya çalıştığımızda karşımıza çıkan tabloda, etkilerinin günümüzde de hissedildiği pek çok stratejik gizli/açık plan yer almaktadır. Bölgede kökeni uzun yıllar öncesine dayanan ve halen yaşanmakta olan pek çok kanlı çatışmanın, güç mücadelelerinin ve Ortadoğu üzerinde kurgulanan bu stratejik hamlelerin, günümüzdeki yansımalarını gözlemleyebilmek için Arap halkları tarihine kısa bir göz atmakta fayda var. Araplar birlik olamıyor Çoğu zaman Arap devletlerinin, birbirlerinin gücünü kırma amaçlı kullandıkları pek çok devlet dışı aktör de bölgedeki bölünmüşlüğün ve güç mücadelesinin önemli bir göstergesidir. Osmanlı’ya karşı daha ziyade düşmanca bir tutum sergilemeye başlayan Arapların bu politikaları, 1913 yılında Amerikalı delegelerin de bulunduğu Paris’teki "Arap Kongresi"nde bağımsızlıklarını kazanabilmek için Batı’nın desteğini beklediklerini açıkça ifade etmeleriyle eylem aşamasına geçti. Dönemin ünlü Arap düşünürlerinden Afgani ve Raşit Rida, seküler milliyetçi Yazici ve Bustani’nin de savunduğu Arap bağımsızlığı fikri, kendi dönemlerinde pek destek bulamamıştır. 19.yüzyıla kadar iletişim, taşımacılık, sosyal etkileşim ve ekonomi alanlarında sınırlı imkânlara sahip Arap toplumunda, eğitim imkânları da aynı ölçüde sınırlıydı. 19. yüzyılın ikinci yarısında Batı’yla ticari ilişkilerini geliştirme yoluna giden Arap topluluklarında artan iletişim ve ulaşım imkânları sayesinde Arap milliyetçiliği söyleminde bulunan düşünürlerin fikirleri, daha kolay yayılma fırsatı buldu. Batı’yla artan ilişkiler ve bunun bir getirisi olarak ARAPLARIN UYANIŞI Ortadoğu’daki halkların tarihsel değişim süreci incelendiğinde 19. yüzyıldaki gelişmelerin, Arap tarihi açısından büyük bir öneme sahip olduğu gözlemlenir. Uzun bir süre Osmanlı egemenliği altında bulunan bu bölgede, Birinci Dünya Savaşı sürecinde ideolojik bazı kıpırdanmalar oldu. Savaş koşulları ve değişen dengeler Arapları, siyasi ve ekonomik alanlarda daha çıkarcı politikalar izlemeye itti. O güne kadar Osmanlı yönetimine karşı ayrılıkçı herhangi bir söylemde bulunmayan Arap halkları arasında, milliyetçi düşünceler ağırlık kazanmaya başlamış ve Araplar kendilerini Osmanlı’dan farklı hissederek kendi devletlerini kurma yolunda politik adımlar atmışlardır. Başlangıçta azınlıkta olan bu görüş, zamanla değişen koşullar sayesinde güç kazanarak Araplar arasında hâkim düşünce haline gelmiştir. İşte bu noktadan sonra Araplar, Birinci Dünya Savaşı sırasında bağımsızlıklarını elde etmek amacıyla yüzlerini Batı’ya dönerek politikalarını da bu doğrultuda belirlediler. Arap Birliği Zirvesi düzelen eğitim şartları, okuryazar sayısındaki artış, milliyetçi düşünürlerin fikirlerinin daha fazla insan tarafından benimsenmesine ve savunulmasına yol açtı. Ticari ilişkilerin artması sonucu ortaya çıkan yeni orta sınıfın Batı etkisindeki yaşam tarzını benimseme isteği de göz önüne alındığında, çökmekte olan Osmanlı’nın bir parçası olmaya devam etmenin Araplar açısından artık bir anlamı kalmamıştır. Diğer taraftan da günden güne zayıf düşen ve toprakları üzerinde egemenliğini kaybeden Osmanlı’nın aradığı çözüm yolları doğrultusunda izlemeye başladığı Türkçülük politikalarının yarattığı tepki, ayrılıkçı düşüncenin Araplar arasında yaygınlaşmasını kolaylaştırmıştır. Gücünü yitiren bir Osmanlı’nın artık İslami değerlerin koruyucusu olamayacağı fikrinin yaygınlaşması üzerine Araplar, artan özgüvenleriyle, Osmanlıdan bağımsız yeni bir devlet yaratma çalışmalarına başladılar. Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerle McMahon anlaşmasını imzalayarak kendi milliyetçilikleri doğrultusunda ilk adımı atan Mekke Emiri Hüseyin, bu yeni, bağımsız Arap devletinin lideri olma hayalindeydi. Ancak savaş sonrası olaylar beklenildiği gibi gelişmemiş; İngilizlerin müttefikleri Fransızlarla imzalamış olduğu SykesPicot gizli anlaşması, savaş bitiminde "Manda Sistemi" adı altında bölgede uygulanmaya başlanmıştır. Araplar, Batı’nın ihaneti olarak yorumladıkları bu sisteme ve bu sistem doğrultusunda geliştirilen politikalarla bölgeye müdahalelerini arttıran Batı’ya karşı yeni bir direnme anlayışı geliştirdiler. Ancak Birinci Dünya Savaşı sonrası bölgede yaşanan tek sıkıntı bu değildi. İngiltere’nin vermiş olduğu çelişkili bir başka söz, Balfur Deklarasyonu adı altında Arap topraklarının bir kısmında konumlandırılması planlanan Yahudi yerleşkesine onay vermekteydi. İngiltere’nin konjonkturel çıkar politikaları doğrultusunda, savaş zamanı vermiş olduğu bu yasal söz, ABD nüfusunda yoğunlukta olan Yahudilerin sempatisini kazanarak kamuoyunun hükümet üzerinde bir baskı yaratmasını ve böylelikle ABD’nin de savaşa İngiltere yanında girmesini sağlamaya amaçlıyordu. Bu gelişmeler sonucu Araplar arasında Batı’ya karşı artan tepki, Batı hegemonyasına karşı verilen bağımsızlık savaşlarıyla devam etmiştir. SAVAŞ SONRASI İDEOLOJİK OLUŞUM İki savaş arası dönemde ise bölgede iki temel düşünce sistemi gelişmiştir. Bunların ilki, ulusal devlet yaratma isteğiyle oluşturulan ulusal milliyetçilik ideolojisi, ikincisi de çizilen ulusal sınırların Batı tarafından zorla kabul ettirilmiş, yapay ve geçici bir olgu olduğu görüşünün savunulduğu panArabist ideolojiydi. Bu iki ideoloji, farklı dönemlerde bölgede baskın hale gelerek Arap devletlerinin politik oluşumlarında önemli rol oynamıştır. 1960’larda Mısır lideri Nasır’ın
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle